Kedilerin Kaybolma Mevsimi

Kediler altın çağlarını yaşıyor olmalılar… Her evde bir kedi hatta iki, üç, dört kedisi olan evler biliyorum. Sokaklarda ellerinde poşetler sabahın erken saatlerinde peşlerindeki kedi sürülerine mama dağıtan kadınlar, erkekler- ki galiba kadınlar çoğunlukta- evet başta da dediğim gibi kediler altın çağını yaşıyor. Dilerim bu çağ hiç geçmez…

Behiç Ak Kedilerin Kaybolma Mevsimi adlı çocuk kitabında bir kedinin insanlarla kurduğu ilişkiyi, yetişkinlere yönelik eleştirel bakışla o kendine has mizahi diliyle biraz da polisiye tadında anlatmış. Hikâyesinde, günümüz insanının yalnızlığını, kediler ile insanlar arasında kurulan sevgi bağını, yine bu hayvan sevgisinin insanları birbirine yaklaştırdığını ve çok kısa da olsa medyanın parıltılı dünyasının görünmeyen yüzünden söz ediyor.

Günün birinde mahallede kedilerin kaybolduğu anlaşılır. Sevgi’nin kedisinin kaybolmasıyla başlayan hikâye, mahallede oturan diğer kedi sahiplerinin de kedilerinin kaybolduğu haberinin ortaya çıkmasıyla gelişir. Çekingen Sevgi, patavatsız Nazan Hanım, buz gibi bakışlarıyla mesafeli Nurten Hanım, koşucu İbo, yavaşlığıyla bilinen Suat Bey kayıp kediler derneğini kurarlar. Başta kayıp kedileri bulmak için kurulan dernek giderek bir araya gelip çay kahve içilen TV seyredilen yere dönüşür. Hatta TV’de yer alan bir dizi, kedilerin hepten unutulmasına neden olur. Dizide herkes kendi hikâyesini görür. Komik çıkarımlarla, ilginç tespitlerle gizli bir rekabet bile oluşur aralarında. Bir araştırma sonunda kedilerin 18 Haziran günü ortadan kayboldukları anlaşılır. Ancak, kayıp kedinin çıkıp gelmesiyle hikâye daha da ilginç hal alır. Zira herkes gelen kedinin kendi kedisi olduğunu iddia ederek kucaklamak ister ama durum farklıdır. Kedi gerçekten her birine ait olduğunu, her birinin huyuna göre hareket eden gün boyu her bir evi gezen ve gittiği evdeki sahibini mutlu edecek şekilde davranan bir kedi olduğunu uzun uzun anlatır, itiraflarda bulunur. Sonuç olarak her sahibin, kendinde sevdiği özelliklerini kedisinde görmek istediğini, ona göre isim verip, ona göre davrandığını anlarız. Kaybolma nedenini ise yazar, kısa bir hikâyeyle medya dünyasından bir kesit vererek açıklar. 

Kedilerin Kaybolma Mevsimi oyunundan bir kare.

Hikâyede kediler sahiplerinin özellikleriyle anılırken yazarımız her bir kişinin insani özelliklerini esprili bir dille anlatmış. Birinin kedisi çekingen, ürkek, iştahsız, sahibinin dibinden ayrılmazken diğerininki tam tersi arsız, obur, yaramaz… Bir başkasınınki hızlı, uçar gibi damdan dama hareket ederken diğerininki uyuşuk, yemek yemeğe bile üşenen tembel… Her kedi sahibine benziyor ya da hikâyedeki ifadeyle kedi sahibine göre farklı, onların görmek istediği gibi davranıyor. Her farklı tipin özellikleri verilirken alt metinde, sevgi dolu, sıcacık, biraz da komik ayrıntılar görüyoruz. En önemlisi, yazarımız tüm bu ayrıntıları verirken yargılamadan her insanın özünde iyi olduğu ve herkesi olduğu gibi kabul etmenin kavgasız huzurlu bir yaşamın kapısını araladığını da söylüyor. 

Yazarın sözcüklerle oynaması okuru gülümsetiyor ve bir süre sonra sözcük avına çıkarıyor. Örneğin Nazan Hanım’a arkadaşları ona patavatsız diyor. Nazan Hanım aldırmıyor ve kendi mantığına göre “hiç patavat diye bir şey duymadım. İyi bir şey olsaydı duyardım. O halde patavatsız olmak patavatlı olmaktan iyidir” şeklinde açıklıyor durumu. Sahi? Patavat nasıl bir şey acaba! ya da herkesin kedisi kayboluyorsa benim kedim de kaybolur ne eksiğim var onlardan,” diyor. Nurten Hanım ise bambaşka bir havada… O kendini beğenmiş tavrıyla “bütün kediler kaybolduysa benimki kaybolmaz çünkü benimki sıradan bir kedi değil,” diyor. Sevgi’nin arkadaşları bir eşyanın kaybolmasını anlarken kedinin kaybolmasına bir anlam veremiyor. Okurken eşyanın kaybolması ile kedinin kaybolması arasında nasıl bir fark olabilir diye düşünmeye başlıyorsunuz. 

Daha önce de dile getirdiğimiz gibi, kahramanlarımızın özellikleri anlatılırken yargılanmıyor. Örneğin, Nurten Hanım kedisinin bir çetenin eline düşmüş olabilme ihtimalini düşündüğünde birden değişerek o soğuk tavrının yerine insan canlısı, telaşlı, endişeli, kıpır kıpır biri oluyor. Kendini suçlayarak insanlara soğuk davrandığı için kedisinin kaybolduğunu böylece cezalandırıldığını düşünüyor. Sevgi “bu sizin kişiliğiniz, insanlar kötü olmadığınızı biliyor, lütfen kendinizi suçlamayınız” diyerek onu teselli ediyor. Yavaşlığı ile tanınan Suat Bey, onuncu katta oturuyor, buna rağmen asansörü kullanmıyor ve yolda karşılaştığı komşularıyla uzun uzun sohbetler ediyor. Sevgi çekingen ürkek ama kediyi arama sürecinde herkesle iletişim kuruyor. Bir olumsuz diyebileceğimiz özellik bir başka olumlu davranışla dengeleniyor. Kahramanlar arasında mesafeli ama içten bir iletişim olduğunu görüyoruz. Bu iletişimi biraz da kedilere borçlu oldukları bir gerçek. Yazarımız adeta günümüzün dünyasından çevremizden küçük bir kesiti gözler önüne sermiş. Çevremize baktığımızda Sevgi, Nazan Hanım, Suat Bey, Nurten Hanım gibi insanlarla kolaylıkla karşılaşabiliyoruz.

Hikâyenin merkezini oluşturan ana kahraman kedi ise evine gittiği sahibin özelliklerine göre hareket ederek her bir sahibe iyi geliyor, onlara mutluluk veriyor, hayatlarına anlam katıyor. Tıpkı gerçek hayattaki gibi. Hikâyeyi çok çeşitli biçimlerde okuyabiliriz. Çocuk oyunlarında genelde gördüğümüz mesaj verme kaygısı -ki kesinlikle doğru bulmuyorum- açısından okuduğumuzda çocuklar için doğru şeyler söylemediğini de iddia edebiliriz. Örneğin kedinin sadece her nabza göre şerbet vererek hayatını idame ettiren, her devrin adamı olan kişiliksiz haliyle çocuklar için iyi bir örnek olmadığını düşünebiliriz. Oysa kediler bağımsız, kendine has özelliklere sahip, anlık yaşayan, tembellik eden, kendi istediğinde kendini sevdiren, karar veren, yaklaşan, sadece o anın tadını çıkaran, kendileri için yaşayan bağımsız yaratıklar. Hikâyede yer alan mahalleli, kedisine kendisiyle ilişkilendirerek anlam yüklüyor tıpkı bizler gibi. Burada Behiç Ak bir kedinin hikâyesinde biz yetişkinlerle dalga geçmiş. “Siz bir kedinin sahibi olduğunuzu sanıyorsunuz ama durum hiç de öyle değil,” diyor. 

Her bölüm sonunda “kayıp aranıyor ilanları”, “kayıp bir kediyi bulmak hiç de kolay değil doğrusu”, “Demek doğal bir felaketle karşı karşıyayız”, “aman sakın kedileri çalan bir çete dadanmış olmasın”, “olay iyice karmaşık bir hal almıştı. Gizli bir el tek tek kedileri alıp götürmüştü sanki”, “18 Haziran’da kaybolan kediler” gibi ifadeler yarattığı gizemli havanın verdiği polisiye kokusuyla hikâyeyi daha da ilginç ve takip edilebilir kılıyor. Acaba kedilere ne oldu?

 

Kedilerin Kaybolma Mevsimi oyunundan bir kare.

Çocuk oyunu olarak Kedilerin Kaybolma Mevsimine gelince…

İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nde yeni bir “Oyun ve Atölye” birimi kurulmuş. Kültürel Etkinlikler Müdürlüğü içinde oluşturulan birimde, yetişkinler ve çocuklar için tiyatro oyunları, atölyeler yapılarak Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı kültür merkezlerinde, mahalle evlerinde ve açık alanlarda her yaştan seyirci ile buluşacak. Bu birimin ilk etkinliği Güray Dinçol’un çocuklar kadar yetişkinlerin de zevkle izleyebileceği Behiç Ak’ın hikâyesinden yola çıkarak sahnelediği Kedilerin Kaybolma Mevsimi.

Sema Çeker, Enise Gül Yıldırım, Aslı Yiğit, Sinem Yoldaş, Sarin Karadaş, Orkun Sarialioğlu, Ömer Yıldırım, Orkun Ceyhun Özkan, Engin Kut’un oynamış oldukları oyunun dekor ve kostüm tasarımını Ahsen Nur Yaman, müziklerini ise Burçak Çöllü yapmış. Oyun 45 dakika sürüyor.

Oyun canlı, hareketli, 7’den 77’ye herkese hitap ediyor, keyifle izleniyor. Seyirciyle buluştuğu ilk gün izleme şansım oldu. Oyun çok hızlı bir tempoyla başladı ve bitti ve o kadar hızlıydı ki bazen konuşmalar üst üste bindi, bazen konuyu yakalamakta takip etmekte güçlük çektik. Zaman zaman oyun akışında sakin, duygusal, dingin anlara ihtiyaç duyuluyor. Kedilerin kaybolması karşısında mahalleli aynı oyun temposuyla, olanları paylaştı. Kedisi kaybolmuş insanın üzüntüsünü, telaşını göremedik. Daha duygusal, üzgün anlarına tanık olsalar çocuklar evlerinde besledikleri kedilerini düşünebilirlerdi. Sahnedeki bu koşuşturma içinde akıllarına geldiğini sanmıyorum. Kedi oyunun merkezinde yer alan tiplemesiyle daha ayrı görülebilir olması gerekirken, rengârenk kostümler içindeki diğer oyuncuların arasında kayboluyordu. Oyuncular kediyi aralarına aldıklarında biraz daha geniş bir çember içinde ve genel olarak sahne üstünde konumlandığı yer ile biraz daha ayrı, göze görünür, farklı bir yere yerleştirilebilirdi. 

Tiplemeler grotesk oyunculuklarıyla, Güray Dinçol’un fiziksel tiyatro çalışmalarının yansımalarıyla Behiç Ak’ın kitap sayfalarından başarıyla sahneye inmişlerdi. Her biri oyunculuğuyla yine Behiç Ak’ın o alttan alta dalga geçen, ironik, eğlenceli dilini çok güzel bir şekilde ortaya koymuştu. 

Yönetmen Güray Dinçol bu oyunun bu yaz İstanbul’un çeşitli semtlerinde açık alanlarda da sergilenebilecek şekilde düzenlemesini yaptıklarından söz etmişti. İyi bir ses sistemi, biraz kısaltmalarla çocuklar kadar yetişkinlerin de zevkle izledikleri bir oyun olacak. Hem yeni kurulan birimin hem de oyunun yolu açık olsun!


Bu yazı TEB Oyun Dergisi’nin 44-45. sayısında yer almıştır.


Bu yazıyı yer işaretlerinize eklemek ister misiniz?

Yazar Hakkında / Nihal Kuyumcu

Yorum yap

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin