Oyuncular Sendikası ile Söyleşi

Bedenin sınırları nerede başlar ve nerede biter? Beni dışarıdan ayıran şey, dışarının bitip benim başladığım ve muhafaza ettiğim yer neresidir? Bu sorular, özellikle bedenin de işin içine dahil olduğu işlerde ayrıca bir önem taşır. Son dönemlerde tiyatro, sine- ma, televizyon gibi sektörlerde kamuoyuyla paylaşılan ve sınırların ihlal edildiği olaylara tanıklık ettik. Bununla birlikte yaşanan birçok olayın da farklı sebeplerle hiç konuşulmadığını düşünmek maalesef mümkün. Oyunculuk gibi bedenin ve zihnin aynı anda mevcudiyetini göstermesi gereken işlerde sınırlar hakkında konuşmak ve sınır ihlali gerçekleştiği noktada neler yapılabileceğini bilmek oldukça önemli. Oyuncular Sendikası’nın Kadın Birimi’nden sevgili Ece Dizdar ve Nazife Aksoy’la bu konular üzerine söyleştik.

YAŞAM ÖZLEM GÜLSEVEN: Öncelikle hoş geldiniz. Burada olmanız ve Kadın Birimi olarak bu mesele hakkında sizinle konuşma şansı yakalamak bizi çok mutlu etti.

ECE DİZDAR: Bu dosyada yer almak bizi de çok mutlu etti. 8 Mart’ta her şey yolunda giderse Kadın Birimi’nin lansmanını yapmak istiyoruz. 2018 yılından beri böyle bir birim var. Son iki yıldan beri ise çok daha aktif çalışmalar yürütüyor. Yeni yönetimde ben bu konuyla ilgili yönetim kurulu üyesiyim. Ama sadece benimle ya da birlikte çalıştığım ortak ekiple değil, bu konuyu sırtlamak isteyen bir grup kadın oyuncu arkadaşımla beraber Kadın Birimi’ni genişletmek istedik. Nazife (Aksoy)’de onlardan biri. Yakın zamanda da kendi manifestomuzu yayınlamak istiyoruz. TEB Oyun Dergisi de bununla ilgili ilk konuştuğumuz yer oluyor. Bundan dolayı da mutluyuz.

Y.Ö.G: Oyuncular Sendikası’ndan biraz konuşalım isterim. Sendika, 2000 yılındaki ilk girişimlerle birlikte çıktığı yolculukta sahnede, perdede, ekranda, mikrofonda çalışan bütün oyuncular için ortak bir yapılanma süreci önerdi. Şu an oyuncuların karşılaştıkları sorunlarla tek başlarına değil hep birlikte hareket edecekleri bir platformun varlığından ne mutlu ki söz edebiliyoruz. Aynı zamanda Sendika’nın içindeki farklı birimlerden birisi Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği ve Tacizle Mücadele Birimi. Bu birimin ilk kurulduğu noktada siz orada mıydınız?

E.D: Çıkış aşamasında ben orada değildim. Bu birimden sorumlu kurucu arkadaşım Londra’ya taşındı ve ben de zaten bu birimde çalışmak istiyordum. Dolayısıyla burayı biraz canlandırmak istedim. O sırada çok fazla taciz vakası duymaya başladık. Bunlardan birisi de Nazife’nin davası. Oyuncular Sendikası’nın bu

birimini canlandıran vakalardan birisidir bu vaka. Ben geldikten sonra Gösteri Sanatlarında Kadın ve Susma Bitsin platformuyla bireysel bir şekilde ortak çalışmaya başladım. Ama bütün bu vakalar artınca, bu birimin daha aktif olmasını istedim. Susma Bitsin, Gösteri Sanatlarında Kadın ve Sinema TV Sendikası ile ayrı ayrı toplantılar yaparak Oyuncular Sendikası’nın Kadın Birimi’ni onlarla bir nevi evlendirdim aslında. Bir de Gösteri Sanatında Öğrenciler Dayanışma Platformu var. Zaten bunu yaptığınız anda bir kadın ağının içine girmiş oluyorsunuz. Hem sizin ihtiyaç duyduğunuz anda gidebileceğiniz bir yer oluyor, hem de ihtiyaç duyulduğunda sizinle iletişime geçiliyor.

Ece Dizdar

Y.ÖG: Şu anda bu birimin işleyişinden ve üzerinde çalıştığınız temel meselelerden söz edebilir misiniz?

E.D: Öncelikle etki alanımız giderek büyük bir ivmeyle artacak. Şu anda bizim için en önemlisi; tacizden ve şiddetten arınmış temiz dil kullanılan, cinsiyet eşitsizliğinin olmadığı, gelir dağılımının eşit olduğu, eşit hak, eşit fırsat, eşit kaynaklara sahip temiz bir iş alanı yaratmak. Bütün bu kavramlar üzerine kafa yormaya başladık. Bunun için birkaç alan var. Sahne, seslendirme stüdyoları, sinema, televizyon gibi. Bunlar arasında en zor olanı televizyondur her zaman. Çünkü yapımcılar, kanallar gibi çok büyük kartellerle bir arada oluyorsunuz. Bütün bu bahsettiğim yerlerin kendi ihtiyacını gözeterek kime, nasıl yardımcı olabiliriz meselesinin peşine düştük. Özellikle medyada temiz dil nasıl üretebiliriz? Öğrencilere haklarını nasıl tanımlayabiliriz? Sınır ihlali eğitimde nerede başlıyor nerede bitiyor? Bu konular üzerine araştırmalar yaptık. Fakat en önemli misyonlarımızdan bir tanesi aktif olarak davası devam eden vakalarda, kadın oyuncu arkadaşlarımıza destek olmak. Bunu da birkaç şekilde yapabiliyoruz: Susma Bitsin ve Gösteri Sanatında Kadın platformuyla birlikte kamuoyu oluşturabiliyoruz, avukat desteği sağlayabiliyoruz. Yaklaşık altı yedi gönüllü avukattan oluşan bir listemiz var. Kadın arkadaşımızın ihtiyacına ve o vakanın kendi ihtiyaçlarına göre bir avukat öneriyoruz. Bir psikolog bulmaya çalışıyoruz. Tabii bunlar için bütçemiz yok. Bu yüzden daha çok gönüllü kişilerle birlikte çalışıyoruz. Davalarda fiziksel olarak da orada bulunmaya çalışıyoruz. Pandemi döneminde bu biraz aksadı. Genelde altı yedi tane aynı anda yürüyen vaka oluyor. Şu anki vakaların birçoğu sonuçlandı ama istinafa gidebiliyor. Davaları takip etmeye devam ediyoruz. Onun dışında sınır ihlali ve mahremiyet yönetimi ile ilgili çalışmalarımız başladı. Geniş kapsamlı olarak neler yaptığımızı böyle tanımlayabilirim.

Y.ÖG: “Mahremiyet Yönetimi” meselesine değinmenize çok sevindim. Yurt dışında var olan “Mahremiyet Koçu” kavramının bizde henüz tam anlamıyla bir karşılığı yok. Bu yüzden bu soruyu ikinize de yöneltmek isterim: Hem bir oyuncu olarak hem de sendikanın içinden kadınlar olarak bir “Mahremiyet Koçu”nun iş alanınızda bulunması hakkında ne düşünüyorsunuz?

NAZİFE AKSOY: Hepimiz kadın ve erkeğin bir arada olduğu, kalabalık bir grupla birlikte çalıştığımız işler yapıyoruz. Çalışırken bu gruplarla temas halindeyiz. Birbirimize dokunuyoruz. Yeri geliyor çok acil soyunup giyinip sahneye çıkmak zorunda kalıyoruz. Belki aynı yerde kostüm değişikliği yapıyoruz. Sahnede olan hiçbir şeyi zaten bir sıkıntı olarak görmeyip, rolümüz neyi gerektiriyorsa onu yapıyoruz.

Ben bir dava süreci geçirdim. İş esnasında, sahnede, oyun devam ederken yaşanmış bir olay olması bana kalırsa çok önemli. Ondan sonra da yürütülemeyen bir süreç söz konusu. Çünkü bunu yaşıyorsunuz, hemen akabinde durumu şikayet ediyorsunuz olabilecek en yetkili yöneticiye ve bununla ilgili hiçbir şey yapılmıyor. Bu davada ben tek başıma değildim. Mana Alkol’le birlikteydik. O da yedi yıl önce yine aynı kişi tarafından mizansen adı altında tacize uğramış. O zaman farklı nedenlerle, tabii ki büyük korkularla birlikte bastırılmış. Benim olayımı duyduğu zaman da benimle birlikte şikayet etti. İkimiz birlikte mahkemedeydik. Maalesef ki onun davası sadece zaman aşımından kaynaklı ceza ile sonuçlanmadı. Bende de suçu sabit bulundu ve iki yıl altı ay ceza aldı. Aslında üç yıldı ama iyi hal gözetilerek iki yıl altı aya düşürüldü. Sonuç olarak biz istinafa gittik, daha fazla alması için. Karşı taraf da inkar ederek istinafa gitti. Üzerinden baya bir zaman geçti, ben umuyorum ki yaza kadar bir sonuca ulaşacağız. En az bir yıl sürüyor bu istinaf süreci. Bu davaya tanık adı altında dahil olmuş insanların da şu anki konumlarına bakacak olursanız çok şaşırırsınız. Bunlar unutulmaması gereken şeyler. Biz çok çabuk unutuyoruz. Ama bazı adaletsizlikler var unutulmaması gerekiyor. Bu adaletsizliği sürdürmeye çalışan bir kitle belki de bir yapı var. Cinsiyet eşitsizliği temelde bizim en büyük sıkıntımız. Peki neden bunun altını çiziyoruz hep? Sadece kadın erkek eşitliği gibi algılanıyor mevzu ama öyle değil. Aslında yaşamamızı devam ettiren kaynaklarımızın, haklarımızın, özgürlüğümüzün, sınırlarımızın eşitsizliğinden bahsediyoruz. Ama en büyük eşitsizliği yaşadığımız iş yerlerinde görüyoruz, sendika da bu yüzden çok önemli. Çünkü haklarımızı nasıl savunabiliriz ya da sesimizi nasıl duyurabiliriz sorularını cevaplıyor. Benim için hayatta en önemli şeylerde birisi toplumsal cinsiyet eşitliği. Kelimeler, tanımlar ve kavramlar konusunda çok büyük sıkıntılarımız var. Kendimizi belki de doğru ifade edemiyoruz. Bu yüzden kadın biriminde en çok yapmak istediğimiz şeylerden birisi bu tanımlamaları doğru yapabilmek. Dil birliğimizde büyük
bir sıkıntı var. Ben çalışırken iş yerinde böyle bir şeye maruz kaldım. Bunu yaşamak ayrı, anlatmak ayrı ve sonrasında kazanılan davanın bile tarifini yapmak ayrı zorluklar. Buradan niyetler var işte. Mesela kendi adıma, benim yaşadığım şeyde büyük bir temas var. Ortada bir rıza yoksa hiç kimse hiç kimseye istemediği bir şeyi yapamaz. Bu bir taciz. Ama mesela dokunduğu zaman bunun aslında bir cinsel saldırı olduğunu biz yolda öğrendik. Çünkü başımıza gelmediği zaman ya da bir şikayet mekanizmasını çalıştırıp şikayet etmediğimiz zaman doğru dili bilemiyoruz. Şu anda aslında bizim sendikayla birlikte de bu Kadın Birimi ile birlikte de bu dilleri, bu tarifleri doğru yerlere koyup, insanların yaşadığı şeyleri belki bu şekilde tarif ederek doğru bir çizgide ilerleyebilmesini sağlamak. Mahremiyet konusuna gelince de özellikle konservatuarlarda, okullarda daha temelinde öğrenilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda doğru tanımlamalar çok önemli.

Nazife Aksoy

E.D: Mahremiyet yönetimi aslında neden önemli? Çünkü bu alan hiç kimsenin insiyatifine, hissetmesine, öyle düşünmesine, üstüne alınmasına bırakılmaması gereken bir alan iş yerinde. Öncelikle bizim bir emekçi sendikası olduğumuzu hatırlatmamız gerekiyor. Biz bir platform değiliz. Bizim işimiz iş alanındaki bazı koşulları düzenleyebilmek. Ben yurt dışında Mahremiyet Yönetimi’nin altı saatlik bir eğitimine Oyuncular Sendikası adına katıldım. Ama benim işim tabii ki bunun eğitimini vermek değil. Ben oyuncuyum, Nazife de oyuncu. Biz bu alana girip bu alanda oyuncu koçluğu yapamayız. Sendikadaki kadın birimini yönetiyor olsak bile yapamayız. Zaman içinde birilerinin çıkıp, bu alanda profesyonelleşip bunu yapmaya başlaması gerekiyor. Bir dövüş ya da sevişme sahnesi düşünelim. Bu sahnelerin başlangıcının ve sonunun çok net adımlarla belirlenmiş, iki tarafın da rızasıyla başlayıp rızasıyla biten bir koreografiler alanı olması gerekiyor. Eğitimde özellikle üzerinde durulan meselelerden birisi şuydu: Televizyonda bir sahne sansürlenecekse, sahnede belirli alanlar blurlanacaksa, o alanlara, yani mahrem noktalara dokunulması, iki tarafında rızası olan tasarlanmış bir mizansen içinde değilse, hiçbir koşulda mübah değildir. Eğer böyle bir temas var ise ve bunun koreografisi yapılmamışsa, izni alınmamışsa bu kesinlikle cinsel saldırıdır. Bunu bu şekilde tanımlıyoruz. Her iki tarafın da kafasında en ufak bir soru işareti olmaması için bunların net tanımlarına ihtiyacımız var. Bunu artık Amerika’daki yapımcılar da istiyor. Bir Mahremiyet Koçu olmadan çalışmak istemiyorlar. Bana kalırsa biz de yavaş yavaş bu noktaya doğru gidiyoruz. Ben pozitif bir insanım bu konularla ilgili. Çok kısa bir zamanda, bu tip sahneler içeren bütün yapımların setinde, bir Mahremiyet Koçu olacağına inanıyorum.

Y.Ö.G: İkiniz de kavramları tanımlamanın öneminden söz ettiniz. Mahrem olanın ne olduğunu, sınırın nerede başlayıp nerede bittiğini anlamamız için tanımların anlaşılır bir şekilde açıklanmasına ve belki de hiçbir muğlak alan kalmadan neyin ne olduğunu söyleyebilmeye ihtiyacımız var. Bu tanımlamalar meselesini biraz daha açabilir misiniz?

E.D: Tanımların net olması her iki tarafı da korumak için önemli. Erkekler de kötü bir durumda kalabiliyorlar. Hiç kötü bir niyeti olmayan birisi yaptığı eylemin taciz olup olmadığını sürekli düşünüyor. Şöyle bir gelişme var mesela: Oyuncular Sendikası’nda Ebru Nihan Celkan erkeklere bir “Erkeklik Atölyesi” verecek. Bizim onlarla çalışmamız gerekiyor. Bazen flörtün nerede bittiğini tacizin nerede başladığını anlamak bile güç olabiliyor. Bizim olayımız özellikle iş yerinde, sahne çekilirken, prova alınırken olabilecek olan karışıklığı tanımlar yoluyla engellemek. Bir ihlal olduysa gelecekte olmaması adına politika geliştirmek.

Y.Ö.G: Kadın Birimi’nin ilerleyen zamanlarda “tanımlar” üzerine çalışmaları olacak mı?

E.D: Şu an bir arşiv oluşturma sürecindeyiz. Elimizdeki dökümanları toparlayıp öncelikle bütün birimi eğiteceğiz. Sonrasında konservatuarlara gidip onlara bu alanda eğitim vermek gibi bir projemiz var. Fakat biz gönüllülük esasıyla çalışan oyuncularız. Bizim bu eğitimi vermemiz mümkün değil. Bu yüzden her zaman bilirkişilerle çalışacağız. Ben bu birim adına röportaj verebilirim ama bir konservatuarda bir oyuncuyu bu alanda eğitmek için kendimi yetkin hissetmiyorum. Hissetmemeliyim. Bizim bu alandaki çalışmalarımız eğitim verebilecek nitelikte bir kişiyle öğrencileri buluşturmak şeklinde olabilir.

Y.Ö.G: Mahremiyet Yönetimi’nden ve aslında oyuncunun hem iş yerinde hem de okulda sınırlarının tanınmasından söz ederken de bir mahrem alan tanımı yapıyoruz aslında. Mahrem alanın ne demek olduğunu anladıkça da beden bütünlüğünden, rızadan ve sınırlardan söz edebiliyoruz. Mahremiyet kavramı özellikle oyuncunun işinin doğası gereği performansı ile iç içe bir noktada. Bu noktadan bakıldığında Mahremiyet Yönetimi’nin gerekliliği hakkında ne düşünüyorsunuz?

E.D: Mahremiyet Yönetimi’nde temel mesele sadece kadın ve erkeği korumak değil. Şöyle bir durum da var: Herkesin mahrem alan tanımı birbirinden farklı olabilir. Televizyonda sansürlenecek olan noktalar olarak genel bir standart olarak koymuş Intimacy Directing derneği. Ama bunun sizin hiçbir şekilde mahrem bir alan olarak tanımlamayacağınız bir yer benim için binbir sebeple mahrem alan haline gelebilir. Mesela vücudumun bir parçası yanmıştır ve ben oraya dokunmanızı istemiyor olabilirim ya da transgender bir insan vardır ve onun göğüsleriyle olan problemi benimkinden çok daha büyük olabilir. Dolayısıyla bir oyuncunun bedeninde bizim asla genel standartlara uyduramayacağımız kadar çok mahrem alan olabilir. Biz artık bu dünyada “Babam ölse oynarım” noktasından çok uzaklaşmış bir durumdayız. İnsandan hiçbir şey ve hiçbir meslek daha önemli ya da kutsal değil. Bu tanrılaştırılmış hocaları artık kabul etmiyoruz. Hiçbir şey oyuncunun ya da öğrencinin kendisinden, beden bütünlüğünden, psikolojik bütünlüğünden daha önemli değil. Dolayısıyla bu alanın koreografisi yapıldığında kişi kendi mahrem alanını önceden söyleyip “Ben burama temas edilmesini istemiyorum” dediğinde, bahsettiğimiz Mahremiyet Koçu, buna saygı göstererek bir koreografi yapıyor. Çünkü bir şeyi oynamanın binbir türlü yolu vardır. Sen kilitlenebilirsin ve bir çözüm öneremeyebilirsin. O an böyle bir çözümü yönetmen ya da karşındaki oyuncu teklif edemeyebilir. Burada tarafsız başka bir parça olmalı ve o çözümü üretip senin rızanı almalıdır. İkincisi önemli nokta, ben bir karakterin seks yaptığı bir sahneyi oynarken kendi özel hayatımda nasıl yapıyorsam o sahneyi öyle pratik edeceğim. Araştırması, çalışması, prova etmesi zor bir alandan söz ediyoruz. Oynadığım karakterin ruh halinin
ya da o karakterin kendi iç dünyasının gerektirdiği şekilde başka bir yaratıcılık alanı açamayabilirim. Dolayısıyla Mahremiyet Koçu’nun bir de böyle bir özelliği var. O karaktere göre seni yönlendirecek ve senin araştırmak, konuya derinlemesine bakmak ile ilgili utancını üzerinden alacak. O kadar zor bir alan ki. Dışarıdan bir kişinin bunu gözlemleyip yönlendirmesi başka bir şey.

Y.Ö.G: Konservatuarlardaki eğitimci ve öğrencinin sınırları ile ilgili araştırma yaptığımda ve çevremdekilerin görüşlerini dinlediğimde fiziksel ve psikolojik anlamda zorlayıcı egzersizlerin yaratıcılığı tetiklediğine dair görüşler duydum. Okul döneminde oyunculuk çalışmaları özelinde değerlendirdiğinizde bu konuyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

E.D: Eğitim sürecinde yaratıcılığı ortaya çıkarmak adına tabii ki belirli çalışmalar yapılır. Fakat burada bazı önemli koşullar var. Tam anlamıyla bilgilendirme, rıza almak ve ortada bir şahidin olması. Yani eğitimci sürecin tamamında ne olacağını saniye saniye önceden bilgilendirdiğinde, ne olacağına dair yüzde yüz rızasını aldığında, ortada bir şahit mevcut olduğunda hocayla öğrenci arasında aslında istenen her şey yaşanabilir. Mahremiyet
Yönetimi eğitiminde bu konuda vurgulanan en önemli şey, mahrem alanlara hocanın dokunması ya da herhangi bir başka öğrencinin dokunmasına izin vermesi temiz bir çalışma alanında rızaya dahi bağlı değildir. Bu koşullar sağlandığında her türlü yaratıcı çalışma yapılabilir.

Y.Ö.G: Kadın Birimi’nin işleyişinden söz ederken aktif davaların takip edildiğini ve bu duruma maruz bırakılan kadınlara kendi ihtiyaçlarına göre hukuki, psikolojik destekler sağlandığını belirtmiştiniz. Her olayda yaşanan şeyleri paylaşmak, konuşmayı tercih etmek kolay olmayabiliyor. Hatta bunu yaşayan kişilerin kamuoyuna yayılacak endişesiyle farklı sebeplerle olay üzerine konuşmaktan kaçınabiliyor. Susmayı tercih eden kadınlar için Kadın Birimi’nde bir alan var mı? Bu süreçler bir gizlilikle yürütülüyor mu?

E.D: Yüzde yüz böyle bir alan var. Bizim gizlilikle takip ettiğimiz davalarımız var. Yakın zamana kadar düzenli çalışanımız Yeşim Girgin ve ben haberdar oluyorduk. Yönetim kuruluna dahi açmıyorduk. Şimdi de 10 kişilik bir koordinasyon ekibimiz var. Ama dava takibi çin 4 kişiyi belirledik sadece. O durumu da mahrem bir alan içinde yürütmeye çalışıyoruz ve her zaman her dava kamuoyu önünde bağırarak yaşanmıyor. Bazen öyle şeyler oluyor ki, el ediyoruz, konuşuyoruz ve sadece kendi aramızda kalıyor. Aslında ihtiyaca göre hareket etmekten bahsediyorum. Davanın üstünde gizlilik şartı var mı yok mu? Ayrıca kişinin neye ihtiyacı var? Ama bir vaka bize gelmiyorsa, bizden haberdar ise ve bizimle temasta olmayı tercih etmiyorsa bunu anlayabiliyoruz. “Acaba haberdar değil midir?” dediğimiz noktada el ediyoruz. “Biz buradayız, istersen bizimle görüşebilirsin.” Bunun için bize üye olmak zorunda da değil. Dolayısıyla evet, gizlilik içinde yürüttüğümüz davalar var ve her zaman da olacak. Bunu güvenli alan belirlediğimiz 4 kişiye kadar indirdik. Genel sekreterimiz ve başkanımız dahi bu davaları duymayabiliyor. Ancak altını çizmek isterim ki sendikanın asıl görevi dava takip etmek değil, iş yerinde bunun tekrar yaşanmması için politika üretmek gerekli mercilerde müzakere etmektir.

N.A: İnsan böyle bir şeyi yaşadığı zaman hakikaten ne yapacağını bilemiyor. Bu yüzden de bazen kapatıyor kendini. Bazen de belli bir süre sonra çaresizlik içinde yardım isteği içinde olduğunu hissediyor. Herkesin süreci farklı ilerliyor. Benim özellikle Oyuncular Sendikası’ndaki Kadın Birimi’ne sarılmamın en önemli sebeplerinden biri bu. Yaşadım ve canım yandı. Bu yüzden başkalarının canının yanmasına engel olabilecek ufacık bir fayda sağlayabilmek istiyorum. Bu dayanışma da bizim güçlü kılıyor. Biz hepimiz gönüllü çalışıyoruz ama gerçekten çalışıyoruz. O yüzden sesimizi insanlara duyurmak ve onların sesine de sahip çıkmak istiyoruz. Bu yüzden genişlemek oldukça önemli. Şu
an bizden ne istiyorlarsa biz onun ötesine geçmiyoruz. Hukuksal bir destek istiyorlarsa bunun için canhıraş çalışılır. Psikolojik bir destek isteyen varsa elimizden geleni yaparız. Sadece konuşmak istiyorsa oturup konuşuruz. Ama haklarını, yaşadıkları durumla ilgili olarak neler yapılıp yapılamayacağını yine bilirkişilerle konuşup öğrenmelerini istiyoruz. Bu yüzden ben bu Kadın Birimi konusunda çok heyecanlıyım, büyümesinden dolayı da çok mutluyum.


  • Oyuncular Sendikası Kadın Birimi’nin sosyal medya hesabına buradan ulaşabilirsiniz.
  • Bu söyleşi TEB Oyun Dergisi’nin 43. sayısındaki “Gösteri Sanatlarında Sınırlar” dosyasında yer almıştır. Sayının tamamına ulaşmak için buraya tıklayınız.

Bu yazıyı yer işaretlerinize eklemek ister misiniz?

Yazar Hakkında / Yaşam GülsevenEce Dizdar and Nazife Aksoy

Yorum yap

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin