Sayıklamalar ve Aforizmalar
Bu yazı İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü öğrencilerinin eleştiri yazılarını merkeze alan yaz projemiz kapsamında yayınlanmaktadır.
‘’bir uyku olsun en derininden
sabahı sen belirle’’
Sayıklayan bir adam. Düşü, gerçeği, bilinci, bilinçdışı birbirine girmiş. Günü gecesi, dünü bugünü karışmış. Anlattıklarının ne kadarı gerçek, ne kadarı rüya, ne kadarında samimi kestirmek güç. Kim bu Salim? Saf mı? Haklı mı? Suçlu mu? Deli mi? Artık kendi de bilmiyor kendini. Uykuyla uyanıklık arasında, tan vaktine sıkışmış bir hayat bu.
Uykusuz Bir Rüya: Salim, Berkay Ateş’in yazdığı ve oynadığı tek kişilik bir oyun. Adana’dan İstanbul’a gönderilen Salim’in hayatını kendisinden dinliyoruz. 18 yaşında bir gençken amcasının yanına gitmesine karar verildiğinde hayatının tümüyle değişeceğinden bihaber yola çıkan Salim, hikâye boyunca büyüme ve “delirme’” yolculuğunu anlatıyor.
‘’Elimden geleni yapıyorum baba, yapmaz olur muyum?’’
Oyun boyunca Salim’in babasının sırtını keselediği bir anın hareket dizgesinin de tekrarlanmasıyla birlikte karşımıza çıkan bu replik, önemli bir leitmotiv oluşturuyor, neredeyse oyunu kuruyor. Salim’in kimliğini inşa etme uğraşları, bu uğurdaki çabasının sürekli yetersiz kalışı, kendisine dayatılanlar karşısındaki çaresizliği ve yine de umudunu -bir yere kadar- yitirmeyişi bu motifte saklı. Babasına boyun eğişine bu anı görüşümüzle tanık oluyoruz, onun karşısına biri olarak çıkmaya çalıştığı Adana’daki süreci ve sonrasını, hep bu anları hatırlayarak dinliyoruz.
Salim’in işte bu haldeki 18 yaşında bir genç olarak İstanbul’da nasıl hayatta kaldığını -daha doğrusu hayatta kalmaya çalıştığını-, aldığı, almak zorunda kaldığı ve reddettiği sorumluluklarını, yaptıklarını ve kendisine yaptırılanları, hangisinin tam olarak ne ara gerçekleştiğini bir türlü kestiremeden öğreniyoruz.
“Sessizliği vurun, bana suçumu verin!”
Foucault’ya göre toplumsal, kültürel ve tarihsel olarak inşa edilmiş bir gerçeklik olarak delilik, iktidarın bireyi apolis kılma, toplumdan dışlama yöntemi olarak karşımızdadır. Aklın karşısına konumlandırılmış olmasıyla görünürlüğü ve güvenilirliği bireyden koparmanın yanında sosyalizasyonunu da engelleyerek bireyi tek başına bırakma hali, “hasta’” bireyi “tedavi” etmekten önce cezalandırmanın bilinçli olarak tercih edilmiş yoludur.
Bu bağlamda “Katilsem katil olayım, bana suçumu verin!” yalvarışları taşları yerine oturtuyor. Yanlış zamanda yanlış yerde olmanın bedelini toplumdan tecrit edilerek ödeyen Salim, deliliktense üzerine bırakılacak suçu tercih ve talep ediyor. En nihayetinde, kötü şartlara sahip kalabalık bir koğuş, en iyi akıl hastanesinden yeğdir.

Gerçekle rüyanın, bilinçle bilinç dışının birbirine karıştığı hikâye zamanın da kırılıp bozulduğu bir yapıyla anlatıya dönüşüyor. Bunu yerinde ve etkili bir tercih olarak değerlendirmek mümkün, fakat, anakronik ve -belki hikâyede bırakılan boşluklar nedeniyle- tutarsız durumlar ve ögelerle de karşılaşmak, seyircinin zihnini iyice bulandırıyor. Hem cep telefonları var, hem Beyazıt’a atılan gaz fişekleri, faili meçhuller, gözaltında kaybedilmeler… Tam olarak hangi zamandayız, 2000’lerin başı mı, 90’lar mı? Salim’in ilk kez Adana’dan İstanbul’a giderken otobüste gördüğü, yolda tanıştığı bu devrimci arkadaşlar nasıl oluyor da tanıştıkları gibi güvenebiliyor Salim’e? Telefon numaralarını veriyorlar, “takıldıkları” yerleri söyleyip Salim’i de çağırıyorlar. Ne ara gerçekleşiyor bunların hepsi? Bugün bile bu kadar rahat değilken bu işler, o zamanlarda nasıl bu şekilde gerçekleşmiş tüm bunlar?
Yukarıda örneklemeye çalıştığım kopukluk ve tutarsızlıklar Salim’in karakter gelişiminin gözlenmesinin önünde de büyük bir engel teşkil ediyor. Anlatıcı Salim’in bugünkü halini temellendirmek çok zor olmasa da anlattığı Salim’in günün sonunda bir poşeti daha geçirmeye yeltenecek ve bunu başaracak hale nasıl geldiği anlaşılmıyor. Havada kalan, ona bir şekilde biçilen ve dayatılan bir tercih bu. Karakterin eylemi değil de yazarın tasarladığı bir eylem.
Yazarın tasarısı yalnızca böyle eylemlerde değil, tercih edilen repliklerde de kendini olanca gücüyle ortaya koyuyor. Replikler Salim’in sözleri değil, yazarın aforizmaları olarak çıkıyor sahneye. Salim’in ağzından çıkan üç cümlenin ikisi ‘’Ben yazıldım. Edebiyata aitim, bu sahneye değil.’’ diye bağırıyor. Seyircide oluşan dünyayı sürekli baltalayan, metinden sahneye dayatılan bir şeye dönüşüyor oyun boyunca.
Tüm bunlar birleştiğinde oyunun dramaturjik müdahalelere ihtiyaç duyduğu sonucuna varıyorum. Özellikle metin üzerinde yapılacak çalışma, rejinin elini güçlendirmekle beraber, Salim’i ağlak bir erkekten patriyarkanın her haliyle çatışan, umuda tutunmaya çalışan bir karaktere dönüştürebilir.
Yiğit Sertdemir’in reji tercihleri tek kişilik ve tek perde 110 dakikalık bir oyunu başlangıcından finaline hem oyuncu hem seyirci için takibi ve adaptasyonu kolaylaştıran bir yerde durmuyor. Sahneyi doldurmak/kullanmak için tasarlanmış gibi bir hali olan hareket tasarımı seyircide çoğu anda bir anlam ifade etmiyor ve Ateş’i yorduğuyla kalıyor. Fiziksel olarak sarf ettiği eforu bu derece arttırmak, Ateş’in performansını ciddi anlamda etkiliyor: nefes nefese kalıyor, artikülasyonu bozuluyor, yoruluyor. Salim’in yorgunluğunu ve çaresizliğini değil, Ateş’in oyunu bitirme çabasını izliyoruz bir yerden sonra.
Sahnede dekorun minimumda tutulması ve atmosferi ışık ve sesle yaratma tercihi, Salim’in klinikte olması ve bilinçle bilinç dışının birbirine geçtiği bir anlatıya tanık olmamız nedeniyle doğru, etkili ve dolayısıyla başarılı. Tıpkı toplumsal gündemi toplumsal bellekten bugüne, oyun anına çağırmak için hikâyede yer alan unsurlar gibi yine o kolektif hafızada yer alan, bir şekilde aşina olduğumuz popüler şarkıları kullanmaları da oyunun dokusuyla uyuşuyor.
Hep elinden geleni, ondan isteneni yapıp bir şekilde sisteme uyumlanmaya çalışan Salim’in bizzat o sistem tarafından öteki addedilip toplumdan tecrit edilmesine ve nihayetinde kötünün iyisi için verdiği mücadeleye tanık olmak, seyirciyi bir uyanışa davet ediyor. Bir uyku bu, en derininden. ‘’Sabahı sen belirle’’.
TEB Oyun Dergisi‘nde yer alan diğer eleştiri yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.






