Kuklalara Hayat Veren “Tiyatro Tempo” 40. Yılında!
Bu yıl Tiyatro Tempo 40. kuruluş yılı içinde. Tiyatronun kurucusu Haluk Yüce’den geçirdiği bu 40 yılı dinleyelim.
Nihal Kuyumcu: Yıllardır çocuklar için tiyatronun içinde kukla ağırlıklı olarak bıkmadan usanmadan mücadele ediyorsunuz. Kuruluş hikâyenizden söz eder misiniz?
Haluk Yüce: Şu anda Tiyatro Tempo 40. sezonunun içinde. Yani gelecek sene 40. yıl kutlamasını yapacağız. Kuruluş hikâyemize gelince; Ben Ankara Çocuk Tiyatrosu’ndayken kukla tiyatrosuna ilgi duymaya başlamıştım. Oradan 1978-79 sezonunda ayrıldım, kendi inandığım tarzda kukla ve masklar kullanarak çocuklar için tek kişilik –çocukların da bir parçası olup aktif katıldığı- deneysel oyunlar yapmaya başladım. Bu arada kukla konusunda kendimi geliştirmeye çalışırken Karagöz ustam Hayali Torun Çelebi ile tanıştım ve asistanı (yardağı) oldum. Torun Çelebi’nin yardağı olmak, bana bir yandan kendi çalışmalarımı yürütürken bir yandan da uluslararası iki önemli festivale ve çalışmaya katılma olanağı vermiş oldu. İtalya’da katıldığımız çok değişik tekniklerde kukla oyunlarının sergilendiği festival ve Belçika’da bir kukla tiyatrosunda Karagöz’le ilgili ustamın verdiği eğitimde onun yanında olmam benim ufkumu açtı. Hemen sonrasında deneysel çalışmalarım sırasında oluşturduğum İbiş Adında Bir İbiş adlı oyunumu yaptım ve çocuklar için tiyatro yapma kararıyla “Tiyatro Tempo” adını vererek gösterilerime başladım. Tiyatro Tempo adını da Belçika’da çalışma yaptığımız tiyatronun adı olan ‘Theatre Taptoo’dan etkilenerek, T – T harfleriyle başlayan isim hoşuma gittiği için koydum. Tiyatroyu İstanbul’da kurdum ama sonrasında Ankara’ya taşıdım.
N.K: Şöyle bir soru sorsam: Neden?
H.Y: Bu soruyu iki şekilde cevaplayabilirim: Neden çocuk tiyatrosu ve neden kukla tiyatrosu? Çocuk tiyatrosu yapmayı bilinçli olarak Ankara Sanat Tiyatrosu’nda çalıştığım dönemde seçtim. Çocuk izleyici ile sahne arasındaki samimi, içtenlikli ve dürüst ilişkiyi sezdim ve bu benim çok hoşuma gitti. O dönem Ali Taygun’un Ankara Sanat Tiyatrosu’nda sahnelediği çocuk oyununda uyguladığı yeni yaklaşımlar ve Ankara Çocuk Tiyatrosu döneminde tanıma şansı bulduğum Anadolu Çocuk Oyunları Kolu (AÇOK) çalışmaları, Taner Barlas’ın çocuklar için yaptığı sokak tiyatrosu oyunları beni çok etkiledi ve cesaretlendirdi, kararımın ne kadar doğru olduğunu düşündürdü. Ayrıca AÇOK’un Leke, Çizgi, Benek oyunu bana ilham olmuştu. Oyunda kuklalar kullanılıyordu ve oradan esinle Renklerin Oyunu adlı oyunumu yaptım ve o oyunumuz hâlâ repertuarımızda, oynamaya devam ediyoruz. “Neden kukla?” sorusuna gelirsek… Kukla dünyasının oyuncularla yapılan (dramatik) tiyatroya göre daha zengin, daha yaratıcı, daha ufuk açıcı ve daha olanaklı olduğunu düşünüyorum. Kukla, çünkü bu büyülü bir dünya ve kuklanın arkasında kalmaktan rahatsız olmayan kişilerin buluşma noktası.
N.K: Hedefiniz neydi?
H.Y: Hedefim çocuklar için kukla tiyatrosu yapmaktı. Çocuklar için, onların zihinsel veya fiziksel olarak aktif katıldığı, kalabalık olmayan izleyici gruplarına oyun yapmak istiyordum. Yaş grubu olarak okul öncesini seçmiştim çünkü çocuk tiyatrosu alanındaki kirlenmiş ilişkiler bu yaş grubunda yoktu. İlköğretim kurumlarında, okul yöneticileri ve tiyatrocular arasında kirlenmiş bir ilişkiler ağı vardı ve ben onların arasında olamayacağımı görüyordum. Okul öncesi eğitim kurumlarında -o yıllarda- daha aydın, daha idealist, çağdaş eğitim yaklaşımlarını takip eden yöneticiler ve eğitimciler vardı. Onlarla ortak bir dil tutturabiliyordum. Hem ben onlardan çok şey öğreniyordum hem de onlarla oyun sonrası yaptığımız sohbetlerde birbirimizi tanıyorduk. Ben seçtiğim temalara göre kuklanın farklı teknik olanaklarını deneyimliyordum ve bu alanda bilgi edinip kuklanın gücünü keşfetmeye çalışıyordum.
N.K: Hangi yollardan geçtiniz? İniş çıkışlar oldu mu? Bunları neye bağlıyorsunuz? Biraz kendinizden de söz ederek açıklar mısınız?
Ankara ve İstanbul arasında gidip gelerek az sayıdaki özel okulda düzenli oyunlar oynuyor, farklı projelerle, çocukların dünyasına yakın –ama estetik yanını göz ardı etmeden- çocukların da kullanabileceği oyun malzemeleri seçiyor ve onları da oyunun bir parçası yapıyordum. Öykü anlatıcılığı, kukla kullanımı ve geleneksel oyunlarımızı da biçem olarak kullanıyordum. Tempo’nun üçüncü yılında ABD’ye gittim. Orada da çocuklarla çalışma ve kukla tiyatrosu alanında yüksek lisans yapma şansım oldu. 4 yıl sonra dönüp kaldığım yerden devam etmeye niyetlendim, ama orada kazandığım yeni bilgilerle ve daha donanımlı olarak, yeni oyunlar da tasarlayarak… Okul gösterilerinde düş kırıklıkları yaşıyordum. Çocuklar çok farklılaşmıştı. Çocuklarla paylaştığım oyun malzemelerimi kullanmaktan yavaş yavaş vazgeçmeye başladım. Bu beni çok üzmüştü. Anne babaların yaşamlarını çocuk odaklı düzenlemeye başlaması, onlara özgürlük vereceğiz derken sınır tanımaz tutumlara vesile olmaları beni çok düşündürdü. Çocukların fiziki olarak oyuna katılımlarını azaltmaya ve daha çok zihinsel katılımlı, seyirlik yanı ağır basan oyunlar yapmaya başladım. Bir de kukla alanında aldığım eğitimle daha büyük yaş gruplarına ve gençlere de oyun yapmaya başladım. Karagöz’ün gücünü kukla alanında aldığım eğitim sürecinde daha çok kavradım ve Karagöz’ü daha çok sevdim. Karagöz oyunlarımız repertuarımızda en önemli yere sahip oldu hep. Genel olarak Karagöz’ün ve kuklanın gücünü hep çevremde göstermeye ve anlatmaya çalıştım. Kuklanın inceliklerini, teknik olarak sahip olduğu farklı alanlarını ve olanaklarını hem keşfetmeye hem de yaptığımız oyunlarla deneyimleyerek tanıtmaya çalıştık.
N.K: Hedefinize ulaştınız mı?
Kuklanın gücünü göstermek konusunda büyük ölçüde hedefe ulaştık diyebiliriz. Yurt dışında katıldığımız festivallerde gördüğümüz kaliteli yetişkin kukla oyunlarının Türkiye’de de fark edilmesinin önemini düşünerek 9 yıl önce Marina’nın girişimleri ve çabasıyla Uluslararası Ankara Kukla Festivali’ni başlattık. Bu yolla kuklanın sadece çocuklar için olduğu algısını değiştirmeye çalıştık. Bu amacımıza ulaşmak için beğendiğimiz yetişkin kukla oyunlarını bu festivale davet ettik. Bu konuda amacımıza ulaştık diyebiliriz. Festivallerde atölyeler yapmayı da önemli gördük. Son 15 yıl içinde, bizim kendimizi geliştirmemizde de önemli olan yurt dışından yönetmenler ve tasarımcılarla çalıştık. Bu oyunların bir kısmı da gençler ve yetişkinler için oldu. Uluslararası ilişkilerimizde Marina’nın cesareti ve çabası çok önemli rol oynadı.
N.K: Ülkenin gündemi çocuk tiyatrosunu etkiliyor mu? Evet ise nasıl etkiliyor, hayır ise neden etkilemiyor?
H.Y: Ekonomik gündem, elbette… Bu çok doğrudan etkiliyor. Popüler kültür ve niteliksiz çalışmalar daha çok ortaya çıkıyor. “Müzikal ve maskot tiyatro” gibi büyük izleyici gruplarına sergilenen gösterimler çoğalıyor; internet veya televizyon üzerinden popülerleşmiş kahramanlar kullanılarak izleyiciler kandırılıyor. Büyük bilet fiyatlarıyla bu tür gösterimler artarken, nitelikli ve özenle yapılan çalışmalar izleyicisiyle buluşmakta zorlanıyor. Tiyatro mekânları yok oluyor. İnsanlar tüketime ve alışveriş merkezlerine, hafta sonunu geçireceği sosyalleşme kültürüne kayıyor. Tiyatro mekânına giderek oyun izleme zahmetine girmek istemiyorlar. Her şeyin kolay yoluna kaçılıyor. Aynı şey tiyatro yapanlarda da var. Onlar da popüler kültüre hizmet eden projelere yöneliyorlar. Çocuk tiyatrosunun gelişimi ve kalitesini korumak ve sürdürebilmek için gerekli olan “adanmışlık”, “emek verme”, “kendini geliştirme arzusu” ve “sabır” günümüzde yok artık. Çocuk tiyatrosunun küçümseniyor olması ve bu alanda çalışma olasılığı olan kişiler açısından saygın bir alan olarak görülmemesi durumu hiç değişmedi. Hatta daha kötüye gitti.
N.K: Geçtiğimiz 40 yılda neler değişti? Olumlu ya da olumsuz değişimler oldu mu? Bu değerlendirmeyi hem kendi tiyatronuz açısından hem de genel olarak ülkemizdeki çocuk tiyatrosu açısından yapar mısınız?
H.Y: Çocuk tiyatrosu açısından eğitim kurumları ve eğitimciler çok önemli. Onlar tiyatronun önemine inanmıyorsa, tiyatroyu bir gereksinim olarak görmüyorsa; aileler ve eğitimciler tiyatro izleme kültürüne sahip değilse, nitelikli oyunla niteliksiz oyunu ayırt edemiyorsa orada nitelikli çocuk tiyatrosu gelişemez. Türkiye’de şu anda durum bu. 40 yıl önce durum bugünkünden daha iyiydi. Özel eğitim kurumlarının çoğalması, daha özgürce hareket edebilecek okul yöneticilerinin varlığı ne yazık ki eğitimin önemli bir parçası olan tiyatroyu geliştirici durumda değil. Nüfus artışına rağmen, eskiden haftanın altı günü 9 oyun sergileyen tiyatroların artık haftada 2-3 gün oyun oynar duruma gelmeleri nasıl acınası bir durumsa, çocuk tiyatrosunda niteliksiz oyunların çoğalması da üzücü bir durum.
N.K: Yurt dışında ve içinde birçok festivale katılıyor, birçok oyun izliyorsunuz. Bu pencereden baktığınızda çocuk tiyatromuz nerede?
H.Y: Yukarıdaki sorunun cevabında Türkiye’deki durumu değerlendirmiş oldum. Bu soruyu daha çok kukla tiyatrosu açısından cevaplayabilirim çünkü yurt dışında hep kukla festivallerine katılıyoruz. Ülkemizdeki çocuk ve gençlik tiyatrosu festivallerinde de gördüğümüz gibi festivallere katılan ve seçilen oyunların çoğunu kukla oyunları oluşturuyor. Bütün dünyada, özellikle çocuk oyunlarında kukla kullanımının önemi artık fark ediliyor. Yurt dışında bu alanda eğitim veren kurumlar, üniversitelerde -az da olsa- bölümler var ama Türkiye’de bu yok. Herkes el yordamıyla bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bu alanın kendine özgü kurallarını, doğru bilgiye nasıl ulaşacağını bilemeden, gördüğü bir iki örnekten yola çıkarak, yapmaya özendiği şeyin neden güzel göründüğünü doğru teşhis edemeden çalışmalar yapıyor kişiler. Bu konuda Türkiye’yle ilgili bir gözlemimi paylaşmak isterim burada: İnsanlar bu alanla ilgili doğru bilgi almak için doğru kişiye veya kaynağa ulaşma konusunda çok çaba harcamıyorlar. Tiyatro alanında çalışan kişilerin, oyuncunun iyi oynayıp oynamadığı üzerine fikir yürütürken kukla alanında kötü oynatılan bir kuklayı ayırt edememesini anlamakta zorlanıyorum. Nesne tiyatrosunun bir kukla tiyatrosu olduğunun, o nesnenin canlandırılmasının “bir karaktere dönüştürme” ve sahnede bulunma nedeninin, “bu karakteri oluşturmak” amacı olması gerektiğinin fark edilemiyor olmasını; kasıtlı ve beceriksizce sahnede boy gösteren “karakter” olamamış bu nesneleri oynatan kişinin beğeniliyor ve hatta ayakta alkışlanıyor olmasını anlayamıyorum. Sahnede kukla varken birilerinin değerlendirme yaparken “Bu oyunda kukla yok, istediğiniz gibi oynatabilirsiniz, hatta bu oyunu yurt dışında festivallere de götürebilirsiniz.” deyişini şaşkınlıkla karşılıyorum.
Bu ayrıntıyı bir kenara bırakırsak, kukla tiyatrosu alanında, her yaştan çocuklar için çok etkileyici çalışmalar yapılıyor. Bu alanda daha çok yol almamız gerekiyor.
N.K:Türkiye’de tiyatro mekânına sahip ender kukla ve çocuk tiyatrosusunuz, değil mi?
H.Y: Öyleydik. Şu anda ne yazık ki 15 yıldır içinde bulunduğumuz tiyatro salonumuzu boşaltma sürecindeyiz. Türkiye’nin bir gerçeği olarak, Ankara’nın kültür-sanat alanındaki belleği diyebileceğimiz bir tiyatro mekânı yok ediliyor. 1999 yılında ekonomik kriz nedeniyle kendi yarattığımız bir tiyatro salonundan çıkmak zorunda kalmıştık. Bu kez binanın yapılışında tiyatro olarak düşünülüp ruhsatlandırılmış bu mekân muhtemelen bir market zincirinin deposuna dönüşecek. Üstelik vefat etmiş sahibinin bu mekânın tiyatro olarak kalması vasiyetine rağmen. Bu salon hem çocukların, hem kukla sanatının hem de Karagöz’ün yuvasıydı… Kasım ayının 10’unda tamamen boşaltmış olacağız ama biz yolumuza devam edeceğiz.
N.K: Bu durum çok üzücü. Bu söyleşi için teşekkür eder yeni yolculuğunuzda başarılar ve kısa sürede yeni bir salona kavuşmanızı dilerim.
H.Y: Ben teşekkür ederim. Bu vesileyle Tiyatro Tempo’ya her düzlemde emek vermiş, desteklemiş, inanmış herkese ve her kuruma teşekkür ederim. 1999 ve 6 Şubat 2023 depremlerinde bize destek olarak deprem bölgelerinde etkinlikler yapmamızda yanımızda yer alan, Tempo’nun birçok projesine can suyu olan, popüler kültür dışındaki çalışmalara destek veren, nitelikli çalışmaların gelişmesine katkıda bulunan Denizbank’a da buradan teşekkür etmek istiyorum.
TEB Oyun Dergisi’nde yer alan diğer çocuk tiyatrosu yazılarına ulaşmak için: TEB Oyun / Çocuk Tiyatrosu