Angelus: Tarih Meleği’nin Kanatları
Paul Klee’ye ait sulu boya çalışması Angelus Novus, 1920 yılında Walter Benjamin’in yakın arkadaşı Gershom Sholem tarafından Benjamin’e hediye edilir. Benjamin, tabloyu sürgün edildiği yerler dâhil her yere yanında taşır ve ölüm yolculuğuna çıkana dek yanından ayırmaz. Çalışırken izlediği, çok sevdiği bu tabloyu ölümüne doğru yola çıkarken George Bataille’a emanet ederek Gershom Sholem’e vermesini rica eder. Tablo şimdilerde İsrail’de bir müzede sergileniyor. Tablonun Benjamin’e en büyük etkisi ise, Tarih Üzerine çalışmasının en bilindik fragmanına ilham olmasıdır.
Walter Benjamin, Tarih Üzerine’nin sekizinci fragmanında, tablodan ilham alarak ‘’Tarih Meleği’’ ismini verdiği varlığı kavramsallaştırır. Tarih Meleği’ni yüzünü geçmişe çevirmiş, insanların olaylar zinciri gördüğü yerde felaket gören bir varlık olarak betimler. Bakışlarını dikmiş olduğu şeyden uzaklaşmak isteyen, gözleri, ağzı ve kanatları açık bir tarih bekçisidir Angelus. Cennetten esen rüzgar o kadar güçlüdür ki, kanatlarını kapatmasına izin vermez.
‘’Fırtına onu sürekli olarak sırtını dönmüş olduğu geleceğe doğru sürükler; önündeki yıkıntı yığını ise göğe doğru yükselmektedir. Bizim ilerleme diye adlandırdığımız, işte bu fırtınadır.” (1)
Angelus, geçmişe bakarak o yıkıntıların içindeki ölüleri diriltmek, yıkıntıları onarmak ister. Yalnız cennetten esen rüzgar, gelecek, ona bir türlü izin vermez. Geleceğe direnerek ve yüzünü geçmişe dönerek, iki dünyanın tam ortasında, önündeki yığının büyüyüşünü izler. Tarih Meleği’nin baktığı yerden insanlık felakete ilerleme adını veren, kendini yıkımla kanıtlayan bir medeniyetten fazlası değildir.
…
Gazişehir Kültür ve Sanat Derneği’nin sahneye koyduğu Angelus, tarih meleğinin Türkiye’nin doğusundaki yıkıma ve felâketlere bakışını odağa alan bir dans tiyatrosu. Performans, Bedirhan Dehmen, Ozan Baysal ve Zerrin Yanıkkaya’nın ortak çalışması sonucunda ortaya çıkmış. Angelus, Gâvur Dağları ve çevresinde gerçekleşmiş bir dizi ‘’sürgün’’ hikayesine ışık tutuyor. Geçmişte yaşananlar, fiziksel veya duygusal sürgünler, performansta yalnızca sesini duyduğumuz anlatıcı aracılığıyla, oyun kişisi tarafından masaya yatırılıyor. Angelus tek bir olayı değil, pek çok dönemde meydana gelmiş birçok olayı, kuşaklar arası aktarılan travmaları konu ediniyor. Bu travmalar arasında Gâvur Dağları’ndan göç etmek zorunda kalanlar, kötülüğünü ‘’yine olsa yine yapardım’’ diyerek aklamaya çalışan idareci, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun müdürü, Esirgeme Kurumu’nda başlayan hayatlarında travmalarından bir türlü sıyrılamayanlar var. Birbirinden bağımsız görünen bu olayların hepsinin ortak noktası ‘şimdi’ye dadanan travmalar olmaları. Performansın yönetmenliğini ve koreografisini, aynı zamanda sahnede gözümüzü bile kırpmadan izlediğimiz Bedirhan Dehmen üstleniyor. Metin ve anlatı tasarımı Zerrin Yanıkkaya’ya, ses ve müzik ise Ozan Baysal’a ait. Performansın kostüm tasarımı Selda Durna ve Berfin İlhan’ın, ışık tasarımı Bedirhan Dehmen ve Demet Ergün’ün imzasını taşıyor. Performans başlarken, seyir alanı daha sonrasında güreş mankeninin yaslanacağı bir platformla karşılıyor seyirciyi. Bedirhan Dehmen, dekoru da ışığı da sahneye girdikten sonra kuruyor. Yanında taşıdığı bavuldaki eşyaları kullanarak dört ana ışığı sahnede bir kare oluştururcasına kuruyor. Işık tasarımı performans boyunca değiştiriliyor, ihtiyaca göre ışıklar kapatılıyor ya da yerleri değiştiriliyor. Angelus’un en önemli enstrümanlarından biriyse, sahneye girdikten sonra seyirciye kesif bir tekinsizlik hissi veren güreş mankeni. Performans, güreş mankeniyle birlikte oyun kişisinin dönüşüyle başlıyor. Anlatı bize Gâvur Dağları’nı işaret ederken, performans sürecinde hikayenin Antep’ten Hatay’a, Gâvur Dağları’nın yayıldığı tüm coğrafyalar için söz konusu olduğunu fark ediyoruz. Performans boyunca uzamda yayılan anlatıcının sesi, aralıklarla, küçük cümlelerle bazı hatırlatmalar yapıyor. Angelus, bir hatırlatma mekanında gerçekleşiyor, bölgede olanlara geri dönüyor.
Dönüş
Geçmişe dönmeyi tercih mi ediyoruz? Türkiye, sürekli geçmişe dönmenin, geçmişi değiştirmeye çalışmanın, nostaljinin oldukça yaygın olduğu bir ülke. Geleceği inşa etmekle uğraşmaktansa, geçmişe dönmeyi, hiç olmamış bir geçmiş hayal etmeyi, ‘’evimizi’’ değiştirmeyi umuyoruz. Modern dünyada nostalji, mekâna dair bir kayıp ve yastan çok, geçmişte kalan bir kültüre, medeniyete, sevgiye ve güvenliğe duyulan hasrettir. Modernitenin en büyük ütopyası, gelişim ve ilerleme, modern dünyanın ta kendisi tarafından alaşağı edildi. 20. Yüzyıl, umutla, fütürist bir ütopyayla başlayıp, yıkım ve nostaljiyle sona eren bir felaketten başka bir şey değildir. Nostos, dönüş, neomai’den, yani ‘’kurtarmak’’tan gelen bir geri dönüş, algia, ‘’özlem’’. Angelus Novus, iki zaman arasında, yoğun bir nostaljiyle kaplıdır. Fakat ilerlemeci zaman, meleğin geri dönüp ‘’kurtarmasına’’ izin vermez.
Anlatıcı ikinci kez devreye girdiğinde, yurdundan sürgün edilenler için ‘’yine olsa yine yapardım!’’ diyen idarecinin sesi kulağımızda çınlıyor. Kahramanımız geçmişin bu parçasını, bir dövüş ringi olarak görüyor. Bir tarafın sürekli yenildiği, güçlü olanın merhametsizce, vahşice saldırdığı, her seferinde kazandığı bir dövüş ringi.
Geçmişle hesaplaşmak, bize yapılanları affetmek, kolektif travmadan iyileşmek mümkün müdür? Yerinden sürülenlerin ardından, mülklerinden geriye kalanların yağmalandığını, hazine arandığını öğreniyoruz. Kahramanımız güreş mankenini sahnenin tam ortasına yatırıyor. Hamam terlikleri ve peştemallerin ortaya çıktığı sahne, dövüş mankenini yıkamak, sonra da gömmekle sonlanıyor. Oyun kişisi, mankeni platformuna yerleştirdikten sonra ondan kalan izleri arıyor. Performans boyunca idareciden, esirgeme yurduna, geniş bir alanda geçmiş hatırlanarak, felâketler tekrarlanıyor. Oyun kişisiyse kuşaklar arası bu felâketler yığınını, travmalar tarihini iyileştirmenin yollarını arıyor.
Tarihin Zamanı ve Ritmi
Angelus’ta ses, hem uzamın hem de zamanın kurulmasını sağlar. Performansın çoğunluğunda arkadan Anadolu’ya özgü yöresel tınılar ve kalp atışları duyarız. Kalp atışı sesine açıklık getirmek isterim. Ritim için kullanılan yaygın, belki de eski görünebilecek bu yöntem, Angelus’ta tam anlamıyla amacına hizmet eder. Canlılara ait en önemli melaike olan ritim, kalp atışıyla birlikte tüm seyirciyi etkileyerek, aynı kalp ritminde buluşturur. Kalp atışı sesi aracılığıyla oyun kişisi ve tüm seyirciler, o alanda bulunan herkes, aynı ritimde buluşarak aynı şeyleri hissetmeye başlıyor. Bununla birlikte sık sık tekrar eden Anadolu’ya ve Anadolu ritüellerine ait tınılar, anıların mekânını kurmakta alımlayıcıya yardım ediyor. Performans boyunca aralıklarla araya giren anlatıcı, birkaç cümleyle oyun kişisine hem yön veriyor, hem de döndüğümüz hatıralar üzerine bizi bilgilendiriyor. Oldukça sakin, neredeyse robotik tınısı (Bu durum performansın Frankfurt’taki prömiyerinde Alman seyirciler tarafından anlatıcının yapay zekâ sanılmasına sebep olmuş), zaman zaman tekrarlar ve sesin bozulmasıyla süslenerek, alımlayıcının oldukça tekinsiz hissetmesine sebep oluyor. Bu konudaki başarılı çalışmaları için sesin sahibi Zerrin Yanıkkaya’yı ve Ozan Baysal’ı ayrıca tebrik etmek gerek.
Performansın uzamı, uçsuz bucaksız bir bellek alanıdır, hatırlama mekânıdır. Başı sonu belli olmayan bir mekânda, anılar arasında koşturur, minik ayrıntılarla özelleştirdiğimiz mekânı kendi deneyimimizden hareketle biz kurarız. Performansın zamansallığı da, bu bellek yolculuğunda anlatıcının belirlediği, iç içe geçmiş bir zamandır. Çoğu zaman, nesnel göstergeler olmadan anılarımızın hangi sürece ait olduğunu bilmeyiz. Bellek ve travma, ilerlemeci bir anlayış gütmez. Modern dünyaya ait ilerlemeci zaman, Angelus’un geri bakışında söz konusu değildir. Angelus, geriye doğru baktığında, felaketlerden oluşan bir yığın, üst üste binmiş travmalar görür. Performans kendi zamansallığını da tam olarak buradan kurar. Kaotik bir zaman döngüsü içinde, iç içe geçmiş bellek parçaları, düzensiz bir biçimde verilir. Anlatıcının işaret ettiği anının hangi sırada olduğu muğlâktır.
…
Angelus Anadolu’nun ‘’öteki’’ tarihine bakarken, Anadolu’ya ait erkek figürleri kullanıyor. Her bir bellek bölümü farklı eril figürler aracılığıyla, bu eril figürlerin merkeze alınmasıyla ortaya çıkıyor. Bedirhan Dehmen’in koreografisi bu erkeklik biçimlerini ortaya çıkarma üzerine de kurulu. Bunun yanında Anadolu’ya ait ritüellerden, Türkmen ve Cem ayinlerinden seçilen onlarca parçayı bir araya getiriyor bu koreografi. Angelus’un kahramanı, bu ritüeller aracılığıyla tarihin günahlarından sıyrılmaya, geçmişi iyileştirmeye çalışıyor.
Angelus’ta kahramanımızın geçmişi, Gâvur Dağları’nın kolektif hafızası haline geliyor, her adımda bu travmalarla yeniden yüzleşilerek, travmalardan arınmanın yolları aranıyor. Performans hem Anadolu’daki travmalar geçmişine, hem de bu travmaları yaratan/maruz kalan erkeklik biçimlerine geniş bir bakış sunuyor. Onlarca kişisel ve kolektif travmanın iç içe girdiği bu yolculukta, biz de meleğin kanatlarından tutunup, geçmişimizi iyileştirmek için debeleniyor, travma zincirini kırmanın yollarını arıyoruz.
Dipnotlar
1) Walter Benjamin, Tarih Üzerine (çev: Ahmet Cemal), YKY, İstanbul, 2014
Kaynaklar, Aynı Yere Bakanlar
Barbara Cassin, Nostalji: İnsan Ne Zaman Evindedir? Odysseus, Aenas, Arendt (çev: Seçil Kıvrak), Kolektif Kitap, İstanbul, 2018
Erika Fischer-Lichte, Performatif Estetik (çev: Tufan Acil), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2016
Eylem Ejder, “Geri Dönüşüm Dramaturgileri: 2010’lu Yıllar Türkiye Tiyatrosu’nda Nostalji, Metatiyatro, Ütopya” (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2022
Oğuz Demiralp, Tanrı Bakışlı Çocuk: Walter Benjamin Üzerine 49’a Parçalanmış Deneme, YKY, İstanbul, 1999
Svetlana Boym, Nostaljinin Geleceği (çev: Ferit Burak Ayder), Metis Yayınları, İstanbul, 2009