20 Nisan 2021’den bu yana tiyatro ve gösteri sanatlarının dijital teknolojiler ve çoklu medya ortamlarıyla ilişkisini araştıran, aynı zamanda benim de bir parçası olduğum Dijitallab: Performans projesi; Nisan’da bir seri halinde gerçekleşen altı çevrimiçi seminerle çalışmalarına başladı. Yüksek katılımlı bir şekilde gerçekleşen bu seminer dizisinin hemen ardından dijital teknolojiler, yeni medya, tiyatro ve gösteri sanatları disiplinlerinde çalışmalar yapan 20 katılımcı ve projenin danışmanlarıyla birlikte, Haziran ayında laboratuvar çalışmalarımıza başladık. Laboratuvar süreci halen devam etmekte olan projenin içeriğine dair, küçük bir çerçeve çizebilecek bir sunum hazırlama aşamasındayız. Bu söyleşi dizisinde sizi, Nisan ayından bu yana hem organizasyonel hem de yaratıcı sürecinin bir parçası olduğum Dijitallab: Performans projesine hem geniş bir çerçeveden bakmayı, hem de geriye dönük bir değerlendirme yapmayı hedeflediğim bir yolculuğa çıkarmak istiyorum.

Değerlendirmem için projemizin küratörü, aynı zamanda da Cihangir Akademi’nin sanat yönetmeni Şule Ateş, danışmanlarımızdan Birkbeck Collage’da tiyatro ve performans bölümünde akademisyen Seda İlter ve Koç Üniversitesi Medya ve Görsel Sanatlar bölümünde akademisyen, KARMA Gerçeklik Laboratuvarı eş direktörü Asım Evren Yantaç’la görüştüm.

Şule Ateş (Küratör)

Dijitallab: Performans Projesi’ne başlamaya nasıl karar verdiniz?

Karantina başlamıştı ve hepimiz zorunlu olarak evde oturuyorduk. Artık dijital performanslar üreterek ya da dijital gösterimler yaparak, işimizi devam ettirmek zorunda kalabileceğimizi fark ettik ama dijital performans/tiyatro nasıl yapılır, dijital dramaturgi nedir, bilmiyoruz. Bir yerden de başlamak gerekiyor diye düşündüm ve bir ‘video performans’ üzerine çalışmaya karar verdim. Elimizin altındaki en kolay ulaşılabilir teknolojilerden biri, video teknolojisi şimdilik…

Pınar Göktaş’la Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur’u yeni oynamaya başlamıştık. Bir çalışma alışkanlığımız vardı. Pınar’ın kamera ile de arası çok iyi. Hem oyuncu hem de yönetmen olarak kamerayı tanıyor. Online bir prova ve çekim sürecini onunla deneyebilirim diye düşündüm. Benim için, öncelikle ‘dijital dramaturgi’ üzerine bir araştırma ve keşif süreciydi bu proje. Çeşitli dijital montaj programlarını kullanarak, oyuncuların karantina dönemlerini anlatan, 6 kısa hikâyeyi, yine oyuncularla ve görsel tasarımı yapan İn Situ’yla birlikte tasarladım ve çektim. Cihangir Akademi Youtube kanalından izlenebilir. Prova, çekim ve montaj sürecini çevrimiçi olarak yürüttüm. Çekimleri oyuncular kendi cep telefonlarıyla yaptılar. Hepimiz için, son derece eğitici bir süreç oldu.

Zaten yıllardır ‘anlatı’nın farklı formları üzerine çalışıyor, araştırıyorum. Bazen sadece beden kullanarak anlatı kurma imkânlarını araştırdım; bazen geleneksel anlatı formlarını teknoloji kullanarak güncellemeyi denedim; bazen bir anlatıcı – oyuncu yaratmaya odaklandım. Şimdi de dijital teknolojileri kullanarak bir ‘anlatı’ kurma yollarını araştırıyorum.

Karantina2020 videolarına bu linkten ulaşılabilir:

Karantina2020 ile aynı sıralarda, fiziksel mekânla, dijital ortamın birlikte kullanılacağı hibrit bir performans üzerine de düşünmeye başladım. İç mekânlarda buluşamıyorduk ama dış mekânlarda bir araya gelebilirdik.

Aynı zamanda, dijital dramaturji üzerine bir eğitim programının gerekliliği üzerine de düşünmeye başladım. Dijital tiyatro, dijital performans, dijital dramaturji kavramları havada uçuşmaya başlamıştı ama bütün bunlar ne anlama geliyordu? Daha önce kim ne yapmıştı? Ortada, Burcu Yasemin Şeyben’in kitabı dışında, Türkçe bir kaynak bile yoktu. Hâlâ da yok gerçi. Bir bilgi havuzu oluşturmak istedim. Hem kendim bilgiye ulaşayım hem de bu bilgiyi paylaşayım istedim. Kamuya açık, geniş katılımlı seminerlerle genel bir çerçeve çizdik. Bu seminerler için çok fazla olumlu geri dönüş aldım. Çok kişi çok yararlandığını söyledi. Laboratuvar sürecinin tamamını da kaydederek videolar hazırladık. Böylece, araştırmaya katılan 22 kişi dışında kalanlar da bir fikir elde edebilsinler istedim.

Bu proje ile hem dijital performans teorisine dair bilgi ediniyoruz hem de bir pratik geliştiriyoruz. Ayrıca birbiriyle pek de teması olmayan iki ayrı disiplinin sanatçıları, yani tiyatro ve yeni medya alanının sanatçıları birbirini tanıyor ve birlikte çalışıyorlar. Bu etkileşim, yeni kapılar açacak ve yeni iş birlikleri yaratacaktır diye düşünüyor ve umuyorum.

Bu proje ve bu projeye benzer çalışmalarınızın zamansal, mekânsal ve ekonomik geleceği ve sürdürülebilirliği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Dijitallab: Performans, bağımsız dijital bir sanat platformuna dönüşsün ve bu tür projelere danışmanlık ve prodüksiyon desteği versin istiyorum fakat bunun için öncelikle ekipman edinmem gerekiyor. Kurumsal bir yapıya sahip olmak ve sürdürülebilirliği sağlamak çok zor. O kurumun masraflarını karşılayabilmek için düzenli bir gelirinin olması gerekiyor fakat iki yıldır doğru dürüst çalışamıyoruz bile. Pandemi zaten mahvetti durumu ama ondan önce de kolay değildi. Bundan sonra da olmayacak bence.

Bildiğiniz gibi proje seminerlerle başladı, sonrasında laboratuvar süreci için bir başvuru açtık ve yaklaşık 22 kadar katılımcı seçtik. Bu katılımcıları seçme süreciniz nasıldı? Nasıl seçtiniz? Nerelerden, kimlerden başvuru aldınız?

Çok geniş bir yelpazeden, 90’ın üzerinde başvuru aldık. Tiyatro çevresinden, teknoloji ve medyayla uğraşanlardan, oyunculardan, yönetmenlerden, medya sanatları üzerine okuyan ve mezun öğrencilerden, VR ve AR tasarımcılarından… Tüm bunların arasından seçim yaparken de bir denge tutturmaya çalıştık. Öncelikle disiplinlerarası çalışanları, hem tiyatro ve performans hem de medya sanatları alanında tecrübesi olanları seçtik. Oyunculardan çok teori ve tasarım üzerine çalışanları tercih ettik mesela. Oyuncuların performans aşamasında devreye gireceğini düşündüğümüz için daha çok tasarım alanında çalışanları ve bilgiyi yaygınlaştırabilecek olanlara, mesela akademisyenlere öncelik verdik. Sonuçta 22 katılımcı kabul ettik projeye. Proje ekibimiz ve danışmalarımızla birlikte 33 kişilik bir ekip olduk. Çevrimiçi toplantılar için epey kalabalık bir sayı aslında ve ortak bir tasarım yapmak için de aşırı kalabalık. Tabii süreçte elenenler oldu. Şu anda 15 katılımcıyla devam ediyoruz.

Peki nasıl bir çalışma yöntemi izlediniz? Şu anda neredeyse sonuna geliyoruz? Laboratuvar süreci nasıl ilerledi? Başı ve sonu nasıldı, değiştirdiğiniz ve geliştirdiğiniz şeyler oldu mu? Laboratuvarın çalışma sürecini sizden duymak isterim.

Haftada bir düzenli olarak zoom üzerinden buluşarak başladık. İlk toplantılarda ne üzerine çalışacağımıza karar verdik. Ben bu sürecin danışmanlar ve katılımcıların birlikte ürettiği ortak bir yaratım süreci olması gerektiğini düşünüyordum. Aslında zaten uzun zamandır bu yöntemle çalışıyorum. Performansı oyuncularla birlikte, onlardan gelen malzemeyle, prova sürecinde geliştiriyorum. Oyuncunun yaratıcılığını sürece dahil etmeyi önemsiyorum. Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur’dan bu yana ya metni oyuncuyla birlikte yazmaya çalışıyorum ya da oyuncuya yazdırıyorum. Karantina2020’de de aynı şeyi yaptım. Burada da bu yöntemi uygulamaya çalıştım. Yani Laboratuvar sürecine başladığımızda, ne üzerine çalışacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Konu ne? Tema ne? Hikâye ne? İlk sorulanlar bunlar oldu tabii. Benim önerilerim oldu. Yeni öneriler geldi. Sürekli fikirleri çarpıştırdık ve açılan patikalardan ilerledik. Bir oyuncuyla böyle bir yöntemle çalıştığında ortalama iki üç ay kadar bir sürede bir yere varabiliyorsun, fakat burada çok zordu. Neredeyse hiç tanımadığın, çok farklı disiplinlerden ve eğitimden gelen, farklı kuşaklardan 30 kişiyle, hem de zoom’da birbirini anlamaya çalışarak bir tasarım yaratmak… Bir nevi çılgınlık aslında. Mesela ben Beyoğlu’na dair 90’lara ait bir hafızadan söz ediyorum ama karşımda 1999’da doğmuş 22 yaşında bir insan var. Bu zorlukları aşmanın birtakım yollarını bularak, arada tökezleyerek, bazen sinirimiz bozularak yine de süreci devam ettirdik ama uyum sağlayamayanlar da oldu. Türkiye’de çok alışık olduğumuz bir süreç değil bu, özellikle tiyatro çevresi için. Tasarım alanında çalışanlar daha kolay uyum sağladılar, çünkü tasarımcı da sadece bir fikirden yola çıkarak bir dünya kuruyor. Onlar zaten böyle çalışıyorlar. Fakat tiyatro eğitimimizde bu tür bir ‘sürece teslimiyet’ ve doğaçlamaya açıklık pek yok. O yüzden bence daha çok zorlandılar.

Dijitallab: Performans
Dijitallab: Performans

İlk önerilerden sonra neler üzerine çalışacağımızı gördük. Öne çıkan fikirlerin üzerine çalışacak dört ayrı grup oluştu. Haftalık toplantılar dışında, bu dört grupla ayrı toplantılar yaparak çalışmaya devam ettim. İhtiyaç olduğunda telefonda bire bir konuştum. İletişimi artırmak için elimden geleni yaptım. Sadece zoom toplantısıyla olacak gibi değildi. Kim neye nasıl bakıyor, anlamak gerekiyordu. Bunu sağlamak için sürekli doğaçlama yaptım diyebilirim. Her şeyi Miro’ya yükledik ve Miro üzerinden tasarımları görselleştirmeye çalıştık. Tüm bunların sonunda ağırlıklı olarak artırılmış gerçeklik (AR) teknolojisini kullanan ve bir uygulama (application) üzerinden ulaşılan bir tasarım çıktı ortaya. Tüm seminerleri ve laboratuvar sürecinin videolarını Youtube’a yüklediğimiz videolardan izleyebilirsiniz.

Bu kadar farklı disiplinlerden insanlarla bir arada çalışmanın, ben de bu projenin bir parçası olarak deneyimlerimden yola çıkarak zor, aynı zamanda emek gerektiren bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu uzun süreci uzaktan “online” bir biçimde yürütmenin artıları ve eksilerinden bahseder misiniz?

Artıları var tabii. Öncelikle zamansal olarak işi çok kolaylaştırıyor. Farklı şehirler ya da ülkelerden birçok insanı bir araya getirmemiz de bir avantaj. Örneğin Finlandiya’dan ve İngiltere’den birer danışmanımız var. Ayrıca yaz boyu herkes çok fazla yer değiştirdi ama toplantılara katılmaya devam edebildiler. Toplantıya yetişemediği için, bindiği taksi ya da belediye otobüsünde, telefonundan bağlanan da çok oldu. Belki zorlasak fiziksel olarak bir araya gelmenin yolunu bulurduk fakat o da içimden gelmedi çünkü bunu öğrenmemiz gerekiyordu bir yandan. Dijital bir performansı dijital bir yolla çalışmak daha doğru geldi. Ya da en azından ben bu süreci anlamak istiyorum.

Evet, belki de hepsinin bir zamanı var çünkü proje de farklı süreçlerden geçiyor ve buluşabilmek için belki de bir şeylerin tamamlanması gerekiyor. Projenin fiziksel bir boyutu, seyirci- katılımcıyla buluşma hali de var çünkü.
Peki, bu projenin Türkiye’deki tiyatro ve performans kültürü içindeki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz? İleriye dönük neler söyleyebilirsiniz?

Sen ne düşünüyorsun bu projenin tiyatro kültürü içindeki yeri hakkında?

Sizin de ilk soruda bahsettiğiniz gibi aslında bu projenin eğitim programı birçok farklı disiplini bir araya getirdiği için master derecesinde bir program. Ben de bir medya ve görsel sanatlar öğrencisiyim. Üzerine çalıştığımız ve gruplandığımız birkaç konu ders programımda mevcut; kullanıcı deneyimi, video kurgu, görsel tasarım, kısaca çeşitli anlatı formlarını içeren birçok konuda derslerim var. Bir yandan da tiyatro ve performans tüm bunlardan uzakta bir yerde duruyor gibi gözüküyor ama projemizde hayal ettiğimiz gibi hibrit bir performans tasarlamak istediğimizde her birine biraz da olsa hakim ve ilgili olmamız gerekiyor sanki. Ve bunun yöntemi de bence; ilgili üniversitelerin bu alanlarda çalışma yapan laboratuvarlarıyla, sahada tiyatro ve performans alanında çalışan sanatçıların bir araya gelmesi. Her bir araya gelindiğinde de birbirimizi anladığımız ve üzerine çalıştığımız bir dil geliştiriyor olmamız gerekiyor bence. Böyle düzenli bir eğitim çemberi yaratmamız gerektiğini düşünüyorum. Okulların laboratuvarlarıyla ortak çalışma yürütüyor olmak bana bu yüzden anlamlı geliyor. Lisans ve yüksek lisan düzeyinde dersler olmalı. Ayrıca, bağımsız sanatçıların da üniversitelerle ortak çalışabileceği bir sistem oluşturulmalı.

Aslında, Dijitallab: Performans gibi programları, üniversitelerin açması gerekiyor. Avrupa’da böyle farklı disiplinleri birleştirerek hibrit ya da dijital çalışmalar yapan özel kurumlar var. Tabii kaynakları da var çünkü sanata ciddi bir destek var Avrupa’da. Burada da böyle olabilseydi bizler de bağımsız bir şekilde çalışmaya devam edebilirdik ama olmadığı için üniversitelerin ilgilenmesi gerekiyor. Üniversitelerin, bu eğitimlerin yakın gelecekteki gerekliliğine ikna olması lazım. Henüz sektörde bir karşılığı yok fakat olacak. Tabii bu öngörü kaç üniversitede var onu da bilmiyorum açıkçası.

Dijitallab: Performans
Dijitallab: Performans
Peki projenin Ekim’den sonraki yolculuğu nasıl olacak? Tanıtımda ‘’melez’’ bir performansla sonlanacağı yazıyor. Bu performansla ilgili ne öngörüyorsunuz?

Oldukça kapsamlı bir tasarım çıktı ortaya. Kullanıcı-katılımcı bu performansa bir uygulama üzerinden ulaşacak. İki ayrı coğrafyamız var: Beyoğlu ve Sultanahmet. Bu iki rota üzerinde dolaşan seyirci-katılımcı, uygulama üzerinden deneyimleyecek performansı. Ayrıca VR deneyimi de tasarladık. Tüm bunların hepsini uygulamaya geçirmek için bir prodüksiyon bütçesi bulmaya ihtiyacımız var ve bir yandan da sponsor arayışındayız. Performansın uygulamasına geçmeden önce, tüm bu tasarımların demo bir sunumunu yapacağız.

“Seyirci- katılımcı” kavramını kullandınız. Bunu biraz açabilir misiniz?

Tasarladığımız deneyimde performansı farklı kılan en önemli öğelerden biri seyircinin konumu. Artık sadece bir seyredenden söz etmiyoruz. Performansa doğrudan katılan, ‘performansı oynayan’ bir oyuncudan söz ediyoruz. Aslında seyircinin sokaklarda oynayacağı bir oyun kurguluyoruz. Seyirci doğrudan oyuncu oluyor. Hatta, ‘’oynayan’’ katılımcının aynı zamanda oyunu yönlendirmesini de hedefliyoruz. Farklı seçimler üzerinden hikâyenin farklı yollara gitmesi, katılımcının bedeninden alacağımız birtakım uyaranların oyunun gidişatını etkilemesi üzerine konuştuk fakat ne kadarını uygulayabileceğimizden emin değilim. Dolaysıyla, burada doğrudan oyunu etkileyen ve katılımcı olan bir seyirciden söz ediyoruz. Tasarım tamamen bunun üzerine, kenarda durup seyreden bir seyirci yok.

Bu performansı tasarlama süreci ve klasik bir tiyatro oyunu çalışması arasında nasıl bir ilişki var sizce?

Ben burada oyuncu yerine tasarımcı ile çalışıyorum. Seyirci – kullanıcının karşılaşacağı arttırılmış (AR) ya da sanal (VR) gerçeklik tasarımları yapıyoruz öncelikle. Bu tasarımların içinde oyuncu yer alıyorsa oyuncuyla da çalışıyorum. Benim için en ayırıcı kısmı bu oldu. Tasarımcılarla, oyuncuyla çalıştığım gibi çalışmak istediğimi fark ettim. Artık oyuncu yok, onun yerine tasarımcı var. İlginç bir farkındalık anı oldu.

Asım Evren Yantaç ( Danışman)

Sizin için laboratuvar süreci nasıl ilerledi? Genel anlamda süreçten kısaca bahsedebilir misiniz?

Laboratuvar sürecinin iyi kurgulandığını düşünüyorum. Proje kapsamında birbirini hiç tanımayan, farklı alanlardan ve deneyim düzeylerinden gelen birçok katılımcı, kısa sürede birbirileri ile tanışıp, kaynaşıp deneyimli olmadıkları teknolojilerin kullanımı hakkında fikir üretir, çözüm geliştirir hale geldiler ve sonuçta ortaya çok zengin bir proje fikri çıktı. Diğer bir yandan tüm bunlar pandemi döneminde fiziksel olarak bir araya gelemezken ve çoğu katılımcı bir işte çalıştığı için, sınırlı zamanları varken gerçekleşti. Tüm bu koşullar altında sürecin ve gelinen noktanın başarılı olduğunu düşünüyorum. Bunda da laboratuvar kurgusunun etkisi var. Sürecin seminerler ile başlayışı, ardından başvuruların kabulü ve haftalık düzenli toplantılar ile ilk fikirlerin alınıp adım adım toplu tartışmalar ile fikirlerin zenginleştirilmesi; ardından bu fikirlerin grup çalışmalarında daha zengin ve rafine hale getirilmesi ve sunuma dönüştürülmesi kısa zamanda zengin bir deneyim fikri ortaya çıkardı. Diğer yandan çalışma grupları ve mentörler fiziksel olarak da bir araya gelebilse, teknoloji ve örnekler katılımcılar tarafından denenebilse, daha etkili bir süreç geçirilebilirdi. Tüm dünya gibi hep birlikte bu hibrit çalışma yöntemlerini öğreniyor, deneyimliyoruz. Bu 4-5 aylık süreçte, özellikle ortaya somut bir proje çıkarma çabası ve bu çaba etrafında oluşan tartışma ortamının, tüm katılımcılar için oldukça öğretici geçtiğini düşünüyorum. Sonuçta projenin temel amacı, bir öğrenme ve deney alanı ortaya çıkartmaktı.

Bu kadar farklı disiplinlerden birçok sanatçıyla böyle bir performans tasarımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Deneyim tasarımının hem süreçler açısından hem de ortaya çıkan sonuç ürün açısından zenginleşmesini sağlayan en temel yöntemlerden biri, katılımcı tasarımdır. Aslında deneyimlediğimiz laboratuvar süreci birçok alandan, farklı uzmanlık seviyelerinden ve alanlardan gelen sanatçı ve tasarımcılar ile ortaya çıkmış, çok zengin bir katılımcı tasarım süreciydi. Bunu gerek program boyunca deneyimlediğimiz tartışmalardan, gerekse ortaya çıkan fikirlerin zenginliğinden görebiliyoruz. Programa gelirken herkesin performans sanatları veya teknolojilerden bahsedildiğinde kafasında canlanan farklı bir şey vardı. İşte tam da bu, süreci zenginleştiren temel kaynaklardan biriydi.

Bu projenin, dijital teknolojiler ve medya alanında yapılan sanatsal çalışmalar içindeki yerini nasıl buluyorsunuz?

Dijital teknolojiler ve medya her geçen gün sanat ve gündelik hayat içinde daha fazla yer edinmeye başladı. Artık tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de şehrin dört bir köşesinde, günün her anında karşımıza teknoloji yardımı ile gerçekleştirilmiş bir sanatsal anlatı çıkabiliyor. Görsel, duyusal, deneyimsel olarak anlatıyı daha kuvvetli hale getiren, insanların ilgisini uyandıran deneyimlerin gücüne olan güven artıyor. Fakat bununla birlikte yapılan işlerde geçici bir popülaritenin de olduğunu düşünüyorum. Teknolojinin hayata adaptasyonunda her zaman bu tip ara dönemler yaşanır. Belli bir noktadan sonra genişletilmiş gerçeklik, projection mapping, ses enstalasyonu, drone çalışmaları, uzamsal anlatımlar, deneyimler daha estetik, daha kuvvetli, daha kalıcı anlatım yollarını bulacak, akıllardan uçup giden, geçici gösterilerin ötesinde akılda kalıcı, iz bırakan bir anlatım dili, estetik ve buna bağlı işler ortaya çıkmaya başlayacak. Şu ara, geçiş döneminde deneysel bir süreçten geçiyoruz. Bu dönemin tadını çıkarmalı.

XR teknolojilerin Türkiye’deki sanatsal çalışmalardaki kullanımını ve bunun kullanıcı deneyimine etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bize alandan birkaç örnek vererek açıklayabilir misiniz? Bu konuda verilen herhangi bir lisans/ lisans üstü eğitim var mı?

Yukarıda da bahsettiğim gibi uzamsal bilgisayarlar ve uzamsal deneyime dayalı yeni medya teknolojileri gündelik hayattaki yerini tıp, endüstri, eğitim gibi alanlarda yaygınlaştırmaya çalışırken, diğer bir yayılmayı kamusal alandaki sanatsal işler ile yaşıyoruz. Refik Anadol, Decol, Awesome Brothers, Memo Akten, Marshmellow Laser Feast gibi sanatçılar yeni medya teknolojilerinin ne tip deneyimler, anlatılar ortaya çıkarabileceği ile ilgili bizlere çok zengin deneyimler sağlarken, diğer yandan uzama yayılmış, kapsayıcı kullanıcı deneyimlerinin gündelik hayatın içinde ne tip yansımalarının, kullanımlarının olabileceğini merak ediyoruz. Örneğin, Koç Üniversitesi KARMA Lab tıp, psikiyatri, kültürel miras, öğrenme, performans sanatları gibi farklı alanlarda XR teknolojileri ile nasıl yeni kullanıcı deneyimleri ortaya çıkabileceği üzerine, teknoloji ve kullanıcı deneyimini bir araya getiren araştırma çalışmaları yürütüyor, projeler yapıyor, literatüre katkı sağlıyor. Koç Üniversitesi Medya ve Görsel Sanatlar Lisans Bölümü ve Tasarım, Teknoloji ve Toplum Lisansüstü programları bu konularda çalışmak, araştırma yapmak isteyenler için önemli bir kaynak. Ayrıca 90’ların sonunda kurulan Yıldız Teknik Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi ve Bilgi Üniversitesi ardından, son dönemde kurulmuş Bahçeşehir, Özyeğin gibi üniversitelerin iletişim tasarımı etrafında çevrelenen bölümleri uzun zamandır yeni medya araçları, etkileşim tasarımı, kullanıcı deneyimi gibi konularda faaliyet gösteren diğer öncü kurumlar. 2019 yılında İstanbul Kalkınma Ajansı desteği ile kurulan Koç Üniversitesi KARMA Lab’in yanında, alanın öncüsü BAU Bug Lab ve VR Lab ve son dönemde kurulan YTÜ ve ÖZÜ VR Lab’ler XR alanına odaklı çalışmak, araştırma yapmak isteyen meraklılar için güzel imkanlar sağlıyor. Bu lablardan gelecekte çok başarılı oyun, deneyim, performans tasarımı ve görsel sanatlar uzmanlarının çıkacağına eminim.

dijitallab: performans
Dijitallab: Performans

Seda İlter ( Danışman )

Sizin için laboratuvar süreci nasıl ilerledi? Kısaca deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz?

Böyle bir kolektif çalışma ve yaratıcılara verilen üretme çapı çok değerliydi çünkü çok rastladığımız da bir şey değil. Teorik ve dramaturjik açıdan bu yaratım sürecinde bu tarz diyaloglara girmek, bunları sorgulamak, teknolojik, politik, sosyolojik konuları odağa getirmeye çalışmak ve ‘bunları uyguluyoruz ama neden uyguluyoruz’, diye düşünmek çok kıymetliydi.

Bu kadar farklı disiplinden tiyatro, performans ve medya sanatçısıyla bir arada çalışmanın bu projeye ve deneyimin tasarlanmasına olan etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bence muazzam bir şey… Hep de böyle olması gerekiyor aslında, çok da aykırı bir durum değil. Hem projenin konusu açısından hem de zaten değişen sanat ve medya anlayışı sebebiyle multidisipliner bir safhadayız. O yüzden bence bu da onun bir sonucu. Bu da zaten çok fazla diyaloğu zenginleştiren bir şey. Bizim teorik olarak yaklaştığımız bir şeye teknik bilgisi olan birinin yol göstermesi ama tekniğin konuyu bazen şekillendirmesi tüm bunların hepsi zenginleştirici kararlar. Bence çok faydalıydı ve gerekliydi. Öyle olması gerekiyordu ve öyle oldu. Başından beri vizyonu çok geniş bir işti o yüzden çok kıymetli buluyorum.

Türkiye’deki dijital teknolojilerin ve medyanın kullanıldığı sanatsal çalışmaları takip ediyor musunuz? Eğer takip ediyorsanız nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok takip ettiğimi söyleyemem açıkçası ama bu tamamen vakitle alakalı bir durum. O çevrede olup olmamakla alakalı bir durum. Tabii ki sosyal medyadan takip ediyorum fakat çok da dikkat ediyorum diyemem ama gördüğüm kadarıyla çok güzel bir gelişme var. Yavaş yavaş ‘’broadcasting’’ dediğimiz canlı yayın yapılan, videoya çekilen tiyatro işinden çıkıyoruz gibi hissediyorum. O zaten hep var olan bir şey, dijital tiyatroyla pek bir alakası yok bence. O yüzden bundan yavaş yavaş, bu tarz projelerle de geçeceğimiz ve anlayışı değiştireceğimizi ümit ediyorum. Tabii gönül ister ki, sadece teknoloji açısından değil de, ‘Türkiye’de tiyatro ne demektir?’ sorusunu biraz daha net tanımlanabilir ve kendi kimliği olan bir şekilde görmek çok keyif verirdi açıkçası. Bunun tam anlamıyla oturduğunu söyleyemeyiz ama çok güzel çalışmalar yapılıyor. Bu yüzden gelecekten ümitliyim.

Dijitallab: Performans / Medusa
Dijitallab: Performans
Bu projenin, dijital teknolojiler ve medya alanında yapılan sanatsal çalışmalar içindeki yerini nasıl buluyorsunuz?

Projenin tam sonucunu performans olarak görmedik aslında o yüzden proje biraz daha idea ya da taslak olarak önümüzde. Tabii benim kıyaslamam hep burada gördüğüm işlerle alakalı. Bu projeye baktığımızda bir site-specific, bir promenat hatta installation art’a da giden bu tarz türleri çoklu bir platforma taşıyan, aynı zamanda da interaktif ve dijital tabii ki, bir virtual tiyatro ya da performans eseri görüyoruz. Bu aslında, çok büyük ve bütçe isteyen bir iş. Bunu gerçekleştirebilirsek, üç boyutlu hale getirebilirsek muazzam olur. Buradaki yapılanlarla kıyasladığımda da çok büyük bir proje… Burada, A kısmı bir performans, B kısmı ayrı bir performans olurdu. Bence bunlar süreç sonrasında ortaya çıkacak şeyler. Belki de birbirine bağlamaktan ziyade farklı farklı performanslar olarak değerlendirilmeli tüm çalışmalar. Teknoloji açısından çok bir şey söyleyemem çünkü zaten teknolojik yapı olarak bence ileri seviyelerde ve çok güzel. Dramaturjik açıdan da çok zengin çünkü Türkiye’ye dair bir şeyler söylemesi, site-spesific performansta olduğu gibi işi çok öznel kılıyor. Bence bu çok değerli… Türkiye dokusuna dair bir şeyler söylemesi çok farklı kılıyor bu işi. Onun dışında bence zaten dünya üzerindeki dramaturjik yapılar birbirini etkilemeye başladı. Bu anlamda çok biricik bir noktası yok ama içerik anlamında çok farklı ve öznel şeylerden bahsetmesi anlamında çok güçlü bir iş.

Deneyimlerini ve fikirlerini benimle paylaşan Şule Ateş, Evren Yantaç ve Seda İlter’e çok teşekkür ediyorum. Farklı disiplinlerden birçok yaratıcıyla birlikte tüm fikirlerin harmanlanıp bir araya geldiği bu projede olmaktan mutluluk duyuyorum. Neredeyse her bir aşamasını kolektif bir içimde bir ağ gibi ördüğümüz; teknolojinin tiyatro ve performans sanatları alanında nasıl teorize edildiği ve uygulandığını keşfetmeye çalıştığımız bu projenin alandaki birçok insan için ilham verici ve öğretici olduğunu düşünüyorum. Eğer Dijitallab:Performans projesinin seminer ve laboratuvar sürecini takip edip gözlemlemek istiyorsanız proje sürecinin neredeyse her aşamasının kaydını tuttuğumuz seminer ve laboratuvar süreci videolarımıza Cihangir Akademi’nin YouTube kanalından ulaşabilirsiniz.

Bu söyleşi TEB Oyun Dergisi’nin 2021 Kış sayısındaki “Pandemi ve Dijitalleşen Tiyatro” dosyasında yer almıştır. Sayının tamamını indirmek için tıklayınız.


Bu yazıyı yer işaretlerinize eklemek ister misiniz?