Genco Belgeseli
Genco Erkal yaşamını tiyatroya adamış gerçek bir aydın ve ülkemizin ender evrensel değerlerindendir.
Senaryosunu kendi yazdığı Genco Belgeseli tam da bunu anlatıyor. Yönetmeni Selçuk Metin, görüntü yönetmeni Uğur İçbak, Fazıl Say’ın müziği hep birlikte Genco’nun hakkını veriyorlar. Uzun belgeselin çarpıcı görüntüleri ve özgün kurgusu bizi perdeye mıhlıyor ve bir solukta da bitiveriyor. Genco yürüyor ve yürürken durup bizimle sohbet ediyor, tiyatrosunu, yaşamını paylaşıyor. Kameranın yalın, oyunsuz, kristal gibi saydam görüntüleriyle peşinden gidiyoruz. Genco’nun senaryosunun düz çizgide, lineer bir anlatımı yok. Özgün bir kurgusu var. Tiyatro serüveniyle dopdolu yaşamını kronolojik anlatmıyor. Düşünür gibi, konuşur gibi kendi çağrışımlarıyla ilerliyor. Sekanslar son derece dinamik bir kurguyla değişiyor.
Zehra İpşiroğlu Genco Belgeseli için TEB Oyun Dergisi’ne yazmamı isteyince severek kabul ettim. Belgesel hakkındaki izlenimlerimi ben de bir nevi serbest çağrışımlarla paylaşmaya çalışacağım.
Genco’nun tiyatrosunda temel taşlarından biriyle bağlantılı, çok etkilendiğim bir sahneyle başlıyorum:
Asma yapraklarının üstünde güneş… Genco’yu arkadan görüyoruz. Güneşten gözlerimiz birlikte kamaşıyor. Fazıl Say’ın Nazım Oratoryosu’ndan “Yaşadım diyebilmek için”in tınılarını duyuyoruz. Eminönü’nde 17. yüzyıldan kalan Ali Paşa Hanı’ndayız. Asmalar ve Genco ikinci katta… Genco’nun bu mekanla ilişkisi çok özeldir. Sadece Han ailesine
ait olduğu için değil; “Nazım’ı düşündüm burada” diyor. “Nazım’ı çok yerde oynadım ama gözüm hep Han’ın avlusundaydı. Burayı Bursa Hapisanesi’nin mekanı olarak düşledim. Yeğenim Selen Erkal mimari tasarımını yaptı. 250 kişilik bir tiyatro oldu. Yaşamaya Dair oyunumuzu ilk kez burada oynadık. Olağanüstü bir atmosferi vardı o tiyatronun. Prömiyerden birkaç gün sonra Gezi Olayları başladı.”
Genco Yaşamaya Dair’i Nazım’ın şiirlerinden uyarlamıştı. Yıllardır Tülay Günal’la birlikte her yerde oynuyorlar. “Güneşin sofrasındayız, dostların arasındayız..”
Genco’nun Nazım Hikmet’le ilişkisi de çok özeldir; “Haydarpaşa’dan yola birlikte çıktık. 50 yıldır gidiyoruz.” Genco artık Nazım Hikmet’in adeta sesi, sözü, nefesidir.
Genco’nun Nazım’dan ilk okuduğu şiir 1960’ların başında Kuvvayi Milliye Destanı’ydı; “İlk okuduğumda çarpıldım, titriyordum” diyor. Genco, 1976’nın 1 Mayıs’ında Taksim Meydanı’nda Nazım şiirlerini binlerce insana okuyordu. “Kerem gibi…”, “Ben yanmasam/ sen yanmasan…” “Akın var/güneşe akın…” “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür…”
2001 Genco’nun Nazım şiiriyle ilişkisinin doruklarından biriydi. Kültür Bakanlığı ‘nın Fazıl Say’a ısmarladığı Nazım Oratoryosu’nda şiirleri okuyor, şarkıları söylüyordu. Oratoryo’yu ilk kez Devlet Senfoni Orkestrası ve Korosu seslendirmişti. Sahnede ilginç bir ironi vardı. Devlet Korosu Genco’yla birlikte haykırıyordu:
“Eğer siz vatanseverseniz/ yazın/…..Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ!..”
2002; Nazım Hikmet’in doğumunun 100. yıldönümüydü. Bu nedenle Unesco 2002’yi Nazım Hikmet yılı ilan etmişti. İKSV Tiyatro Festivali direktörü Dikmen Gürün Nazım’ı anmak için Genco’dan bir oyun istemişti. Genco şiirlerden ve şarkılardan bir Nazım’a Armağan oyunu kurgulamış, yönetmiş ve kendisi de Nazım’ı oynamıştı. Oyun Rumelihisarı’nın güzelim tarihi mekanında sahneleniyordu. Nazım’a Armağan oyununun önemli bir özelliği Türk tiyatrosunun kadın yıldızlarını bir araya getirmesiydi; Yıldız Kenter, Ayla Algan, Zeliha Berksoy, Işık Yenersu, Tilbe Saran, Zuhal Olcay, Jülide Kural, Zeynep Tanbay, Sema Moritz.
Rumeli Hisarı ne yazık ki artık bir tiyatro değil. Sahnede hep yıkık duran minarenin çevresine mescit yapıldı. Vaktiyle Hisar’ın içinde evler ve insanlar varken yaşayan mescit artık cemaatsizdir.
Genco Nazım Hikmet’in başka bir doğum gününde tıklım tıklım dolu Spor ve Sergi Sarayı’nda Nazım şiirleri okuyordu yine sahnede. “Gitarımı alıp geliyorum” diyen ünlü Amerikalı folk şarkıcısı Joan Baez ve Zülfü Livaneli ile birlikteydi bu kez.
Nazım’ın şiirlerinden oyunlar çıkarmıştı. Ayrıca bir başka tiyatro sevdalısı Mehmet Ulusoy’un Nazım şiirlerinden uyarladığı Sevdalı Bulut’ta baş roldeydi. Sahnede benzin bidonları vardı. Oyun hem gerçeküstü hem geleneksel boyutlara sahipti. Sevdalı Bulut’u önce Istanbul’da Türkçe, sonra Paris’te Fransızca sahnelediler.
Le Monde’un eleştirmeni M. Cournot Sevdalı Bulut’u gördükten sonra “Pariste üç Türk her gece ayakta alkışlanıyor” diye yazmıştı. O üç Türk Nazım Hikmet, Genco Erkal ve Mehmet Ulusoy’du.
Ali Paşa Hanı’nda Yaşamaya Dair henüz başlamıştı ki Taksim’de gençler Gezi Direnişi’yle ayaktaydı.
Genco artık bir beton çölü olan Taksim’de Gezi’yi anlatıyor:
“Kendiliğinden gelişen, mizahın şahlandığı, bir ütopyanın yeşerdiği şeyler yaşadık burada. Taksim Meydanı’nın şu hali yürekler acısı, ruhsuz bir beton yığını… 1976’nın 1 Mayıs’ını hatırlarım hep.. “Hava kurşun gibi ağır” derken bütün meydan hep beraber “ben yanmasam/ sen yanmasan” diye haykırıyordu.”..“Akın var/ güneşe akın/güneşi zapt edeceğiz/güneşin zaptı yakın/ diye devam ediyor ve nihayet “Bir ağaç gibi tek ve hür/ve bir orman gibi kardeşçesine/ bu memleket bizim!” diye inliyordu Taksim meydanı.”
Taksim’den belgeselin en başına dönüyorum. Kuş gibi yükseklerden Beyoğlu’na iniyoruz. Kapalı dükkanlarıyla İstiklal Caddesi ya da eski adıyla Cadde-i Kebir soğuk, ıssız ve gridir. Genco hızlı adımlarla İstiklal Caddesi’nde tek başına yürüyor, sesini duyuyoruz;
“Tiyatrocu’lar bu saatte pek ayaklanmaz. Ben sabahın köründe geçmişimi arıyorum.”
İlk durağımız Karaca Tiyatrosu; “Sahneye ilk kez burada çıktım, Çöl Faresi oyunuyla. İlk kazandığım maaş, ilk profesyonel tiyatroculuğum burada başladı.”
Kenter Tiyatrosu’nda oynuyordu. Yönetmeni Muhsin Ertuğrul’du. “Kenter Tiyatrosu Konservatuar gibiydi. Ustam Yıldız Kenter’di. TV öncesiydi, tiyatronun kral olduğu zamanlardı.” Babasından yalnız bir kez oynamasına izin çıkmıştı. Ama oyunu izledikten sonra tutumları yüz seksen derece değişmişti.
Genco Beyoğlu’nda dünyaya gelmişti. Büyüdüğü apartmandayız. Taksim Meydanı’na bakıyoruz. Annesi eşine ender rastlanan, azimli bir kadındı. Dışarıdan liseyi ve İngiltere’de Kraliyet Terzilik Akademisi’ni de bitirdikten sonra Istanbul’da kurduğu terzi atölyesiyle ünlenmişti. Ayrıca Çamlıca Kız Lisesi’nde ders de vermişti. Genco “Ne çok özelliğimi annemden almışım,” diyor.
Babası edebiyat, klasik müzik seven zarif bir deniz subayıydı. Oğullarına yelkeni, denizciliği ve zor koşullarda asla pes etmemeyi öğretmişti.
İlk okulu Galatasaray’da yatılı okumuştu. Annesi “bu çocuk çok çekingen, biraz açılsın” diye orta okulda Robert Kolej’e göndermişti. Genco yaşamdaki yerini orada keşfedecekti:
“Okulun tiyatro kulübünün başkanı oldum. Babam tiyatrocu olmama izin vermedi.”
Babasıyla yaptığı anlaşmada sözünü
tutmuş, İstanbul Üniversitesi’nde Psikoloji Bölümü’nden mezun olmuştu; “Baba diplomamı kazandım. Orada, kalemde duruyor. İstersen gidip alabilirsin” Genco artık bir tiyatrocuydu. Mesleğinde sadece kendisiyle yarışacaktı.
Genco’nun tiyatro yaşamında üniversiteli gençler olarak1958’de kurulan Genç Oyuncular amatör tiyatro grubu önemlidir. Erdek’te düzenledikleri şenlikte tiyatro, sinema, müzik, konserler vardı. Erdek halkı gençlere çok yardım etmişti. Şenliğe gelen Muhsin Ertuğrul Genco’ya Çöl Faresi’nde rol teklif etmişti. Genco böylece tiyatro oyunculuğuna Karaca Tiyatrosu’nda başlayacaktı.
Karaca Tiyatrosu iki kez yıkılmıştı. Genco betondan ibaret, harap tiyatro salonunda anlatıyor;
“Dostlar Tiyatrosu olarak 22 yıl burada çalıştık. Sonra bizi sokağa attılar. Çünkü oyunlarımızdan rahatsız oldular. Sivas ’93, Kundakçılar gibi oyunlarımızdan..” diyordu.
Orada Marx’ın dönüşü, Aymazoğlu ve Kundakçılar,Yaşasın Savaş, Oyuncu, Buluşma, Can Yücel’in şiirlerinden uyarladığı Can, Nazım Hikmet’in şiirlerinden İnsanlarım ve daha nice oyunlar oynamışlardı.
Genco ilk ödülünü Arena Tiyatrosu’nda oynadığı Aslan Asker Şvayk oyunuyla almıştı. 6. kattaki tiyatro her gece tıklım tıklım doluyordu. Asansörü hep bozuluyor, seyirciler oflaya poflaya 6 katı çıkıyorlardı.
Genco daha sonra Gülriz Sururi Engin Cezzar Topluluğunda Othello, Canlı Maymun Lokantası, Midas’ın Kulakları’nda oynayacaktı. Aynı toplulukla Karaca Tiyatrosu’nda tarihi bir tiyatro olayı yaşamıştı.
Haldun Taner yeni yazdığı Keşanlı Ali Destanı’nı onlara, oynayarak okumuştu.
Genco dinlerken oyuna bayılmıştı. Taner geleneksel tiyatromuzun özelliklerini Brecht’ci bir yorumla kullanıyordu. Sonra Keşanlı Ali Destanı oyununu yönetmiş ve İzmarit Nuri rolünü oynamıştı. Belgeselde heyecanla anlatıyor; “Keşanlı Ali Türk tiyatrosunda tarihe geçti. 1985’te TRT için uyarladım, yönettim ve oynadım.
Hâlâ ara sıra gösterilir” “Karaca Tiyatrosu artık emin ellerde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Karaca’yı onaracak ve tiyatro olarak açacak.”
Genco’nun tiyatro yaşamına damga vuran tek kişilik oyunu Bir Delinin Hatıra Defteri’ydi; “AST bir yıl önce kurulmuştu. Bir Delinin Hatıra Defteri’ni Asaf Çiyitepe’ye götürdüm. Hemen başla dedi.”
İnsanlar önce tek kişilik oyun olur mu diye alay etmişlerdi ama Ankara’da daha ilk gecesinde kıyamet kopmuş, çok beğenilmişti. Genco bu oyunu daha sonra dört ayrı yorumla oynayacaktı. “Bugün 55. yılında hâlâ oynuyorum. Sonra öğrendim ki dünyada da ilk tek kişilik oyunmuş” diyordu.
Genco 1968 yılında tiyatroya bir yıl ara vermişti. Pilleri doldurmak, görgü bilgi arttırmaya Avrupa’ya gitmişti. Dönüş yolunda tiyatrocu arkadaşlarıyla birlikte Dostlar Tiyatrosu’nu kuracaklardı. Genco Erkal, Atila Alpöge, Mehmet Akan, Umur Bugay, Şevket Altuğ birlikte Dostlar Tiyatrosu’nu kurmuşlardı.
Genco belgeselde tiyatrolarının işlevini;
“Bizim Dostlar Tiyatrosu dahil Arena Tiyatrosu ilerici tiyatroların anasıdır” diyordu.
Dostlar Küçük Sahne’de ilk belgesel oyunu Rosenbergler Ölmemeli’yi 1970’de oynamışlardı. Ardından Analık Davası, belgesel oyun Havana Duruşması ve 12 Mart darbesiyle oyun yasaklanmıştı.
Aslan Asker Şvayk’ı 1971’de yeni bir yorumla, darbeye tepki olarak 1981’de Ses Tiyatrosu’nda oynamışlardı. Belgesel bir oyun olan Soruşturma’yı oynarken; “siz asker değil, üniformalı katiller birliğinin üyesiydiniz” sözleri salonda alkış fırtınaları koparıyordu.
Dostlar Tiyatrosu Şişli’deki Ümit Tiyatrosu salonunda bir yandan önemli oyunlar sahneliyor, öte yandan bir kültür merkezi gibi çalışıyordu; “Ümit Tiyatrosu’nda 5 yıl çalıştık ama artık yok. Otopark oldu. Belgesel oyunlara burada devam ettik. Şili’de Av, Alpagut Olayı gibi…”
Dostlar Tiyatrosu’nun oyunlarına saldırılar yasaklamalar başlamıştı. Alpagut Olayı Erzurum turnesinde daha provadayken saldırıya uğramıştı. Güvenlik güçleri tiyatrocuları zar zor kentin dışına çıkarabilmişti. Fethiye’de ise Aziz Nesin’den uyarladıkları Azizname oyununa saldırmışlardı. Genco; “Sonra öykülerinden uyarladığım oyunlar oynadım. Bir Takım Azizlikler gibi…çağdaş meddahlık gibi..” diyor.
Şişli Ümit Tiyatrosu’nda abone sistemi ve bir tiyatro okulu kurmuşlardı. Dostlar’ın çatısı altında, Ruhi Su Dostlar Korosu’nu, Mehmet Akan Hasad Dans Topluluğu’nu kurmuştu.
Yorumu günümüzün Anadolu Ateşi’nden daha derinlikliydi. Salonda Sinematek’in filmlerini gösteriyorlardı.
Dostlar Tiyatrosu o müthiş dinamizmini 10 yıl sürdürdükten sonra ne yazık ki borç, harç iflasın eşiğine gelmişlerdi.Artık kadro değil, prodüksiyon tiyatrosu olmak zorundaydılar.
Genco “Tiyatro salonları inşa edemedik, var olanlara sahip çıkamadık” diyor. “Göçebelik mesleğimizin doğasında… şimdi her gece başka bir salonda oynuyoruz” diyerek tiyatronun günümüzdeki durumunu özetliyor.
Yine kentin göbeğindeki bir ana caddedeyiz. Genco’nun peşinden son yıllarda oyunlarını oynadığı Kenter Tiyatrosu’na giriyoruz. “Burası benim için çok önemli, Kenter Tiyatrosuna sahip çıkmalıyız. Ustam, sırdaşım, Yıldız Kenter’in, eşi ve kardeşinin emeğiyle yapıldı. Ekrem İmamoğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi çok şükür sahip çıktı.”
Karaca’dan sonra Kenter Tiyatrosunu da yok olmaktan kurtardığı için ikinci kez İstanbul Büyükşehir Belediye’sine şükran borçluyuz.
Genco’nun ve Dostlar Tiyatrosu’nun en önemli işlerinden bazıları Mehmet Ulusoy’la birlikte yaptıkları oyunlardı. İlk kez birlikte Bertold Brecht’in Kafkas Tebeşir Dairesi’ni sahnelediler. Genco; “Mehmet Ulusoy’un düş gücü kanatlanmış uçuyordu. Benim için metin, sadelik, berraklık önemliydi. Birbirimizi çok güzel dengeliyorduk” diyor.
12 Eylül 1980 darbesinden önceydi. Kafkas Tebeşir Dairesi’ni oynamaya daha yeni başlamışlardı ki yine bir gece, sabaha karşı radyolarda marşlar, sokağa çıkma yasağı, yeni bir askeri darbe daha gelmişti.
Mehmet Ulusoy’la birlikte Nazım Hikmet’in şiirlerinden Sevdalı Bulut oyununu Paris’te sahnelerken onu gören bir Fransız tiyatro yönetmeni Genco’ya rol teklif etmişti. Genco, Nereye Gidiyorsun Jeremy adlı oyunda 23 ayrı rolde oynamıştı.
Yine Mehmet Ulusoy ile birlikte Paolo Coelho’nun ünlü Simyacı öyküsünü oyunlaştırarak ve önce Martinique Adası’nda, sonra Paris’te ve İstanbul’da sahnelemişlerdi. İstanbul’daki oyun daha başlamadan bir aylık biletleri satılmış, bitmişti.
Dostlar Tiyatrosu oyunlarını 1980’den sonra 10 yıl kadar Tünel’de, Baro Han’ın salonunda sahnelemişti. Baro, salonu toplantılar için de kiralıyordu. O toplantılarda bazı koltukların arkasına sloganlar yazılmıştı. Genco polisin salonu basacağını haber almış, koşarak gidip sloganları silmişti. Baskında sloganlar bulunamamıştı ama Genco göz altına alınmıştı. Selimiye Kışlası’nda işkenceyle tehdit edilmişti. Askeri mahkeme Baro Han’daki Her Gün Yeni Baştan oyununu da yasaklamıştı. Oysa aynı oyun sivil mahkemeden daha yeni beraat etmişti.
1980 darbesiyle Genco, Barış 2 davasında sanık yapıldı, pasaportu iptal edildi. Kazandığı bir yıllık bursuyla, daha vahimi küçük kızı Ayşe’nin açık kalp ameliyatı için Amerika’ya gidemedi.
Genco Erkal 1980’lerde ise sinema filmlerinde oynamış ve ödüller almıştı. At filmini Ali Özgentürk, Hakkari’de Bir Mevsim’i Erden Kral yönetmişti. Filmdeki rolü gereği Hakkari’nin bir köyünde yedek subay öğretmendi. Çocuklar onu gerçek öğretmenleri sanmıştı. Film bitince ayrılırken karşılıklı çok üzülmüşlerdi.
Faize Hücum’un yönetmeni Zeki Ökten’di. Camdan Kalp’i Fehmi Yaşar yönetmişti. Genco bunların yanı sıra İngiliz yönetmen Ben Hopkins’in yönettiği Pazar ve Çağan Irmak’ın yönettiği Prenses’in Uykusu filmlerinde de oynamıştı.
Genco belgeselde “Brecht Nazım’la birlikte beni en çok eğiten yazardır” diyor. Dostlar Tiyatrosu’nun ilk Brecht uyarlaması Mehmet Akan’ın Kafkas Tebeşir Dairesi’nden uyarladığı Analık Davası’ydı. O yıllarda Brecht ülkemizde fazlasıyla didaktik yorumlanıyordu ama Genco, Brecht için “Bence şiirseldir, mizahidir” diyor ve devam ediyor: “En önemli Brecht oyunumuz Galileo Galilei’dir. 12 Eylül ortamında aydın sorumluluğunu vurgular” diyor.
Ardından gelen Yalınayak Sokrates oyunu aynı konunun diğer ucundaydı. Galileo din iktidarı Papalığın baskısına boyun eğerken, Sokrates ölümüne direniyordu.
Genco; “Tiyatro’da 60 yılım, Dostlar Tiyatrosu’nda 50 yılım bitti. 55 oyun yönettim, 80 oyunda oynadım. Bir oyun yazdım. (Sivas ’93). Ayda 20 kez 3 ayrı oyunda oynuyorum” diye tiyatro yaşamını özetliyor. 60 yıl sonra da inanılmaz bir tempoyla tiyatro yapmaya devam ediyor. Değerini teslim eden Ankara/ Çankaya Belediyesi yeni tiyatro salonuna “Genco Erkal Salonu” adını veriyor.
Yine uçuyoruz, masmavi gökyüzünden yemyeşil bir yere iniyoruz. Genco yürüyor, biz de arkasından… Mermer bir kapı pervazından içeri giriyoruz. Afrodisias’tayız.
Genco görkemli antik tiyatronun basamaklarında;
“Ne zaman bir antik tiyatro görsem deliye dönerim”, “Binlerce yıllık tiyatrocu genlerinden herhalde” diyor.
Genco Erkal binlerce yıllık o kadim sanatın çağımızdaki en değerli temsilcilerindendir. Bizi 1.5 saat boyunca o dopdolu tiyatro serüveninde ve yaşamında dolaştırdı. Belgesel ilk kez Ali Paşa Hanı’nda sahnelediği Yaşamaya Dair oyununun finalindeki muhteşem şiirle/ şarkıyla sona erdi:
“Dostların arasındayız/Güneşin sofrasındayız”…
TEB Oyun Dergisi’nin 43. sayının tamamına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Bu yazıyı yer işaretlerinize eklemek ister misiniz?