Kuklanın Peşinde 27 Yıl: Cengiz Özek ile Uluslararası İstanbul Kukla Festivali’ne Bir Bakış
Her yıl perdelerini geleneğin çağdaşla kurduğu olumlu gerilimle aralayan, Uluslararası İstanbul Kukla Festivali, bu yıl da kuklanın sahne sanatları içindeki varlığını yeniden hâyâl eden bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Sanat yönetmenliğini Cengiz Özek’in üstlendiği festival, bugüne dek dünyanın dört bir yanından iki yüzü aşkın gösteriyi İstanbul’a taşıyarak kukla sanatının hem geleneksel hem de çağdaş temsillerine ev sahipliği yaptı. Festival, sadece bir “gösteriler dizisi” olmanın ötesinde; İstanbul Kukla Vakfı çatısı altında kültürel miras ile çağdaş üretim arasındaki sınırları sorgulayan, çok uluslu katılımla gerçekleşen bir sanat buluşması niteliği taşıyor.
Bu sene 29 Ekim – 3 Kasım tarihleri arasında; 6 farklı ülkeden 8 yapımı bir araya getiren festival, kuklanın biçimsel çeşitliliğini ve dönüşen performans yapısını bir kez daha gözler önüne serdi. Özellikle atölyelere, performatif ve interaktif katılımcı odaklı etkinliklere yer veren programıyla festival; kuklanın yalnızca çocuklara yönelik bir eğlence değil, her yaşa hitap eden düşünsel ve estetik bir sahne dili olduğunu bir kez daha hatırlattı.

27. Uluslararası İstanbul Kukla Festivali Afişi
Bu yazıda, festivalin sanat yönetmenliğini sürdüren Karagöz ve Kukla Sanatçısı Cengiz Özek ile birlikte; festivalin kuruluşundan günümüze uzanan serüvenini, misyon ve vizyonunu, programın dramaturjik yönelimini ve vakfın gelenekle üretim arasında kurduğu estetik köprüyü ele alarak, İstanbul Kukla Festivali’nin sahne sanatlarındaki yerini ve güncel önemini irdeleyeceğiz.
Sâlih Banazılı: Cengiz Bey 27. Festivalimiz kutlu olsun. 27.’cisi düzenlenecek olan Uluslararası İstanbul Kukla Festivalinin gerçekleşmesinde, İstanbul Karagöz Kukla Vakfı çok önemli bir noktada duruyor. Dolayısıyla öncelikle bu vakfın kuruluş sürecinden başlamak istiyorum: İstanbul Karagöz Kukla Vakfını, ne zaman ve hangi motivasyonla kurdunuz?
Cengiz Özek: Teşekkür ederim. Tarihi tam hatırlayamıyorum (04.04.2013), aslında işlerin daha kolaylaşma olasılığı düşüncesiyle vakıf kurmayı arzuladım; acaba dedim uluslararası destek daha mı kolay olur? Çünkü sonuçta bir Karagöz Müzesi düşüm var bu işe başladığım günden beri, bir müze oluşturmak istiyorum: Bir müze oluşturmak için bir vakıf olursa bu vakıf çatısı altında, bazı şeyleri daha iyi koordine edebilirim diye düşünmüştüm.
Bu düşünceyle hareket ederek vakıf kurma çalışmalarına başladım. Vakıf kurmak hiç kolay bir şey değil, uzun sürdü, kolay olmadı ama en sonunda mahkeme kararıyla kuruldu.

İstanbul Karagöz Kukla Vakfı Resmî Logosu
S.B: İyi ki kurulmuş İstanbul Karagöz Kukla Vakfı. Bu alanda; kukla sanatı ve kukla tiyatromuz adına önemli ve ender bir kurumlardan biri İstanbul Kukla Karagöz Vakfı. Bu anlamda İstanbul Kukla Festivali haricinde vakıf çatısı altında yürüttüğünüz eğitim-atölye, üretim, arşivleme gibi çalışmalar nelerdir? Belli başlı örnekler üzerinden biraz bahseder misiniz?
C.Ö: Burada ben ve vakıf birbirinden ayrılmayan bir unsur olduk, benim yaptığım çalışmaları aslında vakıf yapıyormuş gibi bakmak gerekiyor şu anda. Çünkü vakfın bir neferi gibi çalışıyorum ve şu anda vakfın yaptığı en önemli şey Karagöz’ü sanatçı kişiliğimle tanıtabildiğim kadar bütün dünyada var edebilmek.
Tabii ki açtığımız sergilerle, bireysel atölye çalışmalarımız var. Örneğin Karagöz Yapım Atölyeleri: (Türkiye’de birçok şehirde ve kuruluşta onlarca atölye çalışması yapılmıştır. Yurt dışında yapılanlara sadece birkaç örnek: Mısır-Kahire, Filistin-Kudüs-İsrail, Belçika-Turnei Kukla Müzesi, Almanya-Linden Museum, Fransa-Cannes ve daha niceleri…)
Çok sergiler düzenledik sadece Türkiye’de değil ve bunlar görkemli sergilerdi, öyle figür sergileri değildi sadece. (Açılan sergilerden en yakın zamanda yapılana bir örnek; 2020 yılında Yapı Kredi Kültür Merkezi, yurt dışında en yakın tarihte ise Bulgaristan’da sergi yapılmış) Çok fazla bireysel atölye yaptık nitekim o atölyelerdeki öğrencilerimden biri Diego Ugalde, Meksika’da tamamen Karagöz tekniği kullanarak oyunlar yapıyor. (Yetiştirdiği Karagöz sanatçılarına örnek olarak en yenileri; Aziz Murat Aslan, Eren Ege Uyanık.)
S.B: Vakfın dolayısıyla Uluslararası İstanbul Kukla Festivali’nin temel misyonu ve vizyonunu açıklar mısınız?
C.Ö: Vakfın, ana amacı (misyonu) tabii ki Karagöz. Dolayısıyla vakfımız, festivalimiz bütün kukla türleriyle ilgilense de ana amacı Karagöz’e hizmet etmektir. (Vizyonu) Burada bu alanda atölyeler açmak, sergiler ve festivaller düzenlemektir. Tabii vakıf şu anda istediğimiz aktiflikte değil, daha vakıf kimliğiyle bir şeyler yapsın isteriz. Vakfın bir vakfiyesi yoksa bir gelir elde edemiyoruz, sıkıntı burada. Bir gelir elde etmesi gerekiyor ki vakfın o geliri amacı doğrultusunda hizmete açsın.
S.B: 27. Festivalin ana teması ve yaklaşımına değinelim istiyorum: Bu yıl / bu dönemde festivalin odak noktasında hangi sorular, hangi değerler var?
C.Ö: Keşke bu söylediğin şeyleri yapabilen bir festival yapabilseydik, bunları yaptık çünkü zamanında; yaptığımız özel konulu-başlıklı festivaller oldu, içinde sadece bir özel kukla dalına-alanına ayrıldığımız festivallerimiz oldu, birçok şeyi kutladığımız festivallerimiz oldu ama maalesef bunları pandemiden sonra yapmak çok zorlaştı artık. “Burada festivali kotarabilir miyim?” sorusu daha çok aklımda dolaşıyor. Yani yapmamayı tercih etmediğim için yapıyorum bu yıl, açıkçası birkaç yıldır öyle devam ediyor. Burada artık festivalin sanatsal kimliğinden ziyade, kukla festivalinden şehir mahrum kalmasın düşüncesi ağır bastığı için yapılan bir festival var. Tabii ki seçkin sanatçıları getiriyoruz ama gönül ister ki daha felsefî bir festival yapabileyim. Othello’ları getirmiş bir festivaliz biz, Vietnam su kuklasını getirmişiz 40 tonluk bir havuz içinde gösteri yapan bir grubu getirmişiz ama artık bunlar hâyâl oldu maalesef. Şu anda (ekonomik nedenlerden ötürü) çırpınışlarla bir festival yapmaya çalışıyorum.
S.B: Cengiz Bey, tam bu noktada festival açısından bu süreçte finansman, alan/salon desteği, izleyici gelişimi gibi yaşadığınız güncel zorluklar neler?
C.Ö: Burada en büyük derdimiz, bütün tiyatroların derdi olduğu gibi iyi bir salon. Çok salon var İstanbul’da, bunların çoğu Büyükşehir ve ilçe belediyelerine ait salonlar ve âtıl duruyor ne yapıldığı belli değil. Derdimiz seyirciye ulaşmak, çünkü düzenli ve sistemli bir şey yapmadığın için bütün bir yıl boyunca nasıl reklam yapabiliriz? Elimizde reklam yapabildiğimiz sadece sosyal medya var. İlan verdiğiniz zaman bile hedef kişiye ulaşıyor muyuz gerçekten? Artık büyük sponsorluklar yaratamıyoruz. Burada çok parametre var. Burada hedef belediyenin etkinlik yapması değil, yapılan etkinlikleri desteklemeli, büyütmeli yansız ve tarafsız olarak. İstanbul Kukla Festivali, İstanbul için yapılıyor.
S.B: 27. Festivalin program yapısı örneğin; yetişkin ve çocuk gösterileri, atölyeler, konuşmalar vs. Bu çeşitlilik nasıl planlanıyor? Uluslararası katılım ve çeşitlilik anlamında hangi ülkelerden topluluklar geliyor? Bu anlamda festivalin küresel boyutu nasıl oluşuyor?

27. Uluslararası İstanbul Kukla Festivali Programı
C.Ö: (Festival repertuarı anlamında) Bunlarda aile gösterilerini özellikle seçiyorum festivale. Daha az kadrolu oyunları tercih ettik bu sene, bunların hepsi işte ekonomik nedenlerden dolayı. Özellikle çocukla anne baba, birlikte büyük keyifle seyredebilecekleri oyunları tercih ettik. Karin Schafer çok önemli bir sanatçı, Pera müzesinde sınırlı kontenjanda bizlere performatif bir konferans gerçekleştirecek. (Ayrıca Schafer, Yaşlı Çılgın Ben oyunu ile festivalde yer aldı.)


27. Uluslararası İstanbul Kukla Festivali Katılımcısı Avusturya
İpli kuklanın dev isimlerinden A. Zafra Ortiz, herhalde dördüncü kez festivalimizin konuğu, seyirci çok seviyor oynattığı kuklayı ve çocuklara, aileye bir ilham verdiğini düşünüyorum, onun için çok getiriyorum. Küçücük bir bez parçasını bir kuklaya dönüştürüyor ve nasıl hareket ettiriyor, çok önemli bir şey yapıyor ve bunu seyircinin gözü önünde, küçük top bez parçalarını bir araya getirerek bir kukla yapıyor.

27. Uluslararası İstanbul Kukla Festivali Katılımcısı İspanya
Öte yandan bizim Karagöz ile aynı familyadan kabul edilen, bir halk tiyatrosu örneği olarak Pulchinella’yı, İtalya tiyatrosunun önemli temsilcilerinden birini de getiriyoruz.


27. Uluslararası İstanbul Kukla Festivali Katılımcıları İtalya ve Macaristan
Öğrencim Diego Ugalde’nin mesela çok çarpıcı bir çalışması var, ben de merak ediyorum: Şahmaran kültürünü alıp, bunu Karagöz’le bir araya getiriyor. Şahmaran ve Karagöz’ü bizlere İngilizce ve Türkçe oynatacak, hatta Kürtçe oynayacak oyunun bir kısmını.
Seçkiyi yaparken en azından en iyi isimleri getirmeye çalışıyoruz.


27. Uluslararası İstanbul Kukla Festivali Katılımcısı Meksika
S.B: 27. Diego’nun bu yaklaşımı, Karagöz’ün kültürlerarası temsil potansiyelini güncel bir örnekle somutlaştırıyor aslında. Şahmaran mitosunun Karagöz formuyla ve oyunun bir kısmının Kürtçe dilinde, genelinin Türkçe ve İngilizce olarak sahnelenmesi açısından kültürel aktarımın melez bir düzlemde gerçekleştiğini; geleneğin sabit bir miras değil, yaşayan ve dönüşen bir temsil alanı olduğunu gösteriyor.
Peki, günümüzde Karagöz salt geleneksel olarak nitelendiriliyor ve çağdaş örneklerine çok az rast geliyoruz. Bu anlamda İstanbul Kukla Festivali kapsamında ve sizin özelinizde; geleneksel Karagöz ile çağdaş temsili arasında, siz nasıl bir konumdasınız?
C.Ö: Burada dert çok fazla, Karagöz evet bir kültürel mirastır, somut olmayan kültür mirası olarak da tescil edilmiştir, evet bu şekilde devam etmeli, izlemek isteyenler geleneksel anlamda bu tür oyunları da izleyebilmeli ama elimizdeki oyunlar kaçıncı yüzyılın kopyaları? Kaçıncı yüzyıldaki Karagöz’ü saklıyoruz bunun farkında olmamız gerekir. Metinle birlikte güncelleşmesi gerekiyor Karagöz’ün, günümüze paralellik taşıması gerekiyor ve dramaturjik yapı olarak da değişmesi gerekiyor. Yoksa ben de ilk başlarda Kar-i Kadim adı verilen klasik oyunları çok oynadım. Ama ben kendime böyle bir ödev biçtim(oyunları modernleştirme ve çağdaş oyunlar yazma noktasında) aşağı yukarı işe başladıktan 15 yıl sonra.
S.B: İstanbul Kukla Festivali kapsamında ve haricinde gerçekleştirdiğiniz tüm Karagöz oyunlarının çağdaş birer temsile dönüşmesini kukla temsil dramaturjisi açısından nasıl açıklarsınız?
C.Ö: Ritim ve tempoyu koruyarak; günü, gündemi ve günceli takip ederek. Sözden ziyade hareketi tercih ediyorum ben, bu çünkü uluslarararası seyirciyi de yakalamak için önemli oluyor. Çünkü hareket tempoyu da getiriyor, bir ivme kazandırıyor Karagöz’e, onun için oyunlarda mutlaka hem hareketi düşünürüm hem de texti düşünürüm ama önce texti yazmıyorum, önce hareketleri belirliyorum. Bir oyun aynı zamanda seyirciyi şaşırtmalı, acaba nasıl bir sahne kullanmalıyım, orada nasıl bir görsel olsun, ondan sonra oyunu kurgulamağa başlıyorum, belli bir hikâye var tabii ki. Hep bir ön görüntü peşinde koşmanın özellikle kukla tiyatrosu gibi görsel bir tiyatro için son derece önemli olduğu kanaatindeyim.
S.B: Cengiz, kültürel miras bağlamında, kültürel aktarım olarak Karagöz’ü yani bu geleneği muhafaza etme noktasında; vakfın rolü nedir, festivalin çıktıları örneğin bu anlamında nelerdir ve sizin-senin bu süreçte konumun nasıl şekillendi?
C.Ö: Aslında burada bu konuyla ilgili çok bir şey yaptığımızı söyleyemem. Net bir çıktıdan da bahsedemem, bilinçli bir şey yaptığımızı söyleyemem ama şunu yaptık: Karagöz sergileriyle ve Türk Kuklası sergileriyle bir kere geleneğimizi seyirciyle yüz yüze getirmeğe çalıştık bu önemliydi. Önce görmesi gerekiyordu, neye sahibiz bilmesi gerekiyordu.
Kendi oyunlarımı şu anda Kâr-i Kadim tarzı dediğimiz oyunların dışında bir tarzda yaptığım için her zaman kendimi o noktada tuttum ve benim yanımda Kâr-i Kadim tarzda iş yaptığını söyleyen Karagözcülere de her zaman festivalde yer verip iki farklı tarzı mukayese etmesini sağlamaya çalıştım seyircinin. Bu geleneğin devam etmesi ve algılanması için seyirciye bir alan oluşturmuş olabilir.

Röportajdan: Cengiz Özek ile Sâlih Banazılı
S.B: Genel anlamda festivalin çıktıları açısından: Atölyelerden, gösterimlerden sonra ne gibi etki yaratılıyor? Yerel üretim güçleniyor mu, genç kuklacı kuşak destekleniyor mu?
C.Ö: Şöyle bakmak gerekiyor, 27 yıllık bir festivalin çıktısına bakmak lazım. 27 yıl önce ne vardı ülkemizde? Kukla var mıydı? Karagöz oynatıcısı bulmakta bile zorluk yaşanan bir dönemdi başladığımızda. Bugünkü Karagöz çeşitliliği yoktu, mesela bu kadar oynatıcı yoktu, tabii burada Alpay’a da (Alpay Ekler) selam yollamak gerekiyor.
Biz ilk festivalde Türk grubu yok demesinler diye Rahmetli Feyza Abla ile (Feyza Zeybek), Haşmet Abi ile (Haşmet Zeybek) ne yapalım diye düşünmüştük; bunların bakın hepsinin festivalin yapımcısı olarak ben, insanlarla oturup Türkiye’de bir kukla tiyatrosunu temsil edecek, Karagöz’ün dışında da bir kukla varlığını temsil edeceğimiz şeyler üzerine çalıştık. Kukla bir kere ülkemizde tükaka sayılıyordu, “bu nedir ya tiyatro mu?” falan diyordu meslektaşlarım, konservatuardan arkadaşlarım kuklayı sevmiyordu ve bu festival ile birlikte artık kukla legal bir zemine oturmuş oldu. Televizyondaki görünürlüğümüz artmıştı, hakkımızda gazetede yazılar çıkıyordu. Şimdi bunlar ülkemizde kuklanın sesinin duyulmasına neden oldu.
Sonra Candan’ın (Candan Seda Balaban) ortaya çıkması, kuklaya gönül verdi, onların hepsi de festivalin kendileri için ne kadar önemli olduğunu söyler. Sonra Ayşe Selen, Şehsuvar Aktaş onlar da Dil Tarihli olarak kuklaya gönül vermiş insanlar; bu festivalle birlikte yeni oyun hazırlama, kendilerini gösterme şanslarını yakalayabildiler. Festivaller o açıdan önemli, bir kamuoyu oluşturuyor çünkü. Öte yandan bu kadar çok Karagözcü olunca bir kalitesizleşme de var tabii ki.
S.B: Cengiz Usta son olarak; bir Hâyâlî, bir Kukla tasarım ve yapımcısı, aynı zamanda önemli bir festival sanat yönetmeni, bir sanatçı olarak Türkiye’de yapılan diğer; Uluslararası Bursa Karagöz Kukla, Gölge Oyunları ve Uluslararası Ankara Kukla Festivali’ni nasıl değerlendiriyorsunuz?
C.Ö: Haluk’un (Haluk Yüce-Uluslararası Ankara Kukla Festivali) yaptığı gerçekten profesyonel, aynı bakış açısına sahibiz Haluk’la. Zaten bizim festivalin birinci yılındaki açılış gösterimiz İKSV’ye (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) inat yabancı grup ile değil Türk grup ile yapılmıştır, özellikle belirtmişimdir bunu da ve Haluk ile yaptık; Amerika’daki Kukla Stüdyosu’nda hazırladığı bir oyundu bizim için oynadı, çok da güzel bir oyun olmuştu. Haluk bu konuda sistemli çalışan bir Kukla Sanatçısı. Yaptığı festivale de saygı duyuyorum. Ne güzel Ankara’da da bir festival olması. Bir tiyatro insanının bakışıyla yapılmış bir festival olduğunu hissediyorsun.
Bursa’ya gelirsek (Bursa Karagöz Kukla ve Gölge Oyunları Festivali) fazla kendini Karagöz’e hapsetmiş bir festival olarak görüyorum. Burada festivali düzenleyenlerin açık olması gerekiyor, her yıl değişiyor festivali düzenleyenler (festival jürisi). Burada festival ve UNIMA (Uluslararası Kukla Birliği) daha kapsayıcı olmalı, herkesle iş birliği yapmalı; sadece Karagöz Derneği paydaş olmamalı. Bu hoş değil, bu yanlış. Türkiye’deki diğer kukla sanatçılarının ve yapılanmalarının da bu festivale dâhil edilmesi gerektiğini düşünüyorum. UNIMA yalnızca Karagöz icrasına değil, kukla sanatının bütün formlarına alan açan uluslararası bir birliktir. Festivalin daha kapsayıcı bir yaklaşımla ilerlemesi gerektiğini yıllardır gözlemliyorum.
Festival haricinde UNIMA sadece Karagöz icrası yapılsın diye açılan bir yer değil ki, uluslararası bir kukla birliği-organizasyonu. Türkiye’deki diğer kukla sanatçılarının çok uzak durduğunu düşünüyorum Bursa Festivali’ne, daha yakın olmalı, içine alabilmeli. Bunları yalnız bu yıla mahsus söylemiyorum bütün yıllar için söylüyorum.
S.B: İstanbul Karagöz Kukla Vakfı ile Uluslararası İstanbul Kukla Festivali’nin uzun ömürlü olması dileğiyle bir gün Türkiye’de bir Kukla ve Karagöz Müzesi’nin, bir üniversitede Kukla-Karagöz Bölümü’nün ve Devlet Kukla Tiyatrosu’nun hayata geçeceğine olan inanç, hâyâl, azim ve umutla…
Her şey için çok teşekkür ederim.
C.Ö: Ben teşekkür ederim.

Cengiz Özek
Uluslararası İstanbul Kukla Festivali, İstanbul Karagöz Kukla Vakfı ve Cengiz Özek’in öncülüğünde, kukla tiyatrosunu yalnızca geçmişin saygıdeğer bir hatırası olmaktan çıkarıp bugünün seyircisiyle yeniden buluşturan bir köprü işlevi üstleniyor. Festivalin sunduğu oyunlar, atölyeler ve söyleşiler, kukla sanatının geleceğine dair umut verici bir tablo çiziyor. Ancak asıl beklenti, sahnelerin yalnızca “gösterilen” değil, aynı zamanda “yeniden üretilen” birer yaratım alanına dönüşmesi. Kukla sahnesi bu üretim sürecini çağdaş estetik ve dramaturjik açılımlarla genişletebildiğinde, festivalin de vakfın da misyonu somut bir gerçekliğe kavuşacaktır.
Bu noktada sahne sanatları, dramaturji ve seyirci arasındaki ortak üretken tahayyülün önemi belirleyici hâle geliyor — bu yazının odağında da tam olarak bu katkının izleri vardı. Bugün kukla tiyatrosu, teknolojinin ve hızlı tüketimin hâkim olduğu çağdaş sahne ortamında hâlâ “canlı” kalabilmenin yollarını arıyor.
Uluslararası İstanbul Kukla Festivali, bu arayışın en görünür platformlarından biri olarak, farklı dramaturjik yaklaşımların, estetik biçimlerin ve kültürel okumaların kesiştiği bir laboratuvar işlevi görüyor. Kukla, sahnede yalnızca bir “nesne” değildir; bir varoluş biçimi, bir düşünme aynı zamanda anlatma dilidir ve bu dil, seyircisiyle ilişki kurabildiği sürece yaşamaya devam edecektir.
TEB Oyun Dergisi‘nde yer alan diğer festival yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.






