ABzu: Giderdekilerin Hikâyesi

‘’Görünmez bağlarla birbirimize bağlıyız.* 

Birbirimizi göremesek de hepimiz varız.’’

ABzu!

Tek kelime. Duyulduğunda insanın zihninde hiçbir “anlam” ifade etmiyor. Bir yer mi? Bir eylem mi? Bir tanım mı? Bir durum mu? Ne bu? Nasıl tanımlamam lazım? Zihnimde nasıl canlandırmalıyım? Benim dilimden değil, evet ama hangi canlının dilinden? 

Bu kelime ile karşılaşmanın sonunda da ‘‘benim anlam evrenimden değil’’ deyip geçiveriyor insan. İşte Boş Sahne’nin ABzu’su da tam bu noktadan sesleniyor seyirciye. Çünkü kendi anlam evrenimizin dışında kalan varlıklar, varlığını yitirmiş olmuyor. Biz kabul etmesek de, bizim kabul etmediğimiz ya da etmek istemediğimiz evrenler, varlıklar ve yaşamlar var. Tuhaf olan, onlar da kendi anlam evrenlerinden ve kendi var oldukları yerden etraflarını tanımlıyorlar. Hakikat her birimiz için bambaşka olsa da farklı çevrelerde yaşasak da aslında aynı evreni paylaşıyoruz. Aynı kırılganlıklara sahibiz. Birbirimizi göremesek de ya da görmeyi reddetsek de her birimiz varız. Buradayız, yan yanayız ve birbirimize bağlıyız. 

abzu giderdekilerin hikayesi
ABzu oyunundan bir kare.

Boş Sahne ve ABzu Estetiği

Boş Sahne, “ODTÜ Oyuncuları”nda tanışan ve bütün zorluklara rağmen kolektif tiyatro yapmanın güzelliğini deneyimlemiş bir grup yakın arkadaş” olarak tanımlıyor kendisini. 2011 yılından bu yana da varlıklarını sürdürmekteler. Yapmak istedikleri tiyatroyu ise “sade ve özgür bir şekilde yaşamak, yaşadığımız gibi tiyatro yapmak” cümlesiyle açıklıyorlar. İsimlerini de Peter Brook’un Boş Alan’ından almışlar. Brook’un da dediği gibi, tiyatro seyircisinin yitmeye yüz tutmuş dikkatini ve inancını zorla kazanmak ve bunun için de gizli kapaklı, hileli şeylere değil, seyirciden hiçbir şeyin saklanmadığı, sadece “boş bir alana” ihtiyaç duyulan bir bakışla yapıyorlar.

ABzu oyununun da sahnenin hemen gerisinde yer alan, hem işlevsel bir ışık kaynağı, hem de şehir giderlerinin sembolü olarak kullanılan boruların tam önündeki ‘boş alan’da geçiyor olması tesadüf olmasa gerek. Şehir giderlerinde ve bize göre daha küçük bir evrende yaşayan canlıların kocaman ve bambaşka dünyasını sahneye taşımak için tercih ettikleri sahne plastiğini çember (Hulohop), kumaş gibi oldukça sade ve oyunsu materyallerden seçmiş olmaları da…

Çemberler oyuncuların kolları altına alındığında birer kanata, sırtlarına aldıklarında birer kabuğa, sıklıkla da art arda sıralanıp gider borularına dönüşüyor. Aynı zamanda kullandıkları kumaş da bazen giderdeki saç kıllarına, bazen de esnek yapısıyla dalgalanan bir suya. Kullanılan materyallerin eşliğinde oyuncular, fiziksel hikâye anlatıcılığı tekniklerini kullanarak boşluğu (uzamı) seyircilerin gözü önünde şekillendirip, sahnede sadece oyunla ve oyunsu olanla var olduklarını hatırlatıyorlar her daim. 

Bazı oyun karakterleri için kullanılan ‘kukla’ ve ‘mask’lar da oyun evrenini zenginleştirerek, şehrin giderlerindeki dünyanın çeşitliliğine destek sunuyor. İçeriğin diyalojik hali biçimsel olarak da karşılığını buluyor. 

Oyunculukların tonu ise o kadar ahenkli ve dengeli ki tek tek oyunculara odaklanmaktan ziyade sahnede bütüncül ve birbirleriyle kaynaşan organik bir yapıya şahit oluyor seyirci. En önemlisi, genç izleyiciler için yapılan “çocuk oyunları”nın sıklıkla klişesi olan ve aslında maalesef genç izleyicileri hafife alan “çocuksu, çocuk taklidi”  yapan bir oyunculuk tercihinden ziyade, “oyun enerjisi yüksek, dinamik” bir oyunculuk tercihi, oyunun her anında performansçılarla birlikte kalmamızı sağlıyor. 

Işık, kostüm ve müzik tercihi, genç seyircinin bakışlarını hipnotize eder gibi sahneye odaklaması için şaşaalı ve yapay bir dünya yaratmaktan uzak. Sade, oyunun bir parçası ve oyuna hizmet için varlar. Yani sahnenin ‘boş’ halini işgal etmemek için tasarlandıkları kendini hemen belli ediyor.

Fakat, oyunun başından beri sahnede duran ve her dakika merakımızı cezbeden enstrümanlara (mızıka, akordeon gibi) oyun boyunca daha çok imkân verilse, biçim ve içerikte yaratılan diyalojik dil daha da zenginleşemez miydi sorusunu sormadan edemiyoruz. Halihazırda oyun içinde aktif kullanılan enstrümanların daha özenle çalınması da görmeyi arzu ettiğimiz ama beklentimizi karşılayamayan bir durum oluyor.  

Peki kim bu ABzu?

ABzu, aslında Azu. Azu da aslında Ayşe Zuhal’ın kendisine verdiği isim. Azu, “normal” çocuklara benzemiyor. Çünkü biz “insan”lara benzemeyen, bizden daha çok bacaklı, tüylü, kanatlı, gözlü ve daha da korkuncu cüssece küçük ve bilinmez oldukları için “ürkütücü”, hatta “pis” varsayılan “yaratıkları” merak ediyor. Merak etmekle de kalmayıp onlara dokunuyor ve onları seviyor. Sırf bu yüzden arkadaşları arasında dalga konusu oluyor, öğretmenlerini rahatsız ediyor ve ailesini çileden çıkarıyor. İlgisi ve sevgisi de herkes tarafından tek cümleye indirgeniyor. “Ama bu çok saçma!”

Bu cümle oyun boyunca o kadar çok tekrar ediliyor ki, artık Azu’nun kendi kendine düştüğü şüphenin de sebebi oluyor. Merakı ve hayal gücü (tıpkı şehirdeki su kesintisiyle yaşanan kuraklık gibi) tükenmeye yüz tutmuş  öğretmeni, arkadaşları ve ailesi -her ne kadar Azu onlara benzemese de- bir gölge olarak Azu’nun zihnine yerleşiyorlar ve kimi zaman yerleştikleri yerden, sinsice Azu’nun kendisinden ve merakından şüphe duymasına neden oluyorlar. 

Azu’nun içinde bulunduğu durumu saçma bulmayan ve Azu’yu hep destekleyen tek oyun kişisi ise, dedesi. Çünkü dedesi de insanlığın doğrudan herhangi bir kullanım hakkı olmadığı için pek değerli görmediği benzer bir varlık evrenine, oyundaki herkesten farklı olarak sevgi besliyor. Çiçeklere…

Bir erkek karakterin yani dedenin, toplumsal cinsiyet normlarında kadınlara atfedilen çiçeklerle ilgilenmesi, oyunun norm dışı anti-kahramanının ise genellikle tercih edilenin aksine kız çocuğu olarak seçilmesi ve tam bu noktada iki ezilen karakterin oyun boyunca aile, okul gibi patriyarkal düzenin taşıyıcıları olan sisteme karşı birlikte dayanışma içinde olmaları oldukça önem kazanıyor. 

Azu, dedesinin çiçeklerine iyi geldiğini düşündüğü için onlara dinlettiği ‘balinaların şarkısı’nı şehrin gider borularından duyduğunda, şarkının peşinden gitmeye karar veriyor. Çünkü sular kesildiği için kuraklık görülmeye başlayan şehrine, balinaların yaşadığı suyu getirerek yardımcı olmayı istiyor. Bunun için de öncelikle yapması gereken şarkılarını takip edip balinaları bulmak. 

Ve yolculuk Azu’nun -tıpkı Alice gibi- gider borusundan aşağıya düşüp, fantastik bir evrenle karşılaşmasıyla başlamış oluyor. Karşılaştığı dünyadaki varlıklar için ise, o Azu değil, ABzu. Çünkü kendine has dilleri, yaşam biçimleri ve ritimleri olan giderdeki eklem bacaklıların, sürüngenlerin ve kemirgenlerin dünyasında insan dilinin yarattığı anlam değişiyor. İlk olarak, yeryüzünde arkadaş olduğu, ancak giderdeki dünyada yeniden karşılaştığı kambur örümceğin dilinden dökülen ABzu, artık Azu’nun maceralar yaşadığı evrendeki adı oluyor. 

Maceranın Birleşticiliği: Giderdekiler ve Yeryüzündekiler

ABzu’nun yolculuğu boyunca giderdekilerin hayatlarına açılıyor bakışımız. Tanık olduğumuz yaşamlarla -her ne kadar yeryüzündekiler kabul etmese de- ortaklıklarımız o kadar çok ki… Sadece eklem bacaklılar, sürüngenler ve kemirgenler gibi sınıflara indirgemenin bile aslında ne kadar hoyratça olduğunu görüyoruz. Çünkü her birinin kendine özgü dili ve ritmi var.  Oyunculuklarda tercih edilen farklı tempo-ritim, beden ve ses maskesi kullanımı da biçimsel olarak sahnede bu durumun karşılık bulmasına yardımcı oluyor.

Yolculuk ilerledikçe kırılganlıklarımızın bizi -yeryüzündekileri ve giderdekileri- ne kadar ortaklaştırdığını görüyoruz. Giderdeki insan olmayan canlılar da tıpkı yeryüzündeki insanlar gibi korkabiliyor, mitler ve hikâyeler yaratabiliyor, birbirleriyle ve başkalarıyla bağ kurabiliyor. En temelinde tıpkı insanlar gibi suya muhtaçlar ve şehirde yaşanan amansız kuraklıktan en az insanlar kadar etkilenmekteler. 

Ayrıştığımız tek nokta ise, yeryüzündekilerin yıkıcılığı ve bitmek bilmez tüketim hırsları karşısında, giderdekilerin hiçbir şey yapamıyor olması ve çaresizliği. Hatta daha da kötüsü, yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalmaları… Bu zorbalığı, hoyratlığı ABzu’nun, balinaların şarkısının geldiği asıl yeri bulmasıyla bir kez daha hatırlıyoruz.  Çünkü şarkı, bir zamanlar koca ve ahenkli bir birliktelikle dolup taşan sularda yaşayan balinalardan değil, artık kurumuş ve çölleşmiş topraklarda yaşayan bir böcekten geliyor. Balinalar artık yok… Geriye sadece şarkıları kalmış.

İnsanlar olarak kurallarla, normlarla, zorunluluklarla, ayrıştırmalarla kurduğumuz ve sadece bize ait kıldığımız “kültür”, tüketim hırsımızı da yanına alarak sadece kendimizi değil, evreni ve tüm canlıların yaşam alanlarını da kurutmuş. 

Zaten kendimize dair bu karanlığı da, Abzu’nun yolculuğu sırasında birkaç kez karşılaştığı “insan saçları”nın dilinden duyuyoruz.       

Maceranın baş belası: Saçlar

Biçimsel olarak siyah bir örtüyle ve tekinsiz bir atmosferle sahnede beliren saçlar, fiziksel olarak boruları tıkayan ve suyun şehre ulaşmasına engel olan bir bela olarak görünse de daha derinlerde aslında insanlığa dair olanları temsil ediyor. 

Sıklıkla ABzu ile konuşup yaptıklarının saçmalığı hakkında kendisini sorgulamasına sebep oluyor. Suyu ararken harcadığı çabanın anlamsızlığını sürekli ona hatırlatıyor. Bir yandan suyun önünü tıkarken, diğer yandan da ABzu’nun varlığının önünde kocaman ve giderek büyüyen bir engel olarak duruyor. 

İşte ABzu artık balinaları bulamayıp umutsuzluğa düştüğü bu noktada, suyu asıl tıkayanın tam da bu ‘insan saçları’ olduğunu keşfediyor. Kendini kucaklayıp, “Hayır, saçma değil!” dediği yerde dönüşümü başlıyor ve attığı taşla tıkanıklığı açıyor, şehri suya kavuşturuyor, kendisi de tekrar yeryüzüne kavuşuyor. Artık başka bir ABzu olarak çıkıyor gün yüzüne… Giderdeki canlılarla yakın temasıyla değişmiş, dönüşmüş ve güçlenmiş bir Abzu… Yeryüzündekilerse aynı…  Çünkü onlar henüz ABzu gibi başka dünyalarla sahici bir temasa hazır değil. 

Maceranın Umutlu Sonuna ve Bu Yazıyı Kaleme Alana Dair

Suyun yeryüzüne ulaşmasıyla bütün şehir çok mutlu oluyor. ABzu da en az yeryüzündekiler kadar seviniyor ve bu yazıyı kaleme alanın asıl meselesi de tam bu “mutlu son” ile başlıyor. 

ABzu, suyun “saçlar”ın neden olduğu tıkanıklıktan dolayı şehre ulaşmadığını fark ediyor ve hatta bu tıkanıklığı gideriyor gidermesine fakat yolculuğu boyunca fark ettiği başka bir şey de su kaynaklarının insanlar tarafından tüketildiği ve balinaların yok olduğu gerçeği. İşte o noktada izleyici olarak -ki bu noktadan sonra herhangi bir öznenin ardına gizlenmeden ve açıklıkla ifade etmeye başlayacağım- kendimi, gezegenimizin içinde bulunduğu iklim krizine dair sarsıcı bir karşılaşmanın içinde buluyorum. Antroposen çağın, insan dışı canlıların yaşam alanlarını nasıl yıkıma uğrattığı, balinaların da şarkılarıyla birlikte nasıl yavaşça yok olduklarını duymak canımı sıkıyor, tadımı kaçırıyor. Dış gerçekliğimizde de ağırlığını iliklerimize kadar hissettiğimiz iklim krizini hatırlayarak o kadar kederleniyorum ki ABzu’nun oyun boyunca yaşadığı dönüştürücü, cesaret verici ve diğer canlılarla dayanışarak güçlendiği yolculuğunu yeterince umursamadığım bir noktada buluyorum kendimi. Hatta daha da ileri giderek ABzu’nun haklı sevinciyle biten ‘mutlu son’un, iklim krizi gibi hayati bir meselenin üstünü örttüğünü, genç seyircilere gerçeklikleri unutturarak onları geçici bir zafere doğru sürüklediğini düşünmeye başlıyorum. Her ne kadar anlatıcı, ABzu gibi cesur çocukların var olabileceğini ve şehre gelen suyun hala cılız ve yavan olduğunu söylese de fikrim pek değişmiyor. “Mutlu son” ile biten oyun, kendimi eksik ve yarım bırakılmış hissettiriyor. 

Fakat zaman ilerledikçe yaşadığım bu duyguların yerini bazı sorular almaya başlıyor. Belki de ABzu’nun dönüşerek ilerlediği yolculuğu, izleyici olarak bende, tam da sorular sormaya başladığım bu anlara denk düşüyor.  

Değişime ve değiştirme gücüne inancı zayıflayan bir yetişkin olarak kapıldığım kederin ha deyince yakamı bırakmadığıyla yüzleşiyorum ne yazık ki… Umutla, dayanışmayla ve başka şeylerin de mümkün kılınabileceği imkânıyla sonlanan oyun finalinin, karanlık ve hayal gücünün yok sayıldığı bir gerçeklikle okunması gerektiğini savunuyorum.

Ardından şu soruları soruyorum kendime ve bu yolla bütün yetişkin izleyicilere: ABzu’nun yolculuğu genç izleyiciler için acaba nasıl tınlıyor? Genç izleyicilerin sahne üstünde gerçekten neyi duymaya ve görmeye ihtiyaçları var?  Bizi sarsan, bunaltan, sıkıştıran dış gerçeklikle kurduğumuz kederli bağın, genç izleyiciler için de sahnede görünür kılınmasını talep etmekte yetişkin sanat üreticileri olarak ne kadar haklıyız? Çaresizlik hissinde ortaklaşıp hayal gücünü, eyleme geçmeyi, kendimizin ve etrafımızdakilerin biricikliğiyle, farklı yoğunluklarda bir arada olabilme ihtimalini görmezden gelmekte ısrar edebilir miyiz? Tıpkı ABzu gibi kederin yerine sevincin, çaresizliğin yerine eyleme geçmenin, dışlamanın yerine kapsayıcı olmanın değerini anımsıyor ve anımsatıyor olmamız gerekmez mi?    

Bu sorularla birlikte ABzu; incelikli, naif ve oyunsu evreniyle genç izleyiciler başta olmak üzere bütün izleyiciler ve benim için de seyirliğini, her aşamasında tatlandırarak ve katmanlandırarak derinleştirmiş oluyor.

ABzu’ya hepimiz tanık olmalıyız

 Abzu bize merakımızın ve hayal gücümüzün eksilmesiyle hem yeryüzünün hem de içimizdeki canlılığın nasıl çoraklaşıp kuruyabileceğini hatırlatıyor. Bize benzemeyen varlıklarla, giderdekilerle aramıza koyduğumuz mesafenin aslında nasıl da kendi kendimizle ve birbirimizle olan uzaklığa sebep olduğunu da. Hem de hiç didaktik bir dile kaçmadan; öğretme sevdasına düşmeden.     

Başka varlıkların hikayelerini duymak için merakımızı korumamıza, her bir varlığın yaşam hakkının kutsal sayıldığı bir dünya inşa etmek için, öncelikle öyle bir dünyayı hayal edebilir olmaya ihtiyaç var.  Kendi deyimi ile “tam isabet Azu” giderde yaşayanlar içinse “ABzu” bu yüzden var. Dinlemeyi, merak etmeyi, yolculuğumuzda kendimizi kucaklamayı ve ahenkle bir arada olmayı hatırlatmak için. Yine tam da bu yüzden Abzu’ya tanık olmalı, onunla karşılaşmalıyız. Hem de hepimiz.


Bu yazı TEB Oyun Dergisi’nin 2023 Bahar / Yaz (47/48) “Nasıl?” konulu özel sayısında yer almıştır.

“Çocuk Tiyatrosu” bölümünde yer alan yazılarımızın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Yazar Hakkında / Pınar Akkuzu

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et