Dünyanın Yeni Efendileri III.Richard Gibiler- İnsanlığın Üzerine Çöken Kara Bulutlar
Düşün düşün bitmedi!
İstanbul Tiyatro Festivali’nde, Berliner Schaubühne’nin muhteşem oyunu III. Richard’ı izlediğimden beri bir düşüncedir aldı beni. Thomas Ostermeier’in muhteşem rejisi ve oyuncu Lars Eidinger’in muhteşem yorumunu izledik hayranlıkla… Ekip ise şahane, tasarım(lar) müthiş, müzikler de öyle.
Öncelikle ben bir kuramcı değilim. Bir tiyatro eleştirmeni de değilim. Bir oyuncuyum. Soru sormayı seviyorum. Bu yazının düşündüğüm sorularımı paylaşmaktan öte bir anlamı yok. Neyi düşünüp durdun, diyeceksiniz. Anlatayım. Ama önce kısaca oyunun hikâyesine göz atalım.
Güller Savaşı çok önemli ama bunu atlayarak anlatacağım çünkü uzatmak istemiyorum. Oyun III. Richard’ın kanlı yükselişinin ve iktidardan düşüşünün hikâyesini anlatır. Oldukça karmaşık bir karakterle karşı karşıya olduğumuzu kabul edelim. Ayrıca o, saf kötüdür ve zaten bunu açıkça ifade eder oyunun başında. Richard çirkin görünüşünün de farkındadır. Oyunda son derece güzel çözümlenmiş bu bedensel formunun farklılığı; sırtında siyah bir yastıkla kamburunun görünürlüğü sağlanmış; yani seyircinin gözünün önünde her şey, gizli saklı değil ve bu çok önemli. Onun bu “çirkinliğinin” krallığa yükselme arzusunu harekete geçirecek denli bir itki oluşturduğunu da anlarız şu sözlerinden:
Yamuk yumuk, noksan, günüm gelmeden,
Hazır olmadan yollanmışım bu canlılar dünyasına.
Öyle sarsak, öyle çarpık yaratılmışım ki,
Topalladıkça köpekler havlıyor arkamdan.
Çarpıklığıma yanarak vakit geçirmeye
Hiç niyetim yok. Onun için de, madem çapkın olup
Bu güzel günleri hoşça geçirme şansım yok,
Ben de hain olup o günlerin boş zevklerinden
Nefret etmeye karar verdim.
Sonuçta kazanç kesin değil, ama o kadar kana bulandım ki,
Çaresiz, artık günahı çekecek.
Merhamete, gözyaşına yer yok bu gözlerde.
Pılı pırtıyı örtüyorum. Şeytanı oynarken
Evliya gibi gösteriyorum kendimi [1]

III. Richard oyunundan bir kare. Fotoğraf: Arno Declair
Yani anlaşılacağı gibi biz seyirciler için ileride yapacağı kötülükler sürpriz olmayacaktır. Onunkisi bir güç/iktidar savaşıdır. Ve bu güce ulaşana kadar kötülüğünü nasıl sürdürdüğünü pür dikkat izleriz. O, kral olmak için gerekli komploları kuracaktır. Ama nasıl?
Kendisi muazzam iyi bir konuşmacıdır. Shakespeare müthiş bir şiirsellik içinde konuşturmuş. Bu yeteneği sayesinde Richard kardeşlerini kandırabileceği gibi kocasını öldürdüğü Lady Anne’e evlenme teklifi edebilecek ve onun kabul etmesini sağlayacaktır. Bu “ikna” sahnesi biz oyuncular için çetin ceviz denecek kadar zor sahnelerden biridir. Richard’ın zekâsını ve etrafındakileri nasıl manipüle edebildiğini göstermesi açısından kritik bir öneme sahiptir. Ayrıca Richard’ın rol yapma yeteneğini de göstermek zorundadır oyuncu. Yani aslında bir nevi oyun içinde oyun. Burası önemli, daha sonra değineceğim için hikâyeye devam ediyorum.
Richard, kral olan ağabeyi IV. Edward hasta, ölüm döşeğindeyken tahta geçmeye kararlıdır ve öldürülmesini ayarlar. Kralın oğulları ve kendi kardeşi hepsi onun önündeki engellerdir ve zamanı gelince “bu engeller kaldırılacaktır”. Örneğin, kardeşinin de kralla arasını bozar ve onun ölümünü de başarıyla düzenler. Veraset sırası Edward’ın oğluna geçmiştir ancak veliaht prens kral olmak için çok gençtir. Richard, prens reşit olana kadar ona “naiplik” yapacağına, güvenlik gerekçesiyle iki çocuğu bir kuleye kapatır ardından da yeğenlerini uykuda öldürtür. (Rivayete göre iki çocuğun cesetleri bulunamaz. Ta ki 190 yıl sonra 1674’te Londra Kalesi’nde yapılan bir yenileme çalışması sırasında iki çocuk cesedi bulunana kadar. Muhtemeldir ki bu iki çocuk ceset Richard tarafından öldürülmüş olan kralın çocuklarıdır.) Neyse, hikâyeye devam… Oyunun en kritik noktalarından biri de sağ kolu Buckingham Dükü ve diğer soyluların Richard’dan tacı kabul etmesini istedikleri sahnedir. Richard şahane bir rol yapma kabiliyetiyle bunu istemiyormuş, reddediyormuş gibi yapar. Bu da onun manipülasyon yeteneğini sergileyen bir başka muazzam örnektir. Taht teklifini, planını gizleyerek nasıl bir alçakgönüllülükle kabul ettiğini görürüz ki buna da daha sonra değineceğim. Richard, tahtını sağlamlaştırmak için Elizabeth ile evlenmek ister ve çocukların ölümünden hemen sonra Lady Anne’i zehirler. Cinayet üstüne cinayet! Richard’ın giderek daha kana susamış ve acımasız hale geldiğini oyun süresince adım adım izleriz. Sonrasında Richard’ın kontrolünü kaybetmesi bozulan akıl sağlığı ve dengesiz konuşmasıyla kendini iyice gösterir. Oyunun başında en güvendiği melikeleri olan aklı da zekâsı da sözcükleri de artık onun yanında değildir. Richard’ın öldürdüğü insanların hayaletleri rüyasına girer. Her hayalet onun ölümünü bildirir. Richard çaresiz suçlarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Ve nihayetinde bir katil olduğunu kabul eder: “Beni seven hiçbir yaratık yok / Ve eğer ölürsem, hiçbir ruh bana acımayacak”[2] der. Neticede Richmond, Richard’ı savaşta öldürür. Aralarındaki savaşın bir iç savaş olduğunu da hatırlatayım. Oyunun sonunda Richmond kral olur. Richard’ın krallığına son veren Tudor soyunun yaratılmasıyla da birlik ve refah dönemi başlar.
Biraz karmaşık anlatmış olabilirim özetlemek isterken ama bu oyunu özetlemek hiç kolay değil. Onca entrika, onca cinayet özetlenince anlaşılması zorlaşabilir. Dediğim gibi Thomas Ostermeier’in rejisi ve olağanüstü oyunculuklar ile seyirlik zevki yüksek çağdaş bir oyun izledim. Yönetmenin klasik metinleri yeniden yorumlamak için kullandığı araçların her biri oldukça düşündürücü, oldukça yaratıcı ve ilham vericiydi. Beni bu oyun üzerine yazmaya iten tek bir sahne vardı. Dilim döndüğünce buna değineceğim.
Oyunda seyirci Richard’ın kötü olduğunu ve ne denli kötülük yapabileceğini bilir. Çünkü Richard birinci bölümde bunu seyirciye olduğu gibi anlatır. Oyun zaten oyuncuların seyircilerin arasından gelmesiyle bizlere adeta “sizleri de oyuna katacağız” demektedir ki Richard sürekli seyirciyle iletişim halindedir, kâh onlara doğrudan anlatır kâh takılır seyirciye… Lady Anne sahnesinden söz etmiştim; bu sahnede Richard’ın ustalıkla yalan söylediğini bilerek izleriz. Lady Anne’in ikna oluşunu şaşkınlıkla izledim oyunu bilmeme rağmen. Lady Anne yüzüğü alıp gittikten sonra, Richard seyirciye dönüp öyle bir dalga geçer ki mideniz bulanır. Arsız bir yüzsüz vardır karşımızda ama zekidir ve o rol yapma kabiliyeti (seyirci olarak) bizi bile etkisi altına alır. Bu nasıl bir paradoks ise! Üstelik daha sonra da bütün “kötü” niyetlerini anlatmaya devam eder. Biliriz yaptığı ve yapacağı kötülükleri… Tüm kötülüklerini kral olma yolunda meşrulaştırır. Gücü, hırsı kötülük ile birleşir. Shakespear’in bir sonesini hatırladım: “… güç hırs olur, hırs da açgözlülük ve bu açgözlülük, gücün ve hırsın yardımıyla bir kurt gibi saldırır; her şeyi yer yutar ama sonunda da kendi kendini kemirir.”

Fotoğraf: Arno Declair
Kral olabileceği anda ise sanki kral olmayı isteyen o değilmişçesine öyle bir rol yapar ki kendisini bile ikna etmek zorunda kalır Richard’ın sağ kolu Buckingham Dükü ve birtakım ileri gelenler “ikna turuna” başlarlar. Bu sahnenin başarısını burada anlatmakla bitiremem. Öyle bir tırmandı, tırmandı ki sahne, Buckingham Dükü gerçekten düz duvara tırmandı adeta. Richard çevresindekileri öyle bir ikna etti ki “kral” olmak istemediğine, her defasında müthiş “el yükselttiler” ve sonunda baş döndürücü bir çaba sarf etmiş olan Buckingham Dükü salona, -biz seyircilere- dönüp onun kral olması için tezahürat yapmamızı, desteğimizi istedi ve salondan müthiş bir alkış koptu. Halkı “oynayan” seyircinin alkışının gücü ve süresi Richard’ı “kral” yaptı.
Ne hoş değil mi? Richard’ı ve Buckingham’ı oynayan oyuncuların -çok iyi oynadılar- hakkını teslim ettim seyirciyi alkışlatabildikleri için. Ben alkışlayamadım ama… Richard’ın yalan ve entrikalar ile yürüttüğü siyasetinin (iktidar savaşının bugün için karşılığını kullanabilirim artık sanırım) böyle bir noktaya gelmesi karşısında nutkum tutuldu.
Bu “ortaklık” canımı yaktı diyebilirim. Bunu tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. Şayet seyirci “halkı” oynuyorsa, o halkın içinde aykırı sesler de olabilirdi, sessiz kalanlar da… Alkışlamak, elbette oyunun akışını bozmadığı için kabul edilebilir bir hareket. Ancak düşünüyorum 2017’den beri oynanan bu oyunda bir kişi dahi yok muydu mesela “istemiyoruz” diye bağıran? Bir kişi de yuhalamamış mıdır acaba Richard’ın kral olmasını? Yani yalancının yalancılığı ifşa edilebilir miydi? Diyeceksiniz ki “Ayşe, bu bir ‘oyun’, işi nereye vardırdın?” Tamam haklısınız. Oyun olduğunu bildiğim için sormadan edemiyorum zaten. Çünkü seyirciye halk rolü verildiğine göre ki oyunun başında sahnenin seyircilerin arasından başlamasıyla bu netleşmişti, ekibin “ezber bozacak” bir tepkiye de hazırlıklı olabileceklerini düşünüyorum. Oyunu böylesine müthiş sağlam bir rejiyle kurmuş olan Ostermeier’in ve dramaturg Florian Borchmeyer’in bu ihtimali mutlaka düşünmüş olabileceklerini ve oyuncuları da hazırladıklarını düşünüyorum. Ama ispatlayamam. Hatta Richard’ın öldürülmesini istediği kardeşine sarılıp arkasını dönüp gittikten sonra söyledikleri gibi ya da tıpkı Lady Anne’i ikna ettikten sonra söylediği gibi içinden benzer bir cümle söylemiş olabileceğini bile hayal ettim. “Bu durumda bir halk hiç böyle ayartılmış mıdır? Kötülüklerimi şimdiden unuttu mu?”
(Bu noktada hemen araya gireceğim. Birçok arkadaşıma alkışlayıp alkışlamadıklarını sordum. Kimi alkışlamış, kimi alkışlamamış. Alkışlayanlar performansı alkışladıklarının altını çizdi hep.)
Buradan yola çıkarak günümüzde dünyayı sarıp sarmalayan “yalan siyaseti” üzerine düşünmeye başladım. III. Richard oyunundan yola çıkıp siyasi bir kavram olan “Post-Truth” meselesine geldim ve (haddim olmayarak) buna değinmek istiyorum. Çevirisini kimi hakikat sonrası olarak kimi de hakikatin önemsizleşmesi olarak yapmış. Post-Truth’un bir kavram olarak popülerlik kazanması 2016 yılına yani Trump‘ın Amerika başkanı seçilmesine denk geliyor; yani “alternatif” gerçeklerin günlük siyasal jargonda yaygınlaşmaya başladığı tarih olarak belirtiliyor.
“Hakikat-sonrası, doğru ile yanlışı, hakikatle safsatayı birbirinden ayırmanın giderek zorlaştığı bir epistemolojik krize mi işaret ediyor yoksa demokratik toplumun kurumlarının aşındığı, neoliberal yıkımla birlikte bireyin topluma ve kendine yabancılaştığı, müşterekliğin ve rasyonel bir kamusal söylemin giderek imkânsızlaştığı bir toplumsal-siyasal çöküşe mi? … Hakikat peşinde koşanlarla, iktidar peşinde koşanlar arasındaki mücadelede, sıfırı tükettiği varsayılan eleştiriyi göreceleştirme ve doğallaştırma kıskancından kurtarıp ona eleştirel işlevini tekrar kazandırmanın ve bireylere, halka, bize kolektif eylem kapasitesini kazandırmanın yolu nedir?” [3]
İşte sorular kafamda böyle böyle dönmeye başladı. Hakikatle yalanı birbirinden ayırabilmeyi, her bilgiyi teyit etmeyi geçtim, görülen o ki gerçekler artık rahatsızlık verdiğinden ona söylenene inanmayı seçiyor kitleler. Günümüzün mücadelesi hakikat peşinde koşanlarla, iktidarda olan ya da iktidarın gücünü arzulayanların (tıpkı Richard’da olduğu gibi) ürettiği yalanlar arasında.
Steve Tesich, 1992 yılında ilk kez tartışmaya açan kişi post-truth kavramını, Yalanlar Rejimi[4] yazısından bir bölüm paylaşmak isterim: “Hızla, totaliter canavarların sadece rüyalarında ağzının suyunu akıtabilecek bir halkın prototipleri haline geliyoruz. Şimdiye kadar tüm diktatörler gerçeği bastırmak için çok uğraşmak zorunda kaldı. Bizler, eylemlerimizle buna artık gerek kalmadığını, herhangi bir öneme sahip olan gerçeği inkâr edebilecek ruhsal bir mekanizma edindiğimizi söylüyoruz. Özetle; özgür bir halk olarak, hakikat sonrası post-truth bir dünyada yaşamak istediğimize yine özgürce karar verdik.”
Kitleler, halk artık rasyonel olarak değil duygusal reflekslerle üretilen yalanla yaşamaya razı. Bunu Yalın Alpay’ın değindiği önemli bir nokta üzerinden dilim döndüğünce aktarmaya çalışacağım.
Yalın Alpay, bu noktada Trump’ın seçilmesinde yaşananları örnek verir çünkü Trump’ın maddi açıdan kendisine oy verenleri temsil etmeye belki de en az ehil ya da layık kişilerden biri olduğunu söyler. “Trump’ın vergi kaçırdığı, sahte iflaslar örgütlediği, sürekli yalan söylediği, muhafazakâr seçmenlerin hayat tarzıyla hiçbir alakası olmadığı biliniyor.”[5] Richard’ın yalanlarına akıl sır erdiremeyişime ve insanları nasıl oluyor da ikna edebildiğine niye şaşırdığıma şaşırıyorum. Yaptığı “hakikatin önemsizleşmesinin büyüsü” mü burada söz konusu olan?
Lars Edinger[6], Emrah Kolukısa ile yaptığı röportajda şöyle demiş: “Joe Biden ve Donald Trump arasındaki başkanlık savaşına ‘Kelimeler Savaşı’ denmesini ilginç buldum. Richard da ‘iyi konuşan’, dünyayı kendi silahlarıyla yenmek istiyor. Oyun başladıktan sonra artık kendisi kimseyi öldürmüyor, başkalarını kendisi için öldürmeye ikna ediyor… Diyebilirim ki, tarihî hükümdarlarla ve aynı zamanda zamanımızın hükümdarlarıyla birçok paralellik var. Onu klasik bir oyun yapan da bu, güncel bir referans bulmaya gerek yok. Bu içkin bir insan çatışması ve asla üstesinden gelemeyeceğimiz bir şey… Oyun her daim olası güncel çatışmalara atıfta bulunarak zamansızlığının altını çiziyor.”
Ama hâlâ şu sorudan kurtulamıyorum: Nasıl başarıyor? Yalın Alpay, burada duyguların önemini vurguluyor. Trump’ın seçim zamanı duygu ve algı yaratmaya yönelik spekülatif söylemlerde bulunduğundan söz ediyor. Salt duygularıyla hareket etmenin, bilgiden uzaklaşılmasının kitleleri yanlış yönlendirmede ne kadar etkili olabildiğinin post-truth kavramıyla açıklanması boşuna değil. Richard’ın etrafındakileri manipüle etmesindeki hüner de acaba o güçlü kelimelerini duygulara saplamasından mı kaynaklı?

Fotoğraf: Arno Declair
Siyaset ne menem bir şeydir ki bu kendini önemsenmemiş olarak gören kitleyi kendine sığınacak bir kişi ya da yer bulmasının en kolay yolunun siyasi yapılanma içinde olursa, varlığını sürdürebileceğine inandırabiliyor. Bu durumda acaba Lady Anne’in nefreti de -bu tür endişeler nedeniyle- Richard’ı sığınabileceği bir siyasi irade olarak görebileceği bir noktaya mı evrildi? Özetle Yalın Alpay’ın, “Yalanın meşrulaştırılması”, “hakikatin önemsizleşmesi” ve “hileli akıl yürütme” teknikleriyle yüz yüze kaldığımızdan söz etmesi üzerine oyunla böyle bir bağlantısallık kurdum.
“… hakikat sonrası demokrasilerin sorunu, insanların kendilerine yalan söylendiğini bilmesi, fakat bunu kabullenmeyi reddetmesidir. Yalana herhangi bir şekilde kamusal önem atfetmeyi reddederler çünkü yalanı benimsemek, tabiri caizse kazançlıdır. Dolayısıyla somut çıkarlar hakikate sadakatten ağır basar, fakat hakikatin kendisi prensipte bilinirliğini korur. Vatandaşların, gözünün önündekini kabullenmeye ancak somut çıkarları gerçekle aynı hizaya getirilebildiği sürece hazır olacağını varsayar… Tipik olarak sözünü sakınmayan ya da diğer vatandaşları cezbeden hayallerin iç yüzünü gören cesur ve yalnız birey olarak tasvir edilen hakikat-anlatıcı …” [7]
Oyun bağlamında hakikat-sonrası perspektifinden tartışma yürütmek oyuna hizmet eder mi etmez mi bilmiyorum ama hayata dönüp bakıyorum, her şey gözümüzün önünde olup bitiyor. Bilgi teyit edilmedikçe kasıtlı yalan siyasi güç aracı olarak bilinçli şekilde üretilmeye devam ediyor. O yüzden oyunun, her bir seyirci için Richard’ın kötülüklerinin üzerindeki sisi kaldırmaya yetecek denli derin bir sorgulama yaptırdığını düşünmek istiyorum.
Oyundan, Yazıcı’nın söylediği şu bölümü de paylaşayım oldu olacak:
Dönenleri görmemek için aptal olmak gerekir.
Yine de gördüğünü açığa vurmak için yürek ister.
Bunca insan bütün bu kötülükleri gördükleri halde
Seslerini çıkarmaya cesaret edemiyor ise, dünyanın
Gidişi pek berbat olacak demektir. [8]
400 yıl önce yazılmış oyunun sonunda Richard’a öldürdüğü kişilerin hayaletlerinin musallat olması gibi günümüzde -dünyanın herhangi bir yerinde- kötülüğü seçmiş insanlara katlettiklerinin hayaletinin musallat olup olmayacağına artık emin değilim. Çok fazla kan dökülüyor, dökülmeye de devam ediliyor. Üstelik insan, hayvan, ağaç, orman her şey öldürülüyor. Kimselerin rüyasına giren yok; oysa onca ölünün akılları yerinden oynatması gerekirdi. Nasıl olsa hiçbir suç cezasız kalmaz gibi bir söz de hakikatin önemsizleşmesi gibi “önemsiz” oldu. Geriye ne kaldı öyleyse?
Bu yazıyı yazmadan önce “oyuncu, hikâye anlatıcısıdır” derdim oysa şimdi “oyuncu, hakikat anlatıcısıdır” diyorum. Pardon düzeltiyorum:
Oyuncu, “Hakikat Anlatıcısı” olmak zorunda.
Dipnotlar
[1] Shakespeare, William. III. Richard. Çev. Bülent Bozkurt
[2] Shakespeare, William. III. Richard. Çev. Ali H. Neyzi . İstanbul: Mitos Boyut, 2004, s. 147
[3] Öztürk, Şeyda. Hakikat-Sonrası. Cogito. İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş. 2021, sayı 104, s. 5
[4] Tesich, Steve. Yalanlar Rejimi. Cogito. İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş. 2021, Sayı 104, s. 23
[5] Alpay, Yalın. Yalanın Siyaseti. İstanbul: Karakarga Yayınları 23. Baskı, 2023, s. 73
[6] Lars Edinger’in röportajı: https://www.artnewspaper.com.tr/2024/11/12/richardi-canlandirirken-aklimda-bir-sirtlan-vardi
[7] Zerilli, Linda M. G. Alternatif Gerçekler Çağında Bilgi Teyidi ve Hakikat Anlatıcılığı. Cogito. İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş. 2021, Sayı 104, s. 29
[8] Shakespeare, William. III. Richard. Çev.Ali H. Neyzi. İstanbul: Mitos Boyut, 2004, s. 147
* Yalın Alpay’ın “Yalanın Siyaseti” kitabının yanı sıra kendisinin Youtube söyleşilerinden de yararlanılmıştır.
TEB Oyun Dergisi‘nin 50. sayısına buradan ulaşabilirsiniz.