Pozitif Toplumunda Hücre Kasabası

Barthes, Kamera Lucida: Fotoğraf Üzerine Düşünceler kitabında punctum’dan bahsediyor. Aşina olduğunla yaşadığın karşılaşmanın yarattığı şok ve melankoli punctum’u tanımlıyor. Fotoğrafa has bu terim, Hücre Kasabası’nda yaşadığım deneyimi tanımlıyor. Hücre Kasabası’nı ilk İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde izledim. Aşkla meşgul zihnim, oyundan habersiz koltuklarda oturuyor, bu iki turuncu insansının birbirinden yabancı hareketlerini izliyordu. Ancak bir anda, Goblet, Flüt’e seslendi, “gözlerin,” dedi. Kendilerini göremeyen bu iki karakter, aşkın gözlerinde kendilerini göreceklerdi. Oyun bittiği gibi kendimi dışarı attım. “Korkuyoruz acıdan, ve seviyoruz sevmeyi, delicesine,” cümlesi içimden döküldü. Evet, yaşadığım şey punctum’du. Aşina olduğumla yaşadığım şok edici karşılaşma beni bu oyuna derinden bağlamıştı. 

Hücre Kasabası iki insansı karakteri sergiliyor: Flüt ve Goblet. İçerisinden dışarı çıkılamayan ve dışarıdan içeri girilemeyen bir kasabada yaşıyorlar. Dışarıdan haberdar olduğu söylenen gizemli bir efendi dışında kimse dışarıyı bilmiyor, fakat bu gizemli efendiyle de hiç karşılaşmıyoruz. Bu insansı karakterlerin hareketleri tekrara dayanıyor, katı bir beden dilleri var ve akışkanlıktan yoksunlar. 

Flüt ve Goblet cinsiyetsizler; herhangi bir toplumsal cinsiyeti temsil etmiyorlar. Bu dünyada bulunan objeler kısıtlı, burada yalnızca bir bıçak, bir çatal, bir kaşık, prosecco ve bir kapı var. Kapı dışarısı ve içerisi arasındaki eşiği belirliyor. Bu paslı, gevşek kapı Goblet ve Flüt için sırasıyla merak ve korku nedeni. Oyun herhangi bir günde başlıyor ve insansılar çalışıyorlar. Bu iş can sıkıcı, tekrarlara dayalı ve basit. Bize kapitalist üretim biçimini hatırlatıyor. Diyaloglar bu can sıkıcı eylemleri bölse de onlar da oldukça yapılandırılmış ve katılar. Kapı, bu insansıların arasındaki çatışmanın bir sembolü oluyor. Flüt kapıyı tamir etmeye karar veriyor çünkü bu kapı sürekli çarpıyor. Bu kapının çıkarttığı çarpma sesi, onların bir vakum içerisinde yaşamadığının bir hatırlatıcısı işlevini görüyor. Dışarısı var. Flüt için bu ses dikkat dağınıklığına neden olurken, Goblet için bu ses heyecan verici. 

hücre kasabası_3

​İşte bu noktada Flüt ve Goblet arasındaki dinamik kendini gösteriyor. Goblet dışarıyı keşfetmek isterken Flüt buna karşı çıkıyor. Flüt kasabaya inanıyor ve dışarısının tehlikeli olduğunu düşünüyor. Çünkü Hücre Kasabası’nda insansıların dışarıyı düşünmemesi, aynı zamanda korku, hüzün ve aşkı da hissetmemesi gerekiyor. Kendilerine bakmaları yasak, aynaları yok. Flüt yasaları destekliyor ve Goblet’ten de desteklemese dahi yasalara uymasını bekliyor. Goblet ise dışarıya ve yeni olana karşı çocuksu bir merak besliyor. O geriye yürümeye çalışıyor ve lineer olmayan bir zaman deneyimi hayal ediyor. Mutlu ve yeni olan için heyecanlı. 

​Flüt merakından derinden utanıyor ve yeni olandan, bilinmez olandan korkuyor. Ancak, bir gece Flüt çok fazla prosecco içiyor ve kaşığın içine bakma cüretini kendinde buluyor. Kaşık burada parlak ve pürüzsüz yüzeyiyle bir ayna işlevi görebilir. Bu pürüzsüzlük “bütün bir öznellikle” eşleşiyor. (Chul Han, Güzeli Kurtarmak) Flüt ve Goblet böyle bütün bir öznellikten yoksunlar ve kasabada kalabilmeleri için bu öznellikten yoksun kalmaları gerekli. Kazanabilecekleri herhangi bir perspektif veya öznellik onları kasabanın içerisinde yok kılabilir. Bu geri dönüşü olmayan bir sürgün demek. Bu çözülme demek. Goblet, Flüt’ünkaşığın içine baktığını keşfediyor. Aralarındaki çatışmanın katalizörü bu kaşık oluyor. Artık Goblet, Flüt’ün de dışarıyla ilgilendiğini biliyor. Flüt’ün dışarıdan uzak durmasının ardında başka nedenler var.

​Hücre kasabası’nın kendisi pürüzsüzü temsil ediyor. Byung Chul-Han Güzeli Kurtarmak kitabında pürüzsüzün estetiği olarak birçok şey sıralar. Pürüzsüzün estetiğini direncin yokluğu simgeler; Brezilya ağdası, FaceTune ile düzenlenmiş selfieler ve iyice montajlanmış TikTok videoları gibi. Hücre kasabası’nda pürüzsüzün estetiğiyle sıklıkla karşılaşıyoruz. İnsansılar cinsiyetsizler, yani cinsel organları yok. Kıyafetleri tek bir formda ve renkte, Goblet’in düz ve pürüzsüz saçları var, Flüt’ün ise pürüzsüz ve parlak saçları var. 

Pürüzsüzün estetiği, pozitif toplumunun bir semptomu. Hücre kasabası böyle bir pozitif toplumunun kurallarını taşıyor. Acı, hüzün ve korkunun kaçılacaklar arasında olması bunun önemli ibarelerinden biri. Pürüzsüzün karşısına güzeli koymayı deneyelim. Güzel ile yüce yan yanadır, der Chul-Han. “Yüce; büyük, iri, sert ve kabadır.” Yine, yüce acıya mahal verdiği için pozitif toplumu güzelden kaçınır. Aynı zamanda, güzel kendisine bakmayı, bir mesafeden bakmayı gerektirir. Hücre kasabasında dışarısı bize güzeli anımsatır. Oyunun temel çatışması olan görmek, bize Chul-Han’ın da bahsettiği “empatik anlamda görmek, tecrübe etme”yi düşündürüyor. Bu görmek, korku ve acı yaratıyor çünkü “görmek, incinebilir olmayı gerektirir.”

neden

Güzeli Kurtarmak’ta Chul-Han yaralanmanın estetiğinden bahseder. Ona göre “günümüzün pozitif toplumu yaralanmanın negatifliğini her zaman azaltır. Bu, sevgi için de geçerlidir. Yaralanmaya sevk edebilecek yüksek her bağlılıktan sakınılır.” Flüt ve Goblet için her şey kendini görmekle başlar, kendini görmekle beraber dışarıyı görmek ve ötekini görmekle nihayete eren bir yolculuk bu. İnsansı karakterlerimiz kendilerini görme fikrini kabul ettikten sonra, ötekini görme fikrini kabul ederler. Bunlar olurken, oyuncuların beden dilleri daha insansı bir biçim almaya başlar, katılıklarını yitirir ve daha önce kaçındıkları duygulara kendilerini bırakmaya başlarlar, özellikle korkuya, acıya ve hüzne. 

Hücre Kasabası için görmek oldukça temel bir mesele. İnsansıların gözlerinin içine baktıkları an, şeyleri farklı görmeye başladıkları, tecrübe etmeye başladıkları an oluyor. Bu tecrübeyle beraber kendini görmek, dışarıyı görmek, ötekini görmek temaları keşfediliyor ve sonunda karakterler kendilerini yaralanmaya açık kılıyorlar. Yaralanabilirliklerini kabul ettikleri an çatışma sona eriyor. Karakterler kendilerini gerçek bir sevginin kollarına bırakıyor. Geri dönüşü olmayan bir yol bu, reddedilemez bir başlangıç. 

Hücre Kasabası içinde yaşadığımız pozitif toplumuna derin bir başkaldırı. Kuralları tutanların da en az karşı çıkanlar kadar türbülans içinde olduğu ciddi bir çatışma. Pozitif toplumundan çıkış yolu, kasabadan çıkmanın yolu, sevmek midir gerçekten? Evet. Yaralanabilirliğe açılan bir kapı olarak sevmek, kendini meşgul etmek, onaylamak ve var kılmak için değil, riske girmek, zarar görmek hatta hasar almak pahasına sevmek… Yaralanmayı kabul etmekle beraber yüceye açılan bir kapı var. O kapı, güzeli anlamamıza, hatta sanatı anlamamıza yardımcı olacak.


TEB Oyun Dergisi’nde yer alan eleştiri yazılarına ulaşmak için: TEB Oyun / Eleştiri

Yazar Hakkında / Ayşe Şirin Çakmakçı

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin