Dirmit: Bir Varoluş Mücadelesi
‘’Deniz! Ben bu eve, bunların arasına doğmasam da, başka bir evlere doğsam, acaba nasıl olurdu?’’ Dirmit
Latife Tekin, 1983 yılında yayınladığı Sevgili Arsız Ölüm romanında, 60’lı yıllarda köyden kente göçen bir ailenin büyük şehirde tutunmaya çalışmasını, fantastik öğeler içeren ‘’büyülü gerçekçilik’’ diliyle anlatır. Kendisi de çocukluk çağında şehre göçmüş bir ailenin ferdi olan yazarın, yaşamından ve tanıklıklarından izlerin de bulunduğu anlaşılan romanda, doğaüstü olaylar ve varlıklar da yer alır. Beş çocuklu, eğitimsiz aile üyelerinin erkeklerin tesisatçılıktan mafyalığa uzanan iş bulma ve tutunabilme, kadınların ev içinde var olmaya çalışmaları anlatılır. Köylüler ve aile içi ilişkilerdeki kopukluklar, birbirinin hayatına müdahaleler, korku ve şiddet, olduğu gibi yansıtılır.
Tiyatro Hemhâl’den Hakan Emre Ünal ve Nezaket Erden tarafından düzenlenen metin, küçük kız Dirmit’in gözünden tiyatroya uyarlanmış. Romanda büyük bir yer tutan köy bölümü ve göçü hazırlayan nedenler atlanmış; kent yaşamı anlatılıyor. Köy, artık geçmişte kalan ve özlem duyulan eski bir tanıdık olarak konumlanıyor. Erkeklerin zanaat sahibi olma ve eve para getirme, kadınların şehre ve yeni duruma uyum sağlama çabaları Dirmit’in anlatıcılığıyla 2016 yılından bu yana sahneleniyor. Metne komik unsurlar da eklenerek ana bağlamdan kopmadan, ağır ve şiddet içeren eylemleri dengeleme ve hafifletme sağlanıyor.
Dirmit’in dua okuyarak uyuma çabalarıyla açılan sahnede, Kepçe isimli yeşil bir saksı çiçeği ve Dirmit’in dışında hiçbir şey bulunmuyor. Sadece onları aydınlatacak kadar ışık kullanılıyor ve seyircinin, anlatılanları ve betimlenenleri imgeleminde canlandırması sağlanıyor. Boşluk ve loş ortam, aynı zamanda Dirmit’in yalnızlığını da vurguluyor. Tek odalı evin bir köşesinde uyuyabilen, dikiş makinesinin üzerinde ders çalışabilen ve her yaptığına, giydiğine, tüm eylemlerine müdahale edilip, ‘’Anan değil, baban değil, boşla gitsin,’’ sözüyle ve kaba kuvvetle, tehditle vazgeçirilen Dirmit, pes etmeyip her seferinde ‘’Durur muyum? Durmadım,’’ sözüyle bulduğu yeni amacını anlatıyor.
Aile, anne Atiye, baba Huvat ve ağabeyler Seyit ve Halit’le karısı Zekiye, Nuğber Abla, Dirmit ve Mahmut’tan oluşur. Nuğber ve Zekiye sessizce koşullara boyun eğer, ev içinde dikiş-nakış, halı dokuma ve ev işleriyle meşgul olurlar; düzen içinde hiç var olamazlar. Seyit, şirket kurmayı hedefler ama sermayesi olan alet takımları hep satılır. Halit, kendisinde mühendis tipi olduğunu söyleyip, T cetveliyle dolaşır, karısı Zekiye’den vazgeçer, mahalledeki köylülerine alay konusu olur. Mahmut, berber, terzi, camcı, kaplamacı çıraklığı yapar, hiçbirinde tutunamaz. Atiye, Dirmit’in okumasını ister ama onun meraklı olmasına, soru sormasına, şehir hayatına ayak uydurmasına müdahale eder. Arkadaşı Aysun’la müzik dinleyip dans etmesi ve eteğini kısaltması sorun olur, yasaklanır. Radyo dinler, radyo pencereden atılır. Voleybol oynar, yasaklanır. Şiir yazar, şiirleri ortada okunup alay edildikten sonra defteri yırtılır. Kitapları babasının danıştığı hoca tarafından zararlı görülür, yırtılıp sobada yakılır. Bütün bu yasakların uygulanmasını annesi sağlar. ‘’Terbiyesini vermek’’ üzere ailenin erkeklerinin önüne hep annesi tarafından atılır ve dövülür. Annesi, Dirmit ergenliğe girdiğinde âdet olduğu üzere ‘’kötü yola düşmesin’’ diye yüzüne tokat atar. Okuduğu kitaptan etkilenip uykuda sayıkladığı ‘’vikingler’’ anneye göre cinlere karışmanın göstergesidir, sebep olan kitapları yaktırır. Radyodaki müziğe eşlik ederek oynadığında, ‘’Genç kız dediğin oturur. Cinlerin derneğinde düğün mü var?’’ sözüyle engelleyip, radyoyu pencereden attırır. Anne, kızı için tek bir olumlu yaklaşımda bulunur; derslerini çalışıp okuluna gitmeli ama meraklı olmaması, sorgulamaması koşuluyla. Dirmit o kadar yalnızdır ki saksıdaki çiçek, kuşkuş otu, artçı kuş, tulumba, sokak, köpek karı, rüzgâr ve denizle konuşur.
Anne, büyüler, hurafeler, dualarla evdeki herkesi yönlendirir. Kocası ile zaman zaman çatışsa da onun herkesi pes ettirecek silahı vardır; Azrail’le konuşması ve pazarlık etmesi. Kontrolü kaybettiğinde ‘’ölüm döşeği’’ devreye girer, aileye öleceğini ilan edip vasiyetini söyler, sonra Azrail’i yenip(!) iyileşiverir.
Ataerkinin ve geleneklerin kuşattığı coğrafyamızda, 60’lı yılların göç akını şartlarında var olma çabası içinde devinen bireylerin, en yakınlarının, bilmeden kendilerinin kendilerine yaptıkları kısıtlama ve baskılarla zaten zor olan koşullardaki hayatlarını cehenneme çevirmelerini gördüğümüz oyun, bugün de on yıllar sonra da güncelliğini koruyacak gibi görünmektedir.
Sahnelemede, romanın özgün anlatım diline ve ana izleğe uygun olaylar Dirmit’in ağzından anlatılıyor. Nezaket Erden, aile fertlerini, olayları anlatırken acı ve komik unsurları hızla peş peşe sahneliyor ve oyunun temposu hiç düşmüyor. Aysun’la teypten dinledikleri ‘’Kır gönlünün zincirlerini’’ şarkısını oyun boyunca defalarca kullanıyor. Üst üste tekrarlar, anlamı zayıflatmakla birlikte, Aysun’la gizlice karşıdan fısıltıyla söyledikleri sahne ile tüm aileye isyan ettiği, ‘’cinlerini üzerlerine salacağı tehdidiyle’’ hepsinin bu şarkıyı söylemesi ve dans ettirmesini istediği sahnede tamamen komik unsur olarak bir önceki sahnenin gerginliğini gideriyor. Annesinin uykudayken kontrol etmeye kalkıştığı ve Dirmit’in bedeninin ve uykusunun bile kendisine ait olamamasına isyan edip kasılıp titrediği, ancak çığlık atarak kendine gelebildiğini anlattığı sahnedir bu. Erken olgunlaşan siyah bir üzüm anlamına gelen adı gibi yaşadıkları yüzünden mecburen erken olgunlaşıyor.
Bir gün anne gerçekten ölüm döşeğine yattığında kızına, ‘’Her şeyi onun iyiliği için yaptığını, anne olunca anlayabileceğini,’’ söyler. Onu hırpalamasının nedeni, düzenin dışına çıkarsa zarar görme ihtimalidir. Son sözleri, ‘’Oku adam ol, kimselere boyun eğme,’’ olur.
Ataerkinin ve geleneklerin kuşattığı coğrafyamızda, 60’lı yılların göç akını şartlarında var olma çabası içinde devinen bireylerin, en yakınlarının, bilmeden kendilerinin kendilerine yaptıkları kısıtlama ve baskılarla zaten zor olan koşullardaki hayatlarını cehenneme çevirmelerini gördüğümüz oyun, bugün de on yıllar sonra da güncelliğini koruyacak gibi görünmektedir. Oyun, seyirciye bu durumu sorgulatmaktadır. Elli yıl öncesinin çocuklarının kaderini, kederini ve hüznünü bugünün çocukları da yaşıyorsa, onların çocukları için de benzer acılar devam edecek midir? Dirmit’in denizle dertleşirken düşündüğü gibi ‘’başka aileye doğsa’’ mutlu olabilme şansını yakalayabilecek midir? Her zaman bir çıkış bulunabilecek midir?
Bugünün ve yarının Dirmit’leri, hedeflerine ulaşmalarını engelleyen, kısıtlayan koşullar, gelenekler ve ataerki temsilcisi aile bireyleri yüzünden erkenden olgunlaşmak zorunda kalsalar da, ‘’Duracaklar mı? Durmazlar. Düşünmek de yasak değil ya!’’ Öyle değil mi?
TEB Oyun Dergisi 38. sayının tamamına ulaşmak için tıklayınız.
Tiyatro Hemhâl ile ilgili geniş kapsamlı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Bu yazıyı yer işaretlerinize eklemek ister misiniz?