Yönetmen Barış Arman’la Flu Lysistrata Üzerine Söyleşi
Güncel Antik: Flu Lysistrata
Yönetmen Barış Arman’la 27. İstanbul Tiyatro Festivali’nde yerli oyun açılışını gerçekleştiren, “devised theatre” (ortak yaratım tiyatrosu) modeliyle ürettikleri Flu Lysistrata üzerine konuştuk. Arman, tiyatro anlayışını, Aristofanes’e ait 2400 yıllık metni nasıl “flulaştırdıklarını”, klasik metinlere yaklaşımını ve kalabalık bir ekiple girdikleri yaratım sürecini anlattı.
ZEYNEP NUR AYANOĞLU: Aristofanes’in savaş karşıtı oyunu Lysistrata’yı uyarlama düşüncesi nasıl gelişti?
BARIŞ ARMAN: İngiltere’de LAMDA’da tiyatro yönetmenliği üzerine yüksek lisansımı tamamladım. Orada “devised theatre” (ortak yaratım tiyatrosu) üzerine uzmanlaştım ve döndüğümden beri Maltepe Üniversitesi ve Kadir Has Üniversitesi’nde bu alanda ders veriyorum. Türkiye’ye ilk döndüğümde bu modeli kullanarak tiyatro yapmayı sürdürmek istiyordum ama çok bilinmeyen bu yöntemi önce tiyatrolara tek tek açıklamak gerekiyordu. Bu sırada BBT’yle başka bir oyun özelinde görüşürken İstanbul Tiyatro Festivali küratörü Işıl Kasapoğlu Bakırköy Belediye Tiyatroları’ndan festival için Lysistrata sahnelemelerini istedi. BBT de oyunu bana getirdi. Daha önce İngiltere’de Oedipus’un “devised” bir sahnelemesini gerçekleştirmiştim. Orada antik metnin içine bir müdahale tasarlamıştım ve klasik bir metne yeniden bakmanın getirdiği olasılıklar bana çok heyecan verici gelmişti. Lysistrata da benzer bir sebeple çekici göründü. Öte yandan, sahnelendiği takdirde nasıl bir söylem üreteceği sorunlu görünüyordu. Hırçın Kız, Lysistrata gibi metinler dünyada da benzer şekilde tartışmalara konu oluyor. Bunlar belki de artık sahnelenmemesi gereken metinler midir, diye düşündüm başta. Bu durumda tiyatro tarihinin önemli metinleri günümüzle bağı kesildikçe bir köşeye mi atılacaktı? Ya da tarihî bir canlandırma olarak mı sahnelenmeliler? Metni “devised” çalışarak günümüzle bağının bir şekilde yeniden kurulabileceğine inandım. BBT genel sanat yönetmeni Turgay Kantürk de bu modelle çalışmamı destekledi ve hem bana hem tiyatromuza bu yöntemin kullanılması için alan açmış oldu.
Z.N.A: Peki, flulaştırma işlemi sizin rejinizde neye tekabül ediyor?
B.A: Hedef, orijinal metni şeffaflaştırarak antik oyunun içine kendi bakışımızı yerleşmekti. Şeffaflaşma bazen orijinal metni görünmez kıldı, zaman zaman da seçili bölümleri sabunlayarak birtakım katmanları öne çıkardı. Ortaya tam olarak Lysistrata diyemeyeceğimiz ama yazarın bir aradalığa dair sözüne odaklanarak günümüz bağlamını, meselesine dâhil eden yepyeni bir oyun çıktı.
Z.N.A: Oyunun tanıtım metninde çalışma yönteminize işaret eden birtakım sorular var. “Metnin halihazırdaki malzemesi oyunu, oyuncuyu ve seyirciyi ifşa etmek için kullanılabilir mi? Bu ifşa kapsayıcı ve anlayışlı olabilir mi?” Sürece dair bu sorulara ne gibi yanıtlar elde ettiniz?
B.A: Bunlar sadece Lysistrata’ya özel değil, aynı zamanda tiyatroya dair güncel sorularım. Her sanatsal üretimin seyircide bir motivasyon oluşturmasını veya zihnindeki bir soruyu tetiklemesini bekliyorum. Prova süresince de görevim seyirciye doğru soruları sorduracak performansı tasarlamak oluyor. Ancak bu soruların, oyuncuları harekete geçirmeden seyircileri tetikleyebileceğine inancım yok. Hâliyle, öncelikle oyuncuların metinle kurduğu ilişkiyi merak ediyorum. Nitekim oyuna oyuncuların Lysistrata metniyle ilgili fikirlerini ifade edebildikleri bölümler yerleştirdik. Metnin yetmediği noktada dürüstlük devreye giriyor. Kapsayıcılık ve anlayışa gelince bu, güvenli alan yaratmakla ilgili derdimi ifade ediyor. Sahnede konuşulamayacak bir konu yok, yeter ki seyirciye güvenli alan kuralım. Seyirciyi çıkarıp yerine kamera yerleştirip çeksek çoğu oyun oynanabilir, ancak Flu Lysistrata oynanamaz. Flu Lysistrata doğaçlama tiyatro değil, katılım tiyatrosu değil ama seyirciyle birlikte işleyen bir oyun. Seyirciyle birlikte kendini ayaklandırabilmesi için de güven vermesi, kucaklaması ve yargıda bulunmaması gerekiyor. Seyirci etkileşimleri şu ana kadar başarıyla işledi.
Z.N.A: Oyunculardan biri sahnede “Lysistrata metnini sevmem bile,” diyor, kendisiyle özdeşleştiğim anlardan biri oldu. Savaş karşıtı olmakla birlikte birçok cinsiyetçi klişe de barındıran metnin flu versiyonunda, bunları çok iyi çözümleyerek aşmışsınız. Aristofanes’in Lysistrata’sındaki cinsiyetçi dili nasıl bozuma uğrattınız?
B.A: Sanırım dramaturgumuz Ceren Ercan’la bizi en çok zorlayan cinselliğe ve toplumsal cinsiyete dair çağdaş bir bakış açısı yerleştirmek oldu. Önce metnin kadın ve erkek diye ikiye ayırdığı dünyayı yeniden düzenlemek istedik. İkili kodların da ötesinde, daha gerçekçi bir evren kurmayı hayal ediyorduk. Kadın erkek dışında seçeneklerin olduğu, arada kalanları, tanımsızları, her şeyi kapsayanları da içeri sokan bir yöntem aradık durduk. Öte yandan, oyundaki kadın vurgusunu görmezden gelmek de kabul edilir değildi. Türkiye’de kendini belirli bir noktaya taşımış kadın hareketinin değerini azımsamaktan çekince duyduk. Sonuçta iki temel stratejimiz oldu. Öncelikle, Lysistrata’nın 2400 yıllık bir metin olduğu gerçeğini ve oyuncunun/yönetmenin metne bakışını sahneye koyarak, yüzyıllar içinde elde edilen hakları, zaferleri, değişen perspektifleri dâhil ettik. İkincisi, oyunun içinde gerçekleşen forum sahnesinde yönetmen ve dramaturg olarak cinsellik ve toplumsal cinsiyet konusunda oyuna ekleyemediğimiz her şeyi seyircinin tartışabileceği bir bölüm yerleştirdik. Oyundaki tüm etkileşim anları da seyirciyi o bölüme hazırlamak ve demokratik bir alan sunabilmek için tasarlandı.
Z.N.A: Kadınların cinselliği eşlerine karşı kullanması ataerkiyi kendi silahıyla vurmak anlamına geliyor. Kadınların bir araya gelerek savaşa çocuk yetiştirmeyi reddetmesi de yine politik bir manifesto. Bunlar 2400 yıl önce Atina’nın savaşta olmasını protesto eden Aristofanes ile bizi ortak bir zeminde buluşturuyor. Günümüzde tiyatroyla savaşa karşı çıkılabilir mi?
B.A: Tiyatro sanatı, toplumsal konuları ele alarak farkındalık yaratma ve değişim isteği uyandırma potansiyeline sahip elbette. Sanat savaş durdurabilir mi, bilmiyorum ama savaşı doğru şekilde konuşabilmenin zor olduğu bir politik iklimde, tiyatro doğru çentikleri atabilir. Kendi çemberimizin dışında kiminle sağlıklı bir tartışma yürütebiliyoruz? Fikir inşa edebileceğimiz alanları bu derece kaybetmişken, dünya üzerine tartışabileceğimiz mecralara her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Tartışma kültürünü pekiştirmek, fiziksel deneyimi öncelemek gibi stratejiler bu kadar yoğun bir izleme kültürü ve imaj enflasyonu içinde tiyatronun yalnızca seyredilmeyen, seyircisiyle daha aktif ve dinamik ilişkiler kuran özel bir etkinliğe dönüşmesini sağlayabilir. Güncel tiyatro doğru soruları gündeme getirmemize yardımcı olabilir.
Z.N.A: Buradan hareketle genel olarak klasik metinlere yaklaşımınızı da merak ediyorum.
B.A: Klasik metinleri oldukları haliyle sahnelemenin ilgimi çektiğini söyleyemem. Bana vurucu gelen, kuşaklar ötesi entelektüel kapasiteyi önümüze getirmeleri. Şu ana kadarki çalışmalarımda fragmanlar, tiratlarla veya metinlerin belirli bölümleriyle yeni oyunlar ürettim. Hazır nesneyi kullanmak veya kolaj yapmak gibi de bakılabilir buna. Bana heyecan veren, oyuncunun kendi malzemesinin metne dönüşmesi. Ancak oyuncunun bir başlangıç noktasına ihtiyacı var elbette. Onları güdülemeden, güven vermeden nitelikli bir metne varmak olanaksız. Durum böyle olunca, klasik eserleri bir ilham noktası olarak kullanmanın, kendi metnimizi üretip, dönüp dolaşıp yine oyuncunun o çok iyi bildiği klasik esere varmanın da faydalı olduğunu gördüm şu ana kadar.
Z.N.A: 27. İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyer yapmak nasıldı? Festival seyircisi Flu Lysistrata’yı nasıl karşıladı?
B.A: Festivalin yerli oyun açılışını gerçekleştirdik. Biletlerin hızla tükenmesi bizim için heyecanı arttırdı. BBT’nin pandemi ve sonrasında merkez seyircisiyle yeniden buluşması için güzel bir fırsattı ve bunu iyi değerlendirdiğimizi düşünüyorum. Festival sonrası çıkan yazılar oyunu tekrar tekrar izleyen seyircilerin yorumları hepimizi gülümsetti. Oyundaki forum sahnelerinde seyirciyle yürütülen tartışmalar çok keyifliydi. Bizim için de bir nevi araştırma gibi geçti. Salondaki tartışmanın nasıl alevlenebileceğini festival sırasında görmüş olduk. Bizim Lysistrata’da söyleyemediklerimiz, seyircilerin forum bölümünde kendi söyledikleri performanslar oldu, bu da hepimizi çok mutlu etti.
Z.N.A: Bulut Akkale, Damla Karaelmas, Didem Germen, Elif Ürse, Emre Sırımsı, Faruk Üstün, Gözde Ayar, Kadir Hasman ve Nurhayat Atasoy’dan oluşan bir oyuncu kadrosu ve Aykut Yıldırım, Ersin Toz, Melih Yüzer ve Uğur Çerkezoğlu gibi müzisyenler var sahnede. Böyle kalabalık bir ekiple çalışmak nasıldı?
B.A: “Devised theatre” modeli sebebiyle ekip herhangi bir oyuna kıyasla daha çok çalışmak ve birlikte üretmek durumunda kaldı, çünkü bu modelde metin doğaçlama çalışmalarıyla ekip tarafından oluşturuluyor. Müzisyenler provanın ileriki safhalarında eklendi ama oyuncularla uzun bir egzersiz süreci geçirdik. Oyunu bir aradalık üzerine kurduğumuz için oyuncularla güvenli alanın inşa edilmesi üzerine çalışmamız gerekti. Haftalarca hikâye anlattılar, doğaçlama sahneler ürettiler, birbirleri ve BBT’e bağları üzerine çalıştılar. Birlikte geçirdiğimiz süre içinde hepsini hayranlıkla izledim, gözlemledim. Her biri benim için ayrı değerli ve özel. Zaten benim gördüğümü seyircinin de görmesini istediğim için böyle bir oyun çıktı ortaya. Yalnızca rolleri değil, arkalarındaki insanları, defoları, kararları, hayal kırıklıklarını, beceriksizlikleri, başarıları, zaferleri gördüğümüz bir işe dönüştü.
Z.N.A: Dramaturji, hareket düzeni, dekor ve ışık tasarımı, kostüm tasarımı gibi alanlarda kalabalık bir ekiple çalıştınız. Nasıl bir araya geldiniz, ortak yaratım sürecinden bahseder misiniz?
B.A: Süreci dramaturgumuz Ceren Ercan’la birlikte yürüttük. Estetiğe ve temaya dair kararlarım başından belliydi ama yapıyı Ceren Ercan kurdu. İlk üç hafta orijinal Lysistrata metnini çalıştım. Sonra Lysistrata’yı rafa kaldırdım ve haftalarca oyuncularla her gün röportaj ve egzersiz yaptık. İlk röportaj günü oyunculara birbirleriyle tanışma hikâyelerini sordum ve cevaplarla büyülendim. Bir tiyatronun görünmez ağlarının içine girme ve buradan tiyatro üretme fikri çok heyecan verici geldi. Ceren Ercan, hareket tasarımcımız Salih Usta ve asistanlarımız Harun Kuri’yle Bahar Yazgan sürecin geri kalanında yanımdan ayrılmadılar. Gün boyu ses ve video kayıtları aldık. Akşamları ve hafta sonları bu kayıtlar bilgisayara aktarıldı, bir yazılım aracılığıyla metne dönüştürüldü, replikler oluşturuldu. Bir süre sonra ihtiyacımıza göre ek malzeme üretmeye başladık. Belirli bölümler çok zorlayıcı oldu. Oyundaki cinsiyet meselesi Ceren ile bana kabul edilir gelmediği için birçok deneme yapmamız gerekti. Yapı kurulduğu anda Ömer Sarıgedik devreye girdi; müzikleri besteledi; oyunculardan Faruk Üstün sözleri yazdı. Kostüm tasarımını gerçekleştiren Hilal Polat provalara gelerek sürecimizi takip etti ve tiyatronun içinde kostümleri terziyle birlikte kendi dikti. Hepsi de bu modelin gerektirdiği biçimde son derece esnek davrandılar. “Devised” oyunların zorluğu tasarıma dair ana kararların provanın sonuna kalmasıdır. Türkiye’de bu model yaygın olmadığı için ekibin zorlanabileceğini düşünüyordum ama yaratıcı ekip bu anlamda çok destek oldu. Herkesin aynı anda çalışması gereken tempolu bir süreçti. Işık ve dekor tasarımımızı gerçekleştiren Kerem Çetinel’e gelince, onunla provanın başında net kararlar almıştık. Bu çok bilinmeyenli denklemin bir değişmezi olmak zorundaydı. Kerem çağdaş tiyatroya yaraşır tertemiz bir iş çıkardı.
13 Ocak 2024
TEB Oyun’da yer alan diğer festival yazılarına göz atmak için: TEB Oyun / Festival