Feminist Mizah Anlayışı
Sarı saçlı, kibar görünümlü çok güzel bir kadın televizyonda röportaj yapıyor. Kadın Programda soruları kendinden emin bir tavırla yanıtlıyor. Görüşlerini hiç çekinmeden açık açık dile getirmesi, düzgün ve güzel konuşması, açık yürekliliği ve cesareti, beden dilini kullanma biçimi, uygun yerlerde gülümsemesi, kendisine “hocam, hocam” diye hayranlıkla sorular soran genç sunucuyla şakalaşması, kendisini rahatsız eden konularda hoşnutsuzluğunu dile getirmesi, görüşlerini somut örneklerle mantıksal bir çizgi içinde açmaya çalışması ilk bakışta etkileyici. Gelelim bu modern görünümlü yazarın söyleminde yer alan düşüncelere: Kadın ve erkek eşit değildir, eşit olsaydı Cenab’ı Allah tek kişi yaratırdı; yaratılış özelliklerinden dolayı görevleri de farklıdır; kendilerine feminist süsü veren bir çok kadın eşitlik adı altında bütün bedeli erkeğe ödetmeye çalışmaktadır; bazı erkekler de naiflikleri ya da iyi niyetleri ile kadınların hegemonyasına girmektedirler, böylelikle genetikleri bozulmuştur; feministler yalnız ve sevgisizdirler; kadın kayırmacılığına karşı erkek haklarının mutlaka korunması gerekmektedir. Görücü usulü evliliklerin azalmasından sonra şiddet artmıştır; insanlar içki içip birbirlerini öldürmekte, buna karşılık alkol içmeyenleri ötekileştirmektedir. Beni şaşırtan kadının söylediklerinden çok, çünkü bu tür söylemlerle son yıllarda sürekli karşılaşıyoruz, söyleyiş biçimi ve dış görünümüydü. Kısaca söyledikleri ile görünüşü arasındaki karşıtlıktı.
Bundan birkaç yıl önce Memleketimden Kadın Manzaraları adlı belgesel kara mizah oyunumu yazmıştım. Bu oyunda insanı giderek kıskaç altına alan baskıcı ve otoriter sistem yine kadınların açısından anlatılıyor. Çünkü bu sistemin altında en çok kadınlar eziliyor. Onların yaşadıklarını gündeme getirdiğimizde yaşadığımız toplumla ilgili ipuçları kendiliğinden ortaya çıkıyor. Amacım baskıcı bir sistemde kadınların nasıl oradan oraya savrulduklarını göstererek bu sistemi besleyen zihniyete ve ideolojilere mizah yoluyla dikkat çekmekti. Yaşadığımız olaylar da büyük oranda kendiliğinden mizahi olanı, dahası absürt olanı içinde barındırıyor. Önemli olan bunu iyice görünür kılarak biçimlendirmekti. Böylece oyunu yazarken abartıya ve çarpıtmaya dayanan kara güldürü sahnelerden geniş çapta yararlandım. Bu oyunun baş kişisi Muhafazakâr Yaşam Koçu Aliye absürt görüşleriyle bu kadına benziyordu.
“Muhafazakâr Yaşam Koçu Aliye: Çalışan kadının kadınlığı mutlaka arızalıdır. Arızalı kadını da malum kimse almaz. Çamaşır makineniz arızalandığında ne yaparsınız? Ya tamire verirsiniz ya da yenisini seçersiniz. Ama imkânınız varsa tabii ki yenisini tercih edersiniz. Bazı erkekler kollarını sıvayıp alet edevatla tamire girişmekten pek hoşlanırlar, ama bunlar istisnadır. Ayrıca başarılı olup olmayacakları da meçhuldür, çünkü arızalı kadınların beyni kat kat pas tutmuştur. Tornavidayla kurcala, çekiçle vur boşuna. Demek ki kadının çalışması, kadın açısından hiç de vacip değildir. Arızalı diye bir köşeye atılmayı kim ister ki! Bir de soruna erkeğin açısından bakalım: Çalışan kadın erkekler açısından ne gibi sorunlara yol açar?
Öğrenci: Hocam kadının çalışması tacize yol açıyor. Bayanlar erkeklerin işlerini çalarak onları taciz ediyorlar. Ayrıca iş hayatında ortada olmaları, erkeklerin rahat davranmasını engelliyor. Erkekler aralarında muhabbet bile edemiyorlar. Amcam anlatıyordu geçenlerde. İş yerine bayan gireli işler ters gidiyormuş. Bir uğursuzluk başlamış.
Muhafazakâr Yaşam Koçu Aliye: Meleklerin gazabıdır yavrucuğum. Kadınların erkek işine karışması melekleri kızdırmıştır haliyle… Ama önemli bir husus daha var ki, onu da unutmayın. Erkeğin gözü her zaman açtır… Kadının çalışması o zaman başka neye yol açar?
Öğrenci: Fuhuşa Hocam. Çünkü bayanların sesi ve görünüşü erkekleri doğal olarak tahrik eder.
Muhafazakâr Yaşam Koçu Aliye: Doğru ama küçük bir nokta daha var. Çalışan kadın sadece erkeği mi fuhuşa zorlar?
Kader (başka bir öğrenci): Çok affedersiniz ama kendi de yapar, Hocam. Çalışan bayan kocasını aldatır, nefsine hâkim olamaz. Arızalı olduğu için zaten onu kimse almayacağından, bir erkek görmeye dursun, zıvanadan çıkıp hayvan gibi üstüne atlar.”1
TV deki modern görünüşlü kadınla oyunumun başkişisi Aliye arasındaki tek fark Aliye’nin türbanlı olmasıydı; bu açıdan Aliye’den de çarpıcıydı. Kadını dinlerken şöyle bir not düştüm: “Bu kadın dikkatinizi çekti mi? Memleketimden Kadın Manzaraları oyunumdan çalıntı, oyunumun baş kişisi Muhafazakâr Yaşam Koçu Aliye’yi yüzde bin taklit ediyor. Onun için bu kadına dava açacağım”. Bu notumun altında da ‘gülen adam’ simgesini ekledim.
Programın linkini ve notumu sosyal medyada yazar, gazeteci, yayıncı, öğretim üyesi, tiyatrocu, sinemacı, sanatçı arkadaşlarımla paylaştığımda gelen tepkiler şaşırtıcıydı. Birçok kimse (yaklaşık yüzde doksanı) benim alaylamamı (ironi) anlamamıştı. Kadının Aliye’yi taklit etmesinin hiç de etik olmadığını, bunun çok ayıp olduğunu, en azından dipnot vererek benim kitabıma göndermede bulunması gerektiğini, dava edilmesinin yerinde olabileceğini, böyle insanlara bulaşılmaması gerektiğini, böyle bir konuşmayı ciddiye almanın bile absürt olduğunu, benim tiyatro oyunumu okuduktan sonra bu kadın ile oyundaki Aliye figürünü karşılaştıracaklarını söylüyorlardı. Gerçekten çok şaşırmıştım, çünkü benim düştüğüm notta nereden bakılırsa bakılsın hiçbir mantık yoktu. Nasıl olur da bir yazar gerçek bir kişinin kendi yarattığı kurmaca birini taklit ettiğini iddia edebilir? Dahası bu nedenle dava açmaya bile kalkar? Bu başlı başına bir saçmalık değil mi? Öyleyse bu yanlış anlamanın nedeni ne olabilirdi?
Okuyucularımdan biri “Bu kadın şaka gibi” diyerek önemli bir noktaya işaret ediyordu. “Öylesine yapay bir figür ki söyledikleri o kadar oradan buradan alınmış absürt şeyler ki neden senin tiyatro oyunundaki kara mizah karakteri taklit etmesin?” Belki de yaşadığımız toplumda gerçek olan öylesine absürtleşti ki gerçek ve mizah iç içe geçiyor, bu da mizahı anlamamızı zorlaştırıyor. Öte yandan içinde olduğumuz sert ve saldırgan hava, insanların sürekli olarak birbirleriyle kutuplaşma yaratmaları ve savaş halinde olmaları, yaşadığımız baskılar yaptığım mizahı anlamayı yine zorlaştırmıştı. Tabii başka bir şey daha vardı, benim sosyal konumum, kimsenin aklına benim alaylama yapacağım gelmemişti, ayrıca kadınların mizah yapması bizde pek alışıldık bir şey değil.
Bizde sorunlara kadınların penceresinden bakan feminist bir mizah anlayışı daha yeni yeni tomurcuklanıyor. Bu açıdan da kadınlar bu konuda ölçülü davranmaya, dikkati çekmemeye, kışkırtıcı olmamaya özen gösteriyorlar. Mizahtan yararlansalar da kabul görülebilecek sınırlar içinde kalmaya dikkat ediyorlar, ataerkil ve cinsiyetçi sistemi radikal bir biçimde sorgulayan eleştirel yaklaşımlardan, kısaca kışkırtıcı bir duruştan çoğunlukla kaçmayı tercih ediyorlar. Söz konusu bir tiyatro oyunuysa bu büyük oranda oyunun hangi koşullarda, nerede, nasıl sahneleneceğine de bağlı. Sözgelimi oyun Devlet Tiyatrosu gibi bir devlet kurumunda sahnelenecekse otosansür de kolaylıkla devreye girebiliyor.
Öte yandan ataerkil toplumda kadınlar öylesine bir adaletsizlik içindeler ki, öylesine büyük acılar ve haksızlıklar yaşıyorlar ki tiyatroda olsun, film ve dizilerde olsun özellikle kadınların yaşadığı acılara odaklanılıyor, bu adaletsizliği tetikleyen sistem ise yeterince sorgulanmıyor. Adaletsizliği eleştirel açıdan irdeleyebilmek için bir üst bakış geliştirmek gerekiyor ki bunun yeterince gelişmemiş olduğunu görüyoruz. Oysa eleştirel bir mizah anlayışı buna büyük çapta fırsat veriyor.
Bu gelişmeye pek şaşmamak gerek. Çünkü yüzyıllar boyu mizah anlayışı erkeklerin tekelindeydi. Espri patlatmak, fıkra anlatmak, dalga geçmek erkeklerin alanıydı. Erkek hep güldüren kadın ise gülen rolündeydi. Bu mizahın konusu da çoğunlukla kadınlardı. Çok sevdiğim sinema yönetmeni Frederico Fellini’nin filmlerinde kadınlar hep eril klişelerin çerçevesinde karikatürize edilerek ele alınır. Koca popolu kadınlar, hayat kadınları, komik kadınlar Fellini filmlerinin başrolündedir. Bir de tersi bir sahne düşünelim: Bugün kadınlarda yine ataerkilliğin ağır basmasıyla moda olan tanga modasının tam tersi gelsin gözümüzün önüne, kadınlar mazbut şortlarla plajda dolaşırken erkeklerin popolarını sergileyerek en güzel popo yarışmasına katıldıklarını, jürinin de sadece kadınlardan oluştuğunu düşünelim. Erkeğin bedeninin kadının dilediği gibi hüküm sürebileceği bir mal olarak sergilenmesi düşüncesi bile eril sistemin kurallarına öylesine ters düşüyor ki böyle bir sahne çok rahatsız edici olabilir. Bu nedenle ataerkil kuralları tersyüz eden bu tür bir mizah anlayışı ya yok sayılıyor ya da marjinalleştiriliyor.
Ya da biraz daha politik bir sahneyi gözümüzün önüne getirelim: 8 Mart’ta kadın hakları adı altında yürüyüş yapan bir grup kadını, kadın erkek eşittir ama erkek daha da eşittir, kadın öncelikle annedir sonra eş, sonra kadın; kadının özgürlüğü kocasına bağlıdır; özgür kadını savunuyoruz, buna sonuna kadar inanıyoruz; ister başımı açarım ister kıçımı kimse bana karışamaz; kocamdır döver de sever de, bundan sana ne; dayak yeme hakkımı engelleyemezsiniz gibi pankartlarla yürüdüklerini, güvenlik güçlerinin de kadınlara tekme tokat yerine çiçekler ve alkışlarla refakat ettiklerini hayal edelim. Her gün kadınların dayak yediği ve öldürüldüğü bir ortamda bazı kadınların bu alandaki duyarsızlığını mizah yoluyla sergileyen böyle bir sahne acaba nasıl karşılanırdı?
Her iki örnekte de eleştirel bir bakışla ataerkil dünyanın tersyüz edilmesi geniş çevrelerce hiç de hoş karşılanmayacaktır kuşkusuz. Ataerkil sistemde kadın görünen, erkekse gören konumundadır. Kadının bedeni kendine değil erkeğe aittir. Kadın muhafazakâr bir kesimden geliyorsa kapanacak, modern bir kesimden geliyorsa da bedenini cömertce sergileyecektir, bunu öylesine doğal karşılıyoruz ki tersini hayal etmek bile yadırgatıyor. Öteki örneğe gelince günümüzde birçok kadın eril söylemi öylesine benimsemiş ki bundan zararlı çıkanın yine kendisi olduğunun bilincinde bile değil. Kadınların dayak yeme özgürlüğü için yürümeleri imgesi mizah yoluyla bu gerçeğe parmak basıyor.
Feminist bakış bir kez kazanıldıktan sonra ataerkilliği hedef alan bir mizah anlayışı gelişiyor. Almanya’da komedyen ve kabareci genç kadın oyuncu Sarah Bosetti’nin erkek dünyasını ters yüz eden politik gösterileri buna güzel bir örnek veriyor. Bu gösterilerinden en çarpıcısı Bosetti’nin kadınları hedef alan dijital nefret saldırılarını alaya alması. Dijital platformdaki anonim saldırı mektuplarını malzeme olarak kullanarak erkeklere aşk mektupları yazan Bosetti’nin parodileri çok beğeniliyor. Gösterilerinde kadın düşmanlığından yabancı düşmanlığına, faşizmden dijital saldırılara karşı günlük yaşamdan her şey parodi konusu olabiliyor.
Almanya’da feminist bakışın getirdiği farkındalıkla birlikte farklı bir pencere açılıyor. Buna feminist edebiyat eleştirisi de ilginç bir örnek veriyor. 2019’da Almanya’da edebiyat eleştirisinin eril ve cinsiyetçi olduğu, kadınların yazdıklarından çok dış görünüşlerinin betimlendiği düşüncesiyle kadın yazarlar Twitter’da bir kampanya başlatıp (Hashtag dichterdran) aynı dil ve üslupla erkek yazarlar üzerine yazmaya başlıyorlar. Bu parodi ve alaylama öyle bir beğeni kazanıyor ki bu kampanya etkisini günümüzde de sürdürüyor.2 Bizde de alaylama ve parodi aracılığıyla sosyal medya ve magazin dünyasının eril ve cinsiyetçi bakışı eleştirilebilirdi. Çünkü gün geçmiyor ki kadın dizi oyuncularının güzelliklerini, seksiliklerini sergileyen fotoğraflar ve yazılar çıkmasın. Konuya kadınların açısından bakarak uygun görsel malzemeyle erkek oyuncuların kıvrak bedenlerinden, gösterişli bacaklarından, pazulu kollarından, geniş omuzlarından, muhteşem kıçlarından, etkili bakışlarından söz edebilirdik, sanırım bu konuda yeterince parodi malzemesi bulmakta pek sıkıntı çekmezdik.
Sonuçta tiyatrodan edebiyata, edebiyat eleştirisinden sosyal medyaya kadar ataerkil ve cinsiyetçi bir dünyada yaşıyoruz. Bu açıdan eleştirel mizah anlayışında da yüzyıllardan beri erkeklerin baskın olduğunu görüyoruz. Bizdeki mizahcılara da baktığımızda Haldun Taner’den, Aziz Nesin’e, Ferhan Şensoy’a kadar hep erkeklerin baskın olduğunu görüyoruz. Bu yazarlarda da mizah çoğu kez kadınlar üstünden gelişiyor. Sözgelimi Aziz Nesin’in kadınların ötekileştirildiği bazı öyküleri ve oyunları ya da Ferhan Şensoy’un cinsellikle dolup taşan eril dili ve gücünü bu dilde bulan mizah anlayışı, Haldun Taner’in ataerkilliğin kadına dayattığı klişeler çerçevesinde karikatürleştirdiği kadın tipleri buna çok çarpıcı örnekler vermiyor mu? Kadınların eleştirel mizah alanındaki arayışlarının feminist kadın hareketiyle birlikte başladığını söyleyebiliriz. Bu nedenle sadece bizde değil batı toplumlarında da kadın mizahçılara ender rastlıyoruz.
Dipnotlar:
1) Zehra İpşiroğlu, Memleketimden Kadın Manzaraları, S.25, İstanbul 2017
2) Antonia Diederich, Wenn Frauen Über Maenner schreiben,www.hypotheses.org 2022
TEB Oyun Dergisi’nde yer alan diğer deneme yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.