Kırılıp Dökülen Hayaller: Sırça Köşk

Evimiz korunaklı bir alan mı?

Kriz dönemlerinde evimiz (depreme dayanıklı olmak koşuluyla) bizleri dışarının tehlikelerinden ne kadar koruyor? Korona sürecinde eve kapandığımız, dışarıya adım bile atmaktan çekindiğimiz bir süreçte Theater Bonn’da galasını yapan, uzunca bir korona arasından sonra da yeniden gösterime giren Sırça Köşk oyunu (Tennessee Williams) izleyiciyi çok güncel bir sorunun içine çekiyor.(Yönetmen: Matthias Köhler). Dış dünyada insanları oradan oraya savuran büyük krizler yaşanırken kendi küçük yaşam alanımız bizlere ne söylüyor? Eve kapanıp da dış dünyayla iletişimi kopardığımızda güvencede mi sayılırız? 

Sularla çevrili bir villada, iç içe geçen iki odada yaşamını sürdüren bir aile: Anne Amanda ve çocukları Tom ile Laura. Baba çoktan çekip gitmiş. Radyodan İkinci Dünya Savaşıyla ilgili haberler geliyor, ekonomik kriz dorukta. 

sırça köşk_zehra ipşiroğlu

Gerçeklerden kaçış

Cam gibi parlayan sular kişilerin zaman zaman durulan, zaman zaman dalgalanan iç dünyasının habercisi gibi. Su, hayaller devreye girdiğinde evin yansıttığı ışıkların yansımasıyla ışıldıyor. Korkular ve öfke ağır bastığında, sular dalgalanmaya başlıyor. Gerçeklerle bağlantıyı keserek hayaller dünyasının içine dalmak aile bireylerini rahatlatacak tek çözüm gibi. Anne Amanda bir yandan geçmişe sarılarak bir zamanlar çevresinde fır dönen hayranlarıyla övünüyor; bir yandan da geleceğe yönelik olarak çocuklarıyla ilgili boş hayaller kuruyor. Tek istediği oğlu Tom’un düzgün bir meslek sahibi olması ve iyi para kazanması, kızı Laura’nın okuluna devam etmesi ve kendine uygun birini bularak evlenmesi. Ancak gerçekler hiç de hayal ettiği gibi değil. Sinema delisi olan oğlu ufak bir ücret karşılığında bir depoda çalışıyor, gizli gizli şiirler yazıyor ve filmler izliyor. Kızı Laura cam hayvan koleksiyonu ve kitaplarıyla çok daha farklı bir hayal dünyasına sığınmış. Herkes kendi kozasında yaşıyor. 

Amanda çocuklarını kendi doğruları doğrultusunda yönlendirmeye çalışırken üçü arasındaki gerilim büyüdükçe büyüyor. Yoğunlaşan öfke, bağırıp çağırmalar, çığlıklar, sözcüklerin boğucu ve yaralayıcı gücü… Anne ve çocukları arasındaki gerilim, ses ve müzik efektleriyle zaman zaman dayanılmaz bir hal alıyor, zaman zamansa uzaklaşıyoruz. Konuşmalar, bağrışmalar anlaşılmazlığın içinde yitip gidiyor. 

Ekonomik koşulların yıprattığı dar gelirli bir ailenin yaşamını izliyoruz bu oyunda. Bu yaşam öylesine iç daraltıcı ki  “nasıl yaşamalıyız?” sorusunun tek çözümünü gerçeklerden kaçış oluşturuyor.

Kırılıp dökülen hayaller

Hayaller her an kırılıp dökülen cam parçaları gibi. Tom arkadaşı Jim’i evlerine davet ettiğinde Anne Amanda ile kızı Laura’nın hayalleri bir anda alevleniyor. Jim bu dar dünyadan bir çıkışı sağlayabilir mi? Söz gelimi Laura için sağlam bir evlilik adayı olabilir mi? 

Bu hayal herkesin gelin kıyafetiyle sahneye gelmesiyle sahnelemede gerçeküstü bir boyut kazanıyor. 

Bu sahnelemenin en can alıcı yönünü kişilerin iç dünyalarını yansıtan metaforlar oluşturuyor. Gelin kıyafetleri annenin hayallerini yansıtırken,  cam gibi parlayan su Laura’nın kırılganlığına gönderme yapıyor. Sudaki yansımalar, biçim değiştirmeler, kırılmalar Laura ile Jim’in arasındaki yakınlaşmayı metaforik bir boyuta taşıyor. 

Nasıl yaşayacağız?

Yönetmen Matthias Köhler kırklı yılların Amerika’sından bir kesiti yansıtan bu psikolojik oyunu bugüne taşırken oyunu psikolojik özelliklerinden soyutlayarak grotesk bir düzleme taşıyor. Kullanılan yabancılaştırma oyundaki ögeleri gelin kıyafetleri, gerilimi vurgulayan sesler, gıcırtılar ve müzik, kırılganlığı yansıtan su ve suların içinde dış dünyadan kopmuş bir ev oyundaki kırılganlığı ve hüznü teatral bir dünyaya taşıyor. Bu dünya hem düşündürücü hem de güncel. Kriz dönemlerinde kendi içine çekilmenin, kapanmanın, gerçeklerden kopmanın bir çözüm olamayacağını gösteriyor bizlere. Öyleyse bundan böyle nasıl yaşayacağız? Oyun bu soruyla baş başa bırakıyor izleyiciyi.

sırça köşk_zehra ipşiroğlu

Bu sahnelemenin bence en başarılı yanı oyun metnini ciddiye alan bir dramaturji çalışması, ironik ve grotesk sahne buluşlarınınsa hep metnin izin verdiği oranda kullanılması. Böylelikle Tennessee Williams’ın oyunu kırklı yılların Amerika’sından uzaklaşıp güncel bir boyut kazanıyor. Metne dayanan oyunların önemsenmediği ya da ikinci plana itildiği bir ortamda çok duyarlı ve düşündürücü bir çalışma.


TEB Oyun Dergisi’nde yayınlanan diğer eleştiri yazıları için: TEB Oyun | Eleştiri

Zehra İpşiroğlu’nun diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Yazar Hakkında / Zehra İpşiroğlu

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin