Türk Tiyatrosunun Son Efsanesi De Göçtü “Genco Erkal”

“Ne mutlu bana, çok küçük yaşta hayattaki yerimi keşfettim ve asıl sahne üstünde yaşadığımı fark ettim… Benim esas evim burası, anlaşılan bir şeyler çağırıyor beni buraya. İşim de insanları mutlu etmek, moral vermek, ümit aşılamak, bir de insanlar tiyatroya geldiklerinde düşünmenin, eleştirmenin sorgulamanın tadını alsınlar, yalnız olmadıklarını, birlikte daha güçlü olduklarını görsünler.”  Genco Erkal

Sevgili Genco;
Genç Oyuncular’da ilk sahneye çıktığında sen 22 ben 19 yaşımdaydım. O günden, geçen sezondaki “İmparator”a kadar, sen sahnede, ben seyirciler arasında 64 yıl bütün oyunlarını izledim. Kenter Tiyatrosu’ndan, Gülriz Sururi Engin Cezzar Tiyatrosu’na, yönettiğin ve oynadığın Haldun Taner’in epik başyapıtı “Keşanlı Ali Destanı”nın efsanevi yorumuna, sen 1969’da kurmuş olduğun, halen faal olan Dostlar Tiyatrosu’nda, topluluğunun sözünü sakınmayan siyasi tiyatro anlayışını 55 yıldır kesintisiz sürdürürken ben hep izleyicilerinin arasındaydım.


Çıkar uğruna en saygın bildiğimiz insanların bile fırıldak gibi saf ve taraf değiştirdiği bu uzun yıllar boyunca, inançlarından, tiyatro sevgi ve saygısından, siyasal ve sanatsal görüşlerinden, devrimci tiyatro anlayışından hiç ödün vermediğine, tün engellemelere, gözaltına alınmalara, durmaksızın açılan davalara karşın, hangi iktidar döneminde olursa olsun düşündüklerini sakınmadan söylemene, baskıcı yönetimlerle elinde sadece mizahın keskin kılıcıyla savaşmayı sürdürmene, hiç taviz vermeden hep dimdik ayakta kalabilmene tanık oldum.

Müthiş bir savaştı o. Nazım Hikmet’in şiirlerden oluşan ilk tiyatro oyunun “Kerem Gibi” yasaklanmış, yargılanmış, beraat etmiş; oyunların, taşlı sopalı saldırılara, hatta molotof kokteyline maruz kalmış; bir toplantıda Nazım’dan şiir okuduğunda kelepçelenerek Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne bile götürülmüştün. “Asiye Nasıl Kurtulur”da aksesuar olarak kullanılan bir bıçak yüzünden gözaltına alınmış, pasaportuna el konduğundan 7 yıl yurt dışına çıkamamış, festivallere katılamamış, ABD bursun yanmış ve de hepsi bir yana, kızın Ayşe’nin yurt dışında yapılması gereken kalp ameliyatında yanında olamamıştın.


Kimini basından derlediğim, kimi belleğimde yer etmiş bu olayların dışında da hep çok sayıda baskı ve engellemeyle karşı karşıya kalmana, oyunlarını yıllarca sergilediğin Muammer Karaca Tiyatrosu’nun tamirat bahanesiyle kapatılıp Dostlar Tiyatrosu’nun fiilen sokağa atılmasına karşın, sarsılmaz inancınla, oyunlarını sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin her tarafına turneye götürmüş, son yılına dek ayda hâlâ ortalama 20 kez sahneye çıkarak tiyatronu ayakta tutabilme mucizesini gerçekleştirmiştin.


Olağanüstü kariyerinin başlarından beri, sanırım ilk kez Genç Oyuncular’ın “Tavtati Kütüpati” ya da “Çürük Elma”sında (ya da her ikisinde) başlayan uzun yolculuğunun neredeyse tamamını izlemiş olarak, görsel sanatlarımıza katkını özetlemek için on binlerce sözcük yetersiz kalır. Bu sebeple, ününü olağanüstü oyunculuğunla yapmış olsan da, öncelikle üst düzey bir yazar-yönetmen olduğunu, tiyatro kökenli pek çok oyucunun aksine, sahnede hep “tiyatro oyuncusu”, filmlerdeyse hep “sinema oyucusu” olabildiğini, bunun da sana iki kez Altın Portakal getirdiğini, senfonik konserlerde birçok yapıtı anlatıcı olarak seslendirdiğini bir kez daha anımsatmakla yetineceğim.


Türk Tiyatrosu’na sayısız katkın arasında, 1960’lı yıllarda iki farklı yorumla sahneye koyup yıllarca oynadığın, o yıllarda neredeyse imzana dönüşen, geleneksel meddah dışında Türkiye’de batılı anlamda metne dayalı sahnelenen ilk tek kişilik oyun olan “Bir Delinin Hatıra Defteri”ni de hatırlatmam gerek. 1965’de, Ankara Sanat Tiyatrosu (AST)’na katıldığında, Asaf Çiyiltepe’nin Nazizm’in kapkara bir parodisi olarak sahnelediği Brecht’in “Arturo-Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı”nda başrolü oynamıştın. Arturo-Ui, bugüne kadar canlandırdığın 60’ı aşkın karakter arasında efsaneleşmiş yorumlarından ilkiydi ki, bunlara zamanla yine Brecht’in “Galileo”su, Yaroslav Hasek’in “Aslan Asker Şvayk”ı, Gogol’ün “Bir Delinin Hatıra Defteri”, Maxwell Anderson’un “Yalınayak Sokrates”i, Nâzım Hikmet’ten “Kerem Gibi”, Can Yücel’den “Can” ve son olarak da “İmparator” Haile Selassie katılmıştı.

Son yıllarda, izleyici-tiyatrocu ilişkimiz önce tanışıklığa, sonra da sağlam bir dostluğa dönüştüğünde, senin bambaşka bir yönünü, o benzersiz sevecen tarafını keşfettim; seni içimi ısıtan gülümsemenle müthiş alçakgönüllü bir insan olarak tanıdım.


Neredeyse tüm yaşamı tiyatro olan, “yaşlılık ya da hastalık önemli değil, yeter ki sahneye çıkabileyim” diyen sevgili arkadaşım, sana hep “inşallah ölümün sahnede olur” derdim. Eminim ki giderken burnunda sahnenin tozuyla gitmişindir…



Bu haber 01.08.2024 tarihinde TEB Oyun Dergisi‘nde yayımlanmıştır.

Yazar Hakkında / Erdoğan Mitrani

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin