Anın Çapası

Bu yazı İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü öğrencilerinin eleştiri yazılarını merkeze alan yaz projemiz kapsamında yayınlanmaktadır.

“You can dance, you can jive
Having the time of your life
Ooh, see that girl, watch that scene
Diggin’ the Dancing Queen”

Aşk bir kişiye nüfuz ettiğinde, kendine bayağı geniş bir alan açar. Ve bu alanın hatırı sayılır bir kısmını da aptallığa ayırır. Gayet aklı başında bir kimse iken saçma sapan peri masallarına inanmaya başlar, geriye dönüp baktığınızda kendinize acımasızca yükleneceğiniz minik ama etkili saçmalıkları gözünü kırpmadan icra eder hâle gelirsiniz. O saçmalıklar arasında kimi anlara çapa atmayı istemek de vardır, bir sonraki hayatınızda dönüp dolaşıp yine aynı kişiye varmak da. Patetik, fakat maalesef aşkın doğasına içkin. İhtimalleri olur sanır, kurgulardan kurgu beğenir sonra tam olarak bu noktadan infilak edersiniz.

Elma, Labrador, Çimen sizi de büyük ihtimalle böyle bir yerden yakalayacaktır. Özellikle de romantik tahayyülünüz bir tutam eğlence içeriyorsa, aşkın taşıdığı o kaçınılmaz aptallığın çok yakınına düşüveriyorsunuz izlerken.

Birbirini gerçekten seven, birlikte gerçekten eğlenen bir çiftin Alzheimer’la sınandığı bir hikâye. Geçirdikleri son hayatın tahlilini yapan, içinde bulundukları hayatın dışına taşan hatta belki birkaç hayat sonrasına da sarkacak olan bir birlikteliği işliyorlar sahnede. Kendisini öldürmek istediğini itiraf ederken, ona sarılıp teselli edecek kadar, “mutlu ölsün” diye onu öldürmeyi düşünecek kadar yaşamlar üstü bir ilişkinin tanığı oluyorsunuz. Böyle insani zayıflıkların, normal paketinin içinde sahneye sızması samimiyeti inşa ediyor.

Elma, Labrador, Çimen oyunundan bir kare.

Oyunculuklar çok başarılı fakat onlara biraz fazla yük bindirilmiş. Tiyatral unsurlar sadece estetik birer eşlikçi gibi davranıyor. Anlam üretimi tümüyle oyuncuların sırtına yıkılmış.  Oyuncular bunun altından kalkmışlar ama sahnelemede tiyatral enstrümanların uyumlu kullanımıyla birbirini destekleyen bir örüntü oluşturulsaydı, çok daha lezzetli bir sahneleme kurulabilirdi. Mesela doktor vizite geçişleri… Zamansal atlamalar küçük aksesuarlar ve oyunculukla anlatılmaya çalışılmış. Neredeyse konforlu alan sayılabilecek kadar klişeleşmiş ışık değişimini tercih etmemeyi anlar, aynı zamanda da desteklerim fakat gaye buysa bile klişe kırılmak isterken biraz karşılıksız kalmış.
Karakterlerin gençlik, orta yaş ve yaşlılık hâlleri çok net çizilmiş, fakat “anlatıcı” versiyonlarına —yani geçmişin ve o anın sonrasının bilgisine sahip hâllerine— özel bir karakterizasyon oturtulmamış. Bu da dramaturjik bir boşluk yaratıyor.

“Özür dileme” güzel işleyen bir leitmotiv. Farklı dönemlerde farklı karşılıklara dokunuyor, bu çok güzel. Ama kullanımı biraz daha dengeli olabilirdi. Fazla işaret edici, göze sokmaya çalışılan unsurlar hâline geliyorlar. Anlaşılmama kaygısı sahneye oldukça hâkim, bu da sahnelemeye zeval getiriyor açıkçası. Müzik ise sahnelemenin omurgası; ritmi taşırken seyir zevkini de hayli kuvvetlendiriyor.

Tiyatro.İN çatısı altında sahnelenen oyunun yazarı Matthew Seager. Oyuncu kadrosu Engin Hepileri ve Nergis Öztürk’ten oluşuyor. Yönetmen Onur Ünsal. Müziklerde Kenan Doğulu imzası var. Kostüm tasarımı Emine Saral’a, ışık ise Abdullah Karanfil’e ait.

Oyunun ve ilişkinin çapasına geri dönelim; Dancing Queen. Anın çapası. Pek çok anın.
Bazı anlar Dancing Queen’i çağırır, bazı anlar ise onunla çağrılır.
Karşındakinin kim olduğunu unutsan bile, ona dair içinde çiçeklenen her şey o şarkıya çapalanmış bir biçimde zamanda salınmaya devam edecektir. Pantolonunu giyemeyecek hâle geldiğinde bile, o şarkıyı duyduğunda bir şeyler kendiliğinden çözülecektir.
Çünkü o çapada kişinin cismi yoktur; cisim unutulur. Ama yansıması, içinizdeki izi çapada sabitlenmiştir.

Diskoda karşılaşırlar. Adam kadını yanlışlıkla (!) şaraba buladıktan sonra kendini affettirmeye çalışırken, uzun süredir yan yana vakit geçirdikleri ve birbirlerinin yüzüne baktıkları kadınla gerçek anlamda ilk kez göz göze gelirler. Abba’nın Dancing Queen şarkısında. Çapa ilk orada belirir. Anın fotoğrafı çekilir. Şarkı atmosfere karışır ve uzay-zamana çapalanır.

Sonra bu şarkı o an gibi pek çok anın da çapası olacaktır.

Tiyatronun en sevdiğim yanlarından biri de bu zaten: Olan biten şey dört boyutlu; bir yüksekliği, derinliği, genişliği ve yönlülüğü var. Kelimelere dökülünce pek tabi fikir sahibi olunabilir fakat o sahnelenen şey bir tanıklıktır. Benim bu yazıda döktüğüm de o tanıklıktan ibaret. Meta eleştirinin girdaplarında boğulmadan; Demem o ki sayfalarca kelimeme maruz kalsanız da sahneleme olmaksızın o tanıklığın paydaşı hâline gelinemiyor ama bu, birkaç satır daha söylememe engel olamayacak; Tiyatroya gidiniz. 

Çapalanmış anların birkaçına tanık olduktan sonra bende bir dilemma baş gösteriyor.
Pantolonuna bile hükmedemeyecek hâle geldiğinde seni dinginleştirecek bir çapa varsa…
Ve o çapa seni, pantolonunu senin yerine çeken kişiye bağlıyorsa…
O mahkumiyeti o kadar da büyük bir felaket olarak görmeli miyiz?
O yolu yürüdükten sonra, yürüdüğün kişinin bakıcısı hâline gelmek…
Keder mi gerçekten?

Varacağın yerin önemi yok demiyorum.
Yolun da yok demiyorum.
Ama “o yolda bir zamanlar olmuş olmak”ın önemine bir ünlem bırakıyorum.
O yolda ısrar etmeye.
O yolda olmanın kefaretinin, belki tahayyül ettiğimiz kadar ağır gelmeyebileceğine.
Yeryüzünde herkesten çok sevdiğin insanı öldürmek istemiş olsan bile.

Oyunun genel havası iyimser. Sahnelemenin ritminde, karakterlerin temasında, olay örgüsünde var bu iyimserlik ama final bu genel iyimserlikle uyumlu değil. Final sürprizi zaten oyun ortasında anlaşılıyor. Üstelik önceki sahne daha güçlü ve etkileyici bir noktada bırakıyor seyirciyi. O yüksek yerde bitseydi oyun, etkisi daha uzun sürerdi. Metinde var mı bilmiyorum ama varsa da sahneleme için akışı düşürdüğü aşikâr. Yine de oyunun bütününe baktığımızda güçlü bir etki yayılıyor. Kendimi zaman zaman Dancing Queen dinlerken, zaman zaman oyunu düşünürken yakalıyorum ki bu önemli bir şey. İşte böyle zamanlarda, oyun boyunca içimde yanan o buton tekrar devreye giriyor:
“Değer be!”

“Having the time of your life” cümlesi bir noktada kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşür. Aynı şarkı, hayatının en güzel anlarını kurar ve o anlar da bir şarkıya çapalanır.

Tanık olmanız tavsiye edilir. Çünkü bazı sıkıntılar, güçlü bir “iyi ki” taşıyorlarsa siz buradan gittiğinizde bile o çapa, uzay-zamanda salınmaya devam edebilir. Ölümün çapı küçülür, belki tüm bu aptallıklara düşme gayretimiz ölümün çapını küçültme gayretidir.


TEB Oyun Dergisi‘nde yer alan diğer eleştiri yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Yazar Hakkında / Zülal İzel Eser

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin