Çiçek Kalkışması: Eko-Sosyalist Feminist Bir Oyun

GalataPerform, Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali’nin 10. yılını kutlarken, 2021 yılı için seçilen oyun metni İKSV Tiyatro Festivali iş birliğiyle okuma tiyatrosu olarak sergilendi. Kavramsal çerçevesi “Nefes” olarak belirlenen yeni metinler içinde Sevcan Bati’nin kaleme aldığı “Çiçek Kalkışması” adlı oyun, kısa bir sürede hazırlanmış olsa da seyirciyi minimal dekoru, kostümleri ve dramaturjisiyle neredeyse sahne yorumunun ilk tohumlarının atıldığı özel bir okuma tiyatrosuyla buluşturdu. Oyun, bir günlük zaman diliminde bir göl kenarında geçiyor. Göle bağlı yaşam alanlarını, evlerini ve gölün kendisini yok edecek kanal yapımı yüzünden bölgeyi terk etmek zorunda kalanları genç Hedil temsil ediyor. Hedil’in karşısına konumlandırılmış olan 50 yaşlarındaki Ahzem’le Hedil’in diyalogları ve zaman zaman bu diyalogları kesen kısa anlatılar oyunun çatısını oluşturuyor. Ak Ana ve göl kadınlarının Sümbül’ün evinde buluşması ve gölü korumak için örgütlenme süreci ise diyaloğun örtük temel izleği. Ancak giderek zamansal ve mekansal boyutları aşan söylemler ve olaylar, mitolojik ve simgesel açılımlarla genişleyerek oyundaki uzam ve zamanı büken ve döngüsel bir eksene oturtan başka bir katman yaratıyor. Ancak tüm bu gerçek üstü geçişlere karşın, ayaklarımızın asla yerden kesilmediği güncel politik zemin sembolik ve mitik olanın gölgesinde kalmıyor. Tam tersi mit bir strateji olarak seyirciyi şaşırtan ve yabancılaştıran kullanımıyla farkındalık düzeyimizi artırarak ve sorular sordurarak bütünsel bir bakış açısı kazandırıyor. Sonuçta, oyun mitik dünyadan ekolojik hüzne, antroposen çağı eleştirisinden kapitalizme, erkek şiddetinden kadın dayanışmasına uzanan bağlar kurarak tüm varlıkları eşitliyor ve onlara temsil ve söz hakkı veriyor. Ancak bu yapısıyla okurda biraz çaba gerektiren bir alımlama yaratıyor.

’Çiçek Kalkışması’’nın yazarı Sevcan Bati ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide oyunun farklı feminist izleklerinden ekolojik boyutuna, mitolojik katmanından güncel politik ve protest düzlemlerine uzanan bir düşünce alışverişi yaptık.

Çiçek Kalkışması oyunundan bir kare.
Sedat Kalkavan (Ahzem) ve Ozan Bingöl (Hedil) FOTOĞRAF: Volkan Ercan

Tijen Savaşkan: Çiçek Kalkışması çok katmanlı, çok sesli, farklı stratejileri, karakterleri ve biçim özellikleriyle benim için çok özel bir kadın oyunu metni. Ancak, daha da ötesi, içinde doğa-kültür, insan-insan olmayan, tarih-mit ve evrensel-yerel diyebileceğimiz ikili karşıtlıkları beklenmedik bir biçimde bir araya getirirken yok eden ve yapı bozuma uğratan çok önemli bir bakış açısı barındırıyor. Bu da oyunun konusu dışında biçimsel olarak eril yapıyı çözen ve ifşa eden özel bir dil yaratıyor. Oyunla ilgili söylemek istediğin ilk cümleler hangileri? Neden böyle bir oyun yazdın?

Sevcan Bati: Öncelikle değerli yorumunuz ve bakış açınız için çok teşekkür ederim. İlk olarak türcülüğün, cinsiyetçiliğin, sınıfsal ayrımların ve toplumsal cinsiyet rollerinin olmadığı bir oyun yazmak ve böyle bir mekân ve zaman yaratmak istedim. Uzağa gitmek yerine bunu şimdi, hemen burada, İstanbul’da var etmek istedim. Çünkü şimdi ve burada Sedat Kalkavan (Ahzem) ve Ozan Bingöl (Hedil) acil bir durum vardı. Ama bu acil durum aynı zamanda neredeyse bütün dünya için de kapsayıcıydı. İstanbul’un çok güzel gölleri var. Bu göllerden birinde, bir göl mahallesinde ve hatta gölün içinde yaşayan karakterler hayal ettim. Bütün bu ayrımcılıktan ve rollerden arınmış bir ortam, karakterler nasıl olur, bunun üzerine düşündüm.

T.S: Oyunun başında Sylvia Plath’ın Boyunayım adlı şiirinden bir dize var ki bu da belki metne giriş için önemli bir anahtar. Ayrıca oyunun ismi de bu şiirden alınmış.

Bir çiçek çok uzun boylu değildir,
ama kalkışmanın anlamını bilir.

Ancak sahnede kalkışmanın anlamını bilen o kadınlar/ çiçekler yok. Oyun metninde sadece erkek temsiliyetinde görünen iki karakter var. Ancak onların basit, kısa ve gündelik diyalogları içinde aslında geriden duyduğumuz çok güçlü bambaşka bir dil/ diller daha var. Çiçeklerin/ kadınların, doğanın, mitlerin, suların sessiz ama güçlü dili. Bu dil bize erkeklerin konuşmaları içinden sesleniyor. Bu seçiminle ilgili söylemek istediğin şeyler var mı? Ayrıca oyunun kurgusu ve olay örgüsü bu seçimle nasıl bütünleşiyor?

S.B. Mekân ve zamanla bağlantılı olarak anlattığım ortamda bir varoluş ortaya koyabilen “Hedil” karakterini oluşturdum. Hedil’i oluşturabilmek için de onun kendi dünyasını yani bir çeşit mitolojisini yarattım. Hedil’in de dediği gibi: “Bir düzlem var, noktalardan oluşan. İstediğim zaman oraya gidebiliyorum. Farklı bir nokta seçebiliyorum.” Hedil düzleme her gittiğinde bir döngüsünü tamamlamış oluyor ve seçtiği her noktada farklı bir tür olarak dünyaya geri dönüyor. İlk olarak yaklaşık bin yıl önce İstanbul’da gerçek bir mekân olan Yarımburgaz Mağarası’nda kadın olarak dünyaya geliyor, hatta bebek emziriyor ama böyle devam etmesi şart değil. Rakun, sinek, balık, köpek, kaplumbağa, yılan gibi türlerde yaşamaya devam ediyor. Şimdi de on beş yaşındaki bir erkek çocuk olarak sahnede karşımıza çıkıyor. Yaşamak istediği yer benim kurgusal olarak yarattığım Çiçekli Göl ve çevresi. Bu göl, Yarımburgaz Mağarası’na yakın bir yerde. Hedil tür değiştirse de zaman değişse de bu mekândan vazgeçmiyor. Çiçekli gölü ve mahalleyi çok seviyor.


Hedil’in yanına konumlandırdığım bir de kadın karakterler var. Ak Ana ve diğer çiçekler: Nilüfer, Sümbül, Zambak, Nergis. Bunların gerisinde bir de mahalleli var. Bu karakterler sahnede karşımıza çıkmıyor ama oldukça önemli ve etkin roldeler. Ak Ana’yı oyunuma Türk yaratılış mitolojisinden davet ettim. Kendi mitolojik varoluşuyla birlikte geldi.
Ak Ana, Tanrı Ülgen’e karayı yaratma fikrini veren tanrıça. Dolayısıyla benim yorumumda diğer erkek tanrılardan daha bilge olduğunu vurgulamak istiyorum. Bunun yanında Ak Ana’nın bir misyonu da denizlerin ve göllerin koruyucusu olması, dolayısıyla suların içindeki bütün varlıklar onun koruması altında. Ak Ana karakterini Hedil karakteriyle aynı ortama, “göl” ortamına getirdim. “Göl” benim için hem bir mekân hem de zaman olma özelliğini ve önemini taşıyor. Var oluştan bugüne ve geleceğe uzanması açısından bir çeşit zaman ve bütün karakterlerimi içine alabilen bir dünya. Yeri geldiğinde kendini savunabilen bir karakter. Ak Ana da göl ile özdeş. Hedil, Ak Ana ve diğer çiçekler gölü kanal inşaatından korumak istiyor.


Sahnede Hedil karakterinin karşısına Ahzem karakterini koydum. Ahzem elli yaşında, beyaz, bir şekilde üst sınıfa sıçramak isteyen orta sınıf bir erkek. İnşaat sektöründe. Yıllarca bu sıçrama için uğraşmış, sistemin de kendisini çeşitli şekillerde kullanmasına izin vermiş. Ama üst organizmadaki bazı kişilerin onunla işi çoktan bitmiş. Bazı sebeplerden ötürü yolu eski mahallesine, bu göl kıyısına düşüyor. Belirttiğiniz gibi sahnede sadece bu iki karakter var. Diğer karakterler de bu iki karakterin diyalogları aracılığıyla var oluyorlar. Konu olarak “kadın cinayetleri” ve “kanal inşaatını” seçmiş olsam da asıl ilhamımı kadın dayanışmasından ve kadın dayanışmasının ürettiği sloganlardan aldım. Bu sloganlardan biri “Faili tanıyoruz!” sloganı. İşte Ahzem bizim kim olduklarını çok iyi bildiğimiz failleri bünyesinde topluyor. İktidar odakları sembolik olarak onda temsil buluyor.
Kadının ve diğer türlerin gücünün ya da sesinin duyulması veya görünmesi için bu metin bağlamında sahnede olmalarına gerek yok diye düşündüm. Kadın zaten her yere sinmiş ve binlerce yıldır var olan; aslında su, aslında toprak. Kadın ve doğa zaten tarihsel olarak birbirine yakındır ve patriyarka kadının ve doğanın sorunlarından sorumludur. Bunun sonucu olarak benim karakterlerim; Ak Ana, Çiçekler, Hedil, Göl, Ak Ana’nın geyikleri, hatta mahalle; örgütlü hareket ediyor. Hepsini sahneye getirmek yerine Ahzem’e karşı hep birlikte yaptıkları planı uygulamak üzere Hedil’i sahneye getirmem yeterli oldu. Bazı diyaloglardan sahnede görünmeyen bu karakterlerin mahallenin geleceği için de bir planları olduğunu öğreniyoruz.
Sylvia Plath’e gelince, çok sevdiğim ve dizelerinde çok başka hikâyeler okuduğum bir şair. Boyunayım şiirinin devamında şöyle diyor:

Bense ömrünü bir ağacın, cesaretini istiyorum bir çiçeğin.

Bu benim Hedil’im. Ona bir ağacın ömrünü ve bir çiçeğin cesaretini verdim. Oyunu yazarken her tıkandığımda bu şiiri okudum ve tıkanıklıklarımı hep onun yardımıyla açtım. Cesur, cüret eden kadın karakterlerimi göl çevresinde yaşayan çiçekler olarak seçmem de oyunun adını Çiçek Kalkışması olarak belirlemem de bu şiirin fikriydi.

Boyunayım. Ama enine olmayı tercih ederdim.

“Çiçekli Göl” enine olarak genişleyen bir çiçek bahçesidir ve bu aslında Slyvia Plath’in hayalidir.

Sanem Öge, Sevcan Bati, Yeşim Özsoy, Ferdi Çetin (Soldan sağa)

T.S: Oyundaki her bir ismin ve karakterin sembolik bir anlamı var ve bunlar bir yandan da oyunun içeriğine ve meselesine katkıda bulunan çok işlevsel taşıyıcılar. İsimlerle ilgili tercihlerini açıklayabilir misin?

S.B: Oyunun adı başta olmak üzere oyundaki bütün isimleri dikkatli seçtim. Ak Ana ile başlamak gerekirse “ak” yani “aka” sözcüğü “büyük kız kardeş” anlamına geliyor. Onu ‘’kız kardeşliğin’’ büyük kız kardeşi olarak gördüm. Bu çok hoşuma gitti. Ak Ana’nın mitolojideki yeri, önemi, misyonunun yanında adının da bir kıymeti vardı benim için.
Hedil, güvercin anlamına gelen bir sözcük. Hedil karakteri bir şekilde döngüden dünyaya son gelişinde erkek olarak gelmek zorunda kalmasaydı güvercin olmak istiyordu. Bu yüzden annesi Zambak ona Hedil demeyi tercih ediyor. Ahzem ise yılan anlamına gelen bir sözcük. Oyunda çeşitli şekillerde karşımıza çıkan yılan karakterler var. Ahzem’e yılan anlamına gelen bu ismi vererek kafa karıştırmak ve bu konu üzerine düşündürmek istedim.
Mahalledeki diğer çiçek isimli karakterleri bu çiçeklerin su ile olan ilişkilerine göre belirledim. Zambak Hedil’in annesi, göl kıyısında Hedil’i doğuruyor. Burada zambak çiçeğini seçme sebebim doğurganlığın simgesi olması, Hedil’in çukurda karşılaştığı kızın adı Nergis. O da yine suya yakın yaşamayı seven bir çiçek ve sudan kopacağı için endişelenen, suya geri dönmek isteyen, suda kendini seyretmek isteyen bir çiçek. Bir de Sümbül var, mahallede beyaz bir ev var orası Sümbül’ün evi, aslında bu ev bütün kadınların örgütlendiği Ak Ana’nın gerekli şeyleri yapmayı kadınlara öğrettiği ev. Sümbül de çiçek olarak ev ortamını seven, ev ortamında rahat eden bir çiçek. Nilüfer ise tam merkezde duran bir karakter. Gölde tecavüze uğruyor, öldürülüyor ve kaybediliyor. Öldükten sonra Ak Ana’nın yardımıyla düzleme gidiyor, kendine yeni bir nokta seçip geri geliyor ve katilini öldürerek öz savunma yapıyor. Nilüfer çiçeğine baktığımızda, gölde yaşayan, eşsiz güzellikte görüntüsü ve kokusu olan bir çiçek. Özündeki bir maddeden uyuşturucu yapılabiliyor. Mitolojide de önemli bir yeri var. Cinselliği, seksapaliteyi temsil eder. Çok kıymetli bir çiçek olduğu ve huzur veren bir kokusu olduğu için tanrılara mahsustur ve herkes koklayamaz.

Çiçek Kalkışması oyunundan bir kare.
FOTOĞRAF: Volkan Ercan

T.S: Evet ama senin kadınların eril toplumun kadını özdeşleştirdiği, “kadın çiçektir” vb güzellik, zarafet ve edilgenlik kavramıyla sembolize edilen bu kalıbı da tersyüz ediyor. Çünkü onlar kalkışmayı bilen çiçekler. Ayrıca fiziksel özelliklerine dair hiçbir şey bilmiyoruz. Hatta Ak Ana bile yaşlı, güçsüz kadın imajının tersine şaman gibi acayip bir kılıkta dolaşan çok etkin bir karakter olarak tarif ediliyor. İstersen mitik öykünün hem biçim hem de bir strateji olarak oyundaki varlığını hissederken diğer yandan biraz senin kişisel deneyimlerin ve yetiştiğin kültür ortamıyla bağlantılı olarak açalım.

S.B: Belki de kadınlar illa çiçek olacaksa böyle çiçek olacak demek istemişimdir, kim bilir? Oyunu, çerçeve öykü ya da çerçeve anlatı şeklinde kurmak ilk fikrimdi diyebilirim. Bu biçim çok hoşuma gider ve çok ilgimi çeker. Zaten “öykü içinde öykü” veya “öyküler dizisi” yazmayı düşünüyordum. Yarattığım döngüsel ortamın, Hedil’in düzleme gidip gelmesinin ve her defasında başka bir tür olarak doğmasının bana sağladığı avantaj da bu yapıyı destekliyordu. Hedil anlattığı her hikâyeye karşılık Ahzem’den bir günahını anlatmasını istedi. Bu da oyunun matematiğini kurmama yardımcı oldu. Yani bu biçim benim için biçilmiş kaftandı diyebilirim. Bu kararı verdikten sonra Binbir Gece Masalları, Decameron, Canterbury Hikâyeleri gibi tanınmış örnekleri tekrar araştırdım. Tabii hikâye değil oyun yazdığımın da farkındaydım. Anlatı bölümlerini kısa tutup bu öyküleri diyalog bölümleriyle bütünleştirmeye çalıştım. Neden bu yapıyı ve çerçeve hikâyeyi sevdiğimi ve böyle kolay benimsediğimi ise oyunu yazdıktan sonra bir Antakya ziyaretinde fark ettim. Bir sohbet esnasında annem bana kısa bir hikâye anlattı. Bu hikâyeyi daha önce duymamıştım ama hikayedeki kişileri, mekânı ve bu kişilerin başka birçok macerasını biliyordum. Çok komik bir hikâyenin bir şekilde devamıydı. Birdenbire bunun bir çerçeve anlatı yapısında olduğunu fark ettim. Farkında olmadan yıllarca bu tip hikayeler dinlemişim. Farkına vardıktan sonra anneme çocukluğundan hatırladığı hikayeleri anlattırma çabasına girdim tabii. Ayrıca bilinir ki Antakya’da reenkarnasyon hikayeleri de çok anlatılır. Öldükten sonra başka bir bedende tekrar dirilme, bilginin ve hafızanın reenkarnasyonu gibi. Bu konu çok uzun bir konu ama yine çocukluğumdan beri dinlediğim reenkarnasyon hikayeleri, Hedil karakterini ve “göl” ortamını oluşturmamı kolaylaştırmış olabilir. Benim çerçeve hikayem Ak Ana’ya yani dünyanın yaratılışına kadar gidiyor.

T.S: Evet Hedil o nedenle oyunda çok farklı bir karakter, bin yıl içinde insan dahil birçok tür olarak döngüdeki varlığıyla çok şey deneyimliyor ve anlatıyor. Onu sahnede ilk olarak rakun hareketlerini hatırlamaya çalışırken tanıyoruz, özlemle… ancak sonra farklı temsillerde, zamanlarda ve öykülerde karşımıza çıkıyor. Zamanı bu denli çeşitlendirmesen bu gerçekler ve varlıklar da görünmez olacaktı sonuçta. Biraz öyküye dönelim istersen ve öyküdeki diğer zamanlara…

S.B. İkinci zaman, on beş yıl önceki dönem. Bunu Ahzem’in yaptığı telefon konuşmaları ve oyunun sonlarına doğru Hedil’in yaptığı bir açıklamadan anlıyoruz. Bu telefon konuşmalarını, hikâyenin anlatım kronolojisini bölerek geçmiş zamana geri dönülmesi yani flashback yöntemiyle verdim. Aynı zamanda bu konuşmaları sahneleri bölmek için de kullandım.
Ahzem, yılan olan Hedil ve insan olan Nilüfer, on beş yıl önce bir şekilde gölde bir çarpışma yaşıyorlar. Bu çarpışma Hedil’i ve Nilüfer’i tür değiştirmeye zorlarken seyirciyi de mitolojik zaman, geçmiş zaman (on beş yıl önce) ve günümüz arasında bir bağlantı kurmaya davet ediyor. Bu şekilde bugün on beş yaşında bir çocuk olan Hedil’in ve elli yaşındaki Ahzem’in göl kenarında karşılaşma sebebini sezdirmek istedim. Bu zamanların yanında Hedil ve Ahzem anlattıkları hikayelerle çeşitli geçmiş zamanlara ve yaşanmışlıklarına da gidiyorlar. Oyunda bir de gelecek zaman kullanımı var. Hedil karakteri sıklıkla o gün o göl kenarındaki işi bittiğinde yapacaklarından bahsediyor. Buna mahallenin akıbeti ve mahallelinin yakın gelecekte “kanal” karşısında alacağı tavır da ekleniyor.

Çiçek Kalkışması oyunundan bir kare...
FOTOĞRAF: Volkan Ercan

T.S: Gelelim Ahzem karakterinin temsil ettikleri ve Nilüfer ya da erkek şiddetiyle yok edilen gerçek kadınlara. Ancak oyunda bunlar oldukça örtük ve gizemli. Sanki bir bilmece gibi çözülmeyi bekliyor. Sürekli gerçeklikle gerçek üstünün/mitin arasında gidip geliyoruz. Ama her zaman bir şekilde ya sezgilerimiz ya da bilincimiz devreye giriyor. Sonuçta her şeyi birbirine bağlayabileceğimiz bütüncül bir bakış açısı oluşuyor. Bence mit bu anlamda hem önemli bir stratejik seçim hem de estetik bir unsur olarak karşımıza çıkıyor.

S.B. Aklımda iki odak vardı. Birincisi, İstanbul’un çeşitli yerlerinden görseller ve onlardan bir türlü ayıramadığım bir cümle: Buralar sular altında kalacak. Bu kadar basit olmamalıydı. İkincisi ise uzun zamandır sorduğumuz bir soru: Gülistan Doku nerede? Bunlara bir cevabım yoktu ama dedim ya en azından failleri tanıyordum. Doğa ve kadın kıyımına sebep olan ataerkil düzen ve kapitalizmdir. Mücadele edilmesi gereken bu sistemdir. Bu sistemden de genel anlamda kimlerin fayda sağladığı ortada. Failler işte bu düzenden fayda sağlayanlar. Failleri birleştirebildiğim noktada oyun fikri ortaya çıktı ve Ahzem karakterini yarattım. Nilüfer karakterini yaratırken de aklımda Gülistan vardı. Gülistan’ı bir suyun (Munzur Baraj Gölü) içinde arıyorduk. Bu yüzden onu da gölde yaşayan nilüfer çiçeğiyle özdeşleştirdim. Bütün bu görseller ve fikirler ile kendi “göl” hikayem bir şekilde birleşti. Nilüfer’in yaşadıkları ya da Ahzem’in minibüs macerası bölümünde anlatılanlar oldukça sert ve şiddet barındıran olaylar olmalarına rağmen bunları sahnede görmüyoruz. Şiddeti sahnede yeniden üretmemek adına bu yolu tercih ettim. Elbette başka oyunlarda bunun sahnede anlatılması veya gösterilmesi gerekebilir buna karşı çıkmıyorum. Ama bu noktada bıçak sırtında yürüdüğümüzü ve sınırı doğru çizmemiz gerektiğini düşünüyorum. Benim kurduğum dünyada metin bana sahneye getirmeden şiddeti anlatabilme olanağı verdi bunu da mitin ve gerçeküstü ögelerin kullanımı yardımıyla yaptım.
Ahzem’in Minibüs Macerası adlı bölümde Ahzem, Ahmet adlı şoför arkadaşıyla birlikte minibüsle eve gitmek isteyen bir kız öğrenciyi taciz veya tecavüzle ya da öldürmekle korkutuyor. Oyunun okuması yapıldığında bana minibüsteki kız karakterinin Özgecan’dan (Aslan) mı esinlenildiği soruldu. Minibüs anısı bana ait. Bir benzerini yaşamıştım. Özgecan’ın başına o olay gelmeden birkaç sene önce. Tabii yazarken Özgecan ile kendim arasında çok gidip geldim. Bu iki olay arasındaki benzerliğin bende yarattığı etki büyük.

T.S: Oyunda insan dışında canlılar da kendi anlatılarıyla (Hedil aracılığıyla) temsil ediliyor ve bizlere kendimize ait sandığımız ve her gün daha da zarar verdiğimiz dünya hakkında çok şey söylüyor. Bunları bazı başlıklar altında diyalogların arasına serpiştiriyorsun. Örneğin, Hedil’in Sinek Olma Macerası, Hedil’in Kaplumbağa Olma Macerası vb. Bunlardan kaplumbağanın öyküsü tamamen insanların verdiği zararla ilgili, sinek ise doğanın besin zinciriyle bağlantılı ama aynı zamanda bu başlıklar oyunun kurgusunda da işlevsel. Neler söylemek istersin bu işlevle ilgili?

S.B: Bu bölümleri yazarken eğlendim. Oyun başta tesadüfler silsilesi olarak görünüyor ama aslında hiçbir şey tesadüf değil. Her şeyin sırası geliyor. Hedil’in anlatmak için seçtiği hikayelerin sebeplerini oyun açıldıkça görüyoruz. Ayrıca oyun yazarken titiz olmam gerektiğini ve hiçbir bölümün işlevsiz olmaması gerektiğini biliyordum. Bu nedenle hoşuma gittiği için anlattığım bir hikâyenin bile metnime nasıl bir katkısı ve işlevi olabilir acaba diye kafa yorup bir şeyler bulana kadar uğraştım. İşlevi olmayan bölümleri de elimden geldiğince metinden uzaklaştırdım.

T.S: Oyunda daha önce de vurguladığım gibi ikili karşıtlıkları yok ederek eril düşünme biçimine alternatif bir düşünme biçimi söz konusu. Yaşam-ölüm ikilemine getirdiğin bakış da buna dahil. Bu ikiliği, yarattığın dünyada döngü, düzlem vb. kavramlarla çözüyorsun? Diğer yandan kendi düşünsel birikimde bunun karşılığı var mı?

S.B: Doğa ve insan arasında hiyerarşinin değil de ilişkiler ağının olduğunu biliyorum. Bunu ön plana çıkaran eko-feminist diyebileceğimiz bir ortam yaratmaya çalıştım. Doğayı merkeze koyan ve aktivizmi de içeren bu felsefede derinleşmek istiyorum. Bu oyun üzerine düşünmek özellikle bu açıdan beni çok besledi. Yarattığım dünyada doğa acımasız değil ama kendini savunacak kadar bilinçli ve etkin.

T.S: Gelelim oyunun sonuna ve politik açılımına… Yani mitik/evrensel olanın yerel ve politik olanı ifşa ettiği ve sislerinin arkasından billurlaşan ve görünür olan gerçek meselelere…

S.B. Yerel ve politik anlamda ifşa olan sisteme entegre olmuş ve sistemin onu kullanmasına izin veren Ahzem karakteri. Burada erkek cinsiyle bağlantılı olmayan hatta sistemin onları da mağdur ettiğini gösteren bir son var. Ahzem, artık hiç kimseyle iletişiminin kalmadığı ve sistemin işine yaramadığı bir noktada bir kenara atılıyor ve oyunda da eski mahallesindeki bu göl kıyısına kaba tabirle, tükürülüyor.

T.S: Feminist oyunlarda seninkine bir de eko-sosyalist bakış açısını ekleyebiliriz, her zaman bir umut olmalı. Her şeye karşın umudu nereye koyuyorsun? Kanal’a, yok edilen türlere, kadın cinayetlerine karşın… Bir de oyunun sonunda yine döngüyü tamamlayan bir intikam var. Buradaki şiddet sistematik eril iktidar şiddetinden çok farklı?

S.B: Oyunu çözümsüz ve önerisiz bitirmek istemedim. Çiçekli Göl mahallesinde bir direniş olacak. Umudu ilk olarak bu direnişe yerleştiriyorum. Bunun yanında en sevdiğim sözlerden birini söylemek istiyorum: Su akar yatağını bulur. Bunu mecaz anlamda değil gerçek anlamda söylüyorum ki buna hep birlikte çok şahit olduk. Doğanın dengesiyle şaka olmaz. Olursa da Hedil’in dediği gibi: “Ak Ana çaresini bulur.” Burada Ak Ana doğanın kendisi zaten. Oyunun sonunda döngüyü tamamlayan intikam, öldürülen bir kadının doğanın yardımıyla aldığı intikamı gibi dursa da bu kadarla sınırlı değil. Aynı zamanda şunu demek istiyor: Doğa bu saldırılara karşılık muhakkak bir öz savunma yapacaktır. İşte oyun sonrasında seyircinin bu düşüncelerle ve kadın dayanışmasının ürettiği bir diğer sloganla salondan ayrılmasını isterim: “Kadın kadının yurdudur.”

İşte oyun sonrasında seyircinin bu düşüncelerle ve kadın dayanışmasının ürettiği bir diğer sloganla salondan ayrılmasını isterim: “Kadın kadının yurdudur.”

T. S: Umarım oyun en kısa zamanda sahnelenir ya da okura ulaşır. Çiçek Kalkışması’nın sahnelenme şekline dair bir düşüncen, planın veya hayalin var mı?

S.B. Şu an oyunum herhangi bir yönetmen veya tiyatro tarafından çalışılmıyor. Tabii ki ilk istediğim metnimin dikkat çekmesi ve sahnelenmesi. Sahneleme şekline gelince yazarken hep ekonomik düşündüm. Gerekirse sahnede sadece iki oyuncu ve bir bank ile oynanabilecek bir oyun yazdım. Işık ile günü zamanlara bölebiliriz ve ses olarak da orman seslerini duyabiliriz. Oyuncuların kostümlerini de beyaz ya da gri, ayrıntısız kostümler olarak tahayyül ettim. Oyundaki ayrıntıların daha çok hikayeler, diyaloglar ve oyunculukla ortaya çıkacağını düşünüyorum. Tabii bütün bunlara ben değil yönetmen karar verecek. Metnimi bir yönetmene verip sonrasında neler olacağını bekleme düşüncesi de beni heyecanlandırıyor. Hayalime gelince; oyunun İstanbul’da gerçek bir göl kıyısında sahnelendiğini hayal ediyorum. Belki de bir nilüfer mevsiminde. Gerçek orman sesleri eşliğinde.

T.S: Oyunu epeyce açtık, tabii daha birçok ayrıntı, simge, gösterge vb. var ama senden son bir şey söylemeni istesem oyunla ilgili ya da senin kişiliğinle yazarlığını buluşturan meselenle ilgili ne derdin?

S.B: Oyunun ön plana çıkmasını istediğim en önemli iki meselesi var. İkisi arasında kesinlikle ayrım yapamadım. Biri Kanal yani İstanbul’da yapılacak olan Kanal Projesi biri de kadın cinayetleri. Bu ikisi arasında hiçbir fark görmüyorum.


Bu söyleşi TEB Oyun Dergisi’nin 43. sayısında yer almıştır.

Yazar Hakkında / Tijen Savaşkan

Yorum yap

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin