Solofest 6: Kaybolmanın Eşiğinde – 1
Kaybolmanın eşiği, hatırlamanın kalbidir.
Bu yıl Mordem Sanat tarafından altıncı edisyonu düzenlenen ve CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı kapsamında Avrupa Birliği tarafından desteklenen Solofest 6’ya katıldım ve Dramatist’in Festival Günlükleri projesi kapsamında tüm festivali takip ettim. Bu sene “Kaybolmanın Eşiğinde” temasını merkeze alan festival, daha önceki yıllarda olduğu gibi Kürt kültürü başta olmak üzere, yerel halkların unutulmaya yüz tutmuş sanatsal formlarını yeniden canlandırma çabasını sürdürüyor. Mordem Sanat ve Ekolojik Yaşam Derneği, bu çabanın merkezinde yer alıyor. Dernek, kültürel miras kavramını farklı perspektiflerden ele alan projeleriyle Diyarbakır’da istikrarlı bir üretim alanı oluşturmuş durumda. Şehrin kültür-sanat ortamında ise Solofest, yıllar içinde hem küratöryel hem organizasyonel açıdan sürdürülebilir bir kimlik kazanmış bir festival olarak öne çıkıyor.
Yerel festivallerin, bulundukları coğrafyayla kurdukları bağ biçimleri, seçkilerini belirlerken merkeze aldıkları kavramlar, sürdürülebilirlik için geliştirdikleri araçlar her zaman ilgimi çekti. Kısıtlı imkânlarla kısa bir zaman diliminde geçici ama etkili bir ekosistem yaratmaları ve performanslara farklı mekânlarda seyirciyle karşılaşmalar önererek yeni bağlamlar yaratmaları bu ilgiyi benim açımdan sürekli canlı tutuyor. Solofest, bu anlamda dikkatimi en çok çeken örneklerden biri. Diyarbakır’ın kültürel dokusundan, sözlü aktarım geleneğinden ve zamanla silikleşen toplumsal hafızasından beslenen festival, sanatın bir ifade ve hafıza taşıyıcısı olarak konumunu yeniden hatırlatıyor.
“Kaybolmanın Eşiğinde”, umudu ve umutsuzluğu aynı anda içinde barındıran, kaybolmanın eşiğinde hatırlama ihtimalini görünür kılan bir tema. Diyarbakır gibi tarih boyunca kültürlerin, dillerin ve hafızaların katman katman biriktiği bir şehirde, bu “eşikte durma” hâli, yok olmanın hemen öncesinde direnmenin, unutmanın eşiğinde hatırlamanın karşılığını çağrıştırıyor. Bu bağlamda “kaybolmanın eşiği”, doğası gereği hem bir sınır hem de bir davettir; kaybolmak üzere olanla yüzleşmeyi, unutuşa direnmeyi, bu direnişi politik ve sanatsal bir harekete dönüştürmeyi önerir.

Bu yıl festival kapsamında 11 performans, 1 çocuk oyunu, 4 panel/sunum, 2 atölye ve 1 konser yer aldı. 16–26 Ekim 2025 tarihlerinde Diyarbakır’da farklı mekânlara yayılan bu etkinlikler, “kaybolma” temasını çeşitli biçimlerde ele alıyordu. Programda Türkiye’nin yanı sıra İran, Belçika, Hollanda, İtalya, Almanya ve Bulgaristan’dan sanatçılar yer aldı. Bu çeşitlilik, festivalin kültürlerarası bir buluşma alanı kurmasına olanak tanırken farklı dillerden, estetik anlayışlardan ve sahne geleneklerinden gelen sanatçıların “kaybolma” fikrini kendi coğrafyalarındaki karşılıklarıyla bugüne taşımasına bir alan açtı.
Türkiye’deki yerel festivaller arasında görece uzun bir süreye yayılan Solofest’in arka planında da iyi yapılandırılmış bir sistem var. Altıncı edisyonuna ulaşan festival, organizasyonel açıdan oldukça sağlam bir yapıya sahip. Hem gönüllüler hem de ekip üyeleri arasındaki iş bölümü net, sürecin nasıl işlediğine dair ortak bir bilgi birikimi oluşmuş durumda. Festivallerin kısıtlı imkânlar dolayısıyla birincil sorunlarından biri olan yapısal sürdürülebilirlik, bu açıdan kendi yolunu inşa etmiş görünüyor. Festival ekibiyle yapılan söyleşilerde, en çok ekonomik kaynaklara erişim meselesinin altı çizildi. Görünen o ki bugün için asıl ihtiyaç, mevcut yapısal istikrarın ötesinde, üretim olanaklarını genişletecek sürdürülebilir finansal kaynaklara ulaşmak.
On gün süren festivalin yoğun programı nedeniyle, izlenimlerimi bir yazı serisi boyunca paylaşmayı tercih ettim. Performansları hem festivalin genel bağlamı içinde hem de her birinin kendi tartışma alanlarını merkeze alarak değerlendirmek, daha derinlikli bir analiz imkânı sunuyor. Bu ilk yazıda festivalin kavramsal çerçevesine odaklandım. Sonraki iki yazıda ise bu çerçevenin, sahnelenen işlerle nasıl genişlediğini incelemeyi umuyorum.

Festival boyunca izlediğim performanslarda ve katıldığım etkinliklerde “kaybolma” kavramı her defasında başka bir biçim aldı. Bir bedenin hatırlama çabası, bir kültürün kimliğini kaybetmemek için kendini bugünde yeniden inşa edişi, yitip gidenin yası, hatırlananın acısı… Ve tüm bunların arasında, bir arada olmanın kimi zaman çatışan, kimi zaman uzlaşan ama her durumda umudu çağrıştıran hâli. Bundan sonraki yazılarda, bu farklı “kaybolma” biçimlerinin sahnede nasıl yeniden kurulduğunu ve her birinin kendi bağlamında nasıl bir hatırlama alanı açtığını tartışmayı sürdüreceğim.
TEB Oyun Dergisi‘nde yer alan diğer festival yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.





