Bir Oyun İki Yorum: Yedi Yahudi Çocuk
Hamas-İsrail savaşının tam ortasında, dünyanın gözü önünde İsrail Devleti’nin acımasız ve insanlık dışı savaş stratejileri devam ederken, Tatavla Sahne’de bir oyun sahneleniyor. Yedi Yahudi Çocuk ücretsiz ancak gönüllülük çerçevesinde Filistin halkına bağış karşılığı oynanan çok kısa ancak bir o kadar da çarpıcı bir oyun. Aslında 2009’da İsrail Devleti’nin Filistin halkına saldırısı sonucu yazılmış olsa da sanki bugün için yazılmış kadar güncel. Oyun metninde karakter sayısı, mekân, dekor, kostüm vb. ilgili hiç bir ip ucu yok. Sadece yedi farklı zamana yayılmış yedi bölümlük bir söylemle karşı karşıyayız. Bu nedenle temel izleği açık ve net olmasına karşın, oldukça yoruma açık olduğu da söylenebilir. Aşağıda Tijen Savaşkan tarafından kaleme alınan ve feminist bir bakışla yorumlanan (Eril) Söylemlerin İkna Etmesi Gereken Kız Çocuğu başlıklı oyun eleştirisinin ardından Zehra İpşiroğlu’nun Yedi Yahudi Çocuk metninin dil ve şiddet ilişkisine odaklanan yorumunu Dil ve Şiddet başlığı altında birlikte yayınlıyoruz.
(Eril) Söylemlerin İkna Etmesi Gereken Kız Çocuğu
feminist bir yorum
TİJEN SAVAŞKAN
Caryl Churchill’in sadece 10 -15 dakika süren ve 7 kısa bölümden oluşan çarpıcı oyun metni, Yedi Yahudi Çocuk, Mayıs ayı boyunca Tatavla Sahne’de sergileniyor. Oyuncu sayısı ve karakterler açık tutularak yazar tarafından her türlü sahnelemeye elverişli kılınan metin 2009’da İsrail’in Filistin’e saldırısı sonucu yazılmış olsa da bugünkü duruma doğrudan gönderme yapıyor ve neredeyse yeni yazılmış kadar güncel. Yazar, oyunu isteyen herkesin sahneleyebileceğini ancak tek koşulun oyundan ücret alınmayıp seyircinin Filistin halkı için bağış yapması olduğunu belirtmiş. Oyun sonrası internet yoluyla ya da Tatavla Sahne’nin girişinde bulunan zarflara en az 5 dolarlık bir bağışta bulunulabiliyor.
Deniz Türkali’nin tek kişi olarak büyük başarıyla sahnelediği oyununun çevirmeni ve yönetmeni Metin Balay, dramaturgu ise Fakiye Özsoysal. Seyreden herkesi bir şekilde sarsan Yedi Yahudi Çocuk farklı bağlamlarıyla o kadar çok şey söylüyor ki! Ancak oyunun adı Yedi Yahudi Çocuk olmasına karşın, bu yedi kuşak Yahudi çocukların nedense hepsi kız.
Oyunun yapısı son derece basit; yetişkinlerin, büyük olasılıkla yakın akrabaların bir kız çocuğuna 7 kuşak Yahudi halkına yapılan soykırımdan başlayarak tarihsel gerçeklerin ( ‘’Kutsal Topraklar’’a göç ve sonrasında Filistin halkı üzerinde gittikçe artan baskılar ve kazanılan topraklar da dahil olmak üzere ) ne kadarının söylenmesi ya da söylenmemesi gerektiğinden ibaret. İkinci Dünya Savaşı sürecinde soykırım döneminden başlayan ve 2009 tarihine, aslında bugüne dek ortalama 70 yıllık bir dönem bu. Belki de Yahudi toplumunun Nazi soykırımından, kendi devletlerini kurmaya geçiş süreci sonunda soy kırmaya uzanan kısa tarihi. Bu tarih bir kız çocuğuna farklı dönemlerde en korumacı biçimde nasıl anlatılır ya da anlatılamaz? Ancak oyunun sonunda tüm koruma kalkanları delinerek, şiddet eylemlerinin doğrudan dile yansıyan ve bu küçük kız(lar)ın gerçeklerle yüzleşmesi ve bunu olumlaması için sunulan ‘’gerekçelerle’’ manipule edilmesi söz konusu. Yani ilk bölümlerde aşırı korumacı görünen söylem gittikçe şiddetlenerek son noktaya varıyor.
’Ona (kız çocuğuna) oyun olduğunusöyleyin. Ona ciddi olduğunu söyleyin. Ama onu korkutmayın.
Ona onu öldüreceklerini söylemeyin. Ona sessizolmanın önemli olduğunu söyleyin. Ona iyi bir kız olursa kek yiyebileceğini söyleyin. Ona yataktaymış gibi dertop olmasını söyleyin… Ama şarkı söylemesin.Ona ortaya çıkmamasını söyleyin. Ona bağırışlar duysa bile ortaya çıkmamasını söyleyin. Onu korkutmayın.
…Ona artık bizim demir yumruk olduğumuzu söyleyin, ona bunun savaşın sisi olduğunu söyleyin, ona biz güvende oluncaya kadar ötekileri öldürmeye son vermeyeceğimizi söyleyin, ona ölen polisi gördüğümde güldüğümü söyleyin, ona ötekilerin şimdi ÇÖPLÜKTE yaşayan hayvanlar olduğunu söyleyin, ona ötekileri yeryüzünden silip yok etmemizin beni hiç ilgilendirmediğini söyleyin, ona dünyanın bizden nefret etmesini de takmadığımı söyleyin, ona bizim daha çok nefret ettiğimizi söyleyin, ona bizim seçilmiş insanlar olduğumuzu söyleyin, ona deyin ki ötekilerden kanlar içindeki bir çocuğa baktığımda ne mi hissediyorum? Ona, kanlar içindeki çocuk o olmadığı için mutlu olduğumu söyleyin.’
Ancak burada dikkat çeken önemli bir nokta daha var. Sen dilinden başlayarak nesnel görünen söylem ‘’Ona oyun olduğunu söyleyin’’…. ama onu korkutmayın’’ dan ‘’Ben’’ diline ve yüksek bir egoya evrilerek söylemin nesnelliğini yok ediyor …‘’Ona ölen polisi gördüğümde güldüğümü söyleyin… Ona dünyanın bizden nefret etmesini de takmadığımı söyleyin.’’ Kim bu ben? Bu noktada Churchill’in yoruma açık bıraktığı boş alan farklı bir anlam kazanıyor. Belki de tek bir soyut ses, önceleri yalnız ve ötekileştiren devletsiz küçük kızı korumaya çalışan kararsız dişil bir sesten, devlet kurup gittikçe güçlenen demir bir yumruğa, BEN diline geçen eril bir sese dönüşüyor.
Kız Çocuk nasıl ikna olacak?
Bu yazıda, bir kız çocuğun muhataplığı üzerinden bir düşünme katmanı oluşturulmaya çalışılarak, toplumsal cinsiyet gözlükleriyle oyun yorumlanmaya ve 7 kuşak Yahudi çocukların oyunda neden hep kız olduğuna ilişkin bazı veriler değerlendirilecek.
Tarih boyunca her toplumun güç, şiddet, savaş, egemenlik kurma, başka toprakları fethetme gibi ‘’şanlı’’ resmi tarihleri kadar, bu süreçlerde yaşanan ve başka halklara yaşattıkları çok acı, insanlık dışı, travmatik deneyimleri de var. Ancak nedense bunlar tarih kitaplarında asla söz edilmeyen, neredeyse tabulaştırılmış ya da ifşa edilmiş olsa bile bir şekilde gerekçelendirilmiş ve haklılıkları kanıtlamak üzere ‘’ama onlar da…’’ ya da ‘’önce onlar …’’ diye başlayan cümlelerle savunma dili kullanırlar. Tabii savaşanlar, bu kararları verenler her zaman gücü elinde bulunduran cins olan erkeklerdir. Oysa toplumların devamlılığını sağlayan, çocuk doğuran, büyüten kadınlar ve hiç bir şeyden haberi olmayan çocuklar savaşların gerçek mağdurlarıdır. Onlar hiç bir karara dahil olmadıkları halde en ağır bedelleri öderler. Kadınlar tarih boyunca bazen köle, savaş ganimeti ya da tecavüz edilen, çocuklarını ve yaşamlarını savaşlarda ve göçlerde kaybedenlerdir. Bu nedenle dişi cinsi savaşa, eril rekabete, güç ve şiddet ortamlarına ikna etmek belki de en zor iştir. Eril sistemin tüm kurumları biraz da bunun için çalışır. Savaşta öldürülen gencin annesi en yüksek mertebede olan şehit annesidir. Oğlunu vatan, millet uğruna kaybetmiştir. Oğlu ölmese ülke yok olacaktır. Bu ülke kadınlarına çok şey borçludur. Onlar ‘’kahraman’’ ordulara sürekli asker temin eder. Cennet onların ayakları altındadır ama dünya değil.
Kadını bir yandan psikolojik olarak korumak diğer yandan bu süreçlerde güçlü tutmak da toplumların/ sistemlerin devamlılığı için elzemdir. Üreten bir canlıyı, yok etme ve edilmeye ikna etmek sistemin tüm (manevi) güçlerini ve baskı mekanizmalarını seferber etmesi demektir. Bu da ancak söylemlerle; mitlerle, hikâyelerle, masallarla mümkündür.
Küçükken eline oyuncak olarak silah tutuşturulan erkek çocuk, kavgalarla, şiddetle, rekabetle çok erken tanıştırılır ve bundan gurur duyulur. Oğlan çocuk babayla ve diğer erkeklerle ava giderken, yanında gururla kurban kesilirken kız çocuklar bu sahnelerden uzak tutulur. Onlar kek yaparken annelerini seyredebilir.
Kız Çocuk artık orduda…
Oyunda Yahudi toplumu önce mağdur sonra fail pozisyonunda kızlarını korumaya çalışırken yavaş yavaş söylemi değiştirerek manipulasyonu güçlendiriyor. Çünkü ‘’koşullar’’ bunu gerektiriyor. Onlar artık mağdur olmasın diye fail olmak zorunda ve kurulan devletin en sert militer ordusunun adı İsrail Ordusu değil, İsrail Savunma Gücü ( Israel Defence Forces). 1948’de kurulan IDF hala ‘’savunmada’’. Dil öyle bir güç ki önce içerideki küçük kız çocuğunu manipule ederken, dünyada hiç bir ordunun isminde olmayan ‘’savunma’’ sözcüğünü kullanarak tüm dünyada farklı bir algı yaratıyor ve mağduriyeti devam ettiriyor.
Peki bu ordunun içinde ülkesini ‘’savunan’’ kaç kız çocuğu var?
*İsrail’de kadınlara da askerlik eğitimi zorunlu. 18 yaşını bitiren her kadın 2 yıl askerlik yapmak zorunda.( erkekler için 3 yıl)
*Ordudaki pozisyonların % 90’ı her iki cinse de açık ve muhabere birliklerinin de %20 si kadın.
*2018 yılında ise ordudaki kadın asker sayısı rekora ulaşıyor.
*Ancak İsrail’de zorunlu askerlik görevi yapan kadınların 1/4 ü cinsel tacize uğruyor ve %70 ‘inin şikayetleriyle ilgili hiç bir işlem yapılmadığı, % 26’sının ise hiç değerlendirmeye alınmadığı biliniyor.
Caryl Churchill’in Yedi Yahudi Çocuk oyununun içinde sadece bir ‘’she’’ ( kız çocuk için o) sözcüğü ve hitabı o kadar çok şey söylüyor ki! Toplumsal temsil hiyerarşisinde en altta olan kız çocuk yazarın Cloud Nine oyununun ilk perdesinde aile içinde sadece bir oyuncak bebek olarak temsil edilmişti. Şimdi kapsayıcı eril söylem tarafından kuşatılmış, başlarda nesnel ve yumuşak bir dille korunması istenen kız çocuk, gittikçe BEN diline yani devletin baskı ve şiddet dilene dönüşen söylemlerle şiddetin tam ortasına atılarak, devletin tüm günahlarına ortak ediliyor gibi. İsrail’de Lysistrata oyunu gerçekten sahnelenebilir mi mesela?
Bu devleti koruyan, dünyanın en sert ordusunun bir parçası olan o küçük ‘’oyuncak bebeğin’’ neden bu kadar çelişkili söylemlerle başlayıp sonunda sertçe ikna edilmesi gerekliliğini mi anlatıyor oyun? Yoksa farklı yorumlardan biri olarak böyle de okunabilir mi?
Mağdur Yahudi halkının dişil, şefkatli, korumacı dili zamanla güçlenen devlet şemsiyesi altında nasıl acımasız bir eril dile dönüşüp, BEN vurgusuyla tahakküm kuruyor?
Sonuç olarak, Churchill’in sahnelemeyi tümüyle açık bırakan metni o kadar farklı yorumlara açık ki! Söylemin kime ait olduğu belirsiz; sadece akrabalar ve yakınlar mı? Yoksa ilk bölümlerde travmatize olmuş toplumsal hafızanın sesi daha sonra koskoca bir devlet stratejisinin soyut diline mi dönüşüyor? Ama kız çocuğu hep orada. Ona söylenecek ve söylenmeyecek olan şeylerin arasında özne olamadan yönlendirilmeye, ikna edilmeye ve her türlü manipulasyona açık.
Diğer yandan eski faillerin bir yandan hala özür dilercesine, utançtan Yahudi halkıyla İsrail’in devlet politikalarını ayıramayacak düzeyde körleşmeleri ve son Hamas- İsrail savaşının korkunç sonuçlarına tüm Batı devletlerinin tepkisizliği sürüyor, ‘’ Evet faşizm kötüydü kabul ediyoruz ama Hitler döneminde çok disiplinliydik, spor da yapıyorduk’’ söylemlerinin Almanya’daki küçük kızlara nasıl anlatıldığını ya da dünyanın her yerindeki küçük kızlara neler anlatıldığını ya da anlatılamadığını aklımızdan çıkartmadan bu oyunu seyretmek gerekiyor.
Dil ve Şiddet
ZEHRA İPŞİROĞLU
‘’Acının evi yoktur. Acı acıdır ve evrenseldir”. Samieh Jabbarin
*Bu yazı 15.05.2024 tarihinde Mimesis‘te yayınlanmıştır.
Dilin şiddeti ehlileştirmesi
“Ona bunun bir oyun olduğunu söyleyin, bu bir oyun. Ama onu korkutmayın. Ona onu öldüreceklerini söylemeyin…Ona sessiz olmasını söyleyin ona iyi bir kız olursa kek yiyebileceğini söyleyin …Ona ortada görünmemesini söyleyin… Ama onu korkutmayın”
Bir çocuğa şiddet nasıl anlatılır, ona onu ürkütmeden, korkutmadan her an öldürülme tehlikesiyle burun buruna olduğu nasıl anlatılır?
Yedi Yahudi Çocuk’ta Yahudilerin Nazi döneminde başlayan sancılı öyküsünün kısa tarihçesi iç içe geçen ve farklı zaman ve mekânlara gönderme yapan yedi küçük sahneyle küçük bir çocukla konuşulacakmış gibi sergilenir.
Yahudileri Nazi döneminde çektikleri, İsrail’e göç edişleri ve yerleşmeleri, Filistinlileri yerlerinden yurtlarından etmeleri hep “Küçük kıza şunu söyleyin bunu söylemeyin” komutuyla anlatılır. Şiddetin bastırılması, anlatılamaması, dilin şiddet karşısındaki çaresizliği ve sınırları izleği, oyunun sonuna doğru şiddetle özdeşleşme, şiddetin bir parçası olmaya dönüşür.
Dilin şiddete dönüşmesi ve şiddet dili
Oyunun sonuna doğru “Ona bebekleri yanlışlıkla öldürdüğümüzü söyleyin, ama ordudan söz etmeyin” yönlendirmesi “Ona ordudan söz edin, ona ordu ile gurur duymasını söyleyin. Ona ölen kızların ailelerinden söz edin…Ona utanacak hiç bir şeyi olmadığını söyleyin. Ona ötekilerin bunu kendilerine kendilerinin yaptığını söyleyin. Ona ötekilerin kendi çocuklarının öldürülmesini, böylelikle insanların onlara acımasını istediklerini söyleyin, ona benim onlara acımadığımı söyleyin, ona ötekilere acımamasını söyleyin, ona asıl bizlere acınması gerektiğini söyleyin, ona ötekiler bize acı çekmekten söz edemezler deyin. Ona artık bizim demir yumruk olduğumuzu söyleyin…” gibi karşı tarafı bütünüyle yok sayan faşizan bir söylemle sona erer…Böylece şiddeti ve acıyı yaşamış olanlar, yani mağdurların, faillere dönüşmesi söylemlerle anlatılır.
Caryl Churchill bu on dakikalık kısa oyunu 2009 da İsrail ordusu Gazze’ye girdiğinde kaleme almış. Bugünkü politik gelişmeler Hamas’ın İsrail’e saldırısı, İsrail’in Gazze’yi işgali bu kısa oyunun yeniden sahnelenmesine yol açıyor. Oyunu tiyatrocu ve öğretim üyesi olan Metin Balay sahnelemiş, dramaturjisini ise öğretim üyesi Fakiye Özsoysal yapmış.
Deniz Türkali’nin yorumuyla önce çocuklara ne söylenip ne söylenmemesi gerektiğini şaşkın, ürkek bir biçimde dile getiren, şiddeti dilin gücüyle neredeyse ehlileştirmeye çalışan bir söylem oyunun sonunda büyük bir öfke patlamasıyla tam bir şiddet diline dönüşüyor.
Söylemler üstüne çok çarpıcı ve vurucu bir deneme.
Mağdurların dili yok, faillerin var mı?
Söylemler üstüne bu deneysel oyun sadece bir çocuğa ne söylenip ne söylenmeyeceğini değil, bizim içimizdeki çelişkileri, çatışmaları ve çaresizliğimizi de gündeme getiriyor. Şiddet karşısında sözcüklerin tükendiği noktada, ne diyeceğimizi, kendimizi hangi sözcüklerle yatıştıracağımızı, kısaca sorunları nasıl bastıracağımızı bilemiyoruz. O an yaşadıklarımızı olabildiğince olumlu okumaya çalışıyoruz. Şiddeti bastırma, güzelleştirme, yok sayma biraz da ölüm karşısındaki çaresizliğimize benziyor. Bir sevdiğimiz öldüğünde o acıyı hafifletmek için başvurduğumuz törensi eylemler ya da “mekânı cennet olsun”, “ışıklar içinde uyusun” vb. klişe söylemler gibi. Şiddeti ve acıyı dile getirmede dilin sınırları çok net bir biçimde ortaya çıkıyor. Ama şiddeti dil aracılığıyla dizginleştirmeye çalıştığımızda şiddet yok olmuyor ki tam tersine giderek daha vurucu bir güç kazanıyor. Çünkü bastırılan şiddet dili öyle bir ele geçiriyor ki dil bir iktidar ve güç aracına dönüşüyor.
Bir silaha dönüşen dil
Bundan şiddet karşısında mağdurların dilinin olmadığı, faillerin ise olduğu sonucu mu çıkıyor? Mağdurlar, yani şiddeti yaşayanlar çaresizliklerini ve korkularını anlatacak sözcükleri bulmakta zorlanıyorlar, failler, yani şiddeti yaşatanlar ise şiddetle öylesine bütünleşmişler ki dili bir silah olarak kullanıyorlar.
Gerçekten de günümüzde savaşın yarattığı acılar en korkunç biçimde yaşanırken her tür diyaloğu ve uzlaşmayı yok sayan şiddet dili etkisini tüm gücüyle sürdürüyor. İdeolojilerin, manipülasyonun, yalanın ve toplum baskısının dili olan şiddet dili insanı insanlıktan çıkarıyor.
Oyunun evrensel bir değeri var. Çünkü her toplum kendi tarihinde yaşananları böyle bir çerçeve içinde anlatarak resmi tarihin söylemediği ya da sansürlediği noktaları sergileyebilir.
Oyunda ard alan bilgisi
Oyunu Deniz Türkali’nin sade yorumuyla çok beğendim. Öte yandan ard alan bilgisi yeterli olmayan bir izleyici bu kadar kısa bir deneysel performansı bu kadar baş döndürücü bir hızla izlediğinde anlamakta zorlanabilir. Oyunla ilgili kısa bir ön bilginin, söz gelimi bundan on beş yıl önce yazılmış olan bu oyunun bugün hangi bağlamda yeniden ele alındığının ve neden çok güncel olduğunu içeren bir açıklama, konunun dışında olanlara da önemli ipuçları verecektir. Tabii bu bağlamda Hamas’ın İsrail’e saldırısından da söz etmek gerekiyor. Dahası belki de İsrail Filistin çatışmasında yönlendirici olan karmaşık politik bağlantılara kısa bir gönderme de anlamlı olabilir. Böylesi bir ard alan bilgisi oyunu farklı bir pencereden görmemizi sağlayacaktır.
Yedi Yahudi Çocuk Tel Aviv’de
Bu oyun ilk kez Avrupa ülkelerinde sahnelendiğinde Yahudi düşmanlığı ile suçlanmış. Oysa burada bir taraf tutma söz konusu değil, odak noktası olan sadece söylemler ve dilin ve ideolojilerin bizleri nasıl yönlendirdiği. Bu nedenle de bizden olmayanları, ötekileri yok sayan faşist söylemlere karşı olan herkes hangi milletten olursa olsun bu oyundan çok etkilenecektir.
Nitekim Yedi Yahudi Çocuk İsrail’in Gazze politikasına karşı olan bir solcu tiyatro grubu tarafından Tel Aviv’de sahnelendiğinde çok ilgi uyandırmış. Yönetmen Samieh Jabbarin “Acının evi yoktur” diyor. “Acı acıdır ve evrenseldir”.
TEB Oyun Dergisi’nde yer alan diğer eleştiri yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.