Hoş Gelme Dersleri ve Tiyatro
Tiyatro ve eğitim
Almanya’nın, tiyatro alanında gerçekleştirdikleriyle sürekli olarak tüm dünyaya öncülük eden ülkelerin başında geldiğini konuyla ilgili herkes bilir. Aynı zamanda Goethe’nin, Schiller’in, Kleist’ın, ardından Piscator, Brecht, Weiss ile birlikte, en başta Berliner Ensemble, Schaubühne, Deutsches Theater, Volksbühne ve Grips gibi tüm dünyaya mal olmuş tiyatrolarıyla, yazılı metinleri ve kuramlarıyla olduğu kadar sahnelemeleriyle de çok köklü bir geleneğin ve birikimin temsilcisi olduğu da açıktır. Yıllardır yayınını sürdüren aylık tiyatro dergisi Theater Heute bile kendi alanında tüm dünya tiyatrosu için başlı başına eşsiz bir örnektir.
Komedisinden kabarelerine, operalarından dans tiyatrolarına, performanslarından müzikal ve deneysel tiyatrolarına, çocuk ve genç tiyatrolarından son yıllarda yadsınamaz bir patlama yaşayan etnik ağırlıklı, karma ve çok kültürlü sahnelemelerine dek tam bir tiyatro şölenidir ülkede yaşanan. Her ne kadar dünya genelindeki ekonomik bunalım, ödenekli tiyatrolarda da yansımasını bulan kemer sıkma politikalarına yol açsa da, Almanya, devlet olarak tiyatro kültürüne en yüksek yardımların yapıldığı ülke konumundadır hep.
Son yıllarda tüm dünyayı etkisi altına alan savaşlar, buna bağlı olarak iyice öne çıkan ekonomik sorunlar, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri zaten büyük göçler alan Almanya’da milyonları bulan göçmen ve sığınmacı akınına yol açmış, kısa zamanda yaşanan bu ağır yabancı akını ülkenin tüm yaşamını ve sistemini kökten etkileyen bir aşamaya ulaşmıştır.
İşte bütün bu olumsuz koşullar altındaki Almanya’da tüm dünyaya örnek olması gereken bir gelişme de kendinden söz ettirmeye başlamıştır bile. Bu ,”Hoş geldin kültürü”dür.
Özellikle “Hoş geldin sınıfları” ile taçlanan bu kültür, tüm göçmenlere ve sığınmacılara, özellikle göçmen ve sığınmacı çocukları ve gençlerine yönelik bir dizi pozitif ayrımcılığı, ekonomik ve sosyal yardımları içermektedir. Gıda ve barınma desteklerinin yanı sıra, sağlık, ulaşım, parasız eğitim ve birçok kültürel etkinliklerin hiç karşılıksız sunulması bunlardan sadece bazılarıdır.
Zaten bir göç ülkesi olduğu halde, dünyada hızla patlak veren göçmen seline Merkel yönetiminin kapılarını açması ve o göçmenlere barınma olanaklarının ardından başta dil öğretimi ile ilk adımlarının atıldığı destekler zinciri, günlük yaşamın her alanında kendini duyumsatmaktadır.
Alman okullarında sığınmacı çocuk ve gençlere ivedilikle yaklaşık bir buçuk yıl dil ve uyum derslerinin verildiği “Hoş geldin sınıfları”nda öncelikli olarak “oyun ve tiyatro” pedagojisinin uygulamaya konma kararı konuya benim de bir ucundan katılmamın kapılarını aralamıştı.

Yaratıcılık dersleri
Çok yakından deneyimleme fırsatı yakaladığım bu sınıflara kayıt yaptıran çoğu öğrencinin ülkelerinden savaş nedeniyle ayrılmak zorunda kalmaları, gittikleri ülkelere ağır travmalarının yanında her türlü saplantı ve ön yargılarını da birlikte taşımaları ileride doğacak toplumsal sorunların da alarm zillerini çaldırıyordu ister istemez.
Bu nedenlerle özellikle çocuk ve gençlere oyun ve tiyatro ağırlıklı bir eğitim modeli sunulması, hiç kuşkusuz çok sağlam bir eğitimbilim birikiminin bir sonucudur. Artık Almanya’daki göçmen ağırlıklı okullarda müfredatta tiyatro dersi diye bir ders de kabul edilmekle birlikte her alanda oyun ağırlıklı eğitim öğretim modelleri uygulana gelmektedir..
Oyun ve Tiyatro pedagoglarının yürüttüğü dil derslerinde oyunlar yoluyla rahatlama ve gevşeme teknikleri uygulanırken, etkili iletişim, bedenin ve dilin doğru kullanımı, anlatım teknikleri, vurgulama ve canlandırma yöntemleri, canlandırma ağırlıklı diyaloglarla uygulamalı olarak öğretilmektedir. Öğrenciler farkında bile olmadan evrensel etik, estetik değerlerle tanışmakta, empati ve özgüven duygularını içselleştirmektedirler.
Özellikle bağnazlık ve ayrımcılık eğilimli ortadoğu ülkelerinden gelen, anti otoriter eğitim modeline alışık olmayan öğrenciler arasında sıkça rastlandığı gibi, oyun ve tiyatroya ilgi ve katılım başlangıçta cılız ve soğuk da olsa, zamanla ilginin ve katılımın canlanıp büyüdüğü gözlemlenmektedir.
Öncelikli olarak çocuklar ve gençler, insana ve toplumlara özgü evrensel tüm konuların yanı sıra başta demokrasi kültürü ve hoşgörü, her türlü farklılıkların saygıyla karşılanması, insan haklarına saygı ve sorunların barışçıl yöntemlerle çözülmesi gibi yaşamsal önemdeki içerikler ile tanıştırılmakta ve bu konular bağlamında farkındalıklar yaratılması hedeflenmektedir.
Güldürerek öğretme, gülerek öğrenme
Bahçesinde, öğrenciler tarafından kocaman ve renkli puntolarla “Barış bir gülümseme ile başlayacaktır!” yazan bir okulun öğretmeni olarak derslerimde konuyu bir adım daha ileri götürererek; özneyi anlatırken “özne olma”yı da, nesneyi anlatırken, kör inançların ve ideolojilerin nesnesi, hatta basit birer figüranı olmamayı da öğretmeyi, inançların kör neferi olup ayrımcılık yapmaktansa inançsızlığın özgürlüğünün, hafifliğinin de esaslı bir yaşam seçeneği olabileceğini işliyorum.
Derslerime mizah ve komediyi de katıyor oluşum, alışılagelmiş gergin ve statükocu ders saatlerinden bunalmış öğrencilere rahatlatıcı, huzur verici ve sempati uyandırıcı bir etki yapmakta, beynin bütünsel katılımı ve tutkuyla konuya eğilmesine yol açmaktadır. Olmak, gitmek, gelmek eylemleri ile birlikte gülmek ve güldürmek eylemlerini eğitim öğretim sürecine katmak, derslere son derece olumlu yansımalarıyla birlikte ayrı bir nitelik ve düzey de katmaktadır.
Özellikle erkek egemen, kör cahil, bağnaz ve diktatörlüğün egemen olduğu ülkelerin çocukları, kemikleri sızlatan bir cehalet içinde kıvranmakta, Afganistan, Suriye ve Filistin başta olmak üzere birçok şeriat soslu ülkelerin kızları ise hiçbir okul deneyimi olmadan kendini Almanya’da bulmaktadırlar. İsimlerini ve doğum tarihlerini yazamayan, kendi ülkelerini bile dünya haritasında gösteremeyen bu çocuklar, en güzel okullarda, en teknolojik nimetlerle eğitim görmekte, normal bir Alman vatandaşının ya da bir Almancı Türk’ün bile ömrü boyunca adını duymadığı, yolunu bilmediği tiyatro, opera ve müzikallere gitme olanağı bulmaktadırlar.
Özellikle söz konusu bu sorunlara yoğunlaşması ve bu doğrultuda sahnelemeleri ile öne çıkan Berlin Genç Devlet Tiyatrosu-Parkaue, (Doğu Almanya zamanında Dostluk Tiyatrosu) psikologlar, pedagoglar eşliğinde gerçekleşen, dilin en aza indirgendiği dans ve devinim tiyatro yorumlarıyla toplumsal cinsiyetçi önyargıları kırmaya yönelik sahnelemelerle ve her yıl gerçekleştirdikleri gökkuşağı çeşitliliğindeki seçeneklerle konuya azımsanamayacak katkılar sunmaktadır. Hayatlarında ilk kez tiyatro gören göçmen çocuk ve gençler, Parkaue’deki tiyatro ziyaretlerinde her türlü özgürlüğün de tadını çıkarmaktadırlar. Bu oyunlar, tüm eğitim kurumlarına resmi kanallarla tavsiye edilmekte ve “Hoş geldin sınıfları” na çoğu kez karşılıksız olarak ya da sembolik bilet fiyatlarıyla sunulmaktadır.

Komische Oper’de Peter ile Kurt müzik tiyatrosu, Theater des Westens‘da Romeo ile Jülliyette / Aşk Her Şeydir müzikali, Berliner Filarmoni’de klasik müzik konseri, Parkaue’de sayısız dans ve devinim tiyatroları, Cirkus Cabuwazi çalışanlarının “oyun ve akrobasi” atölyeleri geçen sezonun hoş geldin sınıflarının görüp deneyimlediklerinden yalnızca bazıları… Özellikle Şostakoviç’in efsane müziği Peter ile Kurt için hoş geldin sınıflarına bir sanat pedagogu gönderilip, öğrencilerimizle sınıflarda haftalarca süren bir sanatsal yaratıcılık atölyesi gerçekleştirilmesi, dünyaca ünlü operanın sahne arkasını ve kulislerini görme olanağı bulmamız bu alanın en etkileyici etkinliklerinden biriydi hiç kuşkusuz.
Öte yandan öğrencilerin tümüyle bireysel ilgi ve katılımlarından yola çıkan “Orkestra, Ritm ve Müzik” atölyesi unutulmaz eşsizlikte bir etkinlikti. Yaşamı boyunca sahne yüzü görmemiş, eline bir enstrüman ya da mikrofon almamış gençlerin atölye sonunda bir müzik performansı gerçekleştirebilecek aşamaya gelmeleri gözleri yaşartan bir tiyatrallik ve yaratıcılıkta harika bir aşamaydı gerçekten.
Tüm dünyada artık unutulmaya yüz tutmuş, nesli tükenen bir sanat türü olan “Radyo Tiyatrosu Atölyesi” ise tüm bu etkinlikler arasında yaratıcılık konusunun hiç tartışmasız doruklara vardırılması demekti. Binbir Gece Masalları‘nın anlatımından yola çıkıp, görsel, işitsel tüm efektlerin yaratıcılık şölenine dönüşen bu atölye, tam bir hafta boyunca alanında profesyonel danışmanlarca gerçekleştirilmiş ve öğrencilere son derece eğlenceli ve unutulmaz anlar yaşatmıştı.
“Tiyatro ve Dil” başlığı altında hoşgeldin sınıflarının yanı sıra, çiçeği burnunda deneyimsiz öğretmenlere atölye çalışmaları da sunan Parkaue Tiyatrosu, bu çalışkanlığı ve üreticiliğiyle Berlin’in tüm dünyaca tanınan, en önemli çocuk ve genç tiyatrosu Grips’i çoktan yarı yolda bırakmış izlenimi vermektedir.
Zaman zaman Brecht’in Öğretici Oyunları’ndan, Boal’in Forum Tiyatrosu’ndan, Tretyakof’un Çekicilikler Tiyatrosu’ndan, doğaçlama, kabare ve pandomimin yanısıra sinema ve dijital teknolojilerden de yararlanıp esinlenerek sürdürdüğüm “Hoş Geldin Sınıfı” programımda içinde kahkahaların çınladığı, öğrenme isteğinin tutkuya dönüştüğü, anti otoriter, özgür ve mizahi bir eğitim öğretim ortamı sunma çalışmalarımız tüm hızıyla sürerken, dünyanın tüm mazlum çocuklarına barış içinde böylesi bir olanağı sunan Almanya’ya da öğrencilerim ve yakınları ile birlikte, tüm meslektaşlarım adına da şükran ve minnettarlığımızı sunmayı bir borç biliyorum. Göç alan tüm ülkelere örnek ve esin olması dileğiyle.
TEB Oyun Dergisi‘nin 50. sayısına buradan ulaşabilirsiniz.