Geleceği Tüketen Yalnızlık: Tek Kişilik Oyunların Estetik Krizi

Türkiye’de tiyatro, tarihsel süreç içerisinde gerek toplumsal gerek siyasal kırılmalardan derin biçimde etkilenmiş bir sanat alanıdır. Son dönemlerde ise özellikle dikkat çeken olgulardan biri tek kişilik oyunların Türkiye tiyatrosunda hızla yaygınlaşmasıdır. İlk bakışta yaratıcı özgürlük, cesaret ve bireysel sanat ifadesinin alanı gibi görünen bu üretimler, daha derinlemesine incelendiğinde tiyatronun hem estetik zeminini hem de kolektif üretim kültürünü tehdit eden bir kriz potansiyeli taşımaktadır. Bu çalışmanın temel sorusu şudur: Türkiye tiyatrosunun geleceği gerçekten yalnızlık üzerine mi inşa edilecektir? Yoksa bu yalnızlık, sanatı beslemekten ziyade onu tüketen, daraltan bir nitelik mi taşımaktadır?

Tek kişilik oyunlar, tiyatro pratiğinde dünya genelinde rastlanan bir formdur. Ancak Türkiye bağlamında son yıllarda bu formun adeta kitlesel bir eğilime dönüşmesi, benim fikrime göre salt estetik tercihlerden ziyade ekonomik, lojistik ve yapısal zorunlulukların sonucudur. Sahneleme maliyetlerinin artışı, seyirci potansiyelinin daralması, kurum desteklerinin yetersizliği gibi unsurlar, tiyatro sanatçılarını daha az masraflı projelere yöneltmiştir. Bu durum, tek kişilik oyunları görünürde pragmatik bir seçenek hâline getirmiştir. Ancak burada kritik bir yanılgı söz konusudur. Tek kişilik oyun biçimi, bazı örneklerde elbette güçlü estetik ve dramaturjik sonuçlar yaratabilmektedir. Fakat görüldüğü kadarıyla Türkiye’de söz konusu furyanın büyük bir kısmı, estetik gerekçelerden çok maddi mecburiyetlerden kaynaklanmakta; bu da kaliteyi belirleyen sanatsal ölçütleri ikinci plana itmektedir.

Alexandra Exter, Lighting Design for a Tragedy, 1928

Sanatsal ölçütlerin ikinci plana atılmasıyla tiyatronun en temel ontolojik özelliği olan kolektif üretim çöküş yaşamaktadır. Kolektif üretim; yazar, yönetmen, oyuncu, dramaturg, dekor, kostüm, ışık tasarımcıları ve teknik ekibin bir arada uyum içerisinde çalışmasıyla var olmaktadır. Tiyatronun büyüsü, tüm bu farklı disiplinlerin ortak bir estetik hedef doğrultusunda emeklerini bir araya getirmesinde yatar.

Tek kişilik oyun furyası, bu kolektif yapıyı kökten sarsan bir paradigma değişimini beraberinde getirmektedir. Çünkü bu yapı, “her şeyi tek başına yapabilirim” yanılgısını beslemektedir. Oyuncu, kendisini yalnızca oyuncu değil; aynı zamanda yazar, yönetmen, tasarımcı ve dramaturg olarak konumlandırmaktadır. Oysa bu alanların her biri başlı başına uzmanlık ve ustalık gerektirmektedir. Disiplinler arası geçişlerin sanat pratiğinde elbette yeri vardır ancak bu geçişler, ciddi bir donanım ve birikimle yürütüldüğünde anlamlıdır. Söz konusu olan, yalnızca ekonomik mecburiyetler nedeniyle üstlenilen roller olduğunda, ortaya çıkan ürün çoğu zaman yüzeysel, tekrara düşen, estetik ve dramaturjik bakımdan sığ bir yapı olmaktadır. 

Bu noktada, tek kişilik oyunların yaygınlaşması beraberinde bazı ciddi riskler de barındırmaktadır. “Herkes tiyatro yapabilir” söylemi, demokratik bir bakış açısıyla cazip görünse de sahne sanatlarının gerektirdiği derinlik ve disiplini göz ardı edebilmektedir. Tiyatro; sahne tasarımı, dramaturji, reji ve oyunculuk gibi alanlarda uzmanlık ve süreklilik gerektiren bir sanattır. Ancak son yıllarda, sahne deneyimi oldukça sınırlı olan bazı kişilerin yazarlık, oyunculuk, yönetmenlik ve tasarım süreçlerini tek başına üstlenerek sahneye çıkması giderek yaygınlaşmaktadır. Bana kalırsa bu durum, yalnızca sanatsal niteliğin zayıflamasına yol açmakla kalmamakta, aynı zamanda mesleğin yıllar boyu edindiği birikimin hafife alınmasına neden olmaktadır. Tiyatro üretiminde yaratıcılık kadar, bu mesleğin inceliklerine ve emeğine duyulan saygı da vazgeçilmezdir.

Fernand Leger, The Great Parade, 1954

Türkiye’de tek kişilik oyunlarda sık rastlanan bir sorun, biçimsel ve tematik tekrardır. Çoğu oyun, oyuncunun kendi içsel yalnızlığını anlatan monologlardan ibarettir. Anlatılar genellikle otobiyografik unsurlar taşır; travmalar, bireysel hesaplaşmalar, geçmişe yapılan geri dönüşler… Ancak bu anlatı kalıpları, yeterli dramaturjik işçilikten yoksun olduğunda, birbirine fazlasıyla benzeyen yapılardan ileriye gidilememektedir. Üstelik sahne tasarımı da çoğu zaman minimalizmin arkasına sığınılarak yoksunluk estetiği bahanesiyle birlikte düşüncesizce ve bilgisizce yapılmaktadır. Boş sahneler, tek bir sandalye, tek bir ışık… Tiyatronun büyüsünü yaratan görsellik ve sahneleme dilindeki çeşitlilik, yerini yoksulluk bahanesi kaynaklı bilmezliğe ve cahilliğe bırakmaktadır. Bu durum, seyircinin tiyatro deneyimini zayıflatırken tiyatronun temel gücü olan sahne tasarımını da çoğu kez boşluğa sürüklemektedir. Elbette bu sorun yalnızca tek kişilik oyunlarla sınırlı değildir; niteliksiz dramaturjik yaklaşım ve düşüncesiz sahneleme dili, çok oyunculu yapımlarda da görülebilmektedir. Ancak büyük oranda tek kişilik oyunlarda yoğunlaşan biçimsel ve tematik tekrarlar, bu türün daha kırılgan yapısını görünür kılmaktadır. Dolayısıyla söz konusu sorun, sahneleme çeşitliliğini ve seyirci deneyimini en çok tek kişilik oyunlarda zayıflatan bir durum olarak karşımıza çıkar.

Tiyatromuzun geleceğini belirleyecek temel soru şudur: Sanatsal üretimi bireysel yalnızlık üzerinden mi, yoksa kolektif bir ruh üzerinden mi inşa edeceğiz? Dijitalleşme çağında bile tiyatronun kolektif doğası önemini korumaktadır. Evet, yeni medya araçları, bireysel üretimi kolaylaştırmakta; ancak aynı zamanda kolektif çalışmalara yeni ufuklar da açmaktadır. Dijital sahneleme, interaktif tasarım, sanal gerçeklik gibi yenilikler, tiyatronun kolektif ruhunu daha karmaşık ve zengin biçimlerde yeniden üretme potansiyeli taşır. Ne var ki Türkiye’de tek kişilik oyun furyası, bu potansiyelin tam aksine, tiyatroyu bireysel üretime ve dolayısıyla yalnızlığa hapsetmektedir. Tek kişilik oyunlar, kimi zaman güçlü bir anlatım ve derin bir karakter yolculuğu sunabilse de tiyatronun esasını oluşturan sahne üstü ve arkası iş birliği süreçlerinden uzaklaşma riskini taşımaktadır. Ferhan Şensoy’un Ferhangi Şeyler adlı yapıtı, tek kişilik formun ustalıkla işlendiğinde nasıl etkileyici bir tiyatro deneyimine dönüşebileceğinin en parlak örneklerinden biridir. Ancak bu tür örnekler, arkasında güçlü bir dramaturji, uzun yıllara dayalı tiyatro deneyimi ve titiz bir yaratım süreci barındırmaktadır. Buna karşın, yalnızca tek başına üretme kolaylığıyla sahneye çıkan yapımlar, kolektif yaratıcılığın sağladığı zenginliği yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu nedenle, geleceğe dair sorumuz yalnızca biçimle değil, biçimi besleyen yaratım süreçleriyle de ilgilidir. Çünkü genelde biçimi anlamlı kılan; oyunun metninden sahne tasarımına, oyuncu ile yönetmen arasındaki yaratıcı diyalogdan prova disiplinine kadar uzanan, uzun soluklu ve çok katmanlı bir emeğin varlığıdır. Kolektif süreçlerin sunduğu bu derinlik, tiyatroyu sadece bir gösteri olmaktan çıkarıp, sahne ile seyirci arasında kalıcı bir bağ kuran yaşayan bir sanata dönüştürmektedir.

Fernand Leger, La Creation du Monde, 1923

Bu yalnızlık, yalnızca sahnedeki oyuncunun yalnızlığı değildir. Aynı zamanda tiyatronun toplumsal işlevini, kolektif estetik üretimini ve seyirciyle kurduğu ortak hayal alanını da daraltan bir yalnızlıktır. Tiyatronun geleceğini, yalnızca bireysel hikâyelerle ve dar sahnelemelerle şekillendirmek, kolektif bir sanat dalını tekil hikâyelere indirgemek demektir. Oysa tiyatro, kolektif bir hafıza, ortak bir estetik ve toplumsal bir diyalog mekânı olarak var olmak zorundadır.

Elbette tek kişilik oyunlar, kimi zaman oyuncuya eşsiz bir sahne hâkimiyeti ve ifade özgürlüğü kazandırabilmektedir. Tek bir beden ve sesle tüm bir dünyayı seyirciye aktarabilme becerisi, iyi işlendiğinde etkileyici sonuçlar doğurabilmektedir ve sahnedeki oyuncunun yaratıcılığını sınırlarına kadar zorlamasına olanak tanıyabilmektedir. Ancak bu tür örnekler, derin bir dramaturjik hazırlık ve güçlü bir sahne deneyimiyle desteklendiğinde anlam kazanmaktadır. Aksi hâlde, kolektif üretimin sunduğu çok katmanlı zenginlikten uzaklaşma riski kaçınılmazdır. Tek kişilik oyun yapma arzusu, sahne ve salon ölçüsünde artan ekonomik baskılar, küçük tiyatroların hayatta kalma çabası ve genç sanatçıların kendi üretimlerini görünür kılma isteği gibi faktörlerden beslenmektedir. Küçük sahneler ve sınırlı kadro ile üretim yapmak zorunda kalan tiyatrolar, tek kişilik formu daha erişilebilir ve pratik bir çözüm olarak görebilmektedir; ancak bu kolaylık, kolektif yaratım süreçlerinin sunduğu disiplin ve çeşitlilikten ödün verilmesine yol açar ve dramaturji, rejisör-oyuncu ilişkisi ile sahne tasarımı gibi unsurları yüzeyselleştirir. 

Sonuç olarak, bu yalnızlaşan üretim modeli, gözlemlediğim kadarıyla tek bir oyuncunun sahnede parlamasıyla sınırlı kalan bir deneyim yaratırken, tiyatronun çok katmanlı ve kolektif doğasını zayıflatmaktadır. Böylece sahnelerimizde çoğalan niteliksiz tek kişilik oyunlar, yalnızca oyuncunun değil, tiyatronun kendisinin içine düştüğü ve maalesef geleceğini tüketen bir yalnızlığa dönüşecektir.


Murat Şevke 

Türk Dili ve Edebiyatı ile Dramaturji ve Dramatik Yazarlık bölümlerinden mezun olmuştur. Tiyatro alanında yazar, yönetmen ve dramaturg olarak çalışmalarını sürdüren Şevke, 2023 yılında kurulan Soyut Sahne’nin kurucu ortağı olarak toplulukta üretimlerine devam etmektedir. Yazdığı ve yönettiği Ket adlı oyun İstanbul’da iki sezon boyunca farklı sahnelerde sahnelenmiş ve Yeni Tiyatro Dergisi Teşvik Ödülü’nü kazanmıştır. Ayrıca Dostoyevski’nin Timsah adlı öyküsünü sahneye uyarlayarak yeni projesinin hazırlıklarını yürütmektedir. Tiyatro pratiğinin yanı sıra akademik alanda da çalışan Şevke, OISTAT’ın düzenlediği 2025 Dünya Sahne Tasarımı Araştırma Sempozyumu’nda “Yapay Zekâ ve İnsan İş birliğine Dayalı Yaratıcı Süreç: Tiyatro Üzerinden Bir Analiz” başlığıyla sunum yapacaktır.


TEB Oyun Dergisi‘nin 51. sayısına buradan ulaşabilirsiniz.

Yazar Hakkında / Murat Şevke

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin