Türkiye’de Sivil Kadın Hareketinde Yer Almak ve Kadın Oyuncu Olmak
GÖZDE PELİSTER
Kadın, uzun yıllardır sürdürdüğü var olma mücadelesini, yirmi birinci yüzyılın giderek daha da zorlaşan toplumsal koşullarına rağmen, etrafında değişim yaratarak sahiplenmeye devam ediyor. Türkiye’de ve dünyada kadınlar, sivil kadın hareketlerinde ya da gündelik hayatta yan yana durarak bir bütün oluşturuyorlar. Adı ‘Kadın’ olan bir bütün. Bedenin hiç olmadığı kadar kamusallaştığı günümüz dünyasında, beden ve sınır ihlali de fazlasıyla önemsenmesi gereken bir mesele haline geldi. Bedenin merkezde olduğu sahne ve gösteri dünyasında ise durum farksız. Burada kadının, bedenini ortaya koyması kadar aynı bedeni, işini özgürce yapabilmek için açıkça koruması, belki de hiç olmadığı kadar önemli. Dünyada ve ülkemizde taciz ve ifşa haberleri, gösteri dünyasında ses getirerek farkındalığı artırdı. Kadın, cesur ve güçlü olduğunu ortaya koydu. TEB Oyun Dergisi’nin bu özel sayısı için, büyüyen kadın mücadelesi içinde yer alan genç oyuncu Zeynep Güngörenler ile Türkiye’de kadın oyuncu olmayı, kadın hareketlerini ve mücadeleyi konuştuğumuz bir söyleşi yaptık. Zeynep, Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı mezunu, 1991 doğumlu genç ve enerji dolu İzmirli bir kadın oyuncu. Ankara ve İstanbul’da birçok oyunda rol almış. Aynı zamanda eğitmenlik de yapıyor. Kendini bağımsız bir oyuncu olarak tanımlayan Zeynep, kadın hareketi bağlamında samimi bir mücadele anlayışı ve cesarete sahip. Kadınların gösteri dünyası ve gündelik hayatlarında nasıl mücadele edebilecekleri konusunda fikirlerinin, başta kadın meslektaşları ve tüm kadınlara ilham olacağını tahmin etmek zor değil.
“Benim bakış açımdan, madem bedenimizle çalışıyoruz, madem ben bir kadın oyuncu olarak bu alanda bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum, ben de sahnede özgür olmak ve istediğim şekilde performansımı ortaya koymak istiyorum; o zaman bedensel sınırımı kendim koyacağım ve kişisel ör- gütlenmemi gerçekleştireceğim.”
Gözde Pelister: Zeynep öncelikle merhaba. Provalarının arasında kadınlar için oldukça önemli olan bu konuda genç bir oyuncu olarak söyleşiye zaman ayırdığın için teşekkürler.
Zeynep Güngörenler: Merhaba. Kadın oyuncuları ve tüm kadınları önemsediğiniz ve sesimizi bir şekilde duyurmak için çaba harcadığınız için esas ben teşekkür ederim. Ben bunu bir iş olarak görmüyorum. Çok heyecanlanıyorum çok mutlu oluyorum.
G.P: Son dönemde sahne ve gösteri sanat- larında beden ve sınırlar konuşuluyor. Sınır ihlali, onay ve rıza kavramları etrafında şekillenen çalışmalar, araştırmalar bunlar… Bu kavramların oyunculuk ve tüm sahne sanatlarında nasıl bir yeri var sence? Acaba bunlar özgürleştirici mi, kısıtlayıcı mı?
Z.G: Yaptığımız şeyin bedenimizle alakalı olması, bu işi yapanlar olarak bizlerin bedenini tacize daha açık bir pozisyona düşürüyor. Doğrudan bedenimizi kullanıyoruz. Karşındaki oyuncuyla öpüşebilirsin; yönetmen ya da performans yardımcının sana çalışırken bire bir bedensel teması olabilir. O yüzden aslında belirli bir sınır yok. Eğer ki ‘bana kimse dokunmasın’, dersen bu mümkün değil. Bir de üstüne kısıtlayıcı bir şey. Bu, oyunculuk işini kesinlikle baltalayacak bir durum. Schaubühne’nin oyunlarını çok seviyorum, istedikleri gibi hareket ediyorlar ve o tiyatro içinde bedenle ilgili herhangi bir sıkıntı olmadığına inandıran bir atmosfer yaratıyorlar. Ben de onlar gibi olmak, bedenimi istediğim gibi kullanmak istiyorum. Mesela İspanyol oyunculardı sanırım, sahnede çok açık ve rahatlar. Benim bakış açımdan, madem bedenimizle çalışıyoruz, madem ben bir kadın oyuncu olarak bu alanda bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum, ben de sahnede özgür olmak ve istediğim şekilde performansımı ortaya koymak istiyorum; o zaman bedensel sınırımı kendim koyacağım ve kişisel örgütlenmemi gerçekleştireceğim. Bunu şuna benzetebiliriz. Artık nasıl cinsiyetçi espri, küfür ya da herhangi bir kelime için karşımızdakini uyardığımızda alınmıyorsa, karşımdakine “benim orama dokunduğun zaman ben rahatsız oluyorum o şekilde dokunma” diye uyarabilmemiz gerek. Ya da mesela benim bu rolü oynamam için bana yardımcı olman gerekiyor; “benim böyle bir problemim var” diye konuşabilmek ve böylece olası kısıtlayacı durumları bertaraf etmemiz gerekiyor; buna bireysel örgütlenme diyelim… Mesela ben özel hayatımda, toplumsal normların dışında giyinmeyi, açık konuşmayı seven bir kadınım. On yıldır tiyatronun içindeyim, bunu bir şans olarak görmek istemem ama, kurslara gittiğim dönemlerden bugüne kadar hiç bir taciz durumuyla karşılaşmadım. Kimseden taciz görmedim, hiç görmedim. Bunun en büyük sebebinin ‘’deliliğim’’ olduğunu düşünüyorum. Çünkü karşı taraf şundan korkuyor, “ben bu hareketi yaparım ama sonrasında bana ne olacak ” diye soruyor kendine. Benim de başıma geldi, “Aa bunu mu giydin?” Diye sordular ben de “evet bunu giydim bir sorun mu var?” diye cevap verdim. Kesin çözüm olarak söylemiyorum ama ihtiyacımız olan şey korkusuzluk diye düşünüyorum. Kendimizi nasıl koruruzun ötesinde, onlar kendilerini korusunlar yöntemi. Karşındakine ‘’senin ne yaptığını görebiliyorum ben aptal değilim’’ diyebilmek.
G.P: Şimdi bu noktada bir şey sormak isterim. Deliyim ben dedin. Peki aslında bu deli olma hali bir nevi kalkan olmuyor mu? Yani savunmacı taraf olarak güçlü olmak zorunda olmak, erkekleşmek, deli gibi davranmak, küfürlü konuşmak. Kadınsı olan şeyleri görünmez yapmaya çalışmak. Bir de her kadın böyle olabilir mi? Herkes böyle bir davranış sergileyebilir mi acaba?
Z.G: Her şeyden önce bu davranışların bir kalkan olduğuna yüzde yüz katılıyorum. Erkekleşme benim son yıllarda yaşadığım en büyük sorunlardan biri. Şunu fark ettim. Günlük hayatımda istediğim gibi davranıyorum fakat tiyatroya gittiğimde yeni bir ekiple tanıştığımda özellikle hemen erkekleşiyorum. Çünkü bu benim kalkanım. Deli
olarak tanınmanın bu anlamda hem iyi hem kötü yanları var. İş bulmada sıkıntı oluyor mesela. İyi tarafı ise hiçbir taciz, kötücül davranışa maruz kalmıyorum. Hatta bir kadın oyuncu olarak ‘’Zeynep bizim rolü çalar’’ gibi bir düşünce bile olmuyor benimle ilgili. Sadece kadın rolleri oynayan bir ‘deli’ var orada o kadar. Bu çok kötü bir şey.
Çünkü bir süre sonra kendimi korumak için karakterimden vermeye başladım. Şöyle düşündüm, Ben bir kadın değilim galiba. Ama birilerinin bunu yapması gerek. Çünkü karşı tarafın kendini koruma şekli genelde ‘ben öyle bir şey kastetmedim. ’Ben öyle bir şey yapmadım’. Beni neyle itham ediyorsun’. Ama artık bu değişti. Seksist küfürlerle ilgili artık algı değişti. Öncelikle böyle bir algı oluşturmak gerek. Bu noktada önerim kadınların daha güçlü olması. Bundan kastım, tiyatro alanında, tiyatro açmak, işletmek konusunda da daha aktif olmaları. Sektördeki erkek egemen atmosferi kadınların değiştirmesi lazım. Bütün tiyatro sahipleri, yönetmenleri erkek, en ünlü yazarlarımız erkekler. Böyle bir gücün karşısında daha çok güçlenmemiz gerekiyor. Hem yazımızla, hem yönetmenliğimizle.
G.P: Son yıllarda yaşanan ifşa olayları sahne ve gösteri sanatları alanında cinsel taciz konusunu gündeme getirdi. Bu, konuşulması gereken, fakat konuşulması pek de kolay olmayan bir konu… Ne dersin?
Z.G: Evet kolay bir konu değil fakat en büyük sıkıntı bence zaten mağdur olmak. Biri tacize uğradı dendiğinde önce kadının zavallılığına dikkat çekiliyor. Kadın zavallı değil. Adamın biri kadını taciz etmiş! Sen tam olarak ne gördün ne hissettin diye kadına soruluyor. Öfke problemi olan birini nasıl anlıyorsak, tacize yatkın birini de bu kolaylıkta işaret edebilmeliyiz. Öfkeli bir insan başkaları onu sinirlendirmeden de sinirlenebiliyorsa, tacizci birinin de bir kadının onu, taciz etmesi için motive etmesine ihtiyacı yoktur. Bu kadar net. Kadına sorulmamalı artık, beyanına güvenilmeli, tacizciyle ilgilenilmeli! Kadını mağdur gösterince, diğer kadınlar da ben bu duruma düşmeyeyim diye düşünüyor. Bir de bizim sektördeki kadınlarda ifşadan çekinmelerine sebep olan en büyük korku işsiz kalmak! Bence, ne yaparsa yapsın tacizi engelleyemediyse, ifşa etmekten çekinmeyecek.
“Örgütlerin de ilk yardımı okullara yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Yeni gelenlere yatırım, diğerlerini de değiştirecek. Biz bir şey yaptık. Biz değiştik, değiştirdik! Değişim aşağıdan yukarı doğru yayılıyor. Gençler büyükleri eğitiyor.”
G.P: Meslek içi ya da özelde kadın örgütlenmesinin önemi ve gerekliği hakkında ne düşünüyorsun? #susmabitsin, #gösterisanatlarındakadın gibi gruplar nasıl bir işlev üstleniyor, hangi ihtiyaçları karşılıyor? Bu gruplarda yer almak ne getiriyor?
Z.G: Örgütlerin, oluşumların, hareketlerin ulaşmaları gereken ilk yer, öncelikle sahne ve gösteri sanatları sektörünün eğitim ayağı. Kurslar, konservatuarlar ve eğitim kurumları önemli bence. On yedi, on sekiz yaşında tiyatro yapmak istiyorsun. Bu istekle bu eğitime yöneliyorsun. Erkek arkadaşlarımız da aynı saiklerle hareket ediyor. Birilerini seviyorsun, birilerine hayransın. Tam zamanı. Ağaç yaşken eğilir. Tam o dönemde birilerinin sana, kulis adabı, nerede durman nerede ne söylemen gerektiğiyle ilgili bir eğitim vermesi şart. Kadın erkek yoktur. Burada birbirinize yaratık gibi davranın demeleri lazım. Bunları yapmadığın sürece sen kötü ya da eksik bir oyuncu olacaksın fikri aşılanırsa o kadar hızlı bir değişim olur -ki ben inanıyorum. O dönem istediğin tek şey iyi bir oyuncu olmak. Yeteneğini görsünler istiyorsun. Her şeyi kapıyorsun. Bir bu kadar da bu konuda eğitilsen tam olur. Kurumların da cinsiyetçi olmaması çok önemli. Tek denetlenebilir tarafın bu olduğu düşünüyorum.
Çünkü piyasanın dinamikleri tamamen farklı. Orada merkezde para var ve ne kadar denetlenebilir açıkçası bilemiyorum. O yaşta bir erkeği, bir oyuncu ya da dansçı adayını bu şekilde eğitirsen, bu edebi ve adabı öğretirsen bambaşka olacaktır. Bu iyiliğin aynı zamanda onun iyiliği için de olduğunu bilecektir. Zaten sabahtan akşama kadar bedenini kolladığın bir dünyada, tiyatroya gittiğinde artık kendini o kadar rahat ve güvende hissetmelisin ki o hareketi o dansı o rahatlığın verdiği güvenle ortaya çıkarmalısın.
Örgütlerin de ilk yardımı okullara yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Yeni gelenlere yatırım, diğerlerini de değiştirecek. Biz bir şey yaptık. Biz değiştik, değiştirdik! Değişim aşağıdan yukarı doğru yayılıyor. Gençler büyükleri eğitiyor.
Hashtagli hareketlere gelince, bende yetersizlik ve imdat hissi yaratıyor! Yani genelde çok yararlı olduğuna inanmıyorum. Gündelik hayatında aldığın tavır asıl gerçek olan. Tüm bunları yapıyor olup sonra tacizci birine selam vermen hiçbir şeyi değiştirmez. Yarın öbür gün onunla karşılıklı oynayacaksın. Madem bunu bir ideoloji olarak benim- sedin, ona göre davranacaksın. Hayatımızın hiçbir alanında antipatik olmaktan korkmamak lazım. Konformist davranıyor kadınlar. Anarşist olmazsan, yıkmak yaratmaktır mantığıyla davranmazsan hiçbir şey değiş- meyecektir. ‘Kadın cinayetlerini durduracağız’ diyoruz ama tacize uğrayan birine, ‘’sen ne giyiyordun’’ diye soruyoruz. O zaman ‘’sen de tacizcisin, sen de katilsin’’ demek gerek. Bu sertlikte söylemek gerek. “Ama sahnede o da çok şey oldu” diyorlar. Aynı mantık. Kadına soru sorma. Net çizgilerin konulması gerek. Çok yumuşak kalınıyor.
“Kadın olduğumu hissetmek ve çekinmeden kadın olabilmek istiyorum.”
G.P: Tiyatro emekçileri arasında tacize karşı örgütsüzlüğün olası negatif sonuçları hakkında düşüncelerin nelerdir? Söylememek, saklamak, yanlış anladığına inandırılmak, şakaya vurmak, alınganlıkla suçlanmak, dışlanmak ya da mağdurun suçlanması, neler geliyor aklına?
Z.G: Örgütsüzlük… Aslında olmayan bir şey üzerinden tahayyül edemedim açıkçası. Ama düşününce iki yönde etkileyebilir. Negatif ve pozitif. Örneğin kadını korumak ya da ona rahat bir alan tanımak adına alınan önlemler, uyarılar ya da genel olarak hassasiyetler bazen meslek içinde dengeleri bozabiliyor. Mesela Hacivat Karagöz oynatan arkadaş da bile otosansüre sebep oluyor cinsiyet, beden, argo ya da küfürlü konuşmalarda. Politik doğruculuk yapıldığında, bir sürü esprimizi de kaybediyoruz aslında. Gerçekten yaptığımız işi çok kötü etkileyebilir. Kadının sektördeki yerine gelince, zaten kadın oyuncular bedenlerini kullanmak konusunda çekimserler. Çok kapalıyız. Ben eğitim de veriyorum ve görüyorum. Bir erkek ve bir kadın oyuncu adayın bedenlerini kullanışlarındaki farkı gayet rahat ayırt edebili- yorsunuz. Bedenlerini kullanma şekillerinin ne kadar farklı olduğuna inanamazsanız. Erkekler oldukça rahatlar. Tabii ki geçmişimiz, yaşadıklarımız olduğu gibi kimliğimize, bedenimize ve hareketlerimize yansıyor. Buna engel olamayız. Ayrıca, önlemler ve hassasiyetler çok ahlakçı bir noktaya da çekilebilir, saçma bir yere gidebilir.
Öte yandan, gerçekleşmiş bir tacizin ifşası ve bedeli konusunda da, örgütsüzlük geri gidişe sebep olabilir. Yine de örgütlülüğün sınırlarının net olarak belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum, yani sanatın kendisine dokunulmamalı. Başlangıç ve sonuç önemli sanırım. Eğitim ve olası ya da var olan tacizin sonucunda örgütlenmeli ve birlikte olmalıyız. Aksi takdirde iyi niyet kötü sonuçlar da doğurabilir. Herkese de bunun iyi bir şey olduğunun anlatılması gerekiyor. Bu meslekte bunun çok kolay olabilmesi gerek. “Sahneye çıkmak istiyorum, insanla ilgili derdim var” diyorsan zaten okursun, kendini geliştirirsin, sanatçı olursun. Diğeri ünlü olmak isteği. O da başka sonuçlar doğuruyor. Tüm bunları içselleştiren bir oyuncu bambaşka bir hayata sahiptir.
“Devrim yapamazsın sadece devrim olabilirsin! Tüm mantığımı bununla işliyorum. Çok da işe yaradığını düşünüyorum. O yüzden de erkekleşmekten vazgeçip maskemi çıkarıp mücadelemi veriyorum çünkü devrimimin erkeksi bir devrim olmasını istemiyorum. Her birimiz ayrı ayrı devrim olabiliriz. Değişim ancak böyle gelecektir!”
G.P: Kadın mutaassıp olduğunda gizemli, rahat ve özgür davrandığında hak eden konumuna düşüyor. Sanki her koşulda başına gelenleri, tacizi, tecavüzü hak ediyor gibi bir algı var mı? Yani kaçış yok gibi. Burada çözülmesi gereken esas mesele nedir? Örgütlülüğün yanı sıra sektördeki mücadeleyi hangi biçimlerde sürdürülebilir kılmak gerek?
Z.G: Öncelikle bu karanlığın içinde beni en çok umutlandıran şey özgürlük. Öyle bir his ki özgürlük, bir kere tadınca vazgeçemiyorsun. Bir kadın ‘ben şu an çok özgürüm ve hiçbir şey düşünmek istemiyorum’ dediğinde bir daha asla vazgeçemez. Tiyatro sahnesinin bu özgürlüğü anlatmak için en uygun yer olduğunu düşünüyorum. Çok hızlı yapabiliriz. Çoğu şeyi hızla değiştirebiliriz. Bir şey yaptığında arkandan geliyorlar. Kendimizi kurban vermeliyiz bazı durumlarda. Tepki alsak da öncü olmak zorundayız. Sen yanmasan, ben yanmasam misali… Bu söz doğru. Mesele bu. Bir şey olursa da müdahale ederiz.
Zamanın ruhu güç ve paradır. Bence sa- dece kadının daha fazla güçlenmesi bizi değiştirir. İş kadınlarının da artmasıyla güç el değiştirecektir. Tavırlar değişecek. Bu yaşadığımız dönemde sanatın tek başına herhangi bir değiştirici gücü olacağına inancım yok açıkçası. Mühim olan kadınlar olarak her alanda ne kadar güçlü olduğumuz. Sanatın içinde de ne kadar güçlü olduğumuz önemli. Daha çok yazıp, çizip daha çok toplantılara gidip daha çok birbirimizle ilgili olup değişmeliyiz. Patronun kadınsa tavır farklı olacaktır. Ben hiçbir -izm’in içinde bulunmak istemiyorum diyen kadınlar var. İsim önemli değil ki. İstersen kendine ben sürahiyim de. Ama eşitsizliğe karşı susma, güce sığınma, doğruyu söyle, güçlenirken de başkalarına tutunma. Güçlen. Uyarmak önemli. Erkekleşmek zorunda kalmadan kadınlıktan ödün vermeden yılmadan mücadele etmemiz gerekiyor. İstemsiz eyvallah demeler, kardeşim nasılsınlar. Bunları, bu konuşmaları istemiyorum. Kadın olduğumu hissetmek ve çekinmeden kadın olabilmek istiyorum. Son olarak da şöyle bir şey söylemek istiyorum. Çok severim bu sözü. Devrim yapamazsın sadece devrim olabilirsin! Tüm mantığımı bununla işliyorum. Çok da işe yaradığını düşünüyorum. O yüzden de erkekleşmekten vazgeçip maskemi çıkarıp mücadelemi veriyorum çünkü devrimimin erkeksi bir devrim olmasını istemiyorum. Her birimiz ayrı ayrı devrim olabiliriz. Değişim ancak böyle gelecektir!
Bu söyleşi TEB Oyun Dergisi’nin 43. sayısındaki “Gösteri Sanatlarında Sınırlar” dosyasında yer almıştır.
Bu yazıyı yer işaretlerinize eklemek ister misiniz?