Bazen düşünüyorum da, acaba doğmamızın tek nedeni bir gün öleceğimizi anlamak mı diye soruyorum kendime. 

Eğer insanoğlu doğarken öleceğini biliyor olsaydı, yaşamdan vazgeçenler sonsuz bir mutluluğa kavuşurdu.

Bu dünyadaki bütün acılardan sıyrılacağını bilerek ölmek, yeni adaletin ödülü olurdu.

Ölüm paklayacak mı bizi? Çanlar çaldığında yumuşayacak mı sert yaşamlarımız?

Yoksa avuç içlerinde toprakla kavuşmayı bekleyen buhurumeryem çiçekleri gibi arafta mı kalacağız?

Aynı celladın pençesi altında cennet zannedilen bir cehennemde mi soluyacağız kirli nefesleri?

Et kemikten ayrılırken yüzüne tükürülen mi olacağız?

Acıyacak mı bize şarkılar, annelerimiz unutacak mı ninnileri? Bugün pranga vurulmak istenen hürriyetin son asi çocukları görebilecek mi güzel günleri?

Tutmayın ellerimizi, ellerimizde zamanın kiri var. O zaman ki çalınmamış ıslıkların, çekilmemiş acıların, yapılmamış hataların bakir evladı. Göstermekten çekinmez kendini, korkarsanız tutun kendi elinizi. 

Şimdi, dün ve yarını tırnaklarımıza sığdırdı. Kuytu bir köşede çekti saçlarımızı, kesti ve koparttı.

Şimdi, gelecekten gelen bir parçanın işitilmemiş ağıdıydı.  Bazen düşünüyorum da yoksa bir kanatsız melek, bastırılmışsa yorgun cesaret, bizi kim kurtarır? 

Yolun sonunda tutacak eli olmayanların tek kurtarıcısı kendi aklı mıdır?

Görebildiğim tüm acıları gördüm,

İyileştirmek istediğim ne varsa damarlarından içeri sızdım,

İşittim son nefesini yaralı canların.

Güldüm, ağladım, adak adadım.

Ben Tanrıların silüetinden geride kalanım.

Ölümün çoğu zaman suskunluk olduğunu söylerdi kız kardeşim. O her zaman ölümle aynı taraftaydı.

Ona göre ölüm, doğduğumuz an iki kaşımız arasındaki boşluğa parmak basan zamandı.

O her zaman ölümle aynı taraftaydı. 

Bense ölüme ne kadar yakınım bilmiyorum. Daha portakal çiçeğinden yapılma tacımı takmadım.

Bir eli tutmadım cesurca. Yıllardır yeni bir yüze bakmadım. Uzun zamandır biriyle aynı yağmurun altında ıslanmadım.

Bu gidişle ellerine zamanı sığdıran biri olarak kalacağım. 

Geldi yolun sonu,

Kucaklaştı düşler son kez tepesinde dünyanın. 

Anılar içe içe geçti ve tüketti kırgınlıkları. 

Ulaştığım tepe dibi miydi yeni başlangıçların?

Neden boynumu okşadı meleklerin erbabı?

Nefes alıyorum çünkü yeniden yaşamaya başladığımda geri alacağım çalınan suratımı.

Mum ışığında aramamalı insan aydınlığı. Mutluluğu gelecekte, hürriyeti hayallerde aramamalı. 

Mutluluk ve mutsuzluk geleceğe yığılmamalı çünkü ölümün dünyada geçirdiği zaman henüz dolmadı. 

Varamadım henüz yeni bir dünyaya.

Yeni bir ülke, yeni bir kimlik bulamadım. 

Cesetlerden yapılan tümsekleri aşamadım bu harabe sokaklarda. Bana atfedilen görevleri tamamlayamadım. 

İyilik bir görev olmaya başladığında ondan uzaklaştım. Ne de olsa ben de çiğ süt emmiş bir canavarım. 

Omzumda kardeşimin kanlı başı, ellerimde kokuşmuş zaman. Kim olduğumu ifade edemeden köküm kazındı. Bazı geceler hissediyorum sona yaklaştığımı.

Eti kemikten ayıran şeyin adı yalnızlıktı.

Eğer ölüm yanıma gelecek olursa yapacağım tek şey susmak olur.

Hemen giremem koynuna. Bu dondurulan zamana ayıp olur. 

İlk başta biraz korkarım biliyorum ama zamanla alışırım. Reddettiğim, korktuğum ve sonunda kabullendiğim ne varsa bir sis gibi tozuna bulanacağım. Ve üfleneceğim en karanlığında aydınlıkların.

Belki ölüm zamandır. Gerçekten öyleyse zamanın ruhunu sararım. Yumuşak kalabilmek için yasın sızısından arınmalıyım. 

Ölüm yok diyor bazıları. Kız kardeşim duysa öfkelenirdi. Bembeyaz, kemikli elleriyle her bir ağzı tek tek dikerdi.  Ölüm, diyorlar: Yeni bir başlangıç sadece. Ellere yansıyan yaşamın can bulan enkazı bedende.

Bilmiyorum. Ölüm ile yaşam arasında olan ne varsa beni teğet geçiyor sanki. Bu yüzdendir ki arada sırada ne denli günahkar olduğumu sorgularım.

İster en ahlaksızı olayım kadınların, ister kundakta hıçkıran bir bebek, ölümün cebine sığacak mıyım?

Artık bu duvarlar arasında onu bekleyen, kabul eden ve susanım. Soyundum önünde kimsesiz duvarların. Ateşi, Prometheus’un dudaklarından aldım.

Aynı sofrada oturdum kalanlarla. Daha da ayrılamayız dün ve yarınla.

Zamanla kamçılanan yaralar en hafifidir acıların. Şimdi sisler ninnisi bu geç gelen yıkımın.

hafifliği ölüm kanatlarının

Süreç Üzerine

Sophokles, Antik Yunan’dan günümüze anlattığı hikâyelerle iz bırakmış bir yazar. Yürüdüğü yolları ve o yollarda bıraktığı ayak izlerini hâlâ görebiliyor ve hissedebiliyoruz. Çağ değişiyor, dünya sözgelimi ilerliyor ama insanın yaratılışından bu yana özünde ne varsa aynı kalıyor. Öz, yitirildiği zannedilen yerden yeniden biçim değiştirerek karşımıza çıkıyor. Yeniden ve yeniden tarihimizi, ortak dertlerimizle, bizle yüzleştiriyor. Özün içindeki iyi ve kötü olana yönelmek de bize kalıyor.

En önemli tragedya yazarları arasında yer alan Sophokles’in Thebai Üçlemesi’nde karşımıza çıkıyor Ismene. Oidipus’un kızı ve aynı zamanda üvey kardeşi olmakla birlikte, Antigone, Eteokles ve Polyneikes’in kardeşi. Eteokles ve Polyneikes iktidar mücadelesi için birbirini katlettikten sonra Kreon’un verdiği kararla hain ilan edilen Polyneikes’in cesedinin gömülmemesi, Antigone oyununda Ismene’yi göz önüne çıkartıyor. Antigone’nin Polyneikes’in cesedini gömme kararında eylemsel olarak arkasında duramaması zamanında onu çoğunluğun gözünde güçsüz olarak ilan etse de günümüzde onun sesini işittiğimiz son derece aşikâr. Genellikle kız kardeş diye anılan ve kimileri için korkak, kimileri içinse değiştiremeyeceğini bildiği düzene boyun eğmekten başka çaresi olmayan bir karakter o.

Antigone başta olmak üzere Ismene’nin anıldığı sularda derinlere indiğimizde çağımızın yarattığı sessiz kalan ama içinde bulunduğu düzenden rahatsız olan insan profiline ulaşmak mümkün. Güçlü olanın gerçekleri yeni baştan yazdığı, azınlığın ötekileştirildiği ve yok olmaya mahkûm edildiği bu kapitalist düzende herkesin içinde bir Ismene var. Kimimiz onunla özdeşleştik, kimimiz onu çoktan yitirdik, kimimizse ondan geriye kalan son parçalarla ilerlemeye devam ettik. 

 Geçmişe dönüp baktığımda satır aralarında yakaladığım insan olmanın getirdiği onlarca benzer problem bana Ismene’nin aslında görünenden çok daha fazlası olduğunu bir kez daha hatırlattı. Özellikle yaşadığımız coğrafyada sindirilen, sesinden rahatsız olunan, gözünün önüne perde çekilmek istenen ve susmak zorunda bırakılan herkes, esnemekten ve yeri geldiğinde geri adım atabilecek yüreklilikte olmaktan uzak insanlarla aynı düzene hapsedilmiş durumda. Tam olarak bu noktada kıymetli yol göstericim Eylem Ejder vasıtasıyla Yannis Ritsos’un Ege Adaları’ndan yükselen sesi beni içimde sıkışıp kalan Ismene’yle buluşturdu. Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm bütün felaketler ve adaletsizliklerin kendimce bir karşılığı olarak yazmaya yöneldim. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da ifadesiyle gerçekten “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor.” Ben de bütün bu yaşananlara seyirci olmak zorunda bırakılan yeni neslin bir yansıması olarak iç dünyamla başbaşa kalıyor ve yazdıklarımla kendimi ifade edebilmeyi umuyorum.

 Benim için kalemimden dökülen Ismene, son zamanlarda yaşadığımız ne kadar acı verici olay varsa o olayların her birine sızıyor. Yıkıntılardan besleniyor, her şeye rağmen var olmak istiyor ve en önemlisi bu düzenin üzerimizde bıraktığı izleri göz önüne seriyor.


Yannis Ritsos’un Ismene şiiri.


Bu yazı TEB Oyun Dergisi’nin 2023 Bahar / Yaz (47/48) “Nasıl?” konulu özel sayısında yer almıştır.

Yazar Hakkında / Aslı Kaplan

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin