Bir Çağdaş Komedya: Ölüyor mu ne? – Şahika Tekand

Şahika Tekand’ın Studio Oyuncuları ekibi için yazıp yönettiği Ölüyor mu ne?, 28. İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyerini yaptı. Sezon boyunca da oynamaya devam edecek olan çağdaş komedya, çağdaş dünya yapılarının bir sarmal gibi sürmekte olan ilişkilerini Aristofanes’e, Eugene Ionesco’ya, Samuel Beckett’e şapka çıkarırcasına gözler önüne seriyor ve bunu yaparken seyir yerindekileri oturdukları yere mıhlıyor. İnsanlar, tanrılar, “liminal”[1]olanlar ve sesli komutlar… Oyunun her anını yönlendiren komutlar, yalnızca sahnede ilerleyen bir düzenin değil, aynı zamanda tanrıların, insanların, doğanın, yapıların ve liminal olanların döngü içindeki konumlarının nelere tekabül ettiğine dair güçlü bir okuma sunuyor. Komutların siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel ilişkiler düzeninin kendisi olarak okunması, seyircinin tanrılarla, özellikle Zeus ile kurduğu ilişkiyi yeniden tanımlarken,  düzenin eleştirisine odaklanmasını sağlayan bir etken olarak düşünülebilir. Bir taraftan da “yönetmenin eli” olarak üçüncü karakter olan komutların seyirci için konumlandığı yer, bu alanda oyunun tüm anlamını değiştirebilecek bir potansiyele sahip. 

Öncelikle seyirciyi oyunda en çok heyecanlandıran, karakterlerin temsil ettikleri düzlemlerin bugünün çağdaş insanının her haline bir şekilde dokunan üst üsteliği oldu. Zeus karakterini oynayan Nedim Zakuto, Tekand’ın Ölüyor mu ne? oyunundaki ölmekte olan tanrıları ve tanrılar düzenini temsilen sahnede oldukça güçlü ve başarılı bir performans yaratıyor. Birçok yönden hayal edilen Zeus’tan farklı, fakat bir o kadar da aynı olan karakter, artık açlıkla mücadele eder. Her ne kadar bunu kabul etmese de Zeus’un hükmetmek istediği insanlar artık kendi açlık, yoksulluk ve savaş dertlerine kapılmış, ona adak sunmayı ise çoktan bırakmışlardır. Bütün bunlara rağmen tahtında oturmaktan daha iyi bildiği bir şey olmayan, tahtını bırakırsa bir daha ona oturamamaktan korkan Zeus’un, o anda bu oyunu oynayan oyuncu olan Zakuto’nun sahnede kendisine göre bir öteki olarak bulunan Hizmetçi Sisypha’dan başka konuşacak kimsesi yoktur. Zeus’un çöküşünü onun kendi  dünyasından izleme fikri kimilerinde olası bir rahatsızlık yaratsa da, iktidarın temsili olarak onun tek başına olmaması önemli bir bilgi veriyor. Sisypha’nın oyunda belirttiği üzere, Zeus’u -tahakkümün temsilini- insanlar yarattı. İnsanlar kendi yarattıkları güç ilişkilerinin pençesine tutunmuş çırpınırken tek başlarına yok oluşa gitmiyor, yarattıkları sistemi de yok oluşa doğru sürüklüyorlar.. Bu yıkımın kendisi, ilerleyen ve dönüşen dünyanın bambaşka bir sisteme ihtiyacı olmasıyla örtüşüyor. Bu, devrimci bir yıkım değil. Olan biten her şeyin sonunda kendini yok edeceği bir döngünün tamamlanmakta olduğunun göstergesi olan bir yıkım. Fakat bu makûs yıkımın neticesinde devrimci bir yaratım mümkün mü? Oyunun sonunda buna cevap alamıyoruz. Bu anlamda Terry Eagleton’ın İyimser Olmayan Umut kitabına referansla, çürüme ve yıkılma sürecinin içerisinde ve sona yaklaşmış olan Olimposluların hala tahtlarında oturuyor olması, onların biteceği fakat başka bir biçimde başka bir yapının inşa olacağını gösteriyor gibi. Fakat bu sonun kendisi, seyirciyi önemli bir sorgulamaya itiyor. Gerçekten bizi bekleyen makûs son bu mu? Bu karamsar son, bir teslimiyet mi yoksa seyirciyi harekete geçirmek için bir işaret mi? Bu karamsarlığın içinde bir dönüşüm çağrısı var gibi görünüyor bana.

Ölüyor mu ne? oyunundan bir kare. Fotoğraf: Mete Kaan Özdilek

Arda Kurşunoğlu’nun karakteri Sisypha, liminal ve gölge bir karakter olarak dramatik hikâyede yer alır. Sisypha tanrılar katında bulunur, ancak tanrı değildir; insanların katına iner, fakat insan değildir. O Olimpos’un en alt katında yaşayan, her sabah uyanıp anlatılamayacak kadar uzun olan o merdivenleri tek tek tırmanıp tanrılar katında tüm tanrıların kutsal atıklarını kutsal atık yığınına taşıyan bir emekçi. Victor Turner’ın The Ritual Process ( Ritüeler:Yapı ve Anti-yapı) adlı çalışmasında kavramsallaştırdığı liminalite ve liminal karakterler, tam da Sisypha gibi ne orada ne burada olan karakterlerdir. Turner’a göre yüksek olanı tanımlamak için düşük olana ihtiyaç var ve ancak bu iki öteki birbirleri var oldukça kendi varlıklarını sürdürebilirler[2]. Ölüyor mu ne? oyununda da ölümsüzler ve ölümlüler olarak iki ayrı dünyanın arasındaki Sisypha, yapıların temel bağlarını görünür kılma gücünü taşıyor. Zeus’un sarsılmış ve çatlamış olan otoritesinin dayanağı insanlarda olduğu gibi Sisypha’dadır da. Üstelik, artık eski kudreti kalmayan tanrılara bağırabilen, onlarla sohbet edebilen, gerektiğinde onlara ders verebilen haliyle hilebaz, Hermes, gölge arketipleriyle örtüşen liminal bir karakter Sisypha. Bulunduğu yerden, tahtından, sandalyesinden ayrılamayan oyuncunun duvarların ardına çıkabilen habercisi. Bu anlamda hilebaz arketipinin en açık örneklerinden biri olarak Hermes ile de biçimsel olarak örtüşebilecek olan Sisypha, zekasıyla, şakalarıyla, kurnazlığıyla da bir anlamda bir düzenden başka bir düzene geçişin temsili olarak sahnede var olur. Onun bu “aradalığı,” yıkılan duvarlarla olan ilişkisi, kutsal çöpleri taşıyan hali bir yolculuğu simgeler. Bir düzenden diğerine geçiş yolculuğu… Önemli bir nokta da bütün bu dönüşüm sürecinin çağdaş dünyadaki yeri konusunda önemli bir gösterge olan oyunun sonlarına doğru gelen kola ve cips ikilisinin eski dünyadan kalan son parçalar olarak yer alması, bozulan ve çatırdayan düzenin kapitalizmin kendisi olduğu hakkında konuşur. Kapitalizm yok olurken, yanında çok fazla can alıyor. Peki, dönüşeceği şey ne olacak? Bu dönüşüme müdahale edilebilir mi? Eğer edilebilirse, ne yapmalı?  

Öte yandan diegetik karakterler olarak “Olimpos sakinleri” ve “insanlar”, birbirinden ayrı olsa da farklı biçimlerde çöküş süreçlerinin içinde yer alırlar. Tanrıçalar ve tanrılar, odalarına kapanmış, zanaatlarını terk etmiş ve işlevlerini yerine getiremeyen bir hale bürünmüştür. Adalet Tanrıçası’nın gözlerinin bağı, onu yürüdüğü yoldan şaşırmaya, yalpalamaya ve düşüp kutsal atıkların dibinde ezilmeye iter. Ondan geriye yalnızca artık bir işlevi kalmamış olan terazisi kalır ki zaten bu terazi insanlar için neredeyse hiç kullanılmamıştır. Olimposluların bu ultra melankolik varoluş sancıları içinde işlevlerini yitirme yolculuklarının yanı sıra, insanlar tarafında savaşlar ve açlık kol geziyor. Öyle ki yemek bulabilmek için Olimpos’un eteklerine kadar ulaşıyorlar ve tanrıların kutsal atıklarından parçalar bulmaya çalışıyorlar. Bütün bunlara şahit olan Sisypha’nın görevini yerine getirebilmek için yapabildiği şey ancak bu haberleri;  duvarların hangi noktalardan parçalandığı bilgisini Zeus’a iletebilmek oluyor. 

Son olarak, sesli komutları nereye oturtacağız? Sahneleme dilinde “yönetmenin eli” olarak yer edebilecek komutları Ahmet Sarıcan yapıyor. Bir karakter olarak oyunun ilerlemesini sağlatan komutlar dramatik metinde nereye tekabül ediyor? Bu sorunun yanıtı, yalnızca Zeus’u, tanrıları, insanları ve hizmetçiyi değil, aynı sahnede izlediğimiz düzenin tüm yapısını nasıl okuyacağımızı da belirleyecek. Bana öyle görünüyor ki, insanlar ve tanrıların el birliğiyle inşa etmiş oldukları “yapı”nın tam olarak kendisine tekabül ediyor bu komutlar. Kültür-üstü değil, fakat kültür-aşırı olarak bütün iktidar ilişkilerinin, kültür ağlarının, toplumsal tarihin kendisi olarak tanrıların da insanların da liminal olanların da tepesini ve her yerlerini saran ve ne yaparlarsa yapsınlar ancak daha da çukura doğru giden “dünya.” Tam olarak böyle bir okumanın sonucu olarak Zeus, insan yapımı iktidar, hatta “kapitalizm” eski gücünü kaybediyor. Ancak eski gücünü kaybediyor olması insanların daha az acı çekmesi anlamına gelmiyor. Tam tersine, insanlar geçmiş tahakkümün neticesinde var olan iktidarın kapılarını zorluyorlar, onlara biat etmiyorlar çünkü yeni iktidar kavgaları veriliyor. O eski, yalpalamış olan, çatırdayan düzen ise başka bir yapıya dönüşecek mi, bu yapı yıkılınca insanlar buradan ne inşa edecek? Bu soruların cevapları oyunda yok gibi. Bir şeyler yıkılıyor, çürüyor, ‘’katı olan her şey buharlaşıyor’’[3], savaş çığırtkanları artıyor, peki ya sonra? Sonrasında ışık yavaşça gidiyor. Ölüyor mu ne? oyununda Tekand’ın bu soruya net bir yanıt vermediğini düşünüyorum. Hizmetçinin uzun ve herkesi taş kestiren tiradının ardından yavaşça sahneden çıkışı ve ardından Zeus karakterinin seyirciye bakışıyla ışığın yavaş yavaş sahneden alınması, insana “Bugünün dünyasının komedyası ancak bu şekilde olabilirdi.” dedirtiyor. 

Ölüyor mu ne?

Jürgen Habermas’ın Modernlik: Tamamlanmamış Bir Portre adlı yazısında belirttiği üzere modern olma fikri, bilimin ve bilginin sonsuz bir şekilde ilerlediği ve bu durumun toplumsal ve ahlaki açıdan daha iyiye sebebiyet vereceği fikrini gösteriyordu. Ancak bu fikrin geçerliliğini yitirdiği çağdaş dünya, içinde bulunduğu post modern yaşam koşulları içerisinde bambaşka bir gerçekliği deneyimlemeye devam ediyor[4]. Sonuç olarak, ilerlemenin o kadar da beklenildiği sonuçları vermemiş olduğu Ölüyor mu ne? oyununun sonunda da tamamlanmamış bir portre çizilir adeta. Bu portre, bütün yıkıntıların arasında hala tahtında oturmaya devam eden Zeus’un sessiz portresi olur. Bu anlamda, bir iktidarın yıkılışını izlerken belki de onun bir başka biçimde doğuşu mu gerçekleşecek sorusu da yükseliyor. Diğer taraftan Habermas’ın aynı yazısındaki yeni estetik politika eleştirisi de bütün dramatik aksiyonun yanında Tekand’ın Performatif Sahneleme ve Oyunculuk yöntemiyle sahnelemiş olduğu bu Studio Oyuncuları oyununun da sanat teorisindeki yerine dair bir işaret gösteriyor. 

“…sanat ve yaşamı, kurgu ve praxis’i, görünüş ve gerçekliği tek bir düzleme indirme; ürün ve kullanım nesnesi, bilinçli sahneleme ve kendiliğinden heyecan arasındaki farklılaşmayı ortadan kaldırma; bütün ölçütleri geçersiz kılma ve estetik yapıyı öznel deneyimlerin ifadeleriyle eşitle me, her şeyin sanat ve herkesin sanatçı olduğunu kabul ettirme çabaları, bütün bu çabalar saçma deneyler olduklarını göstermişlerdir.”[5]

Gerçek olanla, canlı olanla üretmeye direnen bir tiyatro olarak Studio Oyuncuları’nın Ölüyor mu ne? oyunu, yalnızca dramatik hikâyesindeki çürümeyi değil, sanatın ve tiyatro üretiminin içinde bulunduğu yapının çözülmekte olduğuna işaret ederek, adeta bu çözülüşün sahnedeki temsilini tiyatronun kendisiyle gösterir. Çağdaş bir komedya olarak Ölüyor mu ne?, çağdaş insanın dramını güldürerek ama her güldürdüğünde gülünen olayları tekrar tekrar sorgulatan ve sonunda da derin bir farkındalıkla oturduğumuz seyir yerine bizi mıhlayan bir oyun. Oyunun mizahı, eğlendirici olsa da oldukça keskin bir eleştiri taşıyor. Bu bağlamda Ölüyor mu ne?, çağdaş bir komedya olarak tiyatroyu, insanı, iktidar yapılarını komik ve acı bir biçimde eleştiriyor.  Ölüyor mu ne? çağdaş dünyanın çelişkilerini ve yapısal çözümsüzlüklerini gözler önüne sererken, seyirciyi yalnızca bir izleyici olmaktan çıkarıp bu döngüyü kırmanın mümkün olup olmadığını sorgulayan bir özneye dönüştürüyor.

Dipnotlar

[1]Liminal kavramını Arnold van Gennep Geçiş Ritleri adlı çalışmasında bir durumdan başka bir duruma geçişteki hal olarak tanımlar. “Aradalık” hali sebebiyle Sisypha karakterinin liminal bir karakter olduğunu söyleyebiliriz. Burada, oyunun genelinde bir geçiş halinden konuşulabileceğini ve bu dönüşüm sürecinin bir yansıması olarak Sisypha karakterinin varlığına vurgu yapmak istedim. Daha ayrıntılı araştırma için: Arnold Van Gennep, Geçiş Ritleri, çev: Oylum Bülbül (İstanbul: Nora Kitap, 2022)

[2]Victor Turner, The Ritual Process, (New Jersey: A Division of Transaction Publishers, 2011), 95-97.

[3]Karl Marx ve Friedrich Engels’in yazmış oldukları Komünist Manifesto’da geçmiş olan sözden referansla Marshall Berman’ın yazmış olduğu Modernite Deneyimi kitabına atıfta bulunuyorum. Ayrıntılı bilgi için: KarlMarx & Friedrich Engels, Komünist Manifesto, çev. Tanıl Bora (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2021) ve Marshall Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor: Modernite Deneyimi, çev. Bülent Peker (İstanbul: İletişim Yayınları, 2021).

[4]Jürgen Habermas, Modernlik: Tamamlanmamış Bir Portre, içinde Postmodernizm, hazırlayan: Necmi Zeka, çev: Gülengül Naliş, Dumrul Sabuncuoğlu, Deniz Erksan (İstanbul: Kıyı Yayınları, 1994), s. 32.

[5]A.g.e, s. 39.

Kaynakça

1- Arnold Van Gennep, Geçiş Ritleri, çev: Oylum Bülbül (İstanbul: Nora Kitap, 2022)

2- Jürgen Habermas, Modernlik: Tamamlanmamış Bir Portre, içinde Postmodernizm, hazırlayan: Necmi Zeka, çev: Gülengül Naliş, Dumrul Sabuncuoğlu, Deniz Erksan,(İstanbul: Kıyı Yayınları, 1994)

3- Karl Marx & Friedrich Engels, Komünist Manifesto, çev. Tanıl Bora, (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2021)

4- Marshall Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor: Modernite Deneyimi, çev. Bülent Peker, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2021)

5- Victor Turner, The Ritual Process, (New Jersey: A Division of Transaction Publishers, 2011)


TEB Oyun Dergisi‘nin 50. sayısına buradan ulaşabilirsiniz.

Yazar Hakkında / Gözde Nur Kesgin

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin