Çağdaş Dramaturginin Yeni Yaklaşım Biçimi Metinlerarasılığın Önemi*

Geçmişte tarihe, yazara, yazarın ruh haline, ulaşmak istediği amaca yönelik olarak ele alınan metin incelemelerinin yerini bugün söylemlerin iç içe geçtiği, yapıtların üst üste gelerek birbirleriyle karıştıkları, kesiştikleri çok sesli, çok anlamlı ve çok katmanlı bir inceleme almıştır. Bu durumda salt yazarlardan yola çıkarak metinleri incelemek yeterli olmayacaktır. Çünkü kimi kez metin yalnızca onu yazan yazarın değil, metin içinde yer alan diğer yazarların söylemlerine de yer verir ya da birçok farklı görüşü, kişiyi ya da toplumsal olayı içerir. Tüm bu ve buna benzer nedenlerle günümüz metinleri çok katmanlı bir yapı içerir. Çağdaş dramaturgun görevi yakınsak veriler kadar ıraksak olanı da dikkate alma zorunluluğunu kapsar.

Bugünün metinlerinde yazar bilerek, isteyerek, kendisini silerek, oluşturulan metinlerin yazarları değil, okurları tarafından metinlerin yaratılmasını istemektedir. “Açık yapıt”, “ yazılabilir metin”, “hiper metin” (hyperbook, hypertext, hyperfiction vb. bilgisayar yazılımları yardımıyla oluşan karışık metinler) gibi adlarla ele alınarak yaratılmak için okurunu bekleyen ardışık olmayan metinler üretilmektedir. Böylece yazar –okur- metin kavramları, kavramın dönüşümünün bir sonucu olarak göstergelerin öne çıkmasına neden olur. Bu da iki temel sav içerir: birincisi insanı çevreleyen dünyadaki her şey bir gösterge, ikincisi de her göstergenin bir “izler oyunu” olduğu savı. İzler oyunu yapısöküm kavramını getirir. Görüntü, belirti, simge kavramlarını içerir. Aslında metinlere birçok kapıdan girilebilse de sonuçta tek bir kapıya ulaşılıyor, o da metnin kendisine, Dramaturgun kısa yoldan ulaşmaya çalıştığı şey de bu noktadır. Yani merkezden kaçanı merkeze oturtma çabası…

Metin çok boyutlu bir yapı, metin başka metinlerin kurumların, yapıp-etmelerin oluşturduğu geniş bir iskeletin bir parçasıdır. Dolayısıyla bir metnin karşısında yapılması gereken, ondaki birbirlerine eklemlenmiş değer ve anlam hiyerarşisini aramak, onun başka metinlerle ve metnin ötesindeki şeylerle akrabalıklarının izini sürmek, onun öteki metinlerle maddi ve tinsel bağlam arasındaki bağlantılarını görünür kılmaktır. Aynı zamanda metin ötekini anlamanın da yolu olmaktadır. Okur olarak sanat kuramı, eleştiri kuramı, göstergebilim, yorumbilgisi şart oluyor.

Belki de geçmişte tek bir dünya vardı ve onu anlamak yeterliydi, aslında Montaigne’in denemelerinde farklı olanları anlamak için diğer yazılanlardan, denemelerinde alıntılar yapması metinler arasındaki ilişkinin öneminin bir örneğiydi. Ama bugün ötekini anlama çabasının içinde performansların önemi bir “operasyon tiyatrosu” gibi yeniden kurgulama ya da anlama ve anlamlandırma çabasını içeriyor. Yeniden kurma çabası bugün insanların günlük yaşamlarında da estetik operasyonları önemsemesi gibi bir yeniden elde etme çabasına mı dayanıyor acaba? Dramaturg da var olanı yeniden kurmak üzere oyunla “oyun oynama eylemi”ni gerçekleştirendir.

İçinde bulunduğumuz çağ belirsizlikler çağıdır ve belirsizliğin ardında bir bunalım yaşanır. Bir başka deyişle çağımızda ya da toplumda uygulanan ilkelerin yaşamda ortaya çıkan olgular karşısında yetersiz kalması, artık işe yaramaması gerçeğidir. Bu kaosu da beraberinde getirir. Böylesi bir durumda insan kendini tekrar kurma, oluşturma zorunluluğuyla karşı karşıya kalır. Bundan dolayı postmodernite bir hesaplaşma biçimidir, diyebiliriz.

Postmodernler anlaşılması zor üsluplarıyla entelektüel olma kavramına da farklı bir boyut kazandırmaktadırlar. Entelektüellerin tarih içinde moderniteden kopuşları 1968’lerde oluştu ve bunun en temel sebebi de belirsizlik ve gelişmeye duyulan inançtı. Sonuç olarak postmodernite gelenekle yakın geçmişin eklektik karışımıdır. Hem modernizmi içerir hem de onu aşma çabasıdır. Eskiyi sorgulamayı getiren faktör, toplumsal yapının ve beklentilerin değişmesinden kaynaklanır. Tiyatro, örneğin dil ve iletisinin ölümcül bir aynılığa doğru sürüklendiğinin farkına varmış, yeni söylemlerin önünü tıkayan dar görüşler ve kurallara karşı durmuştur. Bu karşı duruşun içeriği anlambilim açısından tartışmalıdır ve belki de bugünün dramaturgunun temel yönelişi de bu olmalıdır.

Grotowski’ye göre çağdaş bir tema üzerine kurulmuş her gösteri bugünün yüzeysel karakteristikleri ile bu temanın derin kökleri ve gizil güdüleri arasında bir karşılaşmadır. “Eğlenceye karşı ritüel, İsa’ya karşı Don Kişot”, der. Postmodernite merkezsiz ya da çok merkezli bir düşünce sistemi üzerine kuruludur.

Amerikalı eleştirmen Stanley Fish, “Okumayla metnin anlamı değil, onun bana ‘ne yaptığını’ deneyimlerim”, der. Bu tümce donanımın (back ground) önemini vurgular ve böylece çağdaş eleştirinin de bir edebiyat çalışması ya da başka deyişle atölye çalışması olduğunu vurgulamış olur. Çağımızda eleştiri de kendi üzerinde düşünmeye başlamıştır. Aynı şekilde dramaturg da yaptığı işin çerçevesini belirleme konusunda sorgulayıcı tavrını sürdürmelidir.

Günümüz metinlerini irdelerken onların temel özelliklerini saptamakta yarar var. Bugünün oyunlarında başta egemen olan tema, belirsizlik temasıdır. Hemen her şeyin olabileceği ya da sürprizi bozan yaklaşımı ya da daha net bir söyleyişle kimin haklı, kimin farklı olduğunun altının çizilmediği metinler. Bu da yeni metinlerde bilinmeyen olgusunu karşımıza çıkarır. Bu oyunların kişileri de adeta bir kimliksizlik sorunuyla karşı karşıyadırlar. Oyunlarda sürprizler, sürprizlerin bozulması ve hatta sürprizli bir diyalog düzeni hâkimdir. Günümüz oyunlarında absürd eğilimler de yer alır. Bu bildiğimiz anlamda absürdü de aşan postabsürd bir görünüm arz eder. Daha birçok özellikten söz edilebileceği gibi genelde değişim içinde “oyun oynama” kavramı ya da oyun istemi’nin yanı sıra tiyatronun bir beceri-hünere dayanan gösteri sanatı olmasından kaynaklanan bu işin keyfini çıkarmaya yönelik çabalar da yer alır. Çağımızın dramaturgu bu becerinin, hünerin, teknolojik devrimin, insan ve insan ilişkilerine yansımasını, sunum biçiminin görsel, sessel ve sözel izdüşümlerini görmezden gelemez.

Metin yazımında çoğul yazı kavramı, farklı ton, farklı biçem iç içe geçmiş ve çoğul sorgulamayı zorunlu hale getiren bir yaklaşım öne çıkmıştır. Aynı şekilde konu ya da öykülerde de sarmal bir gelişime rastlarız. Zamanda da çoğulluk kullanılır. Geçmiş, şimdi ve gelecek karışımı zamanın çoğul kullanımıdır. Uzam-kişi ilişkisi özellikle anlatıcı kişiliği yoluyla çoğullaştırılır.

Hülya Nutku
Hülya Nutku

Bugün metinler başka metinlerle söyleşi içindedir. Yazar serbest çağrışım methoduyla göndermeler, alıntılar yapar, kolaj tekniğini kullanır. Sonuç: “Yapıtlara birçok kapıdan
girilebilir” yani okumada da çoğul okuma bilinci merkeze alınır.

Yapıtın dağınıklığı, oyun kâğıtları imgesiyle ele alınır. Oyun kâğıtları karıldıkça kopukluk etkisi artar. Çok anlamlı, çok yapılı, çok katmanlı yaratılan eğreti durum ile izleyicinin yapılanması arasındaki ilişki sürekli uyarılma yoluna gidilir. Bu yüzden o yapıtın dramaturgu eser sahnelendikten sonra adeta bir toplumbilimci mantığıyla izleyenle-oynanan ilişkisinin peşine düşer. İzleyici tepkilerinin takipçisi olur.

Günümüz oyunlarına isim koyarken kullanılan ikircikli adlandırmalar, baştan itibaren dolaylı bilgi verilme yolunun seçilmesi izlenir. (Kraliçe Lear, Gece Mevsimi, Kürklü Merkür, Cam Yapraklar, vb…) (Civan Canova Neon; neon ışıkları değil, N sırası 10 numarada oturan seyirci kastedilir) Şiir, anlatı, oyun iç içedir. Bugün anlatımda kullanılan kesme işareti (/) şu ya da bu, bu ya da şu, olumlama ya da olumsuzlama sıkça kullanılır. Örneğin yaşayan ya da yaşamayan veyahut da yaşatılmayan gibi. Dilde kalan boşluklar, sessiz yanlar sözcüklerle eşit anlam taşır. Bu da düşünce edimini harekete geçirir. Yabancılaştırmanın da böyle bir etkisi vardır. Heiner Müller “Başı ve sonu olan bir öykünün (klasik anlamıyla masalın) gerçeği yansıtabileceğine inanmıyorum” der. Ryngaert, “Woyzeck’le başlayan parçalı anlatım, dünyayı bir eksiklik ilkesine göre düzenler ve izleyenin imgelemiyle tamamlama ve kurma işinin peşine düşmesi gerekir” diye düşünür. Çünkü her zaman her şeyi söylemek gerekmez. Dramaturg söylenmeyenin ardındakinin peşine düşer. Sahnelerin ve perdelerin zincirleme bağlanmadığı, açık uç taşıyan, eylem ve kişilerde atlamaya başvurulan, süreksizlik ilkesinin öne geçtiği Elizabeth dönemi, 17.yy Fransız tiyatro yazarlarında görülebilir. Çünkü gösterilmek istenen dünya uyumlu ve dengeli bir yapıya uymaz.

Çağımızda türleri aşma çabası, dönüşüm işlemi, o türün kurallarını çiğneyerek oluşur. Ben ve ikizi, konudan konuya atlama, çatışma ve uzlaşmaları irdeleme, sözü saptırma, olası konu parçacıklarını işin içine katma, anlatıyı parçalama, düz anlatıyı kırmayı ve süreksizliği dile getirir.

“Her şey kendinizi açmak için fırsattır ve bu insanlara yararlı olacaktır”, diye düşünen yazarlar zamanı hızlandırarak tümceleri serüvene sokar. Tıpkı Peter Brook’un “Boş Alan”da “Tiyatro sürekli devrimdir” ya da “Bu kitap bittiğinde okuduğunuz düşünceler de eskimiş olacaktır” dediği gibi…

21.yy’ın değişen sosyo-ekonomik koşulları ve teknolojinin akıl almaz gelişimi ortaya çıkan yeni insan modelini anlamamıza yardımcı olacaktır. Aslında bugünün sanatçısının kendinden önceki sanatçıların birikiminden ve eserlerinden yararlanmasını yadsımamak gerekir. Çünkü sanat eserleri arasındaki alış-veriş ya da kısaca bir metnin diğer bir metinle ilişki kurmaya başladığı anda ortaya yeni bir yorum, yeni bir anlam ve yepyeni bir boyut kazanması söz konusu olacaktır. Sanatçı metnin izleğinden, onun yarattığı çağrışımdan veya biçem anlayışından yola çıkarak (öykünme-alıntı-gizlialıntı-anıştırma- gönderge vb…) metnini yeniden üretirken, okuruna da geçmiş birikimleriyle metin arasında kurabildiği köprüde estetik hazzın yakalanmasını sağlar. Dramaturg estetik hazzın yakalanması konusunda metnin getirilerini açımlamak üzere metnin sahneyle olan köprüsünü oluşturmayı hedefler (seyirci dramaturgisi).

Postmodern metinleri, geleneksel metinlerden ayıran en temel özellik onun farklı metinlerden yararlanmasıdır. Metnin eritilmesi ve dönüşmesidir, tanımlaması yapar, Metinlerarasında iki önemli düzlem olduğunu görürüz. Biri kendinden faydalanılan düzlemi, diğeriyse faydalanan düzlemidir. İlkini anametin, diğerini eklenti metin oluşturur. Metinlerarasılık anametin ile eklenti metin ilişkisini anlama ve yorumlama yöntemidir. Ara bağlantıların anlamını kurgulamak, dramaturgun yaptığı analizin doğruluğuyla eşdeğerdir.

Yaşanmış olan ile düşsel olanın ele alınışındaysa düşsel olan yaşanmış olanı, yaşanmış olansa düşsel olanı aydınlatır. Her yazı girişimi adeta bir başkasına doğru arayışın serüvenidir. Ben ve öteki…İnsanın kendinde olan ve olmayan öteki olma duygusunun varolduğu da unutulmamalıdır. Ötekine tam olarak ulaşmak mümkün değildir. Ama çağımızın empati ustası olma çabası dramaturgun bir başka yüzüdür.

Metinlerde alıntı ya da özet ( metinlerarası ilişki), anlatıcının kimi yorumları, eğitici, didaktik bölümler, olaya ilişkin bilgi veren bölümler akışı kesintiye uğratabilir. (Örneğin Mr. Peters’ın Bağlantıları’nda oyun kişisinin “Konu neydi?” tümcesi yeniden konuya dönme isteminin de bir göstergesidir. Duşan Kovaçeviç’in Bir İntiharın Genel Provası oyunundaysa “Konu nedir?” sorusunun yanıtını bulmak “Sorun nedir?”in yanıtını bulmakla eşdeğerdir. Dramaturg çok parçalılık ve belleksizliğin peşinden gider, kesintilerin metne kattıklarını anlamlandırır.

Oyuncu için tiyatronun gerçeklik değeri yazarın yazdığı repliklerin ardında yatan, altmetnin açığa çıkarılma çabasıdır. Oyuncu- yönetmen ilişkisiyle metin yeni bir anlam kazanır. Altmetin oyuncunun dile getirdiği rolü değil, altmetin yoluyla ötekinin algılanmasının metnidir. Oyunun oynandığı salon, oynanış tarihi, izleyici potansiyeli ve tepkiler metni aşar ve oyunun gösteriye dönüşmesine neden olan frekansı belirler. Metin gider, göstergeler yerini bulur. Dramaturg bu kodlamaların peşine düşendir.

Sonuçta, geleneksel özen ya da izlenimci eleştiriyi aşan bir eleştiri kurumundan, bütün tarihsel, psikodinamik, sosyal ve siyasal dolayımı yoklayan postyapısal eleştiri’ye yönelir dramaturg ve tüm bu alanı sorgular.

Metinlerarasılık da okur/seyirci odaklı… Merkeze okur ya da seyirci hatta izleyici desek daha doğru olur. (Çünkü seyreden değil, izleği takip eden anlamında kullanıyorum) İzleyenin birikimi, kültürü, alt yapısı bu anlamda önem kazanıyor. Böylece bugünün izleyicisinin bilinçli ve birikimli olmasını bekliyor günümüz tiyatrosu…

Modernin akıl bilimi ön plana geçiren anlayışına karşı çıkan postmodernitenin nostaljik ve geçmişe bakan romantik yapısı alt kültürün, arka planının (back ground) önemini ortaya çıkarıyor. Kimi zaman akıl karışıklığına yol açan postmodern yaklaşımın geçmişi yok saymayan ve ustalara saygı duyan yapısı önemsenmelidir.

Yazarların çoğu tarihin sonu ve yazarın ölümünü ilan eden yaklaşımın sonucu yeni anlatılar için metinlerarasılığa başvurduğunda sonuçta yaptığı okumalar adına teşekkür ederek geçmişin yazarlarını anmadan geçemiyor.

Memet Baydur’un, Raşit Çelikezer’in metinlerinde, Civan Canova ve Turgay Nar’ın kimi metinlerinde ve Yalçın Baykul’un Şinasi’sinde özellikle bunu görebiliriz.

Bence çağımızın dramaturgisi, tiyatronun insan için insanla, insanlara yapılan bir sanat olması nedeniyle kahramanın yolculuğuyla oluşan serüveni kapsamaktadır. Bu maceralı yolculuk soylulardan sokaktaki adama, oradan da groteskin, kara mizahın soytarılaşmış bireyine giden sürecin sonucunda karşımıza kimliksizlik sorunu olarak çıkar. İnsanın varoluşun peşine düşmesi, bugün yeniden kimlik arayışıyla karşılanma çabasına evrilmiştir. Öte yandan dram sanatında, oyun yapısını oluşturan tüm ögeler, kısacası dramatik malzeme, oyun içinde yarış halindedir ya da sarmal bir yapı içinde iç içe geçer veyahut da Jameson’un deyişiyle yerini “rotasyona” bırakır. Bu yüzden günümüzün “parçalı anlatım”ı hem “Ben”i göstermek bakımından hem de özne ile nesnenin yüzleşmesi bakımından ilginç bir arena oluşturur. Dramaturg bu arenanın yazar-yönetmen arası uyumunun organizatörüdür ve bu arenada izleği takip eden izleyicinin de kılavuzudur.

Dramaturgide tür ve akım anlayışı yerine eğilimler, çoğul gerçek, değişen gerçeklik algısı karşısında sanal olanın işlevi, merkezden uzaklaşan ve varoluş sorunlarının peşinden giden bireyin, görselliğin yanı sıra içinde olduğu dramın farkındalığını yansıtabilme çabası olmalıdır. Kısacası böylesine parçalı bir anlatımın egemen olduğu çağımızda “Ben”i gösterirken, bu yolla özne ve nesnenin yüzleşmesinin yollarını açmanın anahtarlarından biri de dramaturgun elinde olması zorunludur.

Bu yazı yakın zamanda kaybettiğimiz Hülya Nutku’yu anmak üzere TEB Oyun Dergisi 4. sayıdaki “Dramaturji ve Düşünsellik” dosyasından alınmıştır.


TEB Oyun Dergisi’nin eski sayılarına arşiv bölümünden ulaşabilirsiniz.


Bu yazıyı yer işaretlerinize eklemek ister misiniz?

Yazar Hakkında / Hülya Nutku

Yorum yap

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin