Esmeye Başlayınca Üşüdüm / 02.09.2023 Günlük

14.00 gibi meydandaydım. Hiç sevmediğim, cebime biraz para girsin diye yaptığım iş için, cebime biraz para girsin diye gittiğim çok kötü bir iş görüşmesinden iki saat önce çıkmış, ekiple buluşacağım saati beklemek için bir kahve dükkânında oturup uzun uzun ağlamıştım. Kendimden uzaklaştığım, yaptığım işten uzaklaştığım, sürekli olarak sömürüldüğüm, bunun karşılığında hiçbir şey kazanmadığım bir dönem. Kostüm için, ışık için, dekor için para bulamadığım günler. Provalarda yediğimiz yemeklerin hesabını yapmak. Çok sevdiğin o işin, bir salon dolu oynasan da bırak kiranı ödemeyi, o akşam yiyip içtiğini bile karşılamaması. Umutsuzluk. Beklentiler. Gerçekler. Hissetmeyi bir kenara bırakarak sadece hayatta kalmaya odaklandığım aylar. Vücuduma değen rüzgârı en son ne zaman hissettiğimi hatırlamıyorum. 

TEB Oyun Dergisi’nin Atatürk Kitaplığı’nda gerçekleştirdiği “Başka Türlü Nasıl Güzelleşir Bu Akşamüstleri?” etkinliğinden bir kare.

Bir süredir kendimi hayatta başarısız olmuş gibi hissediyorum. Yeni öğrendiğim bir his bu. Okuduğum kitaplar, öğrendiğim diller, meraklarım, heveslerim, arzularım, kalemim… Yedi yüz kelimesine üç kuruş verdikleri kalemim. Para eden bir meziyetim yok. İstanbul’da tuvaletsiz odaların kirası on bin lira. Dekor çok pahalı. Yemek çok pahalı. Sahne kiraları çok pahalı. Herkes umutsuz. Su bile çok pahalı. Herkes gergin. Herkes mutsuz. Ben de mutsuzum. Ben de umutsuzum. Yazdıklarımı bitiremiyorum. Kelimelerimin yerleri karışıyor. Beynimin iki yanı birbirine giriyor sanki. Artık kalemim de yok. 

14.00 gibi meydandaydım. Benim için etkinlik, saati gelmeden başladı. Önce ekipten arkadaşlarımla paylaştım durumu. Benzer şeyleri onlar da yaşıyorlardı. Etkinlik için çok heyecanlıydık. Basılmış eski dergiler serildi, yaptırdığımız kartpostallar Atatürk Kitaplığı’nı renklendirdi. Şimdi biraz daha iyiyim. İnsanlar geliyor. Tanıdık yüzler. Tanımadık gözler. Herkes biraz heyecanlı. Etkinlik nasıl olacak acaba? Neye dönüşecek? Kimse henüz bilmiyor. 

Eylem güzel bir özet ve başlangıç konuşması yapıyor. Ardından mikrofonu Yaşam devralıyor. İkinci cümlesi gibi gözlerim doluyor. İnsan kendini en çok acı çekerken özel sanıyor bence. Sadece kendisi yaşıyor bunları, ona özel sanıyor. Özel ve yapayalnız. Yaşam’ın konuşmasında durumun böyle olmadığını anlamaya başlıyorum. Ekonomik kriz, deprem, seçim ve tüm bunların arasında devlet ve toplum nezdinde ‘değer’ kaybeden tiyatro. Kırmızı sandalyeler var bahçede. Tam elli tane. Arkada da masalar var. Orada neredeyse yetmiş kişiyiz. Neredeyse yetmiş kişinin birden Yaşam’ın ikinci cümlesinde gözleri doluyor. Aramızda görünmez bir ip var gibi hissediyorum. Birbirimize bağlıyor. 

Esra Dicle mikrofonu devralarak deprem özel sayısına genel bir bakış sunuyor. Esra Dicle’nin konuşması, tiyatronun ‘’Nasıl?’’ını eşelerken hem gerçekleri yüzümüze vuruyor hem de umut vadediyor. Ardından Sevinç Çalhanoğlu’nun şiirlerinde kayboluyorum. Etkinliğin kalbindeyse, benim bugün oturup bu yazıyı bitirmemi, uzun süre sonra herhangi bir şeyi bitirmemi sağlayan açık mikrofon var. Eylem bugünün nasıl’ını düşünürken bize ilham veren şeyleri sorarak tüm katılımcıları mikrofonu almaya davet ediyor. Sessizlik. Kimseden çıt çıkmıyor. Aslı kalkıyor sonunda ayağa. Sayı için yazdığı “Hafifliği Ölüm Kanatlarının” metnini okuyor. Yazma sürecinden bahsediyor. İsmene’nin sözcüklerinde kayboluyoruz. Aslı konuşurken ağaçlar bile ses çıkarmıyor. Ardından Sinem Çakal sayı için yazdığı performans metninden bir parça okuyor. Sırayla bir sürü katılımcı çıkarak kendi yazdıklarını ya da bu süreçte onlara güç veren alıntıları okuyor. Maalesef isimleri değil, okudukları cümlelerin ağırlığını hatırlıyorum. Ağırlığını ve bana verdiği umudu. Ağırlığını ve beni etkinlik sonrası bir gece yarısı kalemimi alıp yazmaya sevk edişlerini.

Dilşad Aladağ’ın TAKLAK performansıyla bitiriyoruz etkinliği. TAKLAK, gittiği hiçbir yere tam anlamıyla ait olamayanların hikâyesi. Aynı zamanda gittiği hiçbir yere tam olarak ait olmayan bir performans. Evini hiç ev bellememiş olan benim kalbime dokunuyor. Son birkaç yıl, hepimiz için kayıplarla dolu. Arkadaşlarımız yurt dışına gidiyor. Arkadaşlarımız para kazanamadığı için başka sektörlere yöneliyor. Arkadaşlarımız şehir değiştiriyor. Arkadaşlarımız enkaz altında kalıyor. Arkadaşlarımız ölüyor. Evi arıyoruz. Her gün eve dönüyoruz. Evimiz başımıza yıkılıyor. Yeniden arıyoruz. Tüm bunların arasında insanların ve anıların yasını tutmaya vaktimiz kalmıyor. Her şey çok hızlı değişiyor. Oturup düşünmeye ve hissetmeye vaktimiz yok. Nereden başlayacağımızı bilmiyoruz, ne zaman biteceğini öngöremiyoruz. 

Aralardan birinde, etkinlik üzerine REKA Kolektif ekibiyle konuşuyorum. Etkinliğin iyi geçtiğini, geldikleri için çok mutlu olduklarını söylüyorlar. Hep birlikte bu konuların etrafında gezinmenin, birlikte düşünmenin iyi olduğunu söylüyorum. Ekipten Ceren Kaçar’sa, “Konuşmasak, yan yana dursak, el ele tutuşsak bile bana yeter”, diyor. Etkinlik boyunca konuşmasak da yan yana oturduğumuz insanlardan güç alıyoruz. Birbirimizin gölgesinde teselli buluyoruz. Acı çekerken, hissederken ve düşünürken yalnız olmadığımızı anlıyoruz. Dört saat boyunca birbirimize umut oluyoruz. Artık esiyor. Vücuduma değen rüzgârı hissediyorum. Üşümeye başlıyorum.

Yazar Hakkında / Yüsra Yüce

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin