Türkiye Tiyatro Vakfı ile Söyleşi
Geçtiğimiz sayıda, pandemi sonrası tiyatroların durumunu tespit etmek amacıyla oluşturduğumuz dosyada alandaki örgütlenmeleri tanıtarak onlara sorular yöneltmiştik. Ekonomik ve sosyal fayda yaratma amacının yanı sıra mesleki kaygılarla da güç birliği yapan bu oluşumlar arasında bellek yitimine karşı koymak, tiyatro geçmişimize sahip çıkmak gibi farklı bir misyonla kurulan Türkiye Tiyatro Vakfı da yer almaktaydı. Vakfın çok kapsamlı sitesinden derlenen bilgilerle tanıtımını yapmış ve kısa bir soru sormuştuk. Bu sayımızda, geçtiğimiz günlerde ziyaret ettiğimiz, deyim yerindeyse mutfağına girdiğimiz ve hayran kaldığımız bu çok önemli girişimin, bu kez http://www.turkiyetiyatrovakfi.org adresinden erişilen sitesinde yer almayan bilgilere ulaşmak amacıyla başta vakfın kurucusu Sayın Esen Çamurdan’a olmak üzere genç gönüllülerden oluşan ekibe sorular yönelttik.
TEB OYUN: Sayın Çamurdan çok önemli bir adım atarak Türkiye tiyatrosuna çok büyük bir hizmette bulunuyorsunuz. Böylesi bir girişimin altında yatan sizi yönlendiren hatta ışık tutan önemli kavramlar olmalı. Örneğin toplumsal hafıza, kültürel miras, vefa borcu ya da mekân belleği gibi. Çok boyutlu, hayli zorlu ve çok özveri gerektiren bu oluşum ile bu kavramları nasıl ilişkilendiriyorsunuz?
E.Ç: Bu güzelim ülkede yaşayıp da tarihe, sanat tarihine, ilgisiz kalmak neredeyse olanaksız. Her yerden tarih fışkırıyor, her uygarlık kendi kültüründen, sanatından izler, renkler bırakmış. Tüm bu çokkültürlü, çokdilli, bereketli coğrafyamızın değerinin ayrımına varmak ve onun üstüne bir şeyler koymak varken biz tam tersini yapıyoruz, olanı da –kendi kendine silinip gitmemişse eğer- yok etmek veya yok saymak için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Tiyatro sanatı da bundan nasibini alıyor doğal olarak. Özellikle 2000’li yıllardan başlayarak, gerek geleneksel gerekse Batı tarzı tiyatromuzun kilometre taşlarını oluşturmuş kişilikler birer birer ayrılıyor aramızdan. Onlarla birlikte ciddi boyutta bir kültür mirası da yitip gitmekte çünkü aileler kendilerine emanet edilen eşyaları, belgeleri kısacası arşivi ne yapacaklarını bilemiyorlar. Kültür Bakanlığının ve/veya yerel yönetimlerin de bu konuda son derece ilgisiz kaldıklarına tanık oluyoruz, bir tek onlar değil, çeşitli kültür ve eğitim kurumları, entelektüel olarak tanımlayacağımız kişiler de ne yazık ki ilgisizler. Oysa tiyatro olgusu her boyutuyla ortak yaşam kültürümüzü korumak adına büyük önem taşır. Tam da bu nedenle bize bir tiyatro müzesi gereklidir ama çağcıl anlamda bir müze yani yaşayan ve yaşatan bir müze. İnsanların buluştuğu, karşılaştığı, yan yana durduğu bir uzam olarak tanımlanan yeni müze kavramından söz ediyorum; aynı zamanda bir sanat ve kültür merkezi işlevini yüklenen, Türkiye tiyatrosu üzerine araştırma ve inceleme olanakları sağlayan bir kuruluş. Şunu da anımsatmak isterim ki müze, kentin kültürüne hizmet ederken kenti tanımanın, kentli olmanın da yollarını açar. Bir kültür göstergesidir, daha doğrusu kültürel bir ifade biçimidir.
TEB OYUN: Tiyatro binaları ve toplumsal bellek ilişkisi üzerine de söyleyecekleriniz olduğunu düşünüyoruz.
E.Ç. Her kent bir kimliğe, kişiliğe, tarihe sahiptir, hele İstanbul gibi bir kent…. Bir kentin kültüründen söz ederken tabii ki binalarını, tiyatro binalarını da kesinlikle atlamamak gerek. Hani yıkmaya, yakmaya, hiçbir şey yapamıyorsak işlevlerini değiştirmeye meraklı olduğumuz tiyatro binaları… Asıl onlar, kendi içlerinde birer müzedir. Tiyatro binalarını yaşatmak demek kent kültürünü yaşatmak, toplumsal belleğin yok olmasını engellemek demektir aynı zamanda. Ne çok anı, deneyim bulunur o yapıların ardında… Tiyatro binalarını korumak onlarla özdeşleşmiş sanatçıların, sahnelenen oyunların, gelmiş geçmiş seyircilerin, kısacası yaşanan ve yaşatılanların unutulmamasını sağlamaktır; dönemin ruhunu canlı tutmaktır bir bakıma. Düşünsenize; Direklerarası’ndaki tiyatrolar yıkılmasaydı nasıl bir yaşam süregelirdi acaba Şehzadebaşı’nda? Millet/Turan tiyatrosunda hem uzun yıllar oynayan hem de orada oturan Naşit bu kadar çabuk unutulur muydu? Türkiye tiyatrosuna adını yazdıracak oyuncuların ilk kez Ferah Tiyatrosu’nda sahneye çıktıklarını öğrenmek daha bilinçli kılmaz mıydı seyirciyi? Yine aynı tiyatroda sahneye çıkan ve çalışma disipliniyle bilinen Kınar Sıvacıyan’ın küçük odasına kapandığını ve ay boyunca hiç dışarı çıkmadığını bilsek tiyatronun bir başka boyutunu yakalamış olmaz mıydık? Aklıma Güllü Agop’un Gedikpaşa Osmanlı Tiyatrosu geliyor, yerine otopark yapılan Tepebaşı Tiyatrosu veya Tepebaşı Kışlık Tiyatrosu, Pera tiyatroları, Ermeni kültür-sanat merkezi olan Pangaltı semti… tiyatrolarıyla ünlü Kadıköy yakası… Geçmişe de gitmeye gerek yok, günümüzde Kenter Tiyatrosu…. ne olacağını tam kestiremediğimiz Muammer Karaca Tiyatrosu….
Evet, galiba hep söylenegeldiği gibi, tarihsel dokunun yok edildiği bir kentte kültür dokusu da kalmıyor.
Şunu da eklemeden edemeyeceğim; uzun zaman önce bir yazımda dile getirmiştim, o gün bugündür değişen bir şey olmadığı için yinelemek isterim: Acaba çağdaş bir tiyatro müzesi olsaydı AKM ile Muhsin Ertuğrul Sahnesi ya da Kenter, Muammer Karaca Tiyatrosu bu denli kolaylıkla harcanabilir miydi? Yetkililer çocukluklarında aileyle, okulla müzeye gitmiş, bunu heyecanlı ve ilgi uyandıran bir öğrenme deneyimi olarak yaşamış olsalardı bu kararları rahatlıkla verebilirler miydi? Ya da olaylar karşısında sesini çıkarmayan, kendinin dışında geçen bir oyunu seyredermişçesine edilgen kalan seyirci, bir tiyatro veya gösteri sanatları müzesi, bunlardan vazgeçtim, herhangi bir müze gezme alışkanlığı edinmiş olsa yaşananları sahiplenmez, yapılanın kendi kültür yaşamına bir müdahale olduğunu aklından geçirmez miydi? Her fırsatta tanımı belirsiz bir “millî varlık”tan, “ulusal değerler”den söz edilen ülkemizde Karagöz, Ortaoyunu, Kukla gibi geleneksel tiyatromuzun ustalarından artakalan belgelere, görsel malzemeye, koleksiyonlara, kostümlere vb. ne olduğunu kimse merak etmez miydi? Ünlü geleneksel kukla ustası Nevzat Açıkgöz’ün bavullar dolusu özgün ve çok değerli kuklalarının arayışına girilmez miydi?…
TEB OYUN: Vakıf için bürokrasi ve mekân bağlamında tek başınıza çok uğraştığınızı biliyoruz. Mekânınızı ziyaret ettiğimizde vakfa çok yakıştığını düşündüğümüz bir ortamla karşılaştık. Bu atmosferi yakalamakta kişisel belleğinizin nasıl bir rolü oldu?
E.Ç: TTV’nin merkezinin bulunduğu apartman ve dairenin benim yaşantımda çok önemli bir yeri vardır. Her şeyden önce bu daire, uzun ve yıpratıcı kiracılık dönemimin arkadaşlarımdan aldığım borç sayesinde sona ermesi demektir. Hatta burayı bulmam bile, umutsuzca kiralık ev aradığım bir dönemde (ev sahibim yine beni çıkartıyordu) sokakta rastladığım bir arkadaşımın beni kışkırtması ve yönlendirmesiyle olmuştur. Son derece sefil bir durumda olup dört odaya ayrılmış, yetmezmiş gibi bir de koridoru bulanan bu aşağı yukarı doksan metrekarelik alanı bir mimar dostum keyifli bir stüdyoya dönüştürdü, inşaatı kuzenim üstlendi… Derken sıra, terk edilmiş bir levanten apartmanı görünümündeki Apelyan apartmanına geldi. Gerçekten çok uğraştım. Önce oturanları binayı onarmaya ikna etmem gerekti, ardından tam bir yıl boyunca kapılarını çalıp, gereken parayı taksit taksit ellerinden alıp (çünkü çoğu bankaya para yatırmasını bilmiyordu, İnternet bankacılığı filan yok tabii) bankaya yatırdım. Ancak sonra, belirli bir birikimimiz olduktan ve artık onarım aşamasına girdikten sonra, binada oturan ve hiçbir şeyle ilgilenmemiş olan “kentli” birkaç komşu işin içine lütfen girdi ve inşaat başladı. Ve Apelyan’ın güzelliği ortaya çıktıkça el değiştirmeye başladı daireler, kültür el değiştirdi binada. Sanatı, kültürü, kültürel mirası vb. benimsemiş ve binanın manevi değerinin ayrımında olan yeni komşularla iş daha kolaylaştı. Derken elime biraz para geçince, gönlümü burada bırakarak yine aynı semtte daha büyük bir daireye geçtim ama aklım hep buradaydı. Ne kadar parasız kalırsam kalayım burayı satmayı hiç düşünmedim, kiracılar gelip geçiyor ve ben hâlâ bu dairede bir biçimde yaşamanın yollarını arıyordum. Sonunda buldum işte!
TEB OYUN: Bu girişimde nasıl bir yapı ve çalışma modeli benimsediniz?
E.Ç: Aslında yol yürürken oluştu. Benim kişisel tiyatro arşivim ve sitem olduğundan bir deneyimim vardı elbette, bunlara bir de otuz küsur yıllık aktif tiyatro yaşamımı da eklemek gerek. Bir yerden başladık ve işin içine girdikçe, karşımıza çıkan sorulara yanıt, sorunlara çözüm aradıkça yeni insanlarla tanıştık, profesyonellerle iletişime geçtik. Her şeyden önce evrensel koşullarda profesyonel bir altyapı oluşturmak istedik. Deneme, sınama, yanılma derken galiba doğru kişilerin destek ve yönlendirmesiyle sağlam bir literatür veritabanı ile envanter programımız oldu. Gelen bağışların içinden ciddi sayıda kitap, dergi çıktığından kitaplık düzenlemesi de işi bilenlerce yapılsın istedik, üniversitelerle temasa geçtik, geçen yıldan bu yana Marmara Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü’yle birlikte çalışıyoruz. Ancak asıl itici gücümüz gönüllülerimiz. Bildiğiniz gibi TTV’nin sponsoru yok, yeni yeni almaya başladığımız fonlarla yürütüyoruz çalışmalarımızı, bir de benim akmasa da damlayan bütçemle. Bu nedenle, profesyonel olarak yarı zamanlı çalışan genel koordinatörümüz dışında hep gönüllülerle yürütüyoruz işleri. Tümü genç (22-30 yaş arası), çoğu yüksek lisans ya da doktora öğrencisi, çalışan da var aralarında. Sözlü Tarih ile Ustalar Ustalarını Anlatıyor etkinliklerini gerçekleştirenler dışında haftada en az iki gün geliniyor vakfa ve 10.00-18.00 arası çalışılıyor. Sistematik ve disiplinli bir çalışma düzenimiz var, başka türlü bu kadar işin altından kalkamazdık ama sanmayın ki çatık kaşlı bir ortam içinde çalışıyoruz. Tam tersine; birlikte olmaktan, birlikte düşünüp tartışmaktan, üretmekten müthiş keyif alıyoruz, eğleniyoruz da, aramızda partiler veriyoruz, kutlamalar yapıyoruz. Benim tüm umudumu, enerjimi genç arkadaşlar besliyor.
TEB OYUN: Düşünülmesi bile insanı zorlayan hayallerinizi gerçekleştirdiniz, tüm zorlukların üstesinden gelmeyi başardınız ve hızla projelerinizi hayata geçiriyorsunuz. Şu anda sözlü tarih, arşivleme, literatür veritabanı oluşturma gibi çalışmalarınızın yanı sıra ileriye dönük planladığınız ya da düşlediğiniz yeni projeleriniz var mı?
E.Ç: Hayal çok, hangisini söylesem ki… En uzun vadeli hayal –belki de çok yakın, hiç belli olmaz! – tabii ki Türkiye Tiyatro Müzesini kurmak; yaptığımız tüm çalışmalar hep ona yönelik. Daha yakın zamanlı hayallere gelirsek, tiyatro sanatımızda iz bırakmış bir yaratıcıya (oyuncu, sahne veya kostüm tasarımcısı, yönetmen, yazar…) veya bir oyuna özel, kapsamlı bir sergi hazırlamak; resmi tarihin atladığı kişiliklerin, tiyatro olaylarının araştırılmasını, bir başka deyişle resmi tarihin boşluklarının doldurulmasını sağlayabilmek, bilgi ve belgeleri ortaya çıkarmak; günümüzün ilgi alanından iyice uzaklaşmış olan geleneksel tiyatromuzu bugünün bilgi ve birikimiyle değerlendiren çalışmalara ön ayak olmak; sağlam bir sponsor bulup, içinde geleneksel tiyatro da olmak üzere, belli başlı arşivleri toplamak ve bunları toplumla paylaşmak, tematik sergiler düzenlemek…
TEB OYUN: Size son olarak daha kişisel bir soru yöneltmek isteriz. Vakfa çok ayrıntılı ve özenli bir site kazandırdınız. Orada oluşumunuzla ilgili her türlü bilgiye ulaşılabiliyor. Ancak daha kişisel olarak değerlendirmenize karşın tiyatro severlerle paylaşmak isteyebileceğiniz duygularınız ve düşünceleriniz nelerdir?
E.Ç: Tiyatro severlerin tiyatroyu sevmekle yetinmeyip ona sahip çıkmaları gerektiğine inanıyorum. Tiyatro kültürünün önemini kavramalarını, bunun bir süs, bir statü nesnesi olmayıp kent kültürümüzün, dahası, yaşam kültürümüzün önemli bir bileşeni olduğunu anımsatmak isterim. Kültür, bizi ayakta tutan, var eden birikimdir. Bu konuda Edward Said “Siyasal kimlik açık bir tehditle karşı karşıya kaldığında” der, “yok olmaya ve silinip gitmeye karşı kavganın aracı kültür oluyor. Kültür, silinip ortadan kaldırılmaya karşı bir bellek biçimidir aynı zamanda”. Katılmamak mümkün mü?
TEB OYUN: Bu kapsamlı, ufuk açıcı ve içten yanıtlarınız için çok teşekkür ederiz. Hayal edilmesi bile zor olanı başardınız. Görünen o ki müzeye doğru giden yolu döşemeye çoktan başlamışsınız. Dileriz tüm hayalleriniz gerçek olur.
Gönüllüler Gönüllülere Soruyor
TEB Oyun Dergisi’nin on yılı aşkın süredir basılı olarak devam eden yolculuğundan ve ekonomik sebeplerle verdiği iki yıllık aradan sonra dijitale taşınma kararıyla birlikte gönüllü ekibine dâhil olduk. Farklı yaşlardan, farklı deneyim alanlarından gelen bir ekip olarak bu süreç bize yaptığımız işe dışarıdan bakıp söz üretebilme, bir alan dergisinin yayın sürecindeki bütün işleyişini görebilme ve hem bu işleyiş sürecinde hem de tiyatro pratiğindeki kişilerle dayanışmanın yarattığı imkânı deneyimleme yetisini kazandırdı. Bu kazanımlardan yola çıkarak Türkiye Tiyatro Vakfı gönüllülerinin süreçlerine ve deneyimlerine dair bir söyleşi gerçekleştirmek istedik.
Şu an Türkiye’de hâlihazırda ekonomik olarak varlık sürdürmek çok zorken tiyatro pratiğinin içindeki insanlar bu mesleği sürdürebilmek için farklı alanlarda çalışmak durumunda kalıyorlar. “Gönüllülük” esaslı bir işte yer alırken motivasyonlar çok belirleyici oluyor. Neden Türkiye Tiyatro Vakfı’nda gönüllü olmayı seçtiniz? Bu vakfın ve vakıftaki görevinizin anlamını düşünecek olursanız ne gibi çıktılar elde ediyorsunuz?
Ceren Uyan: Kültürel mirasa bir şekilde katkıda bulunmak bana haz veren bir eylem oldu vakıfta. Türkiye’nin tiyatro mirasına sahip çıkmak, belleği arşivlemek bence çok kıymetli. Bireysel olarak kendi ekonomimizi döndürmek zorundayız tabii ki ancak maddi değerler dışında manevi değerler de önemli, motivasyonumu bu belirliyor. Türkiye Tiyatro Vakfı’nda yaklaşık iki yıldır gönüllü olarak çalıştığım bu süre zarfında kendimi başka alanlarda geliştirme imkânı bulurken manevi anlamda da beslenebiliyorum.
Bilge Varol: Evet ekonomik olarak var olmanın zor olduğu bir mesleği seçmiş durumdayız ama bir yandan da fazlasıyla sevgi ve hevesle girdik çoğumuz bu işe. Bugün çoğu tiyatrocunun bu mesleği seçişinde bir dönüm noktası olmuştur hayatında diye düşünüyorum. Benim için Şehir Tiyatroları’nda Cabaret oyununu izleyişim olmuştu bu dönüşüme sebep olan. Sonrasında da çeşitli oyunlar izleyerek tiyatroya bağlanıp bu meslekte kendimi nasıl gerçekleştirebileceğimin hayallerini kurdum. Türkiye Tiyatro Vakfı’nda gönüllü çalışma sürecimde ben genellikle arşiv düzenlemeleri yaptım. Bu çalışmalarım bana bu genç yaşımda bile unuttuğum o ilk heyecanımı hatırlattığı için çok değerli oldu sanırım. Bugün 25 yaşındaki bir tiyatrocu bile daha yolun başında olmasına rağmen ilk heyecanını unutabiliyor, vakfın hedeflediği müze bize üretmenin güzelliğini ve ilham vericiliğini bu tarihi tanıtarak verecek gibi hissediyorum. Bu sebeple de amaçlarına ulaşacağı günü buradaki tüm ekiple beraber görmek için de yapabileceğim her şeyi yapmak istiyorum.
Ceren Gürler: Vakıf, bellek yitiminin bu denli yoğun olduğu bir dönemde çok kıymetli bir iş ortaya koymaktadır. Tiyatro tarihimizi arşivleyerek ortak belleğimize katkı sağlamaktadır. Özellikle dijital çağda tiyatro zaman zaman geri planda kalabiliyor. Vakıf hem tiyatro sanatını hem de bu alanda yapılan çalışmaları bir araya getirerek çok önemli bir iş yapıyor. Bir oyuncu ve tiyatro sevdalısı olarak buna kıymet veriyor ve bir şekilde benim de emeğimin geçmesinden dolayı kendimi iyi hissediyorum. Bütün bunların dışında vakıftaki herkes belli bir entelektüel birikime sahip. Onlarla vakit geçirmeyi ve fikir alışverişinde bulunmayı seviyorum.
Simla Güran: Türkiye Tiyatro Vakfı’nın tiyatro tarihini arşivlemek adına çalışmalar yapıyor ve bellek çalışmalarına katkıda bulunuyor olmasının çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Geçmişten günümüze unutulmaya yüz tutmuş ya da tekrar tekrar hatırlanmak istenen bu zengin kültürel tarihimizin korunması için yapılan çalışmaların gelecek kuşaklara aktarılacak olması çok mühim. Aynı zamanda gelecekte inşa edilmesi planlanan “Tiyatro Müzesi” nin de temellerini atıyoruz. Bu nedenle gönüllü olarak bu sürecin bir parçası olmak ve faydalı bir amaca hizmet ediyor olmak benim için çok önemli.
Vakıftaki gönüllülük sürecinden (nasıl katıldığınız, iş bölümü, yeni gönüllüler için alan açma vs.) biraz bahsedebilir misiniz? Vakıftaki sorumluluklarınız belirlenirken yetkinlik alanlarınız dışında merak duyduğunuz konularla ilgili kendinizi geliştirme fırsatı buldunuz mu?
Aylin Erkan: Vakıftan, arkadaşlarımın burada çalışması dolayısıyla haberdar oldum. Gönüllü aradıklarını duyunca da başvurdum. Neredeyse iki yıldır Türkiye Tiyatro Vakfı gönüllüsüyüm. Burada işe tasnif ve arşivleme asistanı olarak başladım; hem efemeralar hem de kitaplarla iç içe çalışma fırsatı buldum. Zaman geçtikçe websiteye, sosyal medyaya içerik girişinde ve düzenlediğimiz etkinliklerde sorumluluk aldım. Düzenli olarak ekip toplantıları yapıyoruz ve her üyenin çalışmalarla ilgili fikir sunma, sorumluluk alma imkânı oluyor.
Ceren Uyan: Vakfı ilk zamanlarından beri takip ediyordum. Daha evvel vakıfta gönüllü olan bir arkadaşım gönüllü arayışı halinde olduklarını haber verdi, hemen başvurdum. Vakıfta benden evvel bulunan gönüllü arkadaşlarımın bana deneyim aktarmasıyla sorumluluk aldığım alanda yetkinlik kazandım. Şu an Arşiv Sorumlusu olarak gönüllü çalışmamı sürdürüyorum. Aynı zamanda vakıfta arşiv çalışmaları dışında başka işler de oluyor. Sözlü Tarih çekimlerinde set ekibi içerisinde yer aldım; görüşme raporu tuttum, çekimlerin timecodelarını çıkardım; özellikle bu işi burada öğrendim.
Bilge Varol: Ben vakfı uzun bir süredir uzaktan takipteydim. Sosyal medyada işlerini takip edip, postlarını okuyordum. Ama aklımda gönüllü olmak yoktu hiç. İlk başta proje koordinatörü pozisyonu için Esen Hoca’yla iletişime geçtim. Ardından buraya gönüllü gelebileceğimi konuştuk. Pozisyona Özge seçilmişti ve bugün gerçekten onun yaptıklarını gördükçe çok doğru bir seçim olduğunu görüyorum. Vakfın bana kattıklarını düşündüğümde aklıma direkt burasının bir canlı Türkiye Tiyatro Tarihi dersi gibi olduğu geliyor tabii ki. Arşiv düzenlerken yalnızca “şu oyun şu yıl çıkmış” gibi ayrımlar yapmıyoruz, o oyunun o oyundaki kişilerin tarihlerini de araştırıyoruz. İnsan ister istemez bir döneme, bu arşivleri anlamaya ve ayrıştırmaya çalışa çalışa, hâkim oluyor. Hiçbir derste öğrenemeyeceğim bir deneyim diyebilirim buna.
Ceren Gürler: Vakıf aslında Türkiye tiyatrosundan da aşina olduğumuz usta-çırak usulüyle işliyor. Daha önceki gönüllüler bir sistem oluşturmuş. Bu sistem bana sözlü ve uygulamalı olarak aktarıldı ve şu anda sistemi sürdürmekteyim. Vakıf yeni görüşlere de açık bir yapı. Sistemi geliştirecek önerilerimiz olduğunda da elbette bu öneriler dikkate alınıyor. Açıkçası konu tiyatro olunca bu alan dışında kendimi geliştirebileceğim bir başka alan henüz olmadı fakat zaten tiyatro tarihimiz çok geniş bir alan olduğu için bu alanda her gün bilmediğim yeni bir şeyi öğreniyorum.
Simla Güran: Türkiye Tiyatro Vakfı’na gönüllü arayışı ile ilgili bir ilan görmem üzerine başvurdum ve dâhil oldum. Henüz ekibin yeni üyelerindenim. Vakıfta ağırlıklı olarak arşiv çalışmaları yapılmasıyla birlikte farklı alanlarda da uzmanlaşan gönüllülerimiz bulunuyor. Hepimiz arşiv çalışmalarına dâhil oluyoruz fakat yetkinliklerimize göre de süreçte ihtiyaç duyulan farklı alanlara da yoğunlaşıyoruz. Ben arşiv çalışmalarının yanı sıra vakıf genel koordinatörümüz Semin Özge Gül’e fon başvuru süreçleri ve sponsorluk ilişkileri alanında destek olmaktayım. Kaynak geliştirme süreçlerine geçmiş iş tecrübelerimden dolayı hâkim olsam da arşiv çalışmaları benim için yepyeni bir deneyim alanı oldu. Yıllar öncesine ait kaynaklara erişebilmek ve çok kıymetli tarihi belgelere dokunabilmek benim gibi tarih merakı olan nostaljik biri için çok keyifli oldu.
Genç bir ekip olarak hem çağdaş tiyatro yaklaşımına birincil elden tanıklık ediyorsunuz hem de vakıftaki arşivleme çalışmalarınız sayesinde geçmişin bugün kayıt altına alınmasının ortak belleğimizdeki anlamını kavrayabiliyorsunuz. Bu anlamda sizin durduğunuz yer oldukça ilgi çekici. Bu sizin için ne ifade ediyor? Önümüzdeki süreçte yani gelecekte vakıfla ilgili sürdürmek/geliştirmek istediğiniz şeyler var mı?
Ceren Uyan: Belleği kayıt altına almak, geçmişin bugün kayıt altına alınıp yarına bırakılması vakfın kuruluş amaçları arasında yer alıyor. Bize gelen arşiv bağışlarından çıkan materyallerin hepsi tek tek çok değerli. Bu bağışları tasnifleyip dijitalleştirerek kalıcılığına bir zemin hazırlıyoruz aslında. Kalıcı olmaları için, vakfın hayalini kurduğu Türkiye Tiyatro Müzesi’ne ihtiyaç var. Böyle bir müzenin varlığı, bizim ekip olarak içerisinde bulunduğumuz arşiv dünyasını göstermek, Türkiye’deki tiyatro oluşumlarının, azınlık tiyatrolarının geçmişine yolculuk yapmak gibi şeylere önayak olacak. Önümüzdeki süreçte hepimizin ortak isteği bu; türlü emeklerle yaptığımız arşivleme çalışmasını müzede sergilemek, insanlarla buluşturmak.
Bilge Varol: Arşivlemenin ne denli önemli olduğunu ben hiç düşünmemişim vakıfta çalışmaya başlamadan önce. Bu deneyim benim için bu anlamda çok zihin açıcı oldu. Bana hem bireysel olarak hem de ekibimle bir arşiv geleneğimiz olmadığını hatırlattı. Eskiler basılı fotoğraflar, mektuplar üzerinden elle tutulur bir arşiv tutuyorlarmış. Bu arşiv her ne kadar dağınık olsa da elimizde dönemlere ayırıp o günleri görebileceğimiz belgeler oluyor böylece. Bugün her şey dijital olduğundan dolayı benim sahnede olduğum herhangi bir basılı fotoğrafım yok mesela. Vakıftan öğrendiğim arşivcilik sayesinde ben de yavaş yavaş kendi arşivime başlamak istiyorum. Geleceğinde vakfın özellikle maddi anlamda kendini daha güvenli bir yere getirmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için kültür sanata verilen değerin artması gerekiyor elbette ki. Bir maddi rahatlık vakfa profesyonel arşivcilerin veya müzecilerin gelmesini ya da arşiv imkânlarının gelişmesini sağlayacağı için önemli.
Ceren Gürler: Aslında bu sorunun cevabını biraz birinci soruda verdim fakat ek olarak şunları söyleyebilirim; geçmişte çok kıymetli şeyler yapılmış. Bunları iyi veya kötü bir şekilde bilmeden bugüne ışık tutamayız. Kendimi de dâhil ederek söylüyorum, gerek toplum olarak gerek tiyatro emekçileri olarak özellikle genç kuşak kendi ülkesinin tiyatro geçmişini bilmiyor. Yaratıcı ögeleri ya dışarıda yani Batı kültüründe arıyor ve burada uyguladığında üste oturmuyor ya da kendi tiyatro tarihini hafife alıyor. Aslında ülkemizde bizi besleyebilecek ve bize ait birçok önemli unsur var. Geçmiş de buna kaynaklık ediyor. Birçok değerli insan bir şeyler yapıp denemiş. Bence tarih tekerrürden ibaret değil. Geçmişimizden ders çıkarıp neler denenmiş de olmamış veya çok iyi olmuş bunları algılayıp yeni şeyler yaratmamız gerekiyor. Vakıf ta buna ön ayak oluyor ki bir hayali var; müze kurmak. Yani arşivleme çalışmaları daha görünür olacak ve geleceğe ışık tutacak. Ben de bu hayale ortak olmak istiyorum.
Simla Güran: Vakfımız çok keyifli tarih konuşmaları, seminerleri ve çeşitli sempozyumlar düzenlemekte. Bu etkinliklerin de çoğalarak artmasını ummaktayız. Kaynaklarımız el verdiğince erişilebilir etkinliklerimizi arttırmayı ve daha çok etkileşime geçebileceğimiz platformlarda her yaştan tiyatro meraklısı kişilerle bir araya geleceğimiz etkinliklerin çoğalmasını hedefliyorum. Uluslararası platformlarla da iletişime geçerek vakfımızın global ölçekte de tanınırlığı olması ve çeşitli iş birlikleri yapılabilmesi bir diğer hedefim diyebilirim.
Biraz daha özel bir soru sormak isteriz. Geçmişten gelen dokunduğunuz ya da düzenlediğiniz belgelerle, tanıştığınız tiyatro insanlarıyla, yok olan tiyatro binalarıyla ve tanıklık ettiğiniz hikâyelerle kişisel bir ilişki kuruyorsunuz. Bizimle paylaşmak istediğiniz sizi etkileyen ya da ilginizi çeken anekdotlar var mı?
Aylin Erkan: Vakıfta, “Sözlü Tarih’ten, “Tiyatromuzda Tarih ve Toplumsal Cinsiyet Konuşmaları”na, “Ustalar Ustalarını Anlatıyor”a bir çok etkinlik ve çalışma yapıyoruz ve bunlar oldukça geliştirici dönüştürücü tecrübeler sağlıyor, bunların yanı sıra vakıfta hiç durmayan bir tasnif ve arşivleme süreci içindeyiz. Bu süreçte bizleri çoğunlukla etkileyen malzemeler orijinal fotoğraflar, orijinal çizim eskizler oluyor. Yangında ilk kurtarılacaklar misali biz de kopyadansa orijinal/asıl malzemeyle iç içe olmaktan daha fazla mutluluk duyuyoruz. Fakat geçenlerde dekor ve kostüm tasarımcıları Refik-Hale Eren arşivinden bir kopya fotoğraf girişi yaparken ilginç bir şey öğrendim; bu fotoğraf 1969 yılında bugünkü AKM’nin yerinde açılmış olan Kültür Sarayı’na aitti ve açılışından bir yıl sonra 1970’de Cadı Kazanı temsili sırasında çıkan/çıkartılan yangında yok olmuştu. Bunu ve bu olayın ayrıntılarını o kopya fotoğraf sayesinde öğrendim. Bir araştırmacı için bunun çok kıymetli olduğunu düşünüyorum, önemsiz gibi görünen bir belgenin izini sürmek size birçok yol açabiliyor. Dolayısıyla bir belgenin ne kadar önemli olabileceğini tahmin edemiyorsunuz. Aslında her belge önemli.
Ceren Uyan: Vakıfta bulunduğum süreç zarfında elbette ki her şey benim için kıymetli; vakfın bulunduğu Beyoğlu’nun tanıklarından biri olan Apelyan Apartmanı’ndan tutun, arşivde yer alan kostüm çizimlerine, sahne fotoğraflarına kadar her şey. Hepsi bir bütün olarak çok değerli. Tarihi bir binada tarihe ışık tutmak, geçmişi hatırlamak da öyle. Ama arşiv bağışlarından çıkan fotoğrafların negatifleri beni sanırım en çok heyecanlandıran şey. Vakıfta kullandığımız tarayıcının, negatif filmleri taramak gibi ek bir özelliği bulunmuyor. Metin Deniz, bu sene içerisinde bize koleksiyonunu bağışladı. Belgeleri karıştırırken bir zarf buldum; içerisinde Kozalar oyununa ait negatif filmler vardı, çıldırdım! Telefonumda negatif film tarama aplikasyonu var, merakımdan hemen birkaç filmi tarayıp fotoğrafların ne olduğuna baktım; çoğu sahneden fotoğraflardı. Bir hazine bulmak gibiydi. Bu anı hiç unutamam.
Bilge Varol: Ben belki yaşımdan kaynaklı belki bilgisizliğim ve ilgisizliğimden kaynaklı gördüğüm çoğu belgede yeni dünyalara girip Türkiye tiyatro tarihinde binlerce şeye şaşırıyorum bu arşivlerin her birinde. Ama bugün benim en çok ilişki kurabildiğim ve en etkilendiğim şey vaktinde burada üretilen işlerin yurtdışında gördüğü rağbet. Bugün bizim için hayal olan şeylerin geçmişte oldukça olağan şeyler oluşu bir yanıyla üzüyor insanı elbette. Özellikle vaktinde Metin Deniz’in arşivinde gördüğüm Avignon festivaline gidilen oyunların tasarımları, afişleri, festival için yapılan yazışmalar ağzımı açık bırakmıştı. Mehmet Ulusoy vasıtasıyla da Paris’le olan bütün ilişkiler, orada oynanan sayısız oyun bugünkü tiyatroculara ilham olacak kadar değerli geliyor bana.
Ceren Gürler: Aklıma ilk gelen dergiler oldu. Sayısız tiyatro dergisi yayınlanmış. Ve o kadar imkânsızlığın içinde ve hatta bazı dönemlerin insanı çıkmaza sürükleyen siyasi ortamında bile. İnsanlar bu dergilerde kendilerini daha özgür biçimde ifade etmişler. Daha ateşliler ve tepkililer. Evet, bazı demeçler abartılı kalabiliyor ve bence mantık ve duygu arasındaki dengeyi kaybetmemek lazım. Ama şu anda insanlarda bir bıkkınlık hali seziyorum. İnsanlar özellikle aydın kesim sadece siyasi konularda değil, birçok konuda kendini ifade etmekten çekiniyor gibi görünüyor. Ya da ezbere konuşan ve boş konuşmaları gündem olan insanlar çok fazla türedi. Alan boş kaldı çünkü… Bu yüzden o dergiler beni biraz duygusallaştırıyor.
Simla Güran: Hayatımda en çok yer edinmiş hikâyelerden bazıları babaannemin dayısı Vasfi Rıza Zobu’ya ait anılar olmuştur. Vefat ettiğinde ben çok küçüktüm o nedenle şahsen çok hatırlayamasam da hikâyeleriyle hep aramızda olmaya devam etti. Dolayısıyla tiyatro sevgimin filizlenmesinin sebebi de ta kendisidir. Annem kılıktan kılığa girerek beni eğlendirdiği ve güldürdüğü, beraber oyunlar oynadığımız zamanları anlatır hep. Şimdi zaman zaman belki de kendisinin geçmişten kalmış anılarını arşivleyecek olmak ve kendi ağzından duyamadığım pek çok serüvenine yeniden tanıklık edecek olmak beni çok heyecanlandırıyor. Bu vesile ile kendisini de anmak isterim.
TEB Oyun Dergisi’nin gönüllüleri olarak sorularımıza verdiğiniz içten ve özenli cevaplara çok teşekkür ederiz.
Bu yazı TEB Oyun Dergisi”nin 46.sayısında yer almaktadır. Derginin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.