Medea – Nuh’un Gemisinde Boğulanlar

Nuh’un gemisini anlatan resmini açıklarken, Anna’nın kurduğu bir cümle ile şekillenmeye başlar sorular Medea’nın çağdaş versiyonunda. “Hikâye böyle de olabilirdi.”

Euripides’ten Sonra Medea olarak da adlandırılan ve yazar yönetmen Simon Stone’un uyarlayıp yönettiği, International Theater Amsterdam (ITA)’nın ödüllü yapımı ‘Medea’ 25. İKSV Tiyatro Festivali kapsamında 17-18 Kasım 2021 tarihlerinde Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde seyirci karşısına çıktı.

1984’te Basel’de doğan, gençlik yıllarını Cambridge ve Melbourne arasında geçiren, Avustralyalı yazar, oyuncu, film ve tiyatro yönetmeni Simon Stone Medea’da, klasikler üzerine yaptığı diğer çalışmalarına benzer bir yol izler. Euripides tarafından M.Ö. 31’de yazılan, yoğunluğu ve yıkıcı önemi zamanla azalmayan metni uyarlama ya da yeni çevirisini yapma yerine, yeniden yazar. Stone bu yorumunda 1995 yılında Amerika’da yaşanmış gerçek bir olayı temel alır. Amerikalı bir onkolog olan Deborah Green ile Michael Farrar çifti, (Farrar’ın isteği ile) boşanma sürecindedirler. Green’in alkol problemi vardır ve Farrar da iki kez hastanelik olur ayrılma sürecinde. Ancak hastalık nedeni teşhis edilemez. 95 Ekim’inde evlerinde çıkan yangında Green ve bir çocuğu kurtulurken diğer iki çocukları ölür. Mahkemede Green yangını kendisinin çıkardığını ve kocasına düzenli olarak zehir verdiğini kabul eder.

Marieke Heebink, Aus Greidanus Jr.
FOTOĞRAF: SANNE PEPER

Euripides’in “Medea”sı ; protagonist Me- dea’nın, eşi Iason’un iktidar uğruna başka bir krallığın prensesi ile evlenme kararı üzerine ondan öç almak için çocuklarını ve prensesi öldürmesini konu edinir. Euripides’in Medea’sı bir nevi büyücüdür. Kadının gücü üzerine daha derin bir yoğunlaşma yaratan antik trajedi, Simon Stone’un sahnelemesinde ne ürkütücü eski trajedinin ne de modern gerçekçi tedavi- nin hayatta kalma için ihtiyaç duyulana sahip olmadığı yönünde bir değişim gösterir. Stone’un Medea’sı Anna (Marieke Heebink), kocasını zehirlemeye teşebbüs ettiği için bir yıl kaldığı akıl hastanesinden yeni çıkmıştır. Kendinden çok daha genç Clara (Eva Heijnen) ile ilişkisi olan kocası Lucas (Aus Greidanus Jr.), barışmalarının artık mümkün olmadı- ğını inatla tekrarlasa da hâlâ onunla birlikte olmayı umut etmektedir. Kocasını kendisiyle sevişmeye ikna ederek ve okul ödevi olarak aile yaşamıyla ilgili video çeken oğullarının (Titus Theunissen & Sonny van Utteren) kamerasına yansıyan sevişme sonrası görüntüleri Cla- ra’nın görmesini sağlayarak bu umudu gerçeğe dönüştürmeye çalışır. Ancak önce Clara’nın hamile olduğunu, ardından Lucas’ın ve onun çocukları da alarak Çin’e yerleşeceklerini öğrenmesi Anna için umuda inancın intikam hırsıyla yer değiştirmesidir. Anna tek bir çıkış yolu bulur: kocasının yeni karısını, kendi çocuklarını ve kendisini öldürmek.

Bob Cousins’in tasarladığı bütünüyle bem- beyaz, sınırları neredeyse ortadan kaldırılmış sahne mekânı, Bernie van Velzen’in beyaz ışığı ile bir araya geldiğinde hiçbir şey yazılamamış ve sonrasında da yazılamayacak
beyaz bir sayfa görüntüsü yaratır. Beyazlığın sınırı beyazlıktır. Oyuncular bu beyaz sayfanın içinde iz bırakmadan hareket ederken bir yandan da seyirci ilgisinin odaklanabileceği yegâne nokta haline gelirler. Bu odaklanmada, özellikle Anna’yı merkeze alarak kullanılan kamera görüntülerinin de payı büyük. Çiftin iki çocuğunun okul ödevi olarak hazırladıkları otobiyografinin parçası olan bu görüntüler, onlar için geçmiş ve geleceğin de olamayacağının bir göstergesi gibidir. Simon Stone’un sahnelemede kullandığı teknikler- metnin son derece tanıdık olan yapısı bir kenara bırakılırsa- seyircinin oyun alanına yakınlaşmasını, kendi beyazlığı üzerine düşünmesini sağlamayı destekleyici nitelikte. Başlangıçta tamamen beyaz olan sahne oyun ilerledikçe lekelenir. Önce Anna’nın döktüğü kırmızı şarapla – ki kanı çağrıştırır-, oyunun ortalarından itibaren ise sürekli yağmaya başlayan kül ile. Dökülen kül, hiç yazamamış oldukları sayfanın çoktan yok olmuşluğunu vurgularken oyun sonunda yaşanacak ve gömülen pek çok tarih gibi küller altında kalacak geleceklerini de önseler. Stefan Gregory’nin müzik ve ses tasarımı ve kostüm tasarımcısı An D’Huys’un pastel renkli giysi- leri – özellikle Lucas’ın devetüyü takım elbisesi- beyaz ile çevrelenerek varlığı zamanın ve mekânın dışına itilen oyuncuların deneyimlediği boğucu uçuculuğu güçlendirir.

Coops VanEva Heijnen, Sonny Coops van Utteren, Titus Theunissen
FOTOĞRAF: DIM BALSEM

Oyuncuların doğal ve içten halleri Simon Stone’un sahnelemesindeki etkinin temel des- tekleyicisi. Marieke Heebink Anna’yı gündelik ve cana yakın bir kadın olarak çizerken, Aus Greidanus, Lucas rolünün sessiz paniği ve karmaşıklığını baştan sona öne çıkarıyor.

“Hikâye böyle de olabilirdi” diyor Simon Stone Anna’nın sözleriyle. Ancak oyunun başlığı kaldırıldığında geriye kalan nedir? Bir üçüncü sayfa haberinin zarif bir şekilde tasarlanmış gösterimi. Stone, Euripides’in klasiğinin dramaturjisini alıyor ve modern bir boşanmanın haritasını çıkarıyor. Bunu yaparken, klasikte varlığını gösteren eril güce modern sermaye gücünü ekliyor. Kadının eril sermaye karşısında parçalanışını, çıldırışını gösteriyor. Lucas karakteri, gerideki Christopher (Clara’nın babası)’ın desteği ile merkezde duruyor ve oyunun tüm kadınları –sosyal hizmet görevlisi de dahil- bu yörüngenin yarattığı fırtınaya bir şekilde kapılıyor. Anna’nın artık laboratuarda çalışamayacağını anladığında, çalışmak için gittiği kütüphane/ yayınevi müdürü ona bir penis hikâyesi anlatıyor. Yine gerçek bir olaydan alınmış bu hikâye. Sam Bobbitt adlı bir kadının kocasının penisini koparması; kadının bunu klozetin dışına işeyen kocasının yarattığı pisliğin bardağı taşırması olarak gördüğü, yıllarca adamın kendisine tecavüz etmiş olduğu bilgisi ile veriliyor.

FOTOĞRAF: SANNE PEPER

Anna yıllarca yaşamının her yönüne tecavüz etmiş adamın penisinin bir uzantısı olarak çocuklarını mı öldürmeyi tercih ediyor bu durumda? Euripides’in Medea’sı Creusa’yı (Clara) ve iki çocuğunu öldürürken ne yaptığını çok iyi bilir. Bedel ödemek üzere ölmez ve Aegeus ile evlenmek için altın bir deus ex machina arabasında Atina’ya kaçar. Simon Stone’un Medea’sında ise Anna çocukları ile birlikte, gittikleri yerde Lucas’ı bekleyip tekrar mutlu bir aile olacaklarına dair umudunu belirterek, ölür. Oyunun umut içeriyormuş gibi görünen tek cümlesi de budur. Kadın, öteki yaşama geçtiğinde bile kendini ancak erkek üzerinden var edebileceği düşüncesindedir. Yani tek başına hiç umut yoktur, hiç düşünce yoktur.

Modern zaman ortamı ve diyaloglarıyla süslenmiş bir melodram (tarih boyunca süren) duygusu yaratıyor Simon Stone’un Medea’sı. Sahnelemenin etkileyiciliği yanında karakterlere, onların umutsuz durumlarına dâhil olunabilmesi için bir neden oluşmuyor. Euripides’in klasiğinin teatral işçilik anlamında güçlü bir yorumu izlenirken, amaca dair güçlü bir şüphenin tadı kalıyor geriye.

Nuh’un Gemisi’nde kadınlar hep boğuluyor.


Bu yazı TEB Oyun Dergisi’nin 43. sayısında yer almıştır. Sayının tamamına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Bu yazıyı yer işaretlerinize eklemek ister misiniz?

Yazar Hakkında / Özden Işıltan

Yorum yap

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin