Toplumsal Cinsiyet Rolünü Yıkan Nora(lar)’nın Öyküsü

Bursa Nilüfer Kent Tiyatrosu, 17 Aralık 2021 Cuma günü, Henrik Ibsen’in Nora: Bir Bebek Evi adlı oyununun, Stef Smith tarafından yazılmış aynı adlı çağdaş bir uyarlamasının prömiyerini yaptı. Açık uçlu bir finalle biten, tartışmalı bir klasik olan ana metne “radikal bir yorum” getirildiği iddia ediliyordu. Gerek uyarlamaya ilişkin bu iddia, gerek ana metnin kendisi feminist bir oyun izleme olasılığıyla karşı karşıya olduğumu söylüyordu. Pandeminin doğurduğu koşullardan dolayı uzun zamandır oyun izleyememiş olmanın özlemi, gerçekten de feminist bir oyun izleme deneyimiyle buluşunca benim için oldukça heyecan verici oldu.

Ayberk Erkay tarafından dilimize çevrilen uyarlamada yazar, ana metne büyük ölçüde sadık kalmış ama birkaç küçük dokunuşla farklı bir yorumun da kapılarını aralamış. Ibsen’in Nora’sında Nora Helmer, geçmişte, eşi hastayken evin geçimini sağlamak için, ölen babasının imzasını taklit ederek borç para almıştır ve yaptığı bu yolsuzluğu eşi Torvald’dan gizli tutmuştur. Torvald’ın işten çıkardığı avukat Krogstad’ın, Nora’yı, her şeyi ortaya çıkarmakla tehdit etmesi üzerine Nora için tehlike çanları çalar. Kocasını Krogstad’ı işten çıkarmaması için iknaya çalışırken yakın arkadaşı Kristin’e her şeyi anlatır. Krogstad’ın eski sevgilisi Kristin, evlilikte hiçbir giz kalmamasından yanadır. Bu sırada eve gelip giden Dr. Rank de Nora’ya aşıktır. Krogstad, Torvald Helmer’e her şeyi açıklayan bir mektup yazar. Nora’nın tüm çabalarına karşın mektup, Torvald’ın eline geçer. Torvald çok sinirlenir, Nora’ya hakaret eder, onu dinlemez. Ardından Krogstad bir mektup daha yollar, bir kötülük yapmayacağını, bunu Torvald’a karşı kendi çıkarları için kullanmayacağını yazar. Torvald Helmer bu mektupla rahatlar, tavrı birdenbire değişir, Nora’ya karşı yumuşar, sevecen davranır. Ama bu olay Nora’nın, kocasının yalnız kendini düşündüğünü, bencil olduğunu, onu yok sayıp, ona var olan toplumsal normlar çerçevesinde davrandığını anlamasını sağlar. Nora bir anda değişir ve hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı düşüncesiyle evi terk eder.

Uyarlamada bütün bu kurgu sabit kalırken oyun içinde oyun mantığıyla Nora karakteri üç ayrı kadın tarafından oynanır ve yeni yorumu bu tercih belirler. Çünkü bu üç ayrı Nora, aynı şeyi farklı ve sembolik tarihlerde yaşamaktadır. Sahnede aynı anda üç Nora bulunur: 1918 yılında, kadınların oy hakkı için mücadele ettiği dönemin Nora’sı, 1968’de kadınların kürtaj hakkı ve daha birçok şey için savaş verdiği yılların Nora’sı ve 2018’in yani bugünün Nora’sı… Üçü de aynı süreçten geçer. Bu bakımdan uyarlamada zaman ve olayların akışı Ibsen’in metnine paralel yani kronolojiktir. Ancak farklı tarihlerin Nora’ları dönüşümlü olarak ana metinde akan bu çizgisel kurguya dahil olur. Örneğin 1918 yılının Nora’sı Torvald ile kavga ederken bu oyuncu 1968 yılının Kristin’ine dönüşür, bu sırada 1968 yılının Nora’sı Torvald ile kavgaya devam eder. Ana metnin kurgusu aynı şekilde akarken diyaloglarda, iç konuşmalarda farklı tarihlerin güncel meseleleri metnin içine yedirilir. Böylece tarihler değiştiği halde yaşanan her şeyin kadın için “maalesef ” aynı kaldığı, kadının toplumsal cinsiyet rolünde geçmişten bugüne hiçbir değişim olmadığı vurgulanmış olur. Ayrıca Nora’nın toplumsal cinsiyet kalıplarını yıkıp evden çıkması, her bir dönem kadınının “çıkış” çabasını sembolize eder. Bu çıkış, kadınların demokratik hakları için, kendi bedeni ve cinsel tercihleri için, dolayısıyla özgürlüğü için mücadele etmesi olarak okunmaya açıktır.

Öncelikle klasik bir metnin içine üç farklı ve güncel dönemin yedirilmesi, buna karşın olayların anlaşılır bir biçimde akmasını sağlamak oldukça zor. Bu anlamda uyarlamanın oldukça başarılı olduğunu söylemek gerek. Ana metnin uyarlama metinle buluşması konusunda hiçbir tutarsızlık, kopukluk yok; gerek dil gerek içerik olarak bütünlüklü bir yapı kurulabilmiş. Uyarlamada yazar, yalnızca bu zor ve çarpıcı dokunuşla (Ibsen’in metnine üç farklı Nora’yı dahil etmek) sınırlı kalmamış, ana metnin boşlukta bıraktığı birçok şeyle de hesaplaşmış. Ana metinde Nora’nın geçirdiği dönüşüm adım adım verilmiyor, bu da finaldeki çıkış sürecini çok ani kılıyordu. Uyarlamada farklı Noraların düşünceleri iç ses ile veriliyor. Metne yapılan bu eklemelerle hem farklı tarihlerdeki Noraların hikayesine ışık tutuluyor hem de Nora’nın yavaş yavaş yaşadığı değişim daha açık hale geliyor. Nora’nın, eşi ile yaşadığı vurucu deneyimlerin iç dünyasında yarattığı sarsıntının dile gelmesi hem uyarlamayı hem Noraların dönüşümünü anlamamızı sağlıyor.

Ana metnin en önemli boş alanı finali… Kuşkusuz Nora’nın dışarı çıkması bile çok büyük bir adım ancak dışarı çıktıktan sonra ne olduğu belirsizdi. Nora dışarıda tutunabildi mi yoksa geri mi döndü ya da neler yaşadı? Bu sorunun cevabı Ibsen’in yazdığı ilk metinde verilmiş ancak yazar bu sonu daha sonra kaldırmayı tercih etmiş ve final elimize ulaşmamış. Bu haliyle bile ana metin, feminist hareketin tetikleyicisi olmuş. Çünkü değişim için önce fark etmek ve adım atmak gerek, Nora toplumsal cinsiyet rolünün ne olduğunu görmesi ve çıkışıyla onu yıkmaya çalışması bakımından “feminist” olmaya aday. Ama bugünkü çağdaş sahnelemelerde muhakkak bu boş alanı doldurmak, çıktıktan sonra ne olduğunu aydınlatmak gerekiyor. Uyarlamadaki 1918 Nora’sı donarak ölmüş, bu karamsar son belki o yıllar için anlaşılabilir. 1968 Nora’sı ise Kristin ile lezbiyen bir ilişki yaşayarak hayata tutunuyor. Kadının ancak bir kadınla el ele vererek kurtulabileceği türünden bir fikir bu, dönemin radikal feminizm hareketiyle örtüşüyor. 2018 yılının Nora’sı ise durakta on beş dakika bekliyor, on beş dakikalık özgürlüğün tadını çıkardıktan sonra kocası geliyor ve sonrası belirsiz bırakılıyor. Uyarlamadaki, günümüz Nora’sına ilişkin bu final bence biraz hayal kırıklığı yaratmış. Bugün için Nora’nın çıkışından sonraya dair daha fazla şey söylenebilirdi, belki uyarlamadaki bu eksiklik sahnelemede giderilebilirdi. Ancak bu noktada tıpkı Ibsen’in yaptığı gibi suskunluk ve yoruma açık bir final tercih edilmiş. Oysa biliyoruz ki bugünkü koşullarda kadının sadece evden dışarı çıkması yetmiyor. Çıktıktan sonra da eril dünyayla savaşması gerekiyor.

Bu etkileyici, çağdaş uyarlamanın NKT tarafından sahnelenmek üzere tercih edilmiş olması elbette çok mühim aynı zamanda da zor. Çünkü metnin sahneye taşınması birçok riski beraberinde getiriyor. Ana metni bilmeyen seyircinin uyarlamadaki öyküyü anlamasını sağlamak konusunda rejiye büyük görev düşüyor. Ayrıca farklı yıllardaki Kristin ve Nora’yı, üç ayrı kadın oyuncunun dönüşümlü olarak oynaması gerekliliği de anlaşılırlık ve takip edilebilirlik bağlamında bir başka güçlük. Yönetmen Ebru Nihan Celkan tarafından rejide kurulan ciddi sahne matematiği sayesinde bu zorlukların tamamı aşılmış.

Sahnelemede Krogstad, Torvald ve Dr. Rank sabit olarak aynı erkek oyuncular tarafından canlandırılırken farklı dönemlerin Nora’larını oynayan üç kadın oyuncu aynı zamanda farklı dönemlerdeki Kristin karakterlerine
de can veriyor. Adeta soluksuz akan olaylar sırasında sürekli olarak rol değiştiriyorlar. Bir kostüm parçası ve ufak tavır değişiklikleriyle, küçük güncel ifadelerle o an hangi dönemin Nora ya da Kristin’ini canlandırdıkları anlaşılıyor. Zaman zaman da Nora’ların içsel hesaplaşmaları için ışık aracılığıyla oyun durduruluyor, erkek oyuncuların kaldırdığı ayaklı mikrofonlar Nora’ların iç sesine tercüman oluyor. Dolayısıyla sahnede sürekli bir giriş çıkış, deyim yerindeyse koşuşturma hakim. Bu sayede hem oyunun nabzı yüksek tutuluyor hem de seyirci oyundan bir an bile kopmadan olayları takip edebiliyor.

Meydan sahne mantığıyla dekore edilen oyunda, sahnenin ortasında Helmerler’in evini temsilen, dört demirle inşa edilmiş ve led ışıkla aydınlatılmış, içi görünen demir kutu şeklinde bir platform koyulmuş. Bu platformun çevresinde birer bankta oturan oyuncuların önlerinde ayaklı mikrofonlar yer alıyor. Bir kenarda duran askıdan küçük kostüm parçalarını üstlerine alarak göstermeci bir mantıkla rolü giyiyor ve eve giriyorlar. Evi temsil eden platformda simgesel dekorlar işlevsel bir şekilde kullanılmış. Öncelikle dört tane kapı var. Oyunun temel meselesi Nora’nın evden çıkışı olduğu için kapılar eve giriş çıkış matematiğini düzenlemenin yanı sıra “çıkış” anlamına gelen birer sembol niteliğine de bürünüyor. Ayrıca bu dört kapılı demir platform geometrik duruşuyla estetik bir nitelik de taşıyor. Oyunda kullanılan bir diğer sembolik dekor parçası ise Noel ağacı. Evin tam ortasına yerleşen, tüm çatışmalar sırasında başrolü üstlenen bu ağaç, Nora’nın değişiminin simgesi. Ibsen’in oyunları, dramatik yapının olmazsa olmazı olan “bir gün bir şey olur her şey değişir” ilkesi üzerine kuruludur. Olaylar değişimin arifesinde geçer ve bu durum zaman tercihini ritüel tarihlere ya da törensi anlara yöneltir. Noel ağacı, herkes için yeni bir yılı haber verir ama burada Nora’nın toplumsal cinsiyet rolünün tamamen değişeceği bir dönüm noktasının da habercisidir. Simgesel olarak ağacın ima ettiği anlam kadın için tam manasıyla bir yeniliktir.

Sahnelemede ayaklı mikrofonların kullanılması ve Noraların, kendini ifade ettiği yerlerde erkek oyuncular tarafından tutulan bu mikrofonlara konuşması estetik ve anlamlı bir reji hamlesi olmuş. Mikrofonlar hem oyun içinde oynanan oyunu, Nora’nın duygu dünyasının anlatıldığı dış oyundan ayırmayı hem de olanların, onun iç dünyasını nasıl etkilediğini ve dönüşümünü ateşlediğini anlamamızı sağlıyor. Bu sayede metnin karmaşık olma ve anlaşılmama riski azalırken temiz bir sahneleme yaratılmış oluyor. Ayrıca her türlü ses ve efektin de bu mikrofonlar aracılığıyla oyuncular tarafından yapılması gerçekçiliği güçlendirirken etkileyiciliği artırıyor. Fondan verilecek bir müziktense böyle bir mikrofon kullanımını tercih etmek, duygu durumunu çok daha iyi vermeye ve tırmanan gerilimi sağlamaya yaramış. Perde arası vermemenin de bu gerilime katkı sağladığını söylemekte fayda var. Oyunda sürekli yükselen bir tansiyon olması, çıkışı tetikleyip önemli kılıyor ve oyun, bütüncül anlamına böyle kavuşuyor: kadın olarak toplumsal cinsiyet rolümüzü kırmanın gerekliliği ve zorluğu…

Sahnelemede kafamda soru işareti yaratan ilk şey meydan sahne tercihinin gerekli olup olmadığıydı. İtalyan sahnenin ortasına bir platform kurulmuş, seyircinin bir kısmı sahnenin yarısına bir kısmı ise koltuklara oturtulmuştu. Bu durum evi temsil eden platformun her açıdan görülmesini kolaylaştırıyor. Ayrıca seyirciyi oyundaki gergin atmosfere daha yakın kılıyor. Bu bakımdan söz konusu tercihin işlevsiz kaldığını söylemek doğru olmaz. Ancak meydan sahne seyircide daha aktif bir katılımı koşulladığı için, yalnızca izlemekle yetindiğimiz, seyirci olarak müdahil olmadığımız bu oyunda klasik İtalyan sahne kullanılsa da çok fazla şey değişmezdi gibi geldi.

Aynı rolleri üç farklı kadın oyuncunun oynadığı, tüm ses ve efektleri oyuncuların yaptığı oyunda yoğun bir sahne trafiği ve yüksek bir tempo olması nedeniyle oyuncuların işi hiç kolay değil. Uyarlamanın anlaşılması ve duygusal, düşünsel sürece seyircinin dahil olabilmesi için oyunculara, özellikle de kadın oyunculara çok iş düşüyor. Her bir kadın oyuncu farklı bir yılın Nora ve Kristin rollerini canlandırıyor. Örneğin bir kadın oyuncu 68 yılının Nora’sını oynarken, oyunda 2018 yılının Nora’sını oynayan başka bir kadın oyuncu, sahneye 68 yılının Kristin’i olarak giriveriyor. Burada en önemli nokta bu rollerin birbirine karışmaması gereği. Bu açıdan oyunculuklarda kimi sorunlar olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Farklı dönemlerin Nora ve Kristinleri birer oyuncunun bedeninde toplanınca kişiler arası ayrım zaman zaman muğlak hale geliyor, bu da seyircinin oyunu anlaması karşısında bir risk oluşturuyor. Oysa rollerin belirgin bir şekilde birbirinden ayrılması gerekirdi.

Metnin dilinin de oyuncuların işini zorlaştırdığı ve seyirci için bir başka sorun yarattığı kanaatindeyim. Yabancı oyunların çevirisinde kullanılan dilde yaygın olarak görülen bir sorun var. Söyleyiş ve ifade biçimleri, küfürler, kullanılan üslup o kadar bize uzak kalıyor ki, çeviri dili oyuncuyu yapaylığa sürüklerken seyircinin de sahneye yabancılaşmasına, kendini oyuna uzak hissetmesine neden oluyor. Öyle ki çeviri dilinden doğan bu üslup kötü Amerikan filmi çevirisine sahip bir filmin seyir deneyimini anıştırıyor. Bu bakımdan uyarlamadaki çeviriye sadık kalmak yerine sahneleme sırasında biraz daha yerelleştirmeye gidilebilirdi diye düşünüyorum. Zira çeviri dili sorunu, tiyatroda yaygın bir problem olarak hem oyuncu hem seyirci açısından inandırıcılık önünde ciddi bir engel oluşturuyor.

Bu sorunları paranteze alarak denilebilir ki, NKT bu oyunla yenilikçi bir işe kalkışmış ve oyunun radikal olma iddiası gerçekten hayata geçmiş. Hem bir klasiğe yönelik farklı bir yorum içeren, yeni ve bilmediğimiz bir metinle hem de metnin gerektirdiği başarılı bir sahnelemeyle karşı karşıyayız. Ben, arayışıma cevap veren feminist olmaya oldukça yakın bir oyun izledim. Toplumsal cinsiyet rollerinde hiçbir değişimin yaşanmadığı, kadınların evden çıksa da çıkmasa da eril şiddetle susturulduğu çağımızda böyle feminist sahnelemelere “maalesef ” daha çok ihtiyacımız var…


Bu eleştiri TEB Oyun Dergisi’nin 43. sayısında yer almıştır. Sayının tamamına ulaşmak için buraya tıklayınız.


Bu yazıyı yer işaretlerinize eklemek ister misiniz?

Yazar Hakkında / Banu Çakmak

Yorum yap

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin