istos sahne ile Söyleşi
İstos Sahne adına Anna Maria Aslanoğlu ile ilk projeleri Büyük Zarifi Apartmanı ve İstos Yayınevi, İstos Film, İstos Sahne’nin doğuşu ve yolculuğu hakkında Büyük Zarifi Apartmanı’nda sohbet ettik. Üretimlerinde önem verdikleri kesişimsellik, bakışımsallık ve tiyatro üretimindeki yolculuklarını detaylıca konuşma fırsatı yakaladık.
Kumru Yaren Cengiz: İstos Yayın, İstos Film hepimizin uzun zamandır bildiği yapılar. İstos Sahne bunlar içerisinde henüz çok yeni. Öncelikle İstos’un yapısını, misyonunu ve vizyonunu, nasıl doğduğunu sizden duymak güzel olabilir.
Anna Maria Aslanoğlu: İstos, 2012 yılında; İstanbullu Rumlar, Türkiyeliler ve Yunanistan’dan buraya eğitim için gelip burada kalmış olan bir grup arkadaş tarafından kuruldu. Hepimiz farklı farklı disiplinlerden geliyoruz. Yani sosyal bilimler alanı ağırlıklıyız. Ama farklı ilgi alanları, farklı uzmanlıkları olan bir ekibiz. Ekiptik yani o zaman kurduğumuzda, hala da öyleyiz. Bizi birleştiren ortak yanlardan biri yayıncılık ve çeviriydi başlangıç için yani Yunanca ve Türkçe arasında çeviriyle uğraşan bir ekip olmamızdı. O yüzden de temelde İstos Yayın’la başlayalım dedik. Ve ilk olarak aslında çeviri yeteneğimizi kullanarak ortaklaştık. Bir yayın evi olarak başladık. Ama uzun vadeli planımız her zaman bir yayın evinden ötesi olmaktı. Yayın evi olarak başlamamızın sebeplerinden biri de şuydu: Aslında o zamana kadar pek fazla Yunanca’dan Türkçe’ye doğrudan çeviriler yoktu. Neredeyse hiç denilecek kadar azdı. Ve bildiğimiz bütün Yunanca klasikler çoğunlukla ikinci dil aracılığıyla, üçüncü diller kullanılarak çevriliyordu Türkçe’ye. Yunanca’dan değil ama İngilizce’den veya Almanca’dan veya Fransızca’dan, yani diğer batı dillerinden çeviriler yapılıyordu. Bizim de şiarımız aslında Yunanca’dan Türkçe’ye doğrudan çeviri ve temelde iki ülkenin ortak hafızasını merkeze alan bir yayıncılık anlayışı güdüsüydü. Ve bu yayıncılığın içerisinde aslında dünyaya bakışımızda da nostaljiyle yetinmemek vardı. Yani yaptığımız ne olursa olsun, bu ister yayıncılık ister başka bir anlatı çerçevesinde bir üretim biçimi olsun, nostaljiyle yetinmeyerek aslında yüzleşme üzerinden yapmaktı hedefimiz. Nostaljiden tamamen kaçmak mümkün değil. Sonuçta geçmişe bakıyoruz. Ama bir tür geçmişe bakmak ve aslında Türkçe literatürde ve bibliografyada olmayanı Türkçe okurlara aktarma çabasıyla başladı. Ve çeşitli diziler ile başladık. Yani tanıklıklar, sözlü tarih anlatıları bir odağımızdı. Yunanca Edebiyat başka bir odağımız ve akademik, yarı akademik metinler de diğer odağımızdı. Bu 12 sene zarfında genişledi. Artık belki yüzden fazla baskımız oldu. Çok zorlanarak yapsak da, çünkü iki dile hakimiyet gerektiren bir yayıncılık yapıyoruz, devam ediyoruz bir şekilde. 2013 yılında ise, yani işte demiştim ya size farklı farklı ilgi alanlarımız vardı… İşte aramızda müzisyenler var, tarihçi var, akademisyen var, yayıncı var, filmci var. Ben mesela siyaset bilimi okudum, sonra tarih masterı yaptım. Ama hep sinema alanında sahadaydım ve aşkım olan sinemaya yönelecektim zaten. 2013’te de İstos Film’i kurduk. Bağımsız sinema üretmeye odaklandık. Ve tabii bu giderek genişledi, ancak ilk uzun metrajımız Körfez‘i geliştirerek işe başladık. İlk kısa metrajlı filmimiz, Ziya Demirel’in filmi Salı, 2015’te Cannes Film Festivali’nde prömiyer yaptı. Sonra devamı geldi. Bir tür kültür kolektifi olduğumuz için çeşitli şekillerde üretiyoruz aslında. Kalabalık bir ekibiz. 2017’den bu yana faal olan İstos Koro’muz var. Atölyelerimiz var. 2022’ye geldiğimizde aslında çok rutin bir günde, Büyük Zarifi Apartmanı projemizde yönetmen olarak çalıştığımız İlyas Özçakır, başka bir proje için okuma provası yapmak üzere bu apartmana geldi. BZA’yı ofis olarak kullanıyoruz biz. İşte o an kendisi BZA isimli projemizi kastederek bir şey yapmalıyız dedi. Benim tiyatro yapımcılığı yapma arzumu ve heyecanımı da bilen birisiydi. O yüzden aslında şimdiye kadar yaptığımız tüm üretimlerde olduğu gibi çok organik bir şekilde ilk tiyatro projemiz olan BZA doğdu. İstos Sahne de bu şekilde doğmuş oldu aslında.
Kumru Yaren Cengiz: Biraz daha açarsak bu proje nasıl şekillendi, o süreç nasıl oldu?
Anna Maria Aslanoğlu: BZA, 150 yıllık bir apartman, zarifi ailesinin bağış yaptığı binalardan bir tanesi. İlyas’ın kafasında üç bölüm fikri çok netti. Üç daire anlatısı olabilirdi başka da olabilirdi. Bir yandan bir simetri olsun istiyorduk. Bu yüzden çeşitli karşılaşmaları önemsedik. Karakterlerin karşılaşmalarını önemsesek de ekibin karşılaşmasını da önemsedik. Bu yüzden de bir Yunanistanlı ve bir Türkiyeli yazarı bir araya getirdik, o da bir buluşum süreciydi bizim için. H. Can Utku ilk eseri yazdı. İlias Maroutsis ile ise Yunanistan’dan arkadaş önerisiyle tanıştık. Bir baktık ki İlias, buradan 64 sürgünü olan bir ailenin çocuğu. Burasıyla bağı büyük. Çeşitli toplantılar yaptık yazarlarla ve konseptleri öyle oluşturduk. Birkaç hikaye kurup üzerlerine konuşurken belli bir simetri içeren bir karşılaşmalar dünyası oluşturduk. Ve ardından da üç parçalı hikayenin ikinci parçası için görsel işitsel bir yönü olmasını konuşuyorduk. Nasıl yaparız derken o da organik gelişti. Kolektif yazım süreci var projenin bütününde. Hafıza teması her şeyin tam ortasındaydı bizim için. ‘’Rum toplumu ile ilgili bu apartmana gelip bir şey yapmak istiyorum’’ deyince İlyas Özçakır, hafıza her şeyin çok ortasında oldu ister istemez. Hafızadan başlıyor her şey bunun için. Kurmaca hikâyelerin süreci böyle olsa da biz bir yandan da apartmanla bağı olan, burada yaşamış olan kişilerin hikâyelerinin peşine düştük. Çeşitli kişilere ulaştık, Zarifi ailelerinden birilerine ulaştık ama bu apartmanla tam olarak hafızası olan kişilere ve hikâyelerine tamamen ulaşabilmiş değiliz. Zor oldu tabii. Onlarca yıl atıl kalmış bir bina burası. Gerçek hikâye kullanamayacağımıza kanaat getirdik. Hafıza dışında ayrıca 64 sürgünü meselesinin de lokomotif olduğunu söyleyebiliriz.
En bilinmeyen sürgünlerden 64 yılındaki, bizim konuştuğumuz ve bir zorunlu sürgün olarak odağımıza aldığımız ve anlaşılmasını, bilinmesini istediğimiz, odağımıza aldığımız hafızalardan biriydi.
Kumru Yaren Cengiz: O da bir hafıza meselesi aslında. BZA içinde geçen BZA isimli bir proje, mekan sabitliğini zorunlu kılıyor. Bu da turne ya da çoğu sahnelemenin yaşadığı gibi farklı sahnelerde gösterilmeyi imkansız kılıyor aslında. Aksi takdirde bu proje bu proje olmaktan aslında bir noktada çıkmaz mı? Bu projenin baş figürü mekân değil mi aslında size göre de? Ayrıca İstos Sahne mekân olarak da, ofis olarak da burayı kullanıyor. Sonraki projelerde de BZA 2,3 gibi bir şeyler görür müyüz mesela? Tam olarak böyle olmayacaksa da burayı sadece bir sahne alanı olarak kullanmayı düşünüyor musunuz?
Anna Maria Aslanoğlu: Bizim istediğimiz deneyim Pembe Çıkmazı’na girildiğinde başlanıyor. Apartmana girerken yoğunlaşıyor. Bazı hafızaları deşen ses enstalasyonu ile başlıyor bütün hikaye bizim için. Dönemin İstanbul’u ile alakalı ya da bazı dairelerden geliyormuş gibi bazı hikayeler duyuyoruz sesler üzerinden. Dekorlar; afişler vs. ile bir deneyim yaşatmaya çalışıyoruz seyirciye. 2. katta, sağdaki dairede; üç deneyime, üç tane karşılaşmaya tanık oluyoruz. Bu anlamda bütünlüklü bir deneyimi ancak burada yaşayabiliriz. Aynı hissi vermeyecek biliyoruz ama düşünüp araştırmaya devam ediyoruz. Seyirci kitlemiz de az bu mekanda bu proje için. Dekorla turne yaparsak deneyimin bir kısmını kaybedilir, bir kısmı da kalır ama. Konuşmaya devam ediyoruz bunları. Soru işaretlerimiz var henüz bu alanda. Ama daha fazla seyirciye ulaşmak istiyoruz net bir şekilde. Ya burada devam ederek ya da başka yerlerde mekânı dekor haline getirerek. Sınırlamalarımızla birlikte (para, teknik vs.) bir şeyler düşünmeye devam ediyoruz. Tasarımlarımız, düşünmelerimiz devam ediyor. BZA 2,3 de enteresanmış ayrıca.
Ama İstos Sahne’nin şu an tasarısında olan diğer projeler bu apartmanda yer alan projeler değil. Burası aslında bizim ofisimizdi. İkinci bir tiyatro prodüksiyonuna girmeye hazırlanıyoruz ama bu apartmanda geçmeyecek o proje. Çünkü daha fazla ne kadar ofissiz kalabiliriz bunu da bilmiyoruz.
Kumru Yaren Cengiz: BZA’nın temel iki lokomotifi hafıza ve karşılaşmalar. İstos’un kendi yapısı da bir arada olmaya, kendi varoluşunda olduğu gibi varoluşunu sürdürmeye ve üretimleri üzerinden bu karşılaşmaları gerçekleştirmeye odaklı ve bunu yapan bir oluşum yapısına ve işlere sahip görüldüğü üzere. Peki sonraki projenin lokomotifi diyebileceğiniz bir şey var mı şu an? Buradan da İstos’la olan bağını merak ediyorum çünkü henüz sadece ilk projenizi gördük devamı aslında İstos Sahne’nin çizgisini belirleyecek gibi diye düşünüyorum. Her tiyatro oluşumunun bir çizgisi oluyor dikkatli bakarsak, genel olarak kendi içerisinde tutarlı olduğu. Sizinkini ikinci, üçüncü işleriniz belirleyecek; henüz sadece bir iş yaptığınız için.
Anna Maria Aslanoğlu: Biz bağımsız kültür sanat üretimi yapacağız dedik hep. Kendi okumak, izlemek istediğimiz şeyleri yapacağız. Sevdiğimiz şeyleri yapmayı önceliyoruz. Tabii ki kuruluşta hareket noktamız belli bir toplumun hafızasından hareketle oldu. Ama üretimlerimizde alternatif hikâyelerin, söylenmemiş olanların, anlatılmamış olanların ve anlatılmak için heyecanla bekleyenlerin peşinde olduğumuz bir çizgideyiz İstos oluşumunun altında. Sen gel Rumluk anlat sen gel kadınlık anlat yapmıyoruz yani. Aslında yapımcısı olduğum işlerden birinin hafıza teması üzerine olması benim için de bir ilk. Kişisel olarak da benim bir yerime dokunuyor. Aile tarihimde olan 64 sürgünü temasına değinen ve bunu biraz daha geniş kitlelere duyuran bir projenin yapımcısı oldum ve çok yoğun bir şekilde bu konunun içerisindeydim sürekli. Benim için de ilginç bir deneyimdi. Diğer proje için net bir şey olmadığı için daha fazla ipucu vermek istemem henüz. İstos Sahne’nin çizgisini illâ ki zaman gösterecektir ama genel İstos çatımızdaki gibi olur diye düşünüyorum. Hafıza değil sadece, sınıf, çeşitli temalar vs. olur. Bizim için önemli olan tabii ki o organik üretim. Bu da üretime dair coşku ile oluyor. Projenin organik gelişmesi… O yayılıyor ve özel ve özgün bir hale getiriyor o projeyi. Filmde de yazar-yönetmenin özgünlüğünün ve hayalinin peşinde oluyoruz mesela. O bir özgünlük yaratıyor. O hissettiriyor kendini. Tiyatroda da bunun peşindeyiz.
Kumru Yaren Cengiz: Aldığınız dönüşleri merak ediyorum. Belli bir yüzleşme ve ortaklaşma alanı açtınız. Tiyatronun zaten böyle bir etkisi hep var. Ama sizin projenizin konusu ve şekli de bunu yapıyor. İlla hesap sorma olmak zorunda değil ama içerisinde hem hesap sormayı, hem yüzleşmeyi, hem ortaklaşmayı, hem dertleşmeyi barındıran da bir iş aslında. Bunun sonucunda nasıl etkiler ortaya çıktı hem ekipte hem de seyirci üzerinde.
Anna Maria Aslanoğlu: Bunun bu şekilde geçiyor olması çok güzel bence. Öyle bir oyun ki BZA, 20 kişilik çok yakın bir alanda temas içerisinde oyun bitiyor, kapıda bizle karşılaşıyorlar seyirciler. Biz de onlarla karşılaşıyoruz Çok acayip bir his o temas hali. Oyunun ardından yaşanan hislere doğrudan tanık oluyoruz ve baya bağımlılık yapan bir his olacak gibi hissediyorum. Çok yoğun duygulara tanık oluyoruz, çeşit çeşit duyguya tanık oluyoruz. O yüzleşmenin, kendi anıları ile gelen ya da bireysel başka türlü tetiklenmeler yaşayan, günümüze dair tetiklenmeler yaşayan bir grup seyirciyle yüz yüze oluyoruz her oynadığımızda.
Kumru Yaren Cengiz: O temas sonrası sizde üretici olarak değişik bir itki oluştu mu sonrası için?
Anna Maria Aslanoğlu: Evet, üretim konusunda bireysel bir tetiklenme oldu. Tiyatroda ilk defa bir projeyi yapımcı olarak ürettim. Kendi kimliğimin de içinde olduğu temada bir iş üretmek benim için de kolay değildi aslında. Çok iddialı sözlerle Rum toplumu hafızasına değiniyoruz diyoruz ama bunun çeşitli zorlukları var gerçekten. Onun çok zarif yapılması gerektiğini düşünüyorum bir yandan. Her şekilde zaten hafıza temalarıyla, tarihle, tarihle görsel-işitsel olanın bir araya gelmesinin çok incelikli yapılması gerektiğini düşünüyorum. Parmak ucunda yürüdüğümüz bir süreçti. Yönetmenle çok yakın temasta ve yoğun bir şekilde ürettiğimiz bir hâl oldu. Başından itibaren İlyas Özçakır yoğun okumalar yaptı, gerçekten o anlamda tam o hafızanın derinlerine inebilmek için. Bir yandan da hem gerçek olanı seyirciye aktarmak üzerinden, bir yandan da içerik ve biçimi bir araya getirirken çok dikkatli olan bir yönetmen. Onunla yaptığımız çalışmaların bu konuda çok verimli olduğunu düşünüyorum. Doğal olarak da bir şey üretirken de hep beraber ürettiğimiz için o yayılan halkalar şeklinde oluyor. Bir düşünme ve sohbet şeklinin yayılması bu ve seyirciye kadar ulaşıyor netice itibariyle o his. Her seyirciyle çok konuşamasak da çok acayipmiş meğerse bu karşılaşmalar. Beni bu açıdan tetikledi. Yayıncılığa dair yaptığımız bir üretim olan hafıza üretimini tiyatro ile ilk defa başka kitlelere ulaştırdık. O açıdan tetikledi gerçekten de. Hafızaya dair başka işler de yapabiliriz dedirtti. Ama bir sonraki proje bu mu olur bilmiyorum. Şu anda çeşitli projeler var kafamızda.
Kumru Yaren Cengiz: Tiyatro camiasında yeni bir oluşum olarak nelerle karşılaştınız peki? Bağımsız sinema sektörü çok yakın olan bir yerde dursa da çok farklı yönleri de var sonuçta. Siz bir film yapım şirketisiniz aynı zamanda ama tiyatro için yapım şirketi dediğimiz şey pek de sinemadaki gibi işlemiyor. Her ekip, her sahne kendi yapımcısı da olmaya çalışıyor. İstos Sahne olarak yaşadığınız hayal kırıklıkları ve sahip olduğunuz beklentileriniz neler? Sonraki üretimlerinizi bunların da şekillendireceğini düşünüyorum.
Anna Maria Aslanoğlu: Şu anda bebek adımlarını atan bir oluşum olarak tiyatro üretimine ve sektörüne dair ahkam kesmemiz doğru olmaz ama bir yandan bağımsız sinema ile çok benzer olduğunu düşünüyorum. Rotası, zorlukları, kolaylıkları, güzellikleri çok benzer. Birbirinden çok farklı görsel-işitsel yapım üretimleri değiller. En büyük farkı tabii ki bu temas hali. Bağımsız sinema ne olursa olsun yoğun bir endüstriyelleşmenin parçası. Dezavantajları ve avantajları var o kurumsallığın. Düşük bütçeli işlerde dahi daha sektörleşme ve endüstrileşme hali var ve bu da üretimlere yansıyor ister istemez. Tiyatroda da benzeri var. Yoğun starlar üzerine kurulu bir tiyatro ile bağımsız kumpanyaların, ödeneksiz tiyatrolar karşıtlığı var belli ki. Bunu biz de yaşıyoruz. Bu, kumpanya hissinin getirdiği, o üretim koşullarının biçiminin getirdiği bir özgünlük ve güzellik var. Her gün seyirciyle yüz yüze gelmekle, her gün görüntüyü kameraya alıp kilitlediğiniz ve aylarca kurgu masasında çalışıp seyirciyle aranıza mesafe koyduğunuz bir durum yok. Her gün, her an, kanlı canlı dinamikleri sürekli değişebilen bir durum var tiyatronun gerçekliğinde. Bu çok cazibeli, ilginç ve insani.
Sektörel olarak belli ki çok yol var gidilecek. Tiyatro ve sinemadaki yapımcılık farkından bahsettiniz. Ben o anlamda kurumsallaşmak kısmını önemsiyorum. Üretimi de sürdürülebilir kılan bir şey olur yapımsal bir kurumsallığın olması. Bu anlamda önemsiyorum ama bunu var edecek bir sistem yok belli ki arkada. Böyle bir sistem yokken de sadece bilet satışlarından elde edilecek gelirlerle de bir kumpanyanın ya da bir tiyatro yapım şirketinin var olması mümkün değil. Tıpkı sinemada olduğu gibi kamusal olanın ya da fonların çok daha devreye girmesi lazım ki konvansiyonel olmayan üretimler çoğalsın ve seyirciye ulaşabilsin. Bu finansal zorluklar her yere yayılıyor ister istemez. Kumpanyayı sürdürülebilir kılmak tek sahne üstü için değil arkası için de geçerli. En zorlu şey bu. Bağımsız sinemanın süreçlerinden çok da farklı yepyeni bir dünya hissetmedim açıkçası bunlar dışında. Belli bir üretimi seyirciye ulaştırmak için yapmamız gerekenler vardı. İstanbul Tiyatro Festivali’nin yoğun ilgisiyle başlamamız bizi şanslı kalıyor. Bu yoğun ilgi hala devam ediyor. Yoğun ilgi ve sevgi çok güzel tabii ki.
Kumru Yaren Cengiz: Seneye de BZA sezonda aktif olarak olacak mı?
Anna Maria Aslanoğlu: İnşallah, bakalım.
Kumru Yaren Cengiz: Ben bu söyleşiyi yapmayı kabul ettiğiniz ve zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Yolunuz açık olsun diyorum. Son olarak söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Anna Maria Aslanoğlu: Keşişimsellik, ortak kümede buluşma, bakışımlılık meselesi İstos oluşumunun tamamı ve üretimlerimiz için çok önemli özetle. Ben teşekkür ediyorum bu alan ve söyleşi için.
TEB Oyun Dergisi’nde yer alan diğer söyleşilere ulaşmak için: TEB Oyun / Söyleşi