Bir Oyun Üç Bakış | Bir Tatlı Kaşığı Çamur

Giriş: Feminist Stratejiler

TİJEN SAVAŞKAN

Kadın oyunlarıyla feminist oyunların farkını somut biçimde görebileceğimiz bir oyun var elimizde. Bu bölümde metin yazımından prova sürecine, temsilden biçime, dile ve oyuncuların katkısına kadar farklı stratejilerle ve bakışla ortaya çıkan Bir Tatlı Kaşığı Çamur‘a üretenlerin, eleştirmenin ve seyircilerin gözünden bakmaya çalışacağız. 

Ülkemizde zaman zaman kadınların gerçek yaşantısından damıtılan ve doğal biçimde içinde feminist unsurlar bulabileceğimiz kadın oyunları var ancak konusu kadın olan oyunların hepsini feminist tiyatro kategorisinde değerlendirmek mümkün değil. Tam tersi eril bakış açısıyla ve dramaturjilerle üretilen kadın oyunları zaman zaman var olan ideolojiyi yeniden üreten ve mağdur figürler yaratmaktan başka işlevi olmayan, hiyerarşi kuran, ezilmişliği kişisel bir sorun gibi algılatan ve ardındaki güç ilişkilerini ve eril mekanizmaları örten oyunlar olabilir. Oysa feminist stratejilerin kullanıldığı, kadının gerçek sesini duyabileceğimiz feminist bakış açısıyla yazılmış oyunlar ve yorumlar seyirciye bir mesafe sağlamak üzere, bazen beden temsilini ve dili yapıbozuma uğratarak;  zamanın lineer akışını bükerek ya da döngüselliği vurgulayarak; öykü yapısını deforme ederek var olan ideolojiyi ve kurumları görünür kılıp ifşa edebilen bazı özelliklere sahip. 

Feminist tiyatrolar değişim yolunda politik bir misyon taşımalarına karşın asla didaktik olmayan açık uçlu, manipule etmeyen, sonuçtan çok sürece odaklanan ve oyuncusuyla ve seyircisiyle farklı bir duygusal düşünsel ortaklık yaratabilen üretimler. Bu alandaki kuramlar ise tamamen üretim sürecinden ve kadın hayatlarının doğasından ve deneyiminden doğmuş ve doğmakta. Artık elimizde kültürler arası ve kültürler üstü ortak stratejilerin ve farklı eğilimlerin birikiminden oluşan kuramsal bir çerçeve var. Tabii bunlar da sürekli bir değişim ve gelişim içinde algılanmalı. 

Sonuç olarak, feminist tiyatrolar ülkeden ülkeye kültürden kültüre ve zamanla değişen, keşfedilen yeni bir poetika yolundaki çabalar ve yaratım süreçleri olarak değerlendirilmeli.

Bu bağlamda Bir Tatlı Kaşığı Çamur hem bu kuramsal birikimi değerlendiren hem de kadının sesini duyabileceğimiz ve katkıda bulunan tüm kadınların sahici deneyimlerinden süzülen özel bir oyun.


Kadınların Sesi: Bir Tatlı Kaşığı Çamur

CEREN UYAN

 “Kadın dediğin mutfağını bilir. Söyle bir durur karsısında, dolapları itinayla yoklar; ununu, yağını yoğurdunu, çayını, şekerini, mercimeğini, tuzunu, buzunu, sosunu sen bileceksin!”

 Nushu Tiyatro ile Echoes Sahne kolektifinin birlikte sahnelediği Bir Tatlı Kaşığı Çamur adlı oyun 26. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında seyirciyle buluştu. Yazar Elif Candan’ın akademik çalışma dâhilinde, Zehra İpşiroğlu danışmanlığında toplumsal cinsiyetle ilgili yaptığı saha araştırması sonucunda doğan Bir Tatlı Kaşığı Çamur, mutfağa hapsedilmiş bir kadının anlatısı olarak karşımıza çıkıyor. 

  Sahnede iki kadın oyuncu beliriyor. Kadınlardan biri, “Kadın dediğin mutfağını bilir,” cümlesiyle başlatıyor oyunu. Evde, zamanının büyük bir kısmının geçtiği mutfakta, oraya ait olan her detayı anlatıyor, bir yandan da akşama ne yemek yapacağını düşünüyor. Derin dondurucusuna duyduğu sonsuz güvenden bahsediyor; sebzeleri, meyveleri ona emanet ediyor. Tüm bunları anlatırken, diğer kadın oyuncu sahnede tavuk gibi gıdaklamaya başlıyor. Kadın, tavuğu yakalamaya çalışıyor, yakalayınca tüylerini yoluyor. Tam bu noktada aslında kadın olma hali sadece insan türüyle sınırlandırılmıyor; tavuğun cinsiyetiyle de oyunun meselesine dair metafor yaratılıyor. Kadın’ın tavuğu yakalayıp tüylerini yolması, Kadın’ın büyüdüğü ataerkil toplumun bir özelliği olarak, tavuğa gösterdiği şiddet olarak okunabilir.

   Sahnede gördüğümüz iki kadın, dış sesin yaptığı röportaj formunu kullanarak bizi hayatlarına dair zamanlararası bir yolculuğa çıkarıyor. Dış sesin sorduğu sorularla birlikte biz seyirci olarak Kadın’ın geçmişine gidiyoruz. Çocukluk yıllarından başlayarak, toplum içerisinde gördüğü her türlü baskıyı, zorbalığı duyuyoruz. Tam bu noktada çocukluk yıllarına dair babaanne figürü karşımıza çıkıyor. Babaannenin yaptığı erkek torun ve kız torun arasındaki ayrımcılıktan bahsedilirken, bu figür ataerkil toplumun bir öznesi olarak kendini gösteriyor. 

   Kadın’ın zamanlararası yolculuğuna geçiş sahnelerinde çocuk şarkıları kullanılırken, oyuncular çocuk şarkıları eşliğinde eteklerini kaldırıp dans ediyor. Kostümleriyle karşımızda ikonikleşmiş taş bebekler görüyoruz; saçları kurdeleyle bağlanmış, fistolu elbise giydirilmiş iki taş bebek. Söyledikleri çocuk şarkıları metinde özgün bir dil yaratıyor. Oyuncular şarkıları söylerken seslerini yükseltip alçaltıyor, dans ediyor, jest ve mimik kullanıyor. Şarkı içerisinde kelime oyunları yaparak, hecelerden yeni kelime türeterek toplumda bize kanıksatılan eril dilin oyun içerisinde yapı bozuma uğradığını görüyoruz. Dolayısıyla feminist tiyatro teorisiyle kurgulanan metin feminist bakış açısıyla da sahneleniyor. 

   Feminist tiyatro sanatta, edebiyatta var olan eril düşünceyi kıran, kalıpları yıkan, ataerkinin dayattığı baskılara, ötekileştirmelere karşı bir duruş sergiler. Alımlayıcının sahnedeki karakterlerle özdeşleşmesine izin vermez. Bu bağlamda yeni bir dil yaratma amacı güder. Dert edindiği meseleyi sorgulatarak, var olanın kanıksatılmasına itiraz eder. Tüm bunlar kolektif bir emeğin ürünü olarak ortaya çıkar. Bir Tatlı Kaşığı Çamur, tüm bunların çerçevesinde oluşan, meselesi ve derdi olan bir metin olma özelliğini taşıyor. 

   Bir Tatlı Kaşığı Çamur sahnede gördüğümüz iki kadının sesiyle, eylemiyle tüm kadınların nefesi oluyor. Ortak kadınlık deneyimimizi anlatıyor. Bu deneyimi her ne kadar iki kişiden izlesek de aslında tek bir kadın var; oyundaki Kadın adlı karakter bütün kadınların hikâyesini seyirciye aktarıyor. Karaktere özel isim verilmemesi de bu yorumu destekler nitelikte. Kadın sahnede mağdur gösterilmiyor; Kadın’ı izlerken ona hiçbir şekilde acıma duygusu gütmüyoruz. Bunun yerine oyun, sesini çıkaran, kendi alanını yaratan ve hikâyesini anlatıp kendisini var eden bir Kadın gösteriyor. Bu kadın, ataerkinin gücüne karşı kendi gücünü buluyor, var oluşunu yaratıyor. 

   Bir Tatlı Kaşığı Çamur, ortak bir çalışmayla oluşmuş. Yönetmen Pınar Akkuzu’nun fiziksel tiyatro çalışmalarıyla birleştirdiği metin, feminist tiyatronun özelliklerini taşıyor. Aynı zamanda oyuncular Bengisu İspir’in ve Cansu Canaslan’ın sahnede jestlerini, mimiklerini kullanarak beden dilini oluşturmaları metnin akışıyla örtüşüyor. Feminist tiyatronun devinim halinde oluşunu Ceyda Özcan hareket tasarımını yaparak sahnelemeye başarıyla yedirmiş. Oyuncuların topluluk adını oluşturan “Nushu” kelimesi, Çin’de kadınların kendi aralarında iletişimi sağlamak için oluşturduğu dil anlamını taşıyor. Tüm bu kolektif çaba, metnin derdiyle organik bir bağ kuruyor. 

   Bir Tatlı Kaşığı Çamur, sezonda yer edinecek feminist bir oyun olarak seyircilerle buluşmaya devam edecek. 


Yazarla Söyleşi

TİJEN SAVAŞKAN

Tijen Savaşkan: Karşımızda feminist tiyatronun hem deneyimsel hem de her türlü kuram ve bilgisiyle üretilmiş ve yoğrulmuş feminist bir metin var. Siz de bir sunumunuzda ‘’Bir Tatlı Kaşığı Çamur’un feminist bilgiyle, kadınca bir görme biçimiyle, feminist yazım stratejileri kullanarak yazılmış’’ olduğunu özellikle vurguluyorsunuz. Feminist tiyatro tarihinden bir örnek olarak Hélène Cixous da aslında bir akademisyen olduğu halde, önerdiği ve kuramsallaştırdığı Fransız Feminist Kuramı’nı ‘’Portrait of Dora’’ (1975)* gibi bazı oyunlar yazarak somutlamaya çalışmıştı. Bir yandan akademisyen olarak bu konuyla uğraşıp, ders verirken oyun yazma fikri sizde de böyle bir ihtiyaçtan mı kaynaklandı?
Elif Candan

Elif Candan: Bir Tatlı Kaşığı Çamur, Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu’nun yürütücülüğünde toplumsal cinsiyet merkezli akademik çalışmaların bir parçası olarak kadınlarla yapılan röportajlar sonucunda tasarlandı. Sizin de belirttiğiniz gibi feminist bir metin. Feminist bir tavırla, kadınca bir görme biçimiyle, deneyimin içinden, feminist yazım stratejileri kullanarak ve içselleştirilmiş ataerkinin farkındalığıyla yazıldı. 

Sorunuzda değindiğiniz Hélène Cixous’nun özel olarak yazınsal alana eğilme biçimiyle, kadın yazınının bilinçaltı ve bilinçdışıyla olan bağlantısına vurgu yaptığı eserleriyle yakından ilgileniyorum.

Fransız feministlerin ortaya koyduğu ‘écriture feminine’ (dişil yazın) kavramının son derece dikkat çekici ve zihin açıcı olduğunu düşünüyorum. Dişil yazının kültürel olanı anlama ve yeniden biçimlendirme potansiyeli, kadınların kendi bedensellikleriyle bağlantılı bir yerden kendi varlıklarının farkına varmaları, hikâyelerini kendilerini bularak / bulmak adına anlatmaları gibi temel belirleyenler, dişil bir yazma ediminin içinde (bir kadın olarak) kendimizi bulmamızı sağlıyor. Bu noktada Bir Tatlı Kaşığı Çamur, ona ilham veren çalışmaların ve düşüncelerin izlerini taşıyor olabilir; ama kendi öznel dilini ve dünyasını da yaratmıştır diyebilirim. Bir Tatlı Kaşığı Çamur, doğrudan kuramsal bir öneriyi somutlaştırmak (Portrait of Dora örneğinde olduğu gibi) adına yazılmadı; ama vermiş olduğunuz örnekle teorik açıdan aynı kaynaktan beslenen ve dişil yazın alanına / arayışına buradan seslenen feminist bir metin. İstenildiği takdirde ve sizin de paralellik kurduğunuz bağlamda bir okumaya rahatlıkla model oluşturabilir.

T.S: Söyleşi yaptığınız kadının hikâyesi nasıl bir feminist yazıma dönüştü? Bu süreçte kadının anlatımı ve kuram size nasıl eşlik etti?  

E.C: Dramatik malzemenin ilk kavranışı son derece klasik bir hikâye olarak okunabilir. Kadının çocukluğu ve gençliği doğuda küçük bir şehirde geçmiş. Babaannesi başta olmak üzere aile baskısı altında ezilmiş ve erkek çocukların üstün görüldüğü bir ortamda büyümüş. Burada babaanne figürü, ataerkinin aktarımında kadınların nasıl araçsallaştırıldığına dair önemli bir örnek olmakta ve her kültürde karşılığını bulan evrensel bir imgeye dönüşmekte. Aslında bu hikâyenin anlatılma biçimine dikkat çekmem gerekiyor. Kadının kendisini anlatırken açığa çıkan şeyler kuramla pratiğin örtüştüğü bir noktayı hatırlatıyordu bana. Kadın röportajın başlarında fazlasıyla çekingen, ona yöneltilen sorulara kısa ve temkinli cevaplar veren biriydi. Konuşma ilerledikçe anlattıkça rahatlayan ve rahatladıkça daha fazlasını anlatan birine dönüştü. Karşımda duran bu kadın, bir yandan geçmişiyle bir yandan da bugünüyle anlatıyordu; geçmişi silemeyen, geleceği barındırmayan, şimdiyi yaşayamayan bir yerden yani bambaşka bir yerden konuşuyordu. Görünüşte ataerkil rollerine ve özel alana mahkûm olmuştu; ama zamanlar ötesi bir yerdeydi, zamanlararası bir gezintideydi ve bir zamana sığmayacak ölçüde belirsiz bir yerlerdeydi adeta. Buradan hareketle şekillenen oyunun en belirgin karakteristik özelliklerini, kesintiler, sessizlikler, tonlamalar, yeni görüntüler, aradalık, dilin inişli çıkışlı ritmik yapısı, zamanlararasılık, zamansızlık, döngüsellik, bedeni, sesi ve sözü arayış olarak ifade edebilirim. Bütün bunlar feminist yazına yakınlık kuran öğeler olmakla beraber kuramla pratiğin örtüştüğü bir noktayı da açığa çıkarıyor. Bir Tatlı Kaşığı Çamur, kadın hayatlarının parçalı, yarıda kesilmiş, biçimsiz doğasını hatırlatıyor. 

T.S:  Metinde bu kadının (sahnede iki kişi olarak temsil ediliyor) kimliğiyle, sosyal ve kültürel sınıfıyla ve size anlattığı kişisel yaşamıyla ilgili doğrudan bir bilgi yok. Çok genel bir kadın temsili var. Neden? 

E.C: Çünkü oyun bu bilgileri vermeden ortak bir kadınlık deneyimine seslenmek istiyor. Yaşamın tüm zorluklarıyla tek başına boğuşmak durumunda kalan bu kadın, oyunun şimdisinde sadece mutfağa hapsolmuş bir biçimde karşımızda. İlk olarak klasik bir kadın hikâyesi olarak görebiliriz bu hapsolma biçimini. Oyunun ‘klasik’ olarak adlandırılmaya, bu adlandırmanın meseleyi normalleştirmeye / kanıksamaya yönelik direncini kırmaya niyetlenen bir itiraz olduğunu çok geçmeden anlıyoruz. Bir Tatlı Kaşığı Çamur, ataerkil düşünüş biçiminin kadınları saklayan ve görünür olmalarını engelleyen kodlar üzerine oturtulduğunu vurguluyor. Bu yanıyla, gerçekte mutfağa saklanan bir kadın üzerinden görünmez kılınan kadınların görünürlüğüne hizmet ediyor. Bu görünürlüğü sahne üzerindeki bir kadın da sağlar, iki ya da daha çok kadının varlığı da sağlar. Belki de sahnede gördüğümüz iki kadındır; ama gerçekte biri diğerinin şizofrenik yansımasıdır ki, böylesi bir kapalılık içinde bu yansımadan bahsedebiliriz. Her durumda metnin sunduğu olanaklar bu ve benzeri yorumlara fazlasıyla açıktır. Diğer taraftan oyunda kadının adı yok; çünkü kim olduklarını sorgulamaya fırsat bulamayıp kendilerine dayatılmış hayatları yaşamak zorunda kalan kadınların adı yok maalesef. Bu yüzden o ya da onlar sadece Kadın! Kadının hikâyesi de sınırları başkaları tarafından belirlenen hayatlarında ölmemeye çalışan bütün kadınların hikâyesi.

T.S: Metinde de oyunda da sessizlikler çok önemli bir yer tutuyor. Kadının sizinle konuşmasında bu sessizlikler ya da kadın anlatılarının bazı özellikleri vardı sanıyorum. Yani aslında kadın size neyi anlattı diye değil nasıl anlattı diye sormak istiyorum? 

E.C: Anlattıklarından parçalı bir yapı, inişli-çıkışlı ve geri dönüşlü kadın deneyimi, çok sesli- ritmik bir dil, muhatabı olmayan sorular, sonu gelmeyen örnekler, zaman zaman ‘eril dil’ üzerinden yapılan genellemeler, o genellemeler içinde kendini görünmez kılmalar ve tüm bunların zihnimde bıraktığı imgeler, görüntüler, çağrışımlar… O anlattıkça bedeninde ve ruhunda yarım kalan ne varsa dile geliyor, sözcüklerin arasına sıkışıyor, sıkıştığı yerde bir patlama yaşıyor ve başka bir yerden devam ediyordu anlatmaya. Bu anlatımda, yüksek sesle duyulan sessizlikler baskındı. O sessizlikler, hayatı boyunca gerçekten kendisi olduğu bir anı ararken mi uzuyordu, yoksa hem onu güçsüz kılan hem de o güçsüzlüğü ifade etmeye çalıştığı eril dil içinde kendine ait bir yer bulamamaktan mı kaynaklanıyordu, bilmiyorum… Tabii tüm bunların sonucunda yazılan oyun işitsel olana fazlaca vurgu yapıyor, bütün kulaklarımızı, özellikle bilinçaltının atışlarına hassas olanları, sessizlikleri ve sessizliklerin altında yatan şeyleri duymaya davet ediyor.

bir-tatli-kasigi-camur
Bengisu İspir, Cansu Canaslan
T.S: Evet Cixous da sahnenin mümkün olduğunca teatrallikten kurtarılmasını, sahne sınırlarının ötesine geçilmesini,  görsel olana değil işitsel olana vurgu yapılmasını öneriyor.* Oyunda eril yapının kadını nasıl kurguladığına ilişkin bir görünürlük, bir ifşa da söz konusu. Metinde bu nasıl ortaya çıkarılıyor?

E.C: Oyun içinde kadınların toplumsal cinsiyet ideolojisine nasıl karşı koyduklarının, kendi temsillerinin cinsiyete dayalı kurgusunu hangi estetik düzlemde ve nasıl tartıştıklarının farklı yanları açığa çıkıyor. Feminist yapısöküm stratejileri kullanan bu oyun, kavramlar üzerinden ilerleyen, metaforlar oluşturan, ataerkil söylem ve klişeleri tekrarlar yoluyla kıran özelliklere sahip. Toplumsal ve kültürel olarak kurgulanan cinsiyet rollerimize mesafe almak ve ataerkil söylemlerle hesaplaşmak adına kullanılan yazım stratejileri önemli bir yerde duruyor. Bu yolla öz değerlerini bulamayan, bir benlik belirleyemeyen ve özne olarak konuşamayan kadınlarının koşullarıyla yüzleşmek, kendilerini bulmalarının yollarını bulmaya çalıştıkları hikâyelerine tanık olmak kıymetli bir paylaşım alanı oluyor. Kadınlık deneyiminin paylaşımına zemin hazırlayan Bir Tatlı Kaşığı Çamur, toplumsal cinsiyetin algılanmasına, cinsiyete dayalı güç ilişkilerinin sorgulanmasına, bilincin yükseltilmesine ve alımlayanın düşünsel etkinliğe sokulmasına olanaklar sağlıyor. Oyunun eril dili bozmaya yönelik biçimler denemesi, kadın hikâyelerinin eril dil kalıpları içinde tutunmasına ve görünürlüğü adına yeni alanlar bulmasına imkân tanıyor diyebilirim.

T.S: Son olarak anlatmak, yazmak ya da bedenle yazmak kavramları hem kadınlar için hem de feminist tiyatro için önemli kavramlar. Sizin üretim sürecinizde öncelikle anlatan, kendini ifade etmeye çalışan bir kadın var. Anlatmaya başlamak bir değişimin de başlangıcı değil mi? 

E.C: Elbette kadınların anlatmaya başlaması bir değişimin başlangıcıdır. Kendini anlatan kadın suskun değildir artık ve bir varoluş belirlemeye başlar. Hikâyesini paylaşabilen, aktarabilen kadın, bireye dönüşme yolunda önemli bir adım atmış olur. Kadınların kendi hikâyelerini açığa çıkaracak direnci bulmaları, sözlü ya da yazılı olarak ortaya koymaları; eril yapı tarafından nasıl tarif edildiklerinin görünmesine, bilinçaltlarında yatan ‘bastırılmış kadınlığın’ortaya çıkmasına, kadınca bir bilgi paylaşımının yollarının bulunmasına, kendi kültürlerini keşfetmelerine ve uzaklaştırıldıkları bedenlerine geri dönmelerine yol açacak güçtedir. Dolayısıyla, samimi bir biçimde dile gelen bir kadının hikâyesi, toplumsal cinsiyet rollerini sanki cinsiyetinin doğal bir gereğiymiş gibi sürdürerek yaşamın kıyısında bırakılmış ve ötekileştirilmiş bütün kadınların hikâyesine dönüşebilir. 

T.S: Bir kadın olarak oyunu yazarken kendinizle yüzleştiğiniz ve kendi kadınlığınıza dışarıdan bakabildiğiniz, yani bir anlamda da içeriden oyuna kattığınız bir süreç oldu mu?  

E.C: Sürecin temelini bu ifade ettiğiniz şeyler oluşturuyor. Kadınca bir görme biçimiyle ve deneyimin içinden yazmanın kaçınılmaz olarak uğrak noktaları da buralar.Kendi kadınlık deneyiminden, ruhundan ve bedeninden süzülmeden yazılan kadın hikâyelerinin, başka kadınların hikâyelerine temas ettiğini, ortak kadınlık deneyimine seslendiğini ve dönüştürücü bir etki yarattığını tahmin etmiyorum. Kendimizden kattığımız ve içinde kendimizi bulduğumuz hikâyelere ilgi duyarız. Bir Tatlı Kaşığı Çamur, yazım aşamasından sahneleme aşamasına uzanan bu yolda, metne dokunan ve metnin de kendilerine dokunmasına izin veren kadınların deneyimlerinden, ruhlarından, bedenlerinden süzülerek seyircisiyle buluştu. Bu oyun, düşünsel açıdan aktif kılınan seyircisinin kattıklarıyla daha da derinleşmektedir. Sanırım siz de bu çalışmada seyircimizin düşüncelerine yer vereceksiniz. Bu sayede söylemek istediğim şey somutlaşacaktır.   

T.S: Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı? 

E.C: Bir Tatlı Kaşığı Çamur, aynı dili konuşan kadınların ortak üretimi. Tiyatromuzda kadın üretiminin önemli örneklerinden biri olduğunu düşünüyorum. Emek veren tüm ekip arkadaşlarıma ve seyircimizin ilgisine teşekkür ederim. Sizin nezdinizde TEB Oyun dergisine de özel olarak teşekkür etmek isterim. 

Bir Tatlı Kaşığı Çamur oyunundan bir kare.

Yönetmenle Söyleşi

DERGİ EKİBİ

Bu söyleşi 29 Kasım 2022'de Boa Sahne'de TEB Oyun Dergisi moderatörlüğünde gerçekleşen etkinlikten deşifre edilmiştir.
“Bir Tatlı Kaşığı Çamur” hem metnin oluşma sürecinde hem de ekibin örgütlenme biçiminde feminist pratiklerden yola çıkarak ilerlemiş bir oyun. Aynı zamanda sizin ilk yönetmenlik deneyiminiz. Bu anlamda ilk yönetmenlik deneyiminizde feminist bir metinle çalıştınız. Bu sizin için nasıl bir süreçti? 

PINAR AKKUZU: Cansu beni ilk aradığında ve oyun çalıştıklarını söylediğinde emin olamadım çünkü benim yönetmenlik deneyimim yok, oyuncuyum. Fiziksel Tiyatro Araştırmaları’nın kurucularından biriyim ve Şatonun Altında isimli bir oyunda oynuyorum. Oradaki oyun arkadaşımla birlikte deneyim paylaşarak ilerlediğimiz bir süreç vardı. Proje tasarımı dâhil birçok konuda kolektif ilerleyerek yürüttüğümüz bir yaratım süreci geçirmiştik. Yönetmenliğe dair düşüncemi oradaki deneyim etkilemişti. Daha sonra böyle bir teklif geldiğinde gerçekten kadınlar tarafından bir alan açıldığını düşündüm ve metni istedim. Metin ilk geldiğinde “Bunun başı, sonu nerede?” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Oyun metninin lineer bir yapısı yok gerçekten. Daha sonra onların nasıl çalıştıkları hakkında biraz konuşunca, tek kişilik metni okuldaki projeleri gereği iki kişi oynadıklarını öğrendim ve metinle çalışmanın yolları üzerine düşünmeye başladım. Temelde lineer yapının, yani başı sonu olan bir dramatik metnin eril olana daha yakın olduğunu, dişil alanın dışında olduğunu fark ettim. Ama direkt olarak o “eril” yapıyı arayıp ona tutunuyoruz. Sonuç arıyoruz. “Bunun sonunda ne olacak şimdi?” Dişil bir alanı araştırdığımızda önemli olan başı ya da sonu değil, aradaki süreç, yani deneyimin kendisine dönüşüyor. Yani metin aslında düz bir çizgi olarak değil, spiral gibi ilerliyor. Kadın zamanda sıçrıyor, bazen o spiralin en içinde bazen de en dışında… Sürekli hareket ediyor, anlatıyor ve bu anlatılar onun deneyimine ait anlatılar… Bir olayı değil, olay karşısındaki halini ve ne hissettiğini anlatıyor. Başlangıç ve sonun tam ortasına odaklanan bir metin var ve oradaki yapıyı da bozuyor, kırıyor. Sonrasında üzerinde durmamız gereken asıl noktanın burası olduğuna karar verdim. 

Metnin yapısındaki bu farklılık sahnelemeye geçtiğinizdeki çalışmaları da şekillendirmiş olmalı. Aslında metinle kurduğunuz ilişkiyi oyunda görebiliyoruz. Fiziksel tiyatronun kaynaklarından beslenen bir biçimsel arayış var oyunda. Sahne üstünde nasıl bir çalışma yürüttünüz? 
Pınar Akkuzu

P.A: İlk çalışmalarda, fiziksel tiyatroya olan eğilimimden ve fiziksel tiyatro metotlarıyla çalışırken oyuncu olarak da rahat hissettiğim için böyle bir yola girdik. Benim genel olarak estetik algım da bu noktadan çalışıyor. İlk yaptığımız şey boş alana çıkmak oldu. Bir boşluk olmalı ve boşlukla bedenlerin kurduğu ilişki, boşluğa bedenin verdiği tepki üzerinden ilerlemeliyiz. Çünkü bu tepki bir “deneyim” ve oyunsu olanla iletişim kuruyor. O iletişimin sonucunda oyuncu da bir tepki veriyor. Bu tepkiyle uzam değişiyor, yeni tepkiler üretiliyor. Hareketin, devinimin büyümesi, küçülmesi, azalması, kesilmesi, durdurulması, yeniden toplanması ve devam etmesi gibi alanlar açılıyor. Bu tam olarak metnin akışıyla örtüşen bir şeydi bizim için.

Yazarın kadınlarla gerçekleştirdiği röportajlardan da ortaya çıkan bir metin olduğu için röportaj fikrini de kullanmaya karar verdik ve sahnedeki bu iki kadına sorular sorduk. Bu sorularda onların değişimini, dönüşümünü, deneyimini araştırdık. Sorulara nasıl cevap vereceklerine ve soruların onları nasıl hareket ettireceğine odaklandık. Aslında bu yolla bir anlam yaratma çabasını göstermek istedik. 

İlk çalışmalardan ve aslında oyunu tamamladıktan sonra, bütün bunların ilk aklımıza gelen şeyler olduğunu düşündük. Yeni bir dil için ilk aklımıza gelenleri tamamen atmamız gerekiyordu. Bütün çalışmamızı bir kenara bıraktık ve oyunu yeniden çalışmaya başladık. Zamanla gerçekten de iç içe geçmiş, devam eden bir spirale evrildiğimizi fark ettik. 

Daha sonra ekibimize koreografımız olarak Ceyda ve yönetmen yardımcımız olarak Gizem eklendi. Deneyimler birleşmeye başladı ve deneyimle oluşan kolektif bir yapının içinde olduğumuzu, yeni bir dil yaratmaya alanımız olduğunu fark ettik. 

Hiçbir zaman mağduriyeti yeniden üretmeyeceğimizi söyleyerek yola çıkmıştık. Daha tekinsiz olana gitmeyi, uzaklaştırmayı, mesafelenmeyi ve oradaki o tekinsizlikten sahneye bakılmasını sağlamayı hedefledik. Kadınların kırılmaları, bozulmaları, yeniden başlama çabaları ve duygu durumlarının çatlaklarından sızan şeyle seyirciyi baş başa bırakmak istedik. Gerçekten de bu mesafeyi alırken çocukluğa sığındık. Çünkü bütün olanların başladığı nokta orasıydı. Biz sevimli, tatlı çocuk şarkılarını sahneye yerleştirdik ama o şarkılar bile bize ne yapmamız gerektiğini söylüyor. Yalnızca bunu “cici” bir şekilde yapıyor. Çocukluğa dair her şey tasarlanmış durumda. Yani çocukluk bir icat, bir tasarı. Bu tasarının içine bir de kadın olarak doğduğunuzda, iktidar olmayan olarak da diyebiliriz yalnızca kadın değil, bu alan sizi sürekli sıkıştıran, bir yerlere yapıştıran, çeken, bölen, parçalayan bir şey haline geliyor. Bu yapının içinde artık siz bir şey üretmeye çalışıyorsunuz. O yapının içinde kendimize nasıl bir alan açabiliriz? Bu dili kırıp, kendimiz yeniden nasıl bir dil yazabiliriz? Bunu araştırırken çocuk şarkıları ve başka tahakküm ilişkileri de dâhil oldu. Hayvanlarla olan ilişkimiz eklendi mesela. Ekoloji eklendi. Bu tahakküm yalnızca iktidarda olanın kadın olana yaptığı bir şey değil, doğa, ekoloji de bunun bir parçası. Orada mutfaktaydık ve evet hayvanları kesip biçiyor, öldürüyoruz. Onlardan faydalanıyoruz ve yiyoruz. Bunun çok kadına dair bir şey olması da enteresan aslında. Kadının tavuğa yaptığıyla iktidarın kadına yaptığı şey aynı muamele gibi görünüyor. Bu da bir sorun ve biz biraz böyle yerlerde dolaşıyorduk.

Siz oyunda aslında bir “kadın” yönetmen olarak da var oldunuz. Bir oyuncu olarak, kişisel deneyimleriniz yönetmenlik esnasında sizin için etkili oldu mu? 

P.A: Ben şu ana kadar hep erkek yönetmenlerle çalıştım. Burada iyi ve kötü olarak bir kıyaslamam yapamam. Orada benden bir beklenti vardı ve bu beklenti genelde karakteri benim çözmem ve daha sonrasında sahnede şekillendirilmesi üzerineydi.  Burada biz yola çıkarken, özellikle Gizem’in de gelmesiyle birlikte, deneyim paylaşımı üzerine çalışmak istedik. Biz neler yaşamıştık? Ben bir karakteri canlandırırken bir “kadın” ve bir “oyuncu” olarak neler yaşadım? Nerelerde zorlandım? Benim için içinden çıkılmaz olan nokta neresiydi? Nerelerde gerçekten kayboldum ve karanlıkta kendimi aramaya çalıştım? Sonra bizim için bu soruların cevapları neyse sahnede onu aramaya ve hepsini denemeye çalıştık. Fiziksel tiyatro stilleri, başka metotlar, bizim getirdiklerimiz ve oyuncuların getirdikleri, taşıdığımız personalar, maskeler, kendi bedenlerinin önerdiği birtakım jest ve mimikler… Hepsini denedik ve tüm denediklerimizin bir birikimine ulaştık. 

Bu noktada sanırım metinde olmayan ama sahnelemede ortada çıkan şeyler var. Daha önce bahsettiğiniz tavuk meselesi, röportajlar, şarkılar gibi… Burada metinle nasıl bir ilişki kurdunuz? 

P.A: Bu noktada Elif Hanım’a çok müteşekkir olduğumuzu söyleyebilirim.  O metni yazarken nasıl var olan kaynağa mesafelenip kendisinden süzülerek yeniden doğmasına izin vermişse, aynı süreci metni aldıktan sonra biz de yaşamaya başladık. Yazar metnin bizim deneyimlerimize açık olduğunu belirtmişti. Kendi deneyimimizle tekrar doğurup yazabileceğimizi, başka şeyler ekleyebileceğimizi söyledi. “Çünkü artık benim deneyimimden sizin deneyiminize geçti” demişti. Bu yüreklendirmeyle birlikte metinle hemhal olurken bizdeki deneyimin ne olduğunu, neyi kışkırtıp çağrıştırdığını aradık. Bir dil ve anlam kırılmasına gitmeye başladık. “Normal” ile “saçma” olanı nasıl yan yana koyabileceğimizi  metinden alarak evrilttik. 


Seyirci İzlenimleri

– Gülme çok ortaklaştırıcı. Gülüyoruz, yabancılaşıyoruz ama hepimizin bir kadın olarak o kadar derinde hissettiği şeyler var ki, onlar ortaya çıktığı için, kendimize normal zamanda böyle bakamayacakken, sahnede bir arada olduğumuzda buna gülebiliyoruz. Bu gülme etkisinin yaratılması çok muazzam. Hem gerçeklikten yola çıkıyor hem çocukluktaki bazı sembolik yerler karşımıza çıkıyor. Hepimizin hayatlarında çok içerilerde bir yerde. Fiziksel bir dille anlatılıyor olması çok güzel ve gülmeyi destekleyen bir unsur. İçerik ve bedenselliğin birleşimi çok yenilikçi bir yere götürüyor bizi.

– Başta gülmeye mesafeli yaklaştım. Beden kullanımı iki oyuncuyu birbirinden ayıramadığım bir ortaklıktaydı. İzlediğim ilk feminist oyundu. İkinci kez sahneleniyor olmasına rağmen her şeyi tastamam hissettim. Bedenle dili etkileyiciydi. Hele dedeye geldiğinde çok keyif aldım. Atalarımızdan getirip bildiğimiz her şeye böyle mesafelendirip farkındalık yaratması çok güzel. Keşke farkında olanlardan çok herkese ulaştırabilsek bunları. Özellikle çocukların bu bilgi alanına ulaşması ne kadar iyi olurdu. Çok büyük emek var, çok teşekkür ederim.

–  İlk tiyatro deneyimim ve yorum yapmaya da alışık değilim. Genelde susan, o en arka sıradaki çocuğumdur. İzlediğimde yalnız olmadığımı fark ettim ilk olarak. Hep içime kapanıktım ve bir kadın olarak bunu yalnızca kendimin yaşadığını düşünüyordum. Çalıştığım sektörlerde etrafımda hep erkekler ve dayatılanlar vardı. Örneğin susmak. Oyunda “sadece duruyorum.” diye bir replik geçti ve bu beni çok etkiledi. Çünkü ben de sadece hep durmuşum. Galiba o farkındalığı artık ben yaratacağım. Ben üstlendim çünkü gerçekten babaannemden anneme geçen hayatımı gördüm orada. “Sizinle büyüdüm.” cümlesi de bu anlamda çok etkiledi beni. “Hiç kaybolmamıza izin vermemişler ki kendimizi bulalım” . Zor ve acıtıcı bir şey aslında ama bir yandan o acı iyi ki var. İyi ki var ki ben şu an onun farkındayım. Siyahı seçmeyeceğim. Çocuğum olursa onun da fark etmesini sağlayacağım. İleride “Bir Tatlı Kaşığı Çamur” benim çamurum oldu diyeceğim.

– Teatrallik ve oyunsu olanın doğru form ile buluştuğunda ne kadar güçlü bir politik söylem ürettiğini ve bende bir erkek olarak doğru sanat biçiminin ne kadar çarpıcı, rahatsız edici, iç gıcıklayıcı, öfkelendirici yerleri uyardığını fark ediyorum. Bunun benzer bir örneğini On İkinci Ev’de yaşamıştım.O camın arkasından bana ulaşmaya çalışan sese gülerken duyduğum bir rahatsızlık da vardı. Dolayısıyla bu oyun da, üçüncü kez bugün tanık olmama rağmen, kendimle karşılaştığım ve rahatsız olduğum bir sürü yeri uyarıyor. O noktada belki feminist tiyatro pratiğinin gerçekten erkek seyirci ile buluşma alanını açıyor olması da galiba çok kıymetli bir şey. Biz bir tiyatro salonunda erkekler, kadınlar ya da insanlar olarak bir araya gelip aynı şeye bakarken çok daha güçlü politik bir şemsiyenin altına giriyoruz. Ben bir erkek seyirci olarak bunu alımlıyorum ama aynı salonda kadın meslektaşlarım ve kadın seyirci ile bunu deneyimlemenin sertliği ve güzelliği sanki bir şeyi okumaktan, kendi dönüşüm yolculuğumdan daha çarpıcı olabiliyor. Yani teatral olanın, oyunsu olanın, performatif olanın ne kadar güçlü bir politik söylem üretebildiğini fark ettim ve bu sanki bütün atanmış cinsiyetlerin ötesinde güçlü bir şemsiye politika hepimiz için. O yüzden bu sanatta olanın bugününe de galiba inanmak ve söylemleri biçimsel “kaygılarla” da üretmeye devam etmek galiba önemli. Çünkü hikâyeyi çok öne koyduk galiba yıllarca. Hikâye kadar biçimin de, performansın da ne kadar önemli olduğunu ben ikidir bir erkek seyirci olarak iki ayrı işte sarsıcı biçimde yaşıyorum. Oyun kendi yolculuğunda nereye evriliyor merak ediyorum. Görmeye de devam edeceğim, anlayana kadar.


Bu yazı TEB Oyun Dergisi’nin 46. sayısında “Bir Oyun Üç Bakış” bölümünde yer almıştır. Sayının tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Yazar Hakkında / Tijen SavaşkanCeren Uyan and TEB Oyun

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et