Distopik Bir Yanılgı-Mumyalar
Bu yazı İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü öğrencilerinin eleştiri yazılarını merkeze alan yaz projemiz kapsamında yayınlanmaktadır.
Ölü kuşlar, kime ait olduğu bilinmeyen bir sürü portre fotoğrafı, dışarıdan gelen güçlü ürkütücü ışık, film afişleri, üst kattan gelen gürültüler ve korkular…
İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun Mumyalar oyunu, hatırlamak ve unutmak arasında gidip gelen iki adamın hikâyesini distopik bir kurguda sahneye taşıyor. Rejisi Ali Atilla Şendil’e ait olan Mumyalar Ali Cüneyd Kılcıoğlu’nun kaleminden vücut buluyor.
Çöpten plastik ve demir toplayarak geçimlerini sağlayan iki adam Rıza ve Hasan geçmişlerine dair hiçbir şeyi hatırlamıyordur. Kim oldukları, aileleri, aralarındaki ilişki, nereye ait oldukları… Hasan genç bir otizmli, Rıza ise daha ileri yaşta bir adam olarak aynı evde yaşamak zorundadırlar. Yer yer zıtlaşsalar da, hayat şartları ve korkuları gibi konularda ortaklaşarak birbirlerine destek olurlar.
Oyun, eve giriş çıkışlarla bölümlenen sahnelerden oluşmaktadır ve ayrıca dışarıdan gelen güçlü ürkütücü ışık devreye girdiğinde kısa süreli kesintiler yaşanır. İki adam her sabah evden çıkar ve çöpten topladıklarıyla geri dönerler. Topladıklarını Keramet’e götürüp satarak karınlarını doyururlar. Her çıkışlarında topladıkları atıkların yanı sıra tanık oldukları trajik olayları da birbirlerine anlatırlar. Türkiye’nin aktüel yaralarına dair pek çok olayın dillendirildiği hikâyelerde, kadına şiddet, çocuk ölümleri, siyasi olaylar gibi sosyolojik yaralara parmak basılır. Eve geldiklerinde kolları ve bacaklarında oluşan ağrılar için birbirlerinin uzuvlarını bandaja alırlar. İki adamın sokakta karşılaştıkları trajedi vakaları, onların vücutlarında hissettikleri ağrı olarak sembolize edilmiştir. Oyunun adı olan Mumyalar hem bu eylemden, hem de “Mumya gibi yaşıyoruz, hiçbir şey hatırlamadan” ifadesinden gelir. Oyunda sembolizm dili oldukça etkilidir. Seçilen film afişleri, balkonda biriken ölü kuşlar, asılı portre fotoğraflar, uçurtma uçurmaya dair okunan kitap gibi.

Mumyalar oyunundan bir kare.
Sahne dekoru, bir Devlet Tiyatrosu klasiği olarak oldukça detaylı tasarlanmış ve her ayrıntı aktif olarak kullanılıyor. Sahne gerisindeki balkona pencerenin gerçekten bir pencere olarak açılması, açıldığında sahneye serin hava gelmesi, dışarı hissini yaşatıyor. Ayrıca ölü kuşlar, portre fotoğrafları gibi aksesuarlar detaylıca tasarlanmış.
Başlıkta kullandığım “Distopik Yanılgı” ifadesine gelirsem, geçmişlerini hatırlamayan bu iki adamın kendilerine uydurdukları bir geçmiş hikâyesi mevcut. Ayrıca oyun boyunca hep içerinin gözünden gördüğümüz bir dünya tasviri var, dışarıda gerçekte ne olduğunu bilmiyoruz, hangi zaman ve mekânda olduğumuzu bilmiyoruz. Dışarıyı korkunç seslerin geldiği ürkütücü bir yer olarak niteliyorlar ve sadece korkuyorlar. Kendilerine ve geçmişlerine dair ilk hatırlama anı, dışarı ile yüzleştiklerinde gerçekleşiyor ve aslında inandıkları anda, distopyadan çıkıyorlar. Hatırlamak ve unutmak, ölmek ve yaşamak kavramlarıyla da eşdeğer tutulduğu için bu iki adam ölmeyi göze aldığında hatırlıyor. Bu oyun bana Samuel Beckett’in Oyun Sonu adlı eserini çağrıştırdı, oyun sanki bu absürt esere küçük bir göz kırpmış gibi…
Nışan Şirinyan ve Ali Ersin Yenar sergiledikleri oyunculuk ile karakterlerine dair seyirciyi ikna ediyorlar ve birbiriyle paslaşma sahneleri doğal ve uyumlu akıyor. Oyunda, sembolik dilin anlaşılmayacağı kaygısı metne hâkim, repliklerin açıklanması, sembolizmin örtük doğasında büyük yırtıklar açıyor ve oyun didaktik olmaktan kaçamıyor. Yazarın anlaşılmama kaygısı ile repliklerin arasına yerleştirdiği açıklamalar, oyunun sembolik dokusunu alt üst ediyor. Bu eylem tıpkı, oyunda kendiliğinden patlaması gereken mayınların önüne bayrak dikmek gibi hissettiriyor. Hikâyenin oyun sonunda seyircide kalması gereken etkisine doğrudan bir müdahale söz konusu. Türkiye gündemine bol bol yer vermesi, ancak neredeyse alt yazı verir gibi, açıklama geçmesi, izleyicilerin de bu coğrafyada yaşadığını unutmuş gibi. Seyircinin hafızasına yapılan bu hatırlatmalar, misyonunu abartınca, yorucu hale geliyor. Maalesef iki kıdemli oyuncunun dozunda gösterdiği performans bile oyunu kurtarmaya yetmiyor. Bu didaktik yapılara ve tekrar eden açıklamalara benim kadar takıntılı değilseniz. Oyuna ve ekibe bir şans verebilirsiniz.
Oyunun kadrosunda, Baz İstasyonu Görevlisi: Ahmet Onğulu, Dekor Tasarımı: Aytuğ Dereli
Kostüm Tasarımı: Dilek Kaplan, Işık Tasarımı: Halit Akgül, Müzik: Yaseminsu Şendil, Sahne Amiri: Ergül Muslu, Işık Kumanda: Sercan Sayın ,Dekor Sorumlusu :Bilal Özgül isimleri yer alıyor.
TEB Oyun Dergisi‘nde yer alan diğer eleştiri yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.






