Felaket Zamanlarında Psikodramanın Rolü
Yaşadığımız büyük deprem felaketi, fiziksel ve maddesel yıkımlarının yanı sıra hepimizi en kırılgan olduğumuz noktadan, güven duygumuzdan vurdu. Birdenbire yıkılan dünyamızda gelecekten umudumuzun kalmadığı bir noktaya bakarken bulduk kendimizi. Ancak yine de düştüğümüz o karanlık kuyudan çıkıp yola devam etmeliydik ki yaralarımızı saracak gücü bulabilelim. Hem de mümkün olan en hızlı şekilde yapmalıydık bunu, sistem bize bunu dayatıyordu çünkü. Acılarımızı, yasımızı, kaygılarımızı bir kenara bırakıp yola devam etmemiz konusunda uyarıyordu bizi. Peki bu kadar büyük bir felaketi nasıl unutabilir, nasıl atlatabilir ve hayatımıza kaldığımız yerden nasıl devam edebilirdik? Psikolojik yardımlar ve psikodrama uygulamaları, böylesine büyük bir felaketin ardından hayatımıza devam edebilmemiz için en önemli destekçilerimiz olabilirdi. Ancak bunlara nasıl ulaşabilir, nasıl destek alabilirdik?
Tam da bütün bu sorular üzerine felaket zamanlarında kültür sanatın rolünü ve “nasıl” iyileşeceğimizi tartıştığımız bu sayımızda, özel bir alan olarak “psikodrama” konusuna yer vermek istedik. Bunun üzerine sürecin başından beri deprem bölgesinde yaptığı çalışmalarla deneyimlerini aktaran İstanbul Psikodrama Enstitüsü başkanı sevgili Deniz Altınay ile sohbet ettik.
RÜMEYSA ERCAN: Öncelikle bizlere kendinizden, İstanbul Psikodrama Enstitüsü’nden, neler yaptığından ve amaçlarından bahsedebilir misiniz? Psikodrama kavramını nasıl anlamalıyız?
DENİZ ALTINAY: Ben Deniz Altınay, Ankara doğumluyum, üniversite eğitimlerimi Ankara’da tamamladım. Psikoloji eğitimlerime başladığım dönemlerde hemen hemen eşzamanlı olarak psikodrama grup psikoterapisine ilgi duymaya başladım ve daha sonraları bu alanda uzmanlaştım. Alanda çalışmalara başladıktan kısa süre sonra Ankara Grup Psikoterapileri Enstütüsü’nü, daha sonra da İstanbul Psikoterapi Enstitüsü’nü kurdum. Psikodramanın bir alt alanı olan İstanbul Spontanite Tiyatrosu yine benim öncülüğümde İstanbul’da kuruldu. Bunun dışında alana beş kitap kazandırdım ve çok yazarlı çeşitli kitaplar da bölümler yazdım. Türkiye’de çocuk psiko denemesi biriminin ve sisteminin de kurucularındanım. Bir süredir Dünya Grup Psikoterapileri Derneği’nin (IAGP) yönetim kurulu üyeliğini yürütmekteyim.

Deniz Altınay
İstanbul Psikodrama Enstütüsü yaklaşık 30 yıldır Türkiye’de çalışmalarını sürdüren büyük bir grup psikoterapisi enstitüsüdür. Psikoloji alanının uzmanları enstitümüzde iki ila dört yıl süren eğitimlere katılarak grup psikoterapisi uzmanı olmaktadırlar. İstanbul Psikodrama Enstiüsü’nde grup psikoterapisi eğitimlerinin yanı sıra yetişkin psikodrama grupları, çocuklar için psikodrama grupları yapılmakta ve bireylere bireysel psikodrama uygulamaları sunulmaktadır. Psikodrama yalnızca bireyleri değil toplumu da ilgilenir. Bu nedenle tüm toplumsal tramvalara psikodrama ve sosyodrama yöntemleriyle müdahale oldukça etkin sonuçlar vermektedir. Toplumun ruh sağlığı yerinde değilse bireylerin de ruh sağlığı yerinde olamaz.Psikodrama grup psikoterapisi hızlı ve etkin bir eylem yöntemidir. İçinde dört ana kuramı barındırır. Bu kuramlar rol kuramı, spontanite kuramı, sosyometri kuramı ve tele kuramı olarak adlandırılırlar.İçinde sağlam bir an felsefesi ve güçlü bir dünya görüşü barındırmaktadır.Psikodrama,bir tanıma göre; gerçeğin dramatizasyonla yeniden keşfedilmesidir. Bir başka tanıma göreyse Psikodrama, sosyal atomların iyileştirilmesidir. Sosyal ortam hayatımızdaki önemli kişilerin modellemesidir. Duygu dünyamıza giren tüm insanların diyagramıdır. Psikodramanın kurucusu Jacob Levi Moreno insanın bir grup içinde hastalandığını yine şifanın da başka bir grup içinde bulunabileceğini varsayarak bu sistemi geliştirmiştir. Bu alanda daha fazla bilgi için Nobel Yayıncılıktan çıkmış kitabım Psikodrama El Kitabı iyi bir kaynak olabilir.
R.E: Yakın zamanda yaşadığımız deprem felaketinde sizlerin de depremden etkilenen bölgelerde çalışmalar yaptığınızı gördük. Bu felaket ciddi şekilde kitlesel bir travmaya neden oldu. Bu noktada psikodramayı nasıl konumlandırabiliriz? Psikodrama bireysel ve toplumsal açıdan nasıl bir iyileşme sağlayabilir?
D.A: Depremden hemen sonra oluşturulan büyük bir yardım grubuyla çalışmaları başlattık. 400 psikodrama grup psikoterapisti, 200 diğer alanlardan terapistler ve 200 kadar alan dışı gönüllü bu çalışmalar için başvurdular. Ekiplerin hızlıca eğitilmesinden sonra yüzlerce depremzedeye bireysel ve grup yardımları iletildi ve iletilmeye devam ediliyor.
Deprem büyük bir toplumsal travmadır. Bütün diğer travmalardan farklı olarak bu dünyadaki en önemli yer olan evimiz, en önemli psikolojik gerçeklik olan iç dünyamız ve ilişkilerimizin var olduğu çevremiz sarsıldı ve yıkıldı. Ev, bizim için güvenli alan olarak dünyadaki varlığımızın devamı, büyüme ve gelişme için önemlidir. Dünyada güvenli olduğumuzu bize hissettiren bu yer aynı zamanda ve büyük oranda geçmişimizin yani anılarımızın bir başka deyişle kişisel ve aile kültürümüzün mekânıdır. Bu nedenle kayıplar yıkıcı etkilere sahip olmuştur. Deprem travması iki büyük alanda sarsıntı yaratır. Birincisi bireysel alandır, ruhsal aygıtımızda büyük bir sarsıntı yaratmaktadır. İkincisi toplumsal alandır ve toplum da travmatize olmaktadır.
Psikodrama Grup Psikoterapisi’nin kurucusu Jacob Levi Moreno, travmayı yalnızca zorlayıcı yaşantıların neden olduğu ve kişinin iç dinamikleriyle ilgili olarak değil, aynı zamanda kişiler arası ilişkiler ve toplumsal süreçler bağlamında var olan bir olgu olarak da tanımlamıştır. Psikodrama bütün diğer travmalarda olduğu gibi deprem travmasında da son derece etkin bir yöntemdir. Deprem tramvasında hem birey, hem toplum aynı anda etkilenir ve her iki gruba da müdahale etmek gereklidir, buysa ancak grup psikoterapisi yöntemleriyle yapılabilmektedir. Tek tek bireylere yardım sunmak hem ekonomik değildir hem de toplumun bütününü gözden kaçırmamıza sebep olur. Psikodrama Grup Psikoterapisi kişilere yeniden güvenlik duygusunu yaratmak, kayıplarıyla baş etmelerini sağlamak, cesaretlerini arttırmak, kaybolan umutlarını yeniden kazanmak için birçok olanak sunmaktadır. Travmanın büyük öğretici etkisinden faydalanmak kaçınılmaz bir zorunluluktur.

İstanbul Psikodrama Enstitüsü’nün çalışmalarından bir kare.
R.A: Psikodrama çalışmalarında birincil ve ikincil travma yaşayan grupları ayırıyor musunuz? Çalışmalarınızın içerikleri bu iki grup arasında nasıl bir farklılık gösteriyor? Bu çalışmaları gerçekleştirirken nasıl organize ediyorsunuz?
D.A: Deprem travmasında birincil ve ikincil travma yaşayan gruplar birbirlerinden birçok sebeple farklıdırlar. Birincil travma yaşayanların travma sonrası stres bozukluğu gösterme olasılığı ikincil travma yaşayanlara göre daha fazladır. Deprem travmasında ikincil travma yaşayanların sayısı birincil travma yaşayanların sayısından katbekat fazlaydı. Genellikle her iki grubun ayrı ele alınması daha uygun olur. Birbirini anlayan insanların aynı gruplarda bulunmaları avantajlıdır. Ve fakat çalışmaların içeriklerinde de bazı farklılıklar görülebilir. Hem birincil hem ikincil travma yaşayanların aynı temalardan etkilendiklerini biliyoruz. Bu etkilenme düzeyleri birbirlerinden farklı olabilmektedir. Bireysel yardımlarda ise her iki gruba da benzer yardımların sunulduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Grupların organizasyonları çoğunlukla yardım sunulan bölge, yardım sunulan kişilerin yaş aralığıyla bağlantılı olarak organize edilmektedir. Daha birçok pratik sebeple bu organizasyonlar birbirinden farklılıklar göstermektedir. Deprem sırasında yardım sunanlar da travmatize olmuşlardır, onlar içinse farklı organizasyonlar yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. Tüm kurtarma ekipleri bu süreç içinde travmaya maruz kalmışlardır. Onlarla da ilgilenilmesi gereklidir.
R.E: Deprem bölgelerine gerçekleştirdiğiniz psikodrama çalışmalarının etkilerini yaş gruplarına göre nasıl değerlendirebilirsiniz?
D.A: Gerçekleştirdiğimiz travma yardım çalışmaları doğal olarak yaş grupları gözeterek yapılmaktadır. Bunun sebebi de bu travmanın her yaş grubunu farklı farklı etkiliyor olmasıdır. Çocuklar, yetişkinler ve ergenler kendi ruhsal gelişim yapılarına bağlı olarak travmalardan farklı etkilenirler.
Travma sonrasında yetişkinlerde depresyon, anksiyete bozuklukları ve TSSB en çok görülen ruhsal sorunlardır. İnançlar sarsılır ve farklı düzeylerde nevrotik rahatsızlıklar gözlemlenebilir. Yetişkinlerin yas tutma repertuarları, belli adımlar izleyerek onların kayıplarla baş etmelerine yardımcı olabilir. Travma Sonrası Stres Bozukluğu tanısı almış yetişkinlerse, ki bu tanı ancak travmanın üstünden yeteri kadar bir süre geçtikten sonra konulabilir, birçok bedensel yakınma, kaçınma davranışları ve kaygı sorunları yaşarlar. Buna karşılık çocuklarda yas tutma repertuarı yeteri kadar bulunmaz veya çok kısıtlıdır. Onlar hızlıca eğlenceye ve oyuna kaçmak isterler ve çocuklarda bir dışavurum olarak kâbuslar/terör rüyaları, kaygı sorunları, çeşitli fobiler, ilişki sorunları ve sosyalleşme sorunları, ifade sorunları, kendini dışa vurma cesaretinde azalma, çekingenlik, sosyal fobi, saldırganlık, çeşitli kaçınma davranışları, okul başarısızlıkları görülebilir.
Travmaya maruz kalan ergenler de normalden daha fazla tepkisel davranabilirler. Güçlü içe kapanmalar ya da absürt dışa vurumlar kendini gösterebilir. Ergenlik dönemi kişilik gelişiminin devam ettiği bir dönem olduğu için bu travma kişilikte bazı sıkıntılara yol açabilir. Aynı tehlike çocuklar için de bulunmaktadır. Bu nedenle travmadan yaklaşık bir ay sonra psikoterapi yardımları çok önemlidir. Travmanın hemen arkasındansa ilk 15 gün yapılacak olan psikolojik ilk yardım hem depremzedeler hem de gönüllü yardım gruplarına mutlaka sunulmalıdır. Psikolojik ilk yardım sunulması daha sonraki yardımlarda travma etkilerinin biraz daha kolay tedavi edilmesini sağlamaktadır.

R.E: Bütün bunlarla birlikte deprem bölgesinde bu zorlu görevi üstlenen sizler ve ekibiniz açısından süreç nasıl işliyor? Uygulamalar sırasında sizi zorlayan noktalar nereler?
D.A: Depremden sonra başlayan psikolojik yardım süreçlerinde çalışanlar özenle korunmalıdırlar. Yardımı sunan psikoterapi ekibi mümkün olduğu kadar kendi tramvalarıyla ilgilenmiş ve bu konuda destek almış olmalıdırlar. Bu nedenle tüm ekiplere öncelikle kısa bir psikolojik yardım sunmayı ihmal etmedik. Travmatize olanlarla kurulan yakın ilişki travmanın etkilerinin bir miktar terapiste geçmesine sebep olur. Bu uygulamalar sırasında umut aşılamak ve yas, kayıp süreçleriyle çalışmak oldukça zorlayıcı süreçler olarak değerlendirilmelidir. Belirli aralıklarla uzmanlarla yapılan süpervizyon destek çalışmaları çok önemlidir. Bir başka deyişle yardım edenlere yardım grupları düzenlemek gereklidir. Enstitü olarak tüm yardım verenlere yardım grupları düzenleyerek bu zorlukların üstesinden geldik. Bu tür travmalardan sonra oluşan büyük öfke her zaman çalışmaları güçleştirebilir. Tramvayı yaşayan herkes bu duygularını özgürce ifade etmeli ve ancak toplum bu şekilde şifa bulmalıdır.
R.E: Depremden sonra nasıl bir süreç bizi bekliyor?
D.A: Yeniden inşa döneminin 3 ila 5 yıl süreceğini öngörmek yanlış olmaz. Psikoterapistler, eğitimciler ve psikolojik danışmanlar birlikte sorumluluk üstlenmelidirler. Depremden etkilenen büyük bir kesim okullarda bulunmaktadır. Eğitim kurumlarında psikolojik danışmanlar, tüm eğitmenlerle psikoloji disiplininin arasındaki köprüyü kurmaktadırlar. Bu köprü doğru bir pedagojik yaklaşımla eğitimin sürebilmesinin ön koşulu olacaktır. Eğitimciler tüm topluma, toplumun kendi kültürel yapılarına sadık kalarak güvenin inşası, yaşamdaki seçimlerin önemi, bilginin araştırılmasının ve kullanılmasının gerekliliği, sürekli eğitim alışkanlığının oturtulması, eğitimin en önemli unsurunun öğretmen olduğu gerçeğinin oturtulması ve daha da önemlisi, tüm eğitim kurumlarında asıl hedefin iyi ilişki kurmak ve iyi insan yetiştirmek olduğu gerçeği konusunda öncü olmalıdırlar.
Bugün ihtiyacımız olan şey, her şeyden fazla insanlığımızı hatırlamak ve onu korumak olmalıdır. Birlikte olan, birlikte hisseden ve birlikte yapan bir topluluk ve insanlık tüm sorunların üstesinden gelebilir. Bu yolun öncüleri doğal olarak psikoterapistler ve eğitimciler olacaktır. Bu süre insanların yeniden anlam oluşturmalarını zorunlu kılmaktadır. Deprem travması hayatımızdaki birçok anı altüst etmiş durumdadır. Nobel Yayıncılık tarafından yayınlanmış olan An kitabım bu konuda rehber niteliktedir. Eğer hayatımızda anlam yoksa bu büyük bir motivasyon kaybına, güçlü bir depresyona sebep olabilmektedir. İyileşmek için yeniden an’da olmaya ve anlam bulmaya devam edebilmeliyiz.
R.E: İstanbul Psikodrama Enstitüsü bünyesinde “İstanbul Spontanite Tiyatrosu” adında bir tiyatronuz var. Nedir bu “spontanite” kavramı? Burada nasıl çalışmalar yapıyor, neler üretiyorsunuz?
D.A: İstanbul Spontanite Tiyatrosu’nu 1999 yılında İstanbul’da kurdum. Esasen Spontanite Tiyatrosu Psikodrama Grup Psikoterapisi’yle aynı kavramları kullanan iki kardeş uygulamadır. Psikodrama tedavi ve kişisel gelişimle ilgilenirken Spontanite Tiyatrosu bu kavramların topluma öğretilmesi için öncü bir görev yerine getirir. İnsanda bulunan üç kozmik olgu ön plana çıkar, bunlar yaratıcılık, spontanite ve eylemdir. Spontanite yeni durumlara uygun tepki, eski durumlara yeni tepki olarak tanımlanır ve fakat doğuştan getirdiğimiz fizyolojik bir özelliğimiz olduğu da unutulmamalıdır. Birey ancak yaratıcı ve spontan olursa ruh sağlığı yerinde olabilir ve bu sayede yaşam içinde doyumlu bir süreç onu bekler.Spontanite Tiyatrosu’nda herkes katılımcıdır. Oyuncular, müzisyen, yönetici ve seyirciler tüm üretimde birlikte yer alırlar. Spontanite Tiyatrosu seyircilerin duygularını, düşüncelerini, öykülerini ve çatışmalarını oynar. Seyirciler kendilerini çok kıymetli bir aynada izleme şansını yakalarlar. Her sene yaptığımız gösterilerle yaklaşık 25 yıldır çok büyük kitlelere ulaştığımızı söyleyebiliriz. Spontanite Tiyatrosu hakkında daha detaylı bilgi almak isteyenler benim Nobel Yayınevi’nden çıkmış olan Spontanite Tiyatrosu kitabıma başvurabilirler.
Bu yazı TEB Oyun Dergisi’nin 2023 Bahar / Yaz (47/48) “Nasıl?” konulu özel sayısında yer almıştır.