La Gioia – Neşe
25. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin onur ödülüne layık görülen Pippo Delbono, festivale “Neşe” (La Gioia) adlı gösterisi ile konuk oldu. İlk kez 2020’de online olarak gerçekleştirilen tiyatro festivalinde “Dopo La Battaglia” (Savaştan Sonra) adını taşıyan ve izleyicisini bale, opera ve tiyatronun sınırlarını aşarak, Antonin Artaud, Franz Kafka, Alda Merini, Pier Paolo Pasolini, Walt Whitman, Rainer Maria Rilke, Alejandra Pizarnik gibi yazarların metinleri arasında gezdiren yapımıyla Türkiyeli izleyicinin karşısına çıkmıştı İtalyan yönetmen ve oyuncu. Bu kez Delbono bizi sirk estetiğinin renkli dünyasına davet ederken, o ve ekibiyle birlikte “neşe”yi aramaya koyuluyoruz.
Neşe kaybedilen ve bulunan ya da aranması gereken bir şey mi? Yoksa zaten bize içkin ama biz mi göremiyoruz? Pippo Delbono, neşe arayışında clownesk bir yaklaşım sergiliyor çünkü o, komik olanın karşıtının komik olmaya çalışmak olduğunun farkında. Clown’lar kişisel zaaflarını kabul ettikleri ölçüde güçlenirler ve insan olarak yüceleşirler. Ve böylece komik olanın yaptıklarının değil, kendilerinin olduklarını fark ederler. Delbono, sahnede kendisi olarak var olurken sadece kendini olduğu gibi kabul etmekle kalmamış, aynı zamanda ekibinde yer alan birçok “engelli” ya da “yaşlı” kişiyi de olduğu gibi kabul etmiş ve onların varlığıyla sahneye kimlerin çıkabileceğine dair yaygın inancı alt üst etmiş. Diksiyonu, beden kullanımı vs. mükemmel olmayan, hatta konuşamayan, işitemeyen sağır ve dilsiz ya da down sendromlu kişileri gösterilerine dahil ederek, Delbono bize anlamın sözlerin çok ötesinde bir yerlerde aranabileceğini gösteriyor.
Bir hikayesi, katı bir kurgusu yoktur Neşe’nin ama vazgeçilmez oyuncuları vardır. Yönetmen “Neşe”yi yirmi iki yılı aşkın bir süre birlikte çalıştığı ve kısa süre önce kaybettiği Bobo’ya ithaf etmiş. Kırk yılını Napoli’de bir akıl hastanesinde bırakıldıktan sonra Delbono tarafından oradan kaçırılan, sağır ve dilsiz olmasına rağmen sahnede kendine özgü bir dil geliştirmiş olan Bobo, “içinde tiyatronun büyük sırrını ve esrarını taşıyordu”, yönetmene göre. Sahnelemede sesini dinlediğimiz Bobo’nun dışında başka topluluk üyelerinin de hikayesini de dinliyoruz. Nelson adındaki bir oyuncusunu berduş bir halde sokaklardan toplayıp hap bağımlığından kurtardığını ve tango tutkunu Ilaria’nın sevgilisinin trafik kazası geçirdikten sonra ona nasıl baktığını, ancak yine de sevgilisi tarafından terk edildiğini de anlatarak, Delbono ekibindeki birçok kişiyi özgün kimlikleri ve hikayeleriyle görünür kılmaktadır. Diğer oyunlarında olduğu gibi, “Neşe”nin metni de farklı yazarlardan alıntılarla dolu, özellikle sona doğru Rimbaud’nun şiirlerinden alıntılar var.1 Ancak sahnede en çok Pippo Delbono’yu görüyor ve işitiyoruz, çünkü o oynamak ya da bir rolü canlandırmaktan ziyade, bir kafesin içinde oturmuş metni okuyor, bazı anlarda ise izleyicilere hikayeleri doğrudan anlatıyor, bazen de sesini banttan işitiyoruz. Delbono sesiyle izleyiciyi sarmalıyor ve onu ekibiyle birlikte imgesel bir yolculuğa çıkarıyor. İmgesel, çünkü sahne tasarımcıları (Gianluca Bolla/Enrico Zucchelli) tarafından yaratılan son derece etkileyici sahne görsellerinin Delbono’nun sesiyle buluşması sonucunda zengin çağrışım alanları yaratılıyor. “Hep birlikte yürüyebilmek için”, yönetmen, oyunda “kara delikler” olarak adlandırdığı boşlukları bilerek bırakmış. Böylece başta nedenini anlayamadığımız kağıttan yapılmış ve sabırla tek tek sahneye dizilen onlarca kayık, yandan ışıklandırıldığında (ışık tasarımı: Orlando Bolognesi) bir anda denizde yüzüyormuş gibi görünmeye başlar ve bana kağıttan olmaları nedeniyle denizde batan onlarca mülteci teknesini hatırlatır. Özellikle de onları bir sonraki sahnede aynı sabırla çuvallardan sahneye dökülen ve ardından toplanan giysilerle birlikte düşündüğümüzde. “Neşe” az şeyle, özellikle de sahne tasarımı bağlamında, güçlü etkiler yaratma konusunda tam bir ders niteliğinde.
Tepeden tek tek sarkıtılan çiçek zincirleri ve her yeri kaplayan çiçek kompozisyonlarıyla Thierry Boutemy, sahneyi üç boyutlu bir çiçek bahçesine dönüştürerek büyülü bir atmosfer yaratır. Ve böylece oyunu izlemiş olanlara Pina Bausch’un “Cam Temizleyici”sindeki kamelyaları hatırlatır, Pippo Delbono’nun gençlik yıllarında Bausch’un davetlisi olarak onun çalışmalarını izleme fırsatı bulduğunu hissettirir.
Başta Avignon olmak üzere dünyanın birçok festivalinde ağırlanan ve “Tiyatroda Yenilik” alanında çeşitli ödüllere layık görülen Delbono, farklı türleri, kimlikleri ve anlatım biçimlerini bir araya getirerek kendine özgü bir sahne estetiği geliştirmiş. Güçlü görsel imgeleri, kolaj metinleri ve bilerek bıraktığı boşluklarla, İtalyan yönetmen izleyiciyi sadece görsel bir şölene davet etmekle kalmıyor, onu aynı zamanda hem düşsel hem “terapötik” bir yolculuğa çıkarıyor. Ve bize oyunun sonunda “neşe”nin nerede gizlendiğini de açık ediyor:
“Neşe ne bir sonuçtur, ne bir olgu, ne bir şey, ne bir yer.
Neşe bir uzam yaratır, gevşetir, boşluk açar.
Neşeyi korumak için koyamazsın onu bir kutuya.
Söz ver yeter.
Karar vermen gerek neşenin, hayat yolun olduğuna.
Yani bir sonraki neşenin peşinde koşmayıp
Tek bir neşeyle yetineceksin, hangisi denk gelirse.
İşte onu tutacaksın elinde.”2
Kaynakça:
1)Bilgi: Nermin Saatçioğlu
2) İtalyanca’dan çeviren: Nermin Saatçioğlu
- Bu inceleme TEB Oyun Dergisi’nin 43. sayısında yer almıştır. Sayının tamamına ulaşmak için buraya tıklayınız.
Bu yazıyı yer işaretlerinize eklemek ister misiniz?