Türkiye Tiyatrosu’ndan Dünyaya Açılan Kapı: TheatreIst Showcase’24

TheatreIST Showcase’ten bir kare.

Türkiye Tiyatro Vitrini TheatreIST, ikinci kez 11-17 Mart 2024 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşti. On iki oyun ve altı atölye dahil yirmi iki etkinliğe ev sahipliği yapan Showcase, dünyanın pek çok yerinden gelen festival organizatörlerini, yönetmenleri, tiyatro eleştirmenlerini ve akademisyenleri ağırladı. Çağdaş Türkiye Tiyatrosu’nu dünyaya tanıtma amacıyla yapılan etkinliğin seçici kurulunda bu yıl Erdoğan Mitrani, Feza Soysal, Handan Salta, Hasibe Kalkan, Nihal Kuyumcu, Özgül Akıncı, Öznur Oğrak Çolak, Senem Cevher, Sündüz Haşar ve Tijen Savaşkan yer alıyor. TheatreIST bu yıl T.C. Kültür Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, İBB Kültür – Sanat, Almanya Başkonsolosluğu, İstanbul Goethe Enstitüsü, İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü, Alan Kadıköy, Beykoz Kundura Sahne, Cihangir Atölye Sahnesi, Werkstatt, Cengiz Özek Gölge Tiyatrosu ve Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi’nin katkıları ve iş birlikleriyle gerçekleşti.

İki Efendinin Uşağı: Alaturka oyunundan bir görsel.
Cihangir Atölye Sahnesi’nin İki Efendinin Uşağı Alaturka oyunundan bir görsel.

Bir Commedia Dell’ Arte Uyarlaması: İki Efendinin Uşağı Alaturka

TheatrelST Showcase 2024’ün açılışı Cihangir Atölye Sahnesi’nın İki Efendinin Uşağı Alaturka oyunu ile yapıldı. Carlo Goldoni’nin kült eserinden Kıvanç Kılınç tarafından uyarlanan ve Muhammet Uzuner tarafından yönetilen oyun, Osmanlı – Türk motifleri ile Commedia Dell Arte’nin tüm karakteristik tiplemelerine yeni bir bakış getirmiş. Renkli ve dinamik atmosferi ile oyuncuların seyircilerle de iletişimde olduğu oyuna tuluat türünün çağdaş bir yorumu demek mümkün. Özellikle Dottore veya Pantelone gibi tiplemelerin günümüz dünyasındaki güce, paraya, itaate önem veren karakterlerle temsil ediliyor olması ve bunlar üzerinden hem siyaset hem tarikat liderlerine eleştiri getirmesi oyunu ilginç kılan özelliklerinden biri. Oyuncuların beden ve ses kullanımları, müzikalitesi ve ekip olarak ortaya koydukları kolektif birlik, oyunu daha katmanlı bir hale getirmiş. Karakterlerde bir çeşit mask gibi kullanılan makyaj tasarımı ve kostümler, hem tercih ettikleri oyunculuk biçimini hem de oyunun katmanlı yapısını pekiştirmiş. İki Efendinin Uşağı Alaturka, izleyicilerine keyifli ve neşeli bir seyir deneyimi sunarken, Theatrelst için yurt dışından gelen eleştirmenlere Türkiye Tiyatrosu’nun geleneksel motiflerini aktardı.

Onur Karaoğlu’nun Boşu Boşuna performansından bir kare.

Boşu Boşuna

Aşık Mahzuni Şerif’in eserinden ilhamla sahneye taşınan Boşu Boşuna, Onur Karaoğlu’nun tasarlayarak gerçekleştirdiği bir performans. 14 Haziran 2022’de Viyana Festivali’nde prömiyer yapan Boşu Boşuna, TheatreIST kapsamında Metrohan’da sahnelendi.

Alımlayıcıyı performans sırasında dört gruba ayıran performans, her bir gruba tarihin farklı bir kesitinde yaşayan bir anlatıcıyı dinletiyor ve bilgisayardan yansıtılan görüntülerle bu anlatılar destekleniyor. İstanbul’un farklı hikâyeleri; günümüzden genç bir yazar, 20. yüzyıldan bir şair, yok olmuş bir deniz ve bir okyanus bilimciyi bir araya getiren performansın kesişim noktası ise 2021 yılında müsilaja bulanmış olan Marmara Denizi. 4 alanda da farklı bir ses kaydının duyulduğu performansta seyirci performansın sonuna kadar grubundaki hikâyeyi dinliyor ve anlatıcı tarafından verilen yönergeleri takip ediyor. Bu yönergelerin sonucunda aşık geleneğine ait kolektif bir şiir antolojisi oluşuyor.

Elif Ongan Tekçe'nin yazıp yönettiği Nasıl Bilirdiniz? oyunundan bir kare.
Elif Ongan Tekçe’nin yazıp yönettiği Nasıl Bilirdiniz? oyunundan bir kare.

Ölümü “Nasıl Bilirdiniz?’’

Elif Ongan Tekçe’nin yazıp oynadığı, Güray Dinçol’un yönettiği, Yersiz Kumpanya yapımı Nasıl Bilirdiniz?, bizi ölümlerin dünyasına doğru bir yolculuğa çıkarıyor. “Herkes anlatılacak kadar eşittir.’’ sloganıyla sahnelenen oyun, iyi bildiklerimizin kötü, kötü bildiklerimizin iyi taraflarını gözler önüne seriyor.

Oyun, anlatıcının kocasının cenaze töreniyle açılıyor. “İyi bilirdik’’ sesleri arasında kocasının anlatıcının katili olduğunu öğreniyoruz. Anlatıcının bir dua okuyucu olduğu ve ölülerle konuşabildiği oyunda, oyuncunun sesi kaydedilip tekrar çalınıyor. Müzik ve sesten, ritim belirlemek ve atmosfer yaratmak amacıyla yararlanılıyor. Kendi sesini kaydederek zaman zaman tekrara alan, zaman zaman kalınlaştıran ya da ritmini bozan oyuncu, bu kayıtlar sayesinde karakterler arasında geziniyor. Işık tasarımı da bu mekân ve karakter geçişlerinde destekleyici bir araç olarak kullanılıyor. Dua Okuyucu’nun hikâyeleri, bizi eski bir İstanbul mahallesine götürüyor. O mahalledeki her bir kapının zilini çalıyor, ölüme yaslanmış bir şekilde içeri giriyor, böylelikle kapısı tıklatılan insanların yaşam ve ölüm hikâyelerini dinliyoruz.

Esther Slevogt ile Dijital Platformda Eleştiri Atölyesi

Almanya’nın eleştiri alanında günümüzde en çok tıklanan platformlarından olan Nachtkritik’in kurucu ortağı Esther Slevogt, TheatreIST 2024 kapsamında Türkiye’deydi. Hasibe Kalkan moderatörlüğünde, sınırlı sayıda katılımcı ile eleştiri üzerine uygulamalı bir atölye çalışması gerçekleştirdi. İki günden oluşan atölyenin ilk gününde Esther Slevogt ile Almanya ve Türkiye’de eleştiri, eleştiri kültürü, eleştirmenlik, dijital platformda eleştiri üzerine karşılıklı bilgi alışverişi gerçekleştirildi. Nachtkritik’in nasıl ve niçin kurulduğunu, çevrimiçi bir platform olması sebebiyle karşılaştığı ön yargıları, çıkartılan zorlukları; Nachtkritik’in mottosunu ve yayın çerçevesini detaylıca konuştuk. Nachtkritik’in, geçmişten gelen eleştiri geleneğinde sansüre uğramadan yazı yayınlama hedefinde olan eleştirmenlerin geleneğine tutunarak “Siz uyurken biz yazıyorduk.” minvalinde bir mottoyla doğduğunu öğrendik. Herkesin demokratik söz hakkına sahip olduğu sosyal medya gibi, karşılıklı eleştiri diyaloguna girilebilecek bir platform oluşunun Nachtkritik için ayırt edici ve önemli bir özellik olduğundan söz etti Esther bizlere. Bu girişim başta nefret edilen, amatör görüldükleri bir duruşla karşılaştıysa da şu anda en çok takip edilen platform haline gelmiş durumda.  Atölyenin ilk gününün devamında Esther, eleştiri yazarken durduğu konumu ve kriterlerini bizlere aktarıp eleştirmen olarak sahnelemeye nasıl yaklaşabileceğimiz konusunda bir yol haritası sundu. Atölyenin ikinci günündeki oturumaysa  TheatreIST kapsamında izlemiş olduğumuz oyunlardan birine eleştiri yazısı yazmış olarak katıldık ve oturum süresince yazılarımızın artı ve eksilerini Esther ile irdeleme fırsatına eriştik.

Türkiye Tiyatro Vitrini TheatreIST Showcase’te Savas Patsalidis.

Savas Patsalidis ile MasterClass ve Tiyatro Eleştirisi Atölyesi 

Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin (IACT) üyelerinden ve uluslararası eleştiri dergisi Critical Stages‘in baş editörü olan tiyatro eleştirmeni Savas Patsalidis, Theatrelst Showcase’de profesyonel olarak tiyatro eleştirisi üzerine çalışanlar için sınırlı sayıda katılımcıyla üç ayrı oturumdan oluşan atölyeler düzenledi. İlk atölye olan Masterclass’ta dünyadaki tiyatro anlayışını ve çağdaş sanatı tüm boyutlarıyla tartışan eleştirmen, katılımcılarla değerli bilgiler paylaştı. Modernizm ve post modernizm, çok kurallılık ve kuralsızlık arasında sıkışan tiyatro sanatını gündeme alan eleştirmen, tiyatro eleştirmeninin cevaplarla değil, sorularla ilgilenmesi gerektiğini ifade etti. İkinci oturumdaysa teknik olarak iyi bir eleştiri yazısının nasıl yazılması gerektiği üzerinde dururken, bir eleştirmenin etik, ahlaki, sosyal konumu hakkındaki görüşlerini dile getirdi. Üçüncü oturumda katılımcılardan Theatrelst Showcase’de yer alan oyunlardan herhangi biri hakkında eleştiri yazısı yazmasını isteyen Patsalidis, kendisinin öncülüğünde pratik bir deneyim kazanmamızı sağladı. Theatrelst Showcase’in oldukça değerli olan bu atölyesi, eleştiri alanında çalışan ve üreten bizler için zengin bir bilgi kaynağı oluşturdu.

Güray Dinçol'un yönettiği Çirkin oyununun afişi.
Güray Dinçol’un yönettiği Çirkin oyununun afişi.

22. Yüzyılda Masalsı Gerçekçilik: Çirkin

Ülkemizde ilk yerli “immersive” tiyatro üretimi iddiasında olan Çirkin, iddiasını başarılı bir şekilde gerçekleştiriyor. Masalsı gerçekçilik, metakurmaca, dijital görsellik üzerinden kadim olanı, en tanıdık olanı, en doğal olanı güncel teknolojiyle birleştirip büyülü bir atmosfer yaratarak bu iddiasını gerçekleştiriyor. Nihal Yalçın ve Onur Berk Arslanoğlu’nun yeteneklerinin ve çalışmalarının Güray Dinçol’un rejisi ve oyunculuk-tiyatro alanında bildiğimiz fiziksel tiyatro araştırmaları üzerine olan çalışmalarıyla birleşmiş olması sayesinde sahneleme boyunca bütünlüğünü koruyan etkileyici oyunculuk performanslarını izliyoruz. Firuze Engin’in basit ama derin olanı akıcı bir şekilde aktardığı metni, dijital görsellik araçları, ses-ışık tasarımlarının bir aradalığıyla hayat buluyor. Hope Alkazar sahnesinin tarihî ve mekânsal avantajlarının kullanıldığı oyunda Şiva ve Tavuk’un hikâyesini Şiva ve Tavuk’un hikâye anlatıcılığıyla izliyoruz. Oyunda, insanın içindeki iyi ve kötünün, şifacı ile cadının hangi koşullarda ortaya çıktığı; prensiplerimizin sağlamlığı, en derindeki isteğimizin ne olduğunun sorgulaması tartışmaya açılıyor. Yaklaşık 50 kişilik bir ekiple oluşturulmuş, hem teknik hem de kreatif açıdan sahne arkası kalabalık olan bir oyun Çirkin. Dekor, ses, ışık, metin, oyunculuk, reji, dijital görsellik unsurlarının hepsi başarılı bir bütün oluşturacak şekilde dengeyle kullanılıyor.

Ülkü Tamer’in aynı adlı romanından Faruk Üstün tarafından uyarlanan Tarihte Yaşanmamış Olaylar oyunundan bir kare.

Yaşayamadıklarımızdan Mısınız?: Tarihte Yaşanmamış Olaylar

Gelelim Showcase’in neşesi Tarihte Yaşanmamış Olaylar’a. Kadıköy Boa Sahne’de izlemiş olduğumuz bu oyun, Ülkü Tamer’in aynı adlı romanından Faruk Üstün tarafından uyarlanmış. Bol şarkılı, türkülü, danslı ve cümbüşlü bir yapıya sahip. Oyunda çadır tiyatrosu kumpanyasını canlandıran 6 kişilik kalabalık bir ekiple karşılaşıyoruz. Sahnelemenin bir çadır tiyatrosu atmosferi yaratarak tasarlandığı, iplerin, çarşaf -brandaların oluşturduğu bu tasarım içinde gerekli dönüşümleri  müzik aletleri, bir sopa, tahta kasalar, şapkalar oluşturuyor ve bunlardan oluşan dekor izleyenleri egzotik bir havaya çekiyordu. Orijinal eserde de olduğu üzere dünya genelinde, tüm zamanlarda tarihte hiç yaşanmamış olayların kısa kısa hikâyeler olarak oyuncular tarafından canlandırılmalı bir anlatı ile bizlere sunulduğu oyun, merkezde Türkiye’nin politik-kültürel bir meselesini temel alıyor. Oyuncuların arasındaki kimyanın gözden kaçmasının imkânsız olduğu bu işte oyuncuların kendilerinin yaptıkları müzikler sahnelemeyi bir üst seviyeye çıkartıyor. Oyunda oluşan atmosferin, seyirciyinin enerjisini de ekibin bir parçası haline getirmesi kaçınılmaz bir durum  Oyun içerisinde gölge tiyatrosu, kukla tiyatrosu gibi çok çeşitli geleneğe de selam çakıldığını görmek çadır tiyatrosu formatının getirdiği gelenek-imkân çeşitliliğini pekiştiriyor. Emrah Eren’in yönettiği oyunun oyuncu kadrosunu Ammar Özçelik, Atakan Avcı, Delal Yıldırım, Ezgi Nur Köycü, Eylül Güntekin, Murat Küçük, Utku Palta ve Yağmur Altay oluşturuyor.

Studio Oyuncuları’nın 10 Adımda Unutmak oyunundan bir kare.

Performatif Bir Deneyim: 10 Adımda Unutmak

Türkiye Tiyatrosu’nda performatif işleriyle öne çıkan ve kendine özgü bir stil benimseyen Studio Oyuncuları, “On Adımda Unutmak – Anti Prometheus” adlı performansla Theatrelst Showcase’de yer aldı. Yönetmenliğini ve konsept tasarımını Şahika Tekand’ın üstlendiği oyun, kendine ait kuralları olan farklı bir sahne dili yaratıyor. Böylece oyuncuların da seyircilerle birlikte öğrendiği bir deneyim alanı oluşturmayı amaçlıyor. Oyun başlarken sahnede hazırlık yapan çalışanlar, sandalyeleri taşırken sahne ışıkları yandığında kendilerini aniden seyirci karşısında buluyorlar. Oyunun en önemli aktörü olan sandalyeler bazen bir yük, bazen bir arzu nesnesi, bazen de statü belirleyen bir objeye dönüşüyor. Oyuncuları fiziksel olarak sıkıştıran bu durum, onlara içinde bulundukları sisteme nasıl ayak uydurmaları gerektiğini dikte ediyor. Tıpkı giderek tektipleşen modern çağ insanı gibi! Oyuncuların yükleri ağır ve taşınamaz olmasına rağmen, bir şekilde duruma ikna oluyorlar. Sistem yüklerini bırakmalarına izin verse de bu kez başka bir uyarıcı gönderiyor onlara: Dış sesler ve sayılar! Sayıların her biri bir hareketi simgeliyor ve oyuncuya o sırada ne yapması gerektiğini kodluyor. Buna uyum sağlayan oyuncular tepkileri, sesleri ve hareketleri ile bir müzikalite yakalıyorlar. Performatif deneyim alanı bir sahne edimine dönüşüyor. Oyunun soyut bir kurguya sahip olması oyuncuları en saf halleriyle, yani salt insan olmanın getirdiği bedensel, zihinsel ve psikolojik varlıklarıyla performe etmeye zorluyor. Yönetmen, Prometheus’un zincirlerle bağlandığı kaya ile olan esaret ilişkisini sandalye-oyuncu ilişkisi üzerinden ele alıyor. Dramaturjik olarak zemine yerleştirilen esaret kavramı, oyuncuların “insan” olma edimiyle ilgili bir yere işaret ediyor.

Maa Tiyatro'nun Nifas oyunundan bir kare.
MaaPerform’un Nifas oyunundan bir kare.

Yüzleşilmesi Gereken Gerçekler: Nifas

Nifas, Duende Sahnesi’nde izlemiş olduğumuz, MaaPerform’un 2023 sezonunda çıkarttığı bir oyun. Lohusa-gebelik depresyonunu konu alan oyun psikolojik çatışmaların, aile içi anlaşmazlıkların, öteki olmak ve sevebilme yeteneğinin işlendiği bir metne sahip. Bir sabah uyandıklarında dünyaya yeni gelmiş bebeklerinin beşiğinde olmadığını gören aile bebeğe ne olduğunu çözmeye çalışır. Gerçekçi dekor-sahne-ışık-ses-kostüm tasarımından oluşan sahnelemenin zaman atlamaları ile kurulmuş epizodik bir olay örgüsüne sahip olduğunu görüyoruz. Oyunculukların da diğer unsurlar gibi gerçekçi oyunculuk biçemi üzerine kurulduğunu, seyircinin psikolojik özdeşleşme yaşamaya yönlendirildiğini görüyoruz. Şirin Öten’in yazdığı, Erdal Baran Şahin’in yönettiği oyunda Süreyya Bursa, Burcu Gölgedar, Umay Anadolu Kaboğlu ve Şirin Öten oyuncu olarak yer alıyor.

Kundura Sahne yapımcılığında sahnelenen Geçen Gün performansından bir kare.

‘’Geçen Gün’’

Bir oyun, dekoru, sesi, oyuncuların vurgusuyla bir bütün olmalı, tiyatronun elementleri birbirini tamamlamalıdır. Ya da öyle midir? Geçen Gün, tiyatronun elementleri arasındaki bağı kopararak, İstanbul’un onarılamaz bir biçimde bozulmuş ritmini sahneye taşıyor. Oyun, Kundura Sahne’nin yapımcılığında, Türkiye’de çağdaş tiyatronun önemli isimleri Naz Erayda ve Kerem Kurdoğlu’nun yönetmenliğinde sahneleniyor. Esme Madra ve Ozan Çelik’in performansçı olarak bulunduğu oyunun koreografisini Maral Ceranoğlu ve Mihran Tomasyan üstleniyor. Sahnede aynı zamanda performansa dâhil de olan Tophane Noise Band oyunun müziklerini üstleniyor.

Geçen Gün, şehirde basit bir yürüyüşü anlatıyor. İstanbul’da yaşayan, istisnasız herkesin başına gelmiş minik anılar “Geçen gün yolda yürüyordum…’’ kalıbı kullanılarak, fragmanlar halinde aktarılıyor. Bu fragmanlar birlikte yaşamaya dair endişe, korku, şaşkınlık ve öfke barındıran anılar. Günlük hayatta karşımıza çıkabilecek kabalıklar, kavgalar, polis şiddeti ve taciz gözler önüne seriliyor. Geçen Gün’ün oyuncuları, metni seslerinde minimum vurgu barındırarak kelime kelime okuyor. Dilin kendine has ritmi bozuluyor ve arkada şehrin atıklarından yapılan enstrümanlarıyla müzik yapan Tophane Noise Band tarafından “çalınıyor’’. Oyundaki sesli performans hem mekân yaratıyor hem de hikâyenin ritmini oluşturarak performansçılara bu ritmi dayatıyor. Tiyatronun elementlerini birbirinden koparmak yeni bir düşünce değil. Buna rağmen Geçen Gün’de seyirciyi kendine doğru çeken bir şey var. Kaosa, ayrışmaya ve endişeye rağmen beraber var olabilme umudu.

Yersiz yurtsuz displaced

Nomad Performance’ın ilk yapımı displaced’i, Beykoz Kundura’da, 15 Mart akşamı izledik. displaced, Rusya-Norveç sınırları arasından, ruhsatsız tek araç olan bisikleti kullanarak geçen göçmenleri konu ediniyor. Ezgi Adanç ve Ertürk Erkek’in performe ettikleri, Ertürk Erkek’in aynı zamanda tasarlayıp yönettiği projenin danışmanlığını Ozan Ömer Akgül üstleniyor. Oyun, TheatreIST kapsamında Beykoz Kundura’da sahnelendi.

Wiliam Saroyan’ın Memleket şiirinin Ermenice ve İngilizcesi performans boyunca, kayıt edilmiş bir ses olarak performançılara eşlik ediyor. Rusya sınırındaki bisiklet hikâyesi, dünyanın daha güneyinde başka bir göç hikâyesiyle, Ermenilerin göçüyle birleşerek, aitlik, ev ve göçün sınırlar ötesi dünyasını gözler önüne seriyor. Göçün hiç değişmeyen kavramları yol, sınırlar ve bir türlü kopamayan bağlar performansın tamamını oluşturuyor.

Faraza Tiyatro yapımı Misket oyunundan bir kare.

Öteki de Kim Oluyormuş?: Misket

Kayhan Berkin’in yönettiği, Turgay Korkmaz’ın kaleme aldığı, Orkuncan İzan ve Turgay Korkmaz’ın oyuncu olarak yer aldığı Misket, Faraza Tiyatro yapımı ve Showcase için seçilen bir kuir tiyatro örneği. Bu bağlamda ülkemizde kuir tiyatro alanında gösterebileceğimiz başarılı çalışmalardan biri olan Misket aynı zamanda içinde ülkemizin geleneksel motiflerini de barındırıyor. Hem bir oyun havası olan hem de bir çocuk oyunu olan iki ayrı misket oyunu da oyunun içinde yerini alıyor. Türkiye’de eşcinsel erkek olmak, daha muhafazakâr coğrafyalarda kendin olmaya çalışmak, ataerkil toplum yapısı içerisinde erkek olma deneyimi gibi birçok noktaya pencere açan bir oyun Misket. Hem kostümleri hem müzikleri hem de eğlenceli ve metaforik dans koreografisi ile seyirciyi ilk andan itibaren sahneye bağlıyor ve bolca yöresel ögeler ile hikâyenin hiç de yabancı olmadığını, bize ait olduğunu ötekileştirilenler üzerinden gösteriyor. Hiçbir şeyi karikatürize etmeden, her şeyin kendi doğalında sahip olduğu komediyle, eğlenirken izlediğimiz şeyin gerçekliği-tanıdıklığıyla gelen kalp kırıklıklarıyla gülüşlerimiz acılaşıyor, buruklaşıyor. Başarılı oyunculuklar ve birkaç blok kasadan oluşmuş dekor ile kurulmuş rejisel tercihlerin oluşturduğu sahneleme Kundura Sahne’de bizlerle buluştu.

Ekolojik – Ekonomik Krizler Çağı: Tek Kullanımlık Hikâye

Kumbaracı50 ekibinden Gülhan Kadim’in yönettiği ve Volkan Çıkıntoğlu’nun kaleme aldığı Tek Kullanımlık Hikâye günümüzdeki iklim krizi meselesinin toplumsal krizler içindeki varlığına değiniyor. Meriç Rakalar, Murat Kapu ve İsmail Sağır’ın canlandırdığı üç karakter, giderek değişen ve dönüşen bir mahalle kültürünün içinde kendi hikâyelerini yaşamaya çalışıyorlar. Her birinin değişim ve dönüşümü gibi, kentsel dönüşüme hapsolmuş İstanbul’un da değişim ve dönüşümüne çaresizce bakakalıyorlar. Yazarın altını çizmek istediği geri dönüşüm, duyarsızlık, bilinçsiz kaynak kullanımı, tek bir karakter tarafından daha savunmacı ve bir nevi onun da faşisti olacak bir şekilde ele alınıyor ve güncel toplumsal meselelerdeki “taraflar”a eleştirel bir bakış açısı sunuluyor. Oyun, içinde barındırdığı mahalle kültürü ile hem bir nostaljiyi hem de toplumun sosyopolitik yaşam biçimini vurgulayarak, giderek kaybettiğimiz kentler gibi, giderek kaybettiğimiz toplumsal hafızamıza da dem vuruyor. Hikâyenin sonunda karakterlerin hissettiği çaresizlik ise günümüzü ironik bir şekilde resmediyor. Oyun buruk bir tebessüm bırakıyor yüzümüzde.

Diktatör Bir Evin Çığlığı: Bernarda

Theatrelst Showcase’in son oyunu olan Bernarda, Federico Garcia Lorca’nın “Bernarda Alba’nın Evi” adlı metninden Pelin Temur tarafından uyarlanmış. Özge Arslan’ın tek kişilik performansıyla canlandırdığı oyun, Can Ali Çalışandemir’in ışık tasarımı ağırlıklı reji tekniğiyle hızlı ve dinamik bir şekilde sahneleniyor. Kaynak metindeki karakterlerden Bernarda ve onun beş kızının merkeze konulduğu uyarlamada, diktatör anne ve kızları arasındaki ilişkilerin varabileceği tehlikeli boyutlar mizahi bir dille aktarılıyor. İspanyol kültürüne ait flamenko dansları ve Fangandos alt yapılı şarkılar, oyuncu tarafından başarılı bir şekilde performe ediliyor. Eril ve diktatör sistemin içinde bir şekilde asimile olan anne, kızlarının da kendisi gibi olmasının beklentisi içindeyken, aniden tüm evi derin yasa boğan bir olayla karşılaşıyor. Farklı karakterleri, aşkları, tutkuları, neşeleri, üzüntüleri ve tüm kadınlık halleriyle yansıtan Özge Arslan, Bernarda’nın soğuk, mesafeli ve mizojinist evine daha içeriden bakmamızı sağlıyor.

Dragan & Aljosa Zivadinov ile Tiyatroda Yeni Buluşlar: Reji Atölyesi 

Theatrelst Showcase’in son gününde Slovenya’da tiyatro yönetmenliği yapan Dragan Zivadinov ve oğlu Aljosa Zivadinov, kendi tiyatro çalışmaları ve deneyimlerini teknolojiyle buluşturdukları tiyatro estetikleri üzerine bilgiler verdi. Neue Slowenische Kunst sanat hareketinin kurucularından biri olan Zivadinov, atölyede 1980’lerde retro-gardizm fikrini nasıl inşa ettiğinden ve aynı isimli kitabını nasıl yazdığından bahsetti. Tiyatro teorileri ile bilimsel araştırmalarını birleştiren ikili, dada ve veri arasındaki ilişki, yerçekimsiz ortamda mimesis ve soyutlama arasındaki ilişki, gerçek bir mekânda teknolojik sanatın ve kavramsal sanatın ele alındığı farklı çalışmalara imza atıyor. Dragan Zivadinov, Scipion Nasice Sisters Tiyatrosu‘nda retro gardizm adını verdiği bu teknik ile 14 oyuncudan oluşan ve 10 yılda bir defa tek bir gösterim yapan bir performansı yönetiyor. Yedi kadın ve yedi erkekten oluşan bu performansta geçen süre içerisinde oyunculardan herhangi biri vefat ederse onun yerine yapay zeka ile oluşturulmuş bir örneği koyarak sahnelemeye devam ediyor. Uzaktan kumanda edilen bu sistem biyolojik, biyomekatronik ve biyografik öyküleri olan bir aktör oluşturmayı hedefliyor. Böylece oyunun ana mizanseni korunmaya devam ederken, oyuncu hala bir anlamda sahnede yaşamaya ve var olmaya devam ediyor. Zivadinov Retro-gardizm adını verdiği kendi sisteminde koreografileri oluştururken Kandinsky ve Pina Bausch’tan esinlendiğini belirtiyor. Genç yönetmen Aljosa Zivadinov ise babasının bu buluşlarını uydu araçları ile destekleyerek, sahne tasarımlarını yapıyor. Bu ikili, insan yapımı olan sanatla, yapay zekâ yaratımı olan sanat arasındaki etik ve estetik anlayış üzerine denemeler yaparak farklı sahnelemelere imza atıyorlar. Reji atölyesinde tüm bu teknikleri detaylı bir şekilde aktaran baba oğul, farklı deneyimleriyle ufuk açıcı bilgiler paylaştılar.

Türkiye Tiyatrosu’nun bağımsız tiyatrolarının TheatreIST Showcase aracılığıyla uluslararası bir alana açılması, hem bu alanda üreten yaratıcı ekipler için hem de tiyatromuz için büyük bir şans oldu. Hem eleştiri üzerine bu kadar önemli isimlerle bir araya gelip çalışma fırsatı bulmak, hem de sektör genelinde yapılan projeleri on iki oyunluk bir seçkiyle festival maratonu çerçevesinde izlemek paha biçilemez bir deneyimdi.  Özellikle Savas Patsalidis ve Ester Slevogt’un vermiş olduğu atölyeler bu alanda çalışan ve üreten bizler için oldukça öğretici bir deneyim oldu. Günümüz koşullarında böyle bir alanı açmanın ve bu kadar misafiri iyi bir organizasyonla ağırlamanın oldukça zor olduğunun da farkındalığıyla TheatreIST’e teşekkür ediyor, önümüzdeki yıllarda devam edebilmesini umuyoruz.


TEB Oyun Dergisi’nde yer alan diğer festival yazılarına ulaşmak için: TEB Oyun / Festival

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin