Merhaba – Editör Yazısı

Merhaba,

Bir yandan iklim değişikliğine bağlı bir türlü gelemeyen kış, diğer yandan ülkenin gündemine oturan ağır ekonomik kriz ve seçim karmaşası derken, bu ülkede olabilecek en kötü senaryoyla karşılaştık. Deprem, yıllardır en önemli coğrafi gerçeğimiz olduğu halde galiba bu kez sözün bittiği değil, tam tersi başlayacağı bir yerdeyiz. Bu koşullarda editör yazısına bu gündemi son anda eklerken bir yabancılaşmayla birlikte derin bir üzüntü ve öfke yaşıyorum. 6 Şubat’ın enkazından ve acılarından yeni bir zihniyetin ve umudun doğması umuduyla… 

Sezon hem geçen yıllardan kalan hem de her gün yeni oyunlarla seyirciyi İstanbul’un farklı semtlerindeki tiyatro mekânlarına koşturmaya devam ediyor. Ne mutlu ki pandemi sonrası tiyatroyu özleyen seyirci oyunları pek de alkışsız bırakmıyor. Tabii en büyük sorun grupların performanslarını sık ve düzenli biçimde seyirciyle buluşturamaması. Tiyatro mekânlarının yetersizliği tiyatromuzun ne yazık ki hâlâ aşılamayan en büyük sorunlardan biri.

Yeni sayımız nihayet Şubat ayında geç gelen kışla birlikte sizlere ulaşacak. Böylece dijital ortamdaki ilk yılımızı da tamamlamış olacağız. Bu sayı, geniş bir yelpazede farklı içeriklerin bir arada olduğu bir seçki niteliğinde. Öyle ki bir yandan Avrupa’ya ve Güney Amerika’ya kadar uzanan diğer yandan bir hapishane hücresinden bize ulaşan ya da bizleri 12 Mart öncesi yıllara götüren toplumsal bilinçaltımızın sahnedeki izdüşümüne odaklandığımız çok farklı oyunları paylaşacağız. Bu oyunlarda post dramatik ya da insan sonrası (post-human) bakış açılarından, dijitalleşen tiyatroya, toplumsal cinsiyet vurgusundan, otobiyografik performanslara uzanan başlıklarımız ve dosyamız var.

İlk yazımız Almanya’dan Sebastian Hartmann’ın Biricik ve Mülkiyet (Max Stirner) adlı felsefe kitabından uyarladığı ve yönettiği aynı adlı oyunun eleştirisi. Metinle eşit düzeyde müzik, hareket, döngüsel/ spiral sahne düzeneği vb. tüm unsurların birlikte okunacağı post dramatik denebilecek bu performansı Hasibe Kalkan kaleme aldı. Yine Almanya’dan, ilk kez Yunanistan’da Epidaurus Festivali’nde Ulrich Rache yönetmenliğinde sergilenen antik trajedi Agamemnon’sa oldukça çağdaş bir yorum. Her iki oyunda da farklı bağlamlarda  döngüsel olanı vurgulayan sahne düzeneklerinin oyunların iletilerini aktaran en önemli biçimsel öge olmaları ilginç bir ortaklık. Gözde Nur Kesgin’in bu ayrıntılı incelemesinden sonra Antik Yunan’dan insan sonrasına geçiyoruz. Şilili oyun yazarı Manuela Infante’nin İstanbul Kundura Sahne’de oynanan Taşa Nasıl Dönülür oyunuyla ilgili bir incelemeyi Miran Bulut kaleme aldı. İnsan merkezli ve antroposentrik olmayan ve sahneyi taşın/ maddenin failliği üzerinden tartışan oyun, geleceğin tiyatrosu için bambaşka bir temsil ve bakış yaratıyor.

Mağrur Fil Ölüleri Ayşe Sancak Deniz’in kaleminden bir inceleme. Oyun toplumsal bilinçaltımızda yer eden bir dönemi, bir çiftin yılbaşı kutlaması bağlamında irdeliyor. 12 Mart’ın hemen öncesi kutlanan bu gecede, çiftin farklı ideolojilerden gelen aile yapılarını ortaya çıkaran metin (Hakan Tabakan) içinde bulundukları zamanda tüm toplumla birlikte yaşadıkları eylemsizlik ortamını oldukça sembolik bir biçimde işliyor.  

Çocukluk ile yetişkinlik arasındaki çatışmayı metin dışında farklı unsurlarla, ses, koku, hareket, şarkı vb. vermeye çalışan, zaman zaman dili yapıbozuma uğratarak feminist bir biçime de göz kırpan var-mış tek kişilik kısmen otobiyografik bir performans. Cemre Su Salur’un yazıp yönettiği ve sergilediği performansı Azize Yağmur Şenbayrak eleştirdi. Bu yazı dosya konumuza da bir giriş niteliğinde.

Kış sayımızın dosyasına Virgina Woolf’un Kendine Ait Bir Oda kitabından esinlenerek  ‘’Kendine Ait Bir Oyun’’ başlığını verdik. Dosyamızın odağında sadece otobiyografik işler yer alıyor. Bir süredir sahnelerimizde sıklıkla görmeye alıştığımız tek kişilik anlatıların giderek doğrudan oyuncunun otobiyografik hikâyelerine evrilmesi üzerine hem kuramsal anlamda düşünce üretmeye hem de oyunculara sorular sorarak bu türün imkânlarını, sınırlarını, toplumsal, politik ve estetik bağlamlardaki karşılığını tartışmaya çalışacağız. Mürüvet Esra Yıldırım’ın, otobiyografik performansları kuramsallaştırmaya çalıştığı “Kendini Yetkilendirme Girişimi: Otobiyografi” başlıklı yazısının ardından Roza Erdem, Melek Ceylan, Bihter Gülgeç Saka ve Pınar Göktaş sorularımızı yanıtladı. Dosyamızın çok özel bir bölümü,  Hayat Seni Çok Seviyorum oyununun yazarı, 28 yıldır cezaevinde olan İlhan Sami Çomak’ın dilinden sayfalarımıza ulaşıyor. Çomak yazdığı otobiyografik ilk oyununun üretim sürecini tüm samimiyetiyle dergimizle paylaştı. Kendisine buradan tekrar teşekkür ediyor ve bu değerli sanatçının en kısa zamanda özgürlüğüne kavuşmasını diliyoruz.Ardından Baturalp Ali Yavuz’un  Müzede Sahne etkinliği içinde ekoloji odaklı otobiyografik performanslar gerçekleştiren Eylem Ejder ve Nejbir Erkol’la yaptığı söyleşi yer alıyor. Dosya kapsamında benim yazmaya çalıştığım ve kolektif/ otobiyografik olarak tanımladığım Gebe oyunu üzerine bir inceleme yazısı var. Kolektif ve topluluk ruhuyla oluşan ve mekâna özgü tasarlanan bu projeyi toplumsal cinsiyet bağlamıyla da yorumlamaya çalıştım.

Geçen sayımızda kısaca yer verdiğimiz ve bu sayı ayrıntılı bir şekilde okurumuza tanıtmak istediğimiz, tiyatromuz için çok önemli bir örgütlenmeyle, Türkiye Tiyatro Vakfı’yla devam ediyor sayfalarımız. Dergi ekibi olarak ziyaret ettiğimiz vakıf binasında gördüklerimiz gerçekten tiyatromuz adına heyecan verici. Türkiye tiyatrosu için bir bellek oluşturmak üzere elde edilen değerli arşivin dijital ortama aktarılması, sözlü tarih çalışmaları yapılması gibi çok önemli bir misyonu olan bu vakıf, sevgili Esen Çamurdan’ın kişisel çabası ve gönüllü gençlerin katkısıyla hayata geçiriliyor. Türkiye Tiyatro Vakfı’nı Esen Çamurdan’la ve gönüllü ekiple yaptığımız söyleşiler aracılığıyla sizlerle buluşturmaya çalışacağız.

Pandemi sonrası yayınlanan ilk sayımızda dijital tiyatro konusunda kapsamlı bir dosyamız vardı. Ancak tiyatro, teknoloji ve iletişim araçları ilişkisi bir dosyaya sığmayacak kadar geniş bir çalışma alanı. Bu nedenle bu alandaki yazılara zamanı geldikçe devam ederek gündemde tutmaya çalışacağız. Yiğit Kocabıyık’ın incelemesi tarihsel süreciyle birlikte konuyla ilgili oldukça kapsamlı bir çalışma. Yazıyı okurken QR kodlu görseller de size eşlik edecek.

Günsu Özkarar sezonun dikkat çeken oyunlarından Anne üzerine ekiple bir söyleşi yaptı. Tiyatro İn prodüksiyonu olan oyunda annelik farklı bir bakış açısından sorgulanırken tüm ekibin fikirlerini de okuyacağız.

Bir Oyun Üç Bakış dergimizin önemli bir başlığı. Toplumsal cinsiyet bakış açısıysa her zaman odağımızda olan bir izlek. Bu kez Bir Tatlı Kaşığı Çamur oyununu, yazarın, yönetmenin, eleştirmenin ve seyircilerin gözünden sizlere aktarmaya çalışacağız. Feminist bir bilinç, feminist stratejiler ve dramaturjiyle hayata geçen oyunu mercek altına alırken, bu kez dergimiz oyun sonrası bir söyleşi de organize etti. Toplumsal cinsiyet ve tiyatro izleğine Fame Festival bağlamında bu sayımızda bir kez daha yer veriyoruz. IATC Genç Eleştirmenler Semineri’ne ülkemizden katılan Rümeysa Ercan, bu yıl ilki Belçika’da gerçekleştirilen ve feminizm/ toplumsal cinsiyet eşitliği odağındaki sanatsal etkinliklerden tiyatro oyunlarını ve performansları izleyerek ve eleştiri atölyelerine katılarak izlenimlerini bizimle paylaştı.

İKSV Tiyatro Festivali’nin en beğenilen oyunlarından Juliet ve Romeo, Lost Dog topluluğu tarafından sahnelendi. Zeynep Oral’ın kaleminden bu çağdaş yorumu sizlerle paylaşıyor ve böylece festivalden de bir oyunu seçkimize katıyoruz.

Çocuk Tiyatrosu dergimizde düzenli yer vermeye çalıştığımız bir bölüm. Bu yıl 26.sı gerçekleşen Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Festivali’ni Nihal Kuyumcu kaleme alırken, Emine Hamalı’ysa 8. Ankara Kukla Festivali’ndeki gözlemleriyle birlikte, festivalin kurucusu Tiyatro Tempo’nun sanat yönetmenleri Haluk ve Marina Yüce’yle bir söyleşi gerçekleştirdi.

Bu yıl Tiyatro Eleştirmenler Birliği olarak Onur Ödülü’ne sevgili Suna Keskin’i layık gördük. Değerli sanatçımızın tiyatromuza katkılarını Dikmen Gürün’ün kaleminden bir kez daha hatırlıyor ve 60 yıllık bir tiyatro yaşamını sizlerle paylaşıyoruz. İyi ki varsınız Suna Keskin.

Ayşegül Yüksel ve Beki Haleva dört yıl önce bir kış mevsimi aramızdan ayrılan değerli tiyatro insanımız yazar, yönetmen ve çevirmen Yılmaz Onay’ı unutmadı ve sanatçımızı farklı yönleriyle genç kuşaklara tanıtmaya çalıştı.

Nurdan Arca, Metin Akpınar’ın İyi ki Yapmışım belgeselini tanıtırken, iki de kitap tanıtımıyla bu sayımızı tamamlıyoruz. Zehra İpşiroğlu’nun Yaşamdan Tiyatroya Tiyatrodan Yaşama adlı kitabını Hasret Üstüntürk, Ayşegül Yüksel’in kaleme aldığı Güneşin Sofrasında; Dostlar Tiyatrosu Serüveni’niyse Ece Yassıtepe Ayyıldız yazdı. Yassıtepe,  Dostlar Tiyatrosu’ndaki deneyimleriyle kitabın içeriğini harmanlayarak farklı bir tanıtım yazısına imza atıyor.

Ülkemizin şu andaki acı gündeminde her an gelecek kaygısı ve travmalar varken, yine de yaşam var oldukça gerçek sanatın ona eşlik edeceğine ve her zaman sorgulayan, eleştiren yapısıyla ve toplumu sağaltıcı gücüyle ötelenmemesi gerektiğine inanıyoruz. Gündemin ağırlığına karşın her alanda üreterek, paylaşarak ve ayakta kalmaya çalışarak bahar sayımızda buluşabilmeyi diliyorum.  


Bu yazı TEB Oyun Dergisi’nin 46. sayısında yer almaktadır. Derginin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Yazar Hakkında / Tijen Savaşkan

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin