Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı

Ferdi Çetin

Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı oyununu ilk tetikleyen şey pandemi sırasında aklıma kazınan bir imgeydi aslında. Plastik ceset torbasıyla gömülmek zorunda kalanlar ve benim kişisel deneyimim. Kayıp ve yas süreci üzerine düşünmeye başlamıştım… Gördüklerimin ve yaşadıklarımın ağırlığı karşısında ne yapabilirim diye düşünüyordum. Gerçek karşısında taşa dönüşmemek için yansımasına bakmaktan bahsediyordu Calvino Amerika Dersleri kitabında… Ona tutunduğum bir dönem oldu. Bu aynı zamanda benim üniversitede verdiğim derslerde de sıklıkla kullandığım bir referanstı. Benzer bir dönemde Beykoz Kundura’da bir oyun izlemiştim. Oyun çıkışı Kayhan ile konuşurken Metrohan [oyunun oynandığı mekân] üzerinde bir ortak nokta etrafında yol almaya başladı süreç. Kurmaca bahsine dönecek olursak, ilk önce oyunun adı vardı, sonra mekân geldi ama oyun henüz yazılmamıştı. Raymond Carver’ın Katedral kitabını okuyordum. Oradaki öykülerden birinde bir tavus kuşu vardır, ailenin evine serbestçe girip çıkan, gelen konukları hayretler içinde bırakan bir tavus kuşu… Güzelliğin ve zarafetin geçiciliği üzerine düşünmeye başlamıştım anlatmak istediğim öyküde. Metrohan’ın koridorlarında dolaşan bir tavus kuşu olmalı diye tutturmaya başladım evet. Tüm zarafetiyle dolaşan bir tavus kuşu. 

Fotoğraf: Salih Üstündağ

Kayhan Berkin

Tabii burada Çehov’dan da bahsetmek gerekiyor galiba. Ferdi’nin söylediği şeyler olurken bir yandan da Bursa Şehir Tiyatrosu için Çehov’un Üç Kız Kardeş’i üzerinde çalışıyorduk.

Ben, Ferdi (dramaturg) ve Merve Yörük (dekor tasarım) hem oyunu, yazarı anlamaya çalışıyor hem de metni yeni bir gözle görmeye gayret ediyorduk.

Ferdi’nin yazmaya çalıştığı şeye baktıkça bazen bu fikre ısınıyor bazen de amaçladığımız şeyi yeterince dürüst ele alamadığımızı fark ediyordum.

Bir provadan sonra Ferdi’ye açıkçası festival için yazdığın oyunun meselesinden çok ben, sen ve Noyan’ın tiyatro üzerine konuşmalarımız daha çok ilgimi çekiyor, daha çok heyecanlanıyorum, bunun üzerine bir şey yapmalıyız bence dedim. Dağ yolunda, sucuk ekmek yiyorduk, Bursa’da.

F.Ç

Oyunun yazım süreci gerçek anlamda Bursa seyahatinden sonra başladı aslında. Kayhan’ın bahsettiği tiyatro üzerine sohbetler oyunun açılışındaki “tiyatro üzerine düşünceler” bölümünü tetikledi. “Tiyatro bir hapishanedir… Alt tarafı dört duvar, bir nevi yaşadığımız dünyanın sonu.” ile başlıyor oyun ve Çehov ile aramdaki farklardan bahsedeyim diye ilerliyor. Bu başlangıç, oyundaki yazar karakterinin Çehov’dan Brecht’e kendi tiyatro dilini arayışı ya da bulamayışının itirafı gibi oldu biraz. Sonrasında itiraf yerini yas, kayıplar ve geçmişin hayaletleri üzerine bir öyküye bıraktı. 

Noyan Ayturan

Ferdi’nin metinleri -kendisi her ne kadar “sahneleneceğini bilen öyküler” olarak tanımlasa da- bana göre imgesel anlatımın çok yoğun olduğu, uzun monologlar halinde ilerleyen şiirsel öyküler. Nasıl bir atmosferin içinde nasıl bir his yaratmak istediğini çok iyi biliyor ve esinlendiği şeylerden yola çıkarak bir dünya kuruyor. Bu dünya, insanlar ve olaylardan ziyade imgelerle dolu: Porselen tabakların üzerinde gezinen işgalci yengeçler, kristal kadehlerin arasında yürüyen tavus kuşları, Tanrı Bey’in adasında uçan martılar…

Bu projede üçümüz birlikte çalışmaya karar verdikten sonra Kayhan’la ilk işimiz Ferdi’nin öyküsündeki karakter ve ilişkilere odaklanmak oldu. Ulaşmak istediğimiz hissiyatı öyküden alabiliyorduk ancak imgeleri kristalize etmemiz gerekiyordu. Bu yüzden Ferdi’den diyalog yazmasını istedik. Biz yaptığı şeyin sürekli tam tersini önerirken Ferdi hem bizim tavsiyelerimizi dinledi hem de kendi dilinden ödün vermeden hepimizin ikna olabildiği bir metin çıkarmayı başardı.

F.Ç

Güzelliğin ve zarafetin geçiciliği idi beni ilgilendiren meselelerden bir diğeri. İstanbul’da yaşanan dönüşüm meselesi geliyor ardından. Yerinden edilenler, yerini kaybedenler ve bu şehirde var olma çabası. Nişantaşı özelinde el almak istedim bu meseleyi. “Bu şehirde varlığımız bir pazarlık konusu artık” konuyu benim için en iyi özetleyen cümledir. Yukarıda da bahsettiğim gibi tüm bu vahşiliği dönüşen bir Nişantaşı apartmanı üzerinden gözlemleyen bir yazar karakteri oldu oyunun başlangıç noktası. Fakat yazar pasif bir şekilde gözlemlemenin ötesinde bu yerinden edilme oyununda kendi sıkışmışlığını da yaşıyor. Bu sebepten ilk çatışma yazarın yerini kaybetmesiyle ilgili yaşadığı endişeden doğuyor. Bu bir nevi benim, yazar olarak oyunun içinde konumlanmamı da beraberinde getirdi. Her gün kapısının önünden geçtiğim kapı komşumun evinin dağılışını izledim. Önce eşyalarıyla birlikte kiraya vermeyi denediler evlerini, olmadı, sonrasında eşyaların tek tek yerinden edilme süreci başladı. Çöp konteynırının yanına konulan eşyalardan birkaçını almayı başardım. Bir tablo vardı duvarda, bir manzara tablosu, onu da almak istedim ama olmadı. Oyunda da yer alıyor bu eşyalar. Aslında oyunun bir sergi mekânına yerleşmesi fikrini destekleyen bir başlangıç oldu bu. Bir sergi salonu ile bir evin salonu arasında uzanan mekân oldu oyunun mekânı. İşte bu sebepten bir dönemin ışıltısını yaşayan eşyaların çöp konteynırlarının yanına atılması bugüne dair görüntü gibi geliyor bana. Tıpkı yanan yakılan ormanların, alevlerden kurtulan hayvanların görüntülerini televizyondan izler gibi pencereden izlediğim görüntüler. Gerçek ile kurduğum ikinci ilişki… İlkinden bahsetmiştim. 

Fotoğraf: Salih Üstündağ

K.B

Ferdi bir yandan yeni draftlar yazıp yazdığı draftları bize okutturuyor bir yandan da metninin bizim tarafımızdan her yandan yaylım ateşine tutulmasına karşı sağlam çıkıp yeni öneriler getiriyordu, ortaya atılan her fikir her üçümüzü de geçmek zorundaydı.

Bütün bunlar olurken oyunun yönetmeni olarak yazılan metni belli bir mekâna (Metrohan’a) uyarlamam hatta neredeyse metni oraya giydirmem  gerektiğinin farkındaydım ama Ferdi’nin oyunu yazarken sezgisel olarak yöneldiği aksı kaybetmesini istemiyordum. Bu sebeple hem anne/kız diyaloğu hem de üçümüzün aramızda tartıştığı konuları da içinde barındıran bir metin yazmasını teşvik ederken Metrohan’ın imkânlarına göre kendini sınırlandırmasını da doğru bulmadığımdan uzun süre  mekândan hiç söz etmedim, metin bitip provalar belli bir olgunluğa gelene kadar.

Sonra Metrohan’ın oturma biçimi 180 derece değiştirildi, geçmişle hesaplaşma üzerinden hayalet fikri gündeme geldi,  tavus kuşu aryaya ve o sırada canlı yapılan ses tasarımına dönüştü. Ben yazarı oynayınca oyunun asistanı da asistan olarak girdi sahneye, bölümler arası geçişler oyunsulaştırıldı, metinde bazı yerler atıldı, sadeleştirildi, ekler, doğaçlamalar geldi. Hayatiyeti olan sonrasında da hatta sergiye dönüşen bir dekor tasarım anlayışı benimsendi hayaletlerin olduğu bir oyuna/mekâna kontrast oluşturacak şekilde.

N.A

Şu an bu metni, bir drive dokümanı üzerinden üç kişi yazıyoruz. Üçümüz de birbirimizi okuyoruz ama farklı kanallardan ilerliyor anlattıklarımız. Bahsettiğimiz şeyler, anlatıyı kurma biçimlerimiz birbirinden farklı. Şimdi düşünüyorum da oyunu çalışma biçimimize de epey benziyor bu yöntem. Ferdi’nin beslendiği, dönüştürdüğü ve aktarmak istediği hikâyeyi kurarken zihninde canlanan imgeler; benim attığımız her adımla ilgili analiz yapma ve anlam kurma isteğim; Kayhan’ın oyunun rejisiyle birlikte işi yönetmekle ilgili tüm sürecin sorumluluğunu yüklenmesi. Bu noktada avantajlı olduğumuzu düşünüyorum çünkü hepimiz kendi alanımızda çalışırken bir yandan da karşımızdakine yardım ettik. Yardımdan kastım olabilecek en sert biçimde eleştirmek ve her konuda daha iyisini elde etmek için birbirini zorlamak. Ortaklaştığımız zeminin ne olduğu konusunda da Ferdi’nin taklidini yapayım: Bir şey daha var ama ondan sonra bahsedeceğim.

F.Ç

Sırası gelmişken söyleyeyim, Kayhan ve Noyan’ın bahsettiği süreçte bir yazar için en işe yarayan şey sanırım “iyi” ya da “kötü” geri bildirimlerinin ötesinde yaptığı şeyin dürüstçe yüzüne söylenmesi, Kayhan’ın deyimiyle yaylım ateşine tutulması. Çünkü bazen sıkıştığın noktada iyi bildiğin yerden yazmaya başlıyorsun, bu süreç benim için en çok da o güvenli alandan çıktığım, doğru bildiğimi ya da yapabildiğimi sandığım şeyi yeniden sınadığım bir süreç oldu. Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı benim metinlerim içinde diyaloğa yer verdiğim ilk metin. Bu da bu yüzleşmeler sayesinde oldu sanırım. 

Fotoğraf: Salih Üstündağ

Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı

N.A

Üçümüz de uzun yıllardır farklı tiyatrolarda çalıştık. Yazar, yönetmen, oyuncu ve dramaturg olarak sürekli biçim ve içerik üzerine düşündük, aradık, denedik; denemeye de devam ediyoruz. Sanırım son yıllarda hepimiz dürüstlük üzerine yoğunlaşmaya başladık (ya da bana öyle geliyorsa düzeltin lütfen). Bu yüzden algımız bu yönde hassaslaştı ve metinde, rejide, oyunculukta sahtekârlık yakaladığımız anda birbirimizin suratına tokadı seyirciden önce basmaya çalışıyoruz. Önceden etkilendiğimiz kişiler ve işlerle kurduğumuz ilişkilerin değiştiğini, kendi yolumuzu çizme konusunda farklı arzu ve gerekliliklerin ortaya çıktığını hissediyorum. Bu yüzden bu ekibin bir araya gelip bir iş çıkartması çok da tesadüfi değil belki de. Üçümüzün de birbirinden farklı şeyler öğrendiğini düşünüyorum. Sadece üçümüz değil tabii, ekipteki birçok kişinin kendi tiyatrosu var. Bu işin H6 Act ile birlikte ortak üreticisi ba- tiyatro Ferdi’nin; Kayhan Versus’ta, ben hausbühne’de, Ayşe Biteatral’de, Okan biriken’de kurucu/yönetmen. Oyunumuz bence altı tiyatro ve altı farklı düşünce/duygu dünyasının izlerini taşıyor.

F.Ç

Bugünü, içinden geçtiğimiz tuhaf zamanları anlamlandırmak için giriştiğimiz bir süreç oldu Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı bizim için. Odaklandığımız anne- kız ilişkisine gelince, yazar bir anne ve edebiyat alanında akademik çalışmalarına devam eden kızı ekseninde gelişti ana öykü. Büyük bir sanatçının çocuğu olmanın nasıl bir duygu olduğunu hep merak etmişimdir. Bu sebeple yazdıklarıyla, çizdikleriyle ön plana çıkmış bir sanatçının evinin salonundan kurmaya çalıştım bu hikâyeyi. Bir yazar olarak hep kendime sorduğum bir soruydu bu, biraz da bunun cevabını bulmak için yazdım diyebilirim. Üniversitede Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nde okuduğum yıllardan beri edebiyat tarihine mal olmuş isimler hep ilham verici oldu benim için. Belki de bir yazar olarak biyolojik ailem olmayan bir aileyle yüzleşmek için yazdığım bir oyundur bu. O üniversite yıllarının tanrısal yazarları ve hocaları… Gertrude Stein, T.S. Eliot, William Blake. Yapılan tartışmalar, dinlendiğim hikâyeler, edebiyatın magazin dolu bilinmeyen tarihi… Beni büyüten, olgunlaştıran tartışmalar. Bir yazar olarak kendi akademisyen yanımla da hesaplaştığım bir süreç bu pekala. On dört yıl okuduğum Edebiyat Fakültesi. Hiçbir şey değilse bile bir noktada tüm bunlar üzerine düşünmek başlı başına bir meseleydi benim için. Üniversitede ders vermeyi seviyorum, şu anda yazarlık üzerine dersler veriyorum ağırlıklı olarak, bir taraftan öykü ve oyunlar yazıyorum ve İstanbul gibi her geçen gün alanımızın daraldığı bir şehirde yaşıyorum. Bu şehirde varlığımız bir pazarlık konusu, bundan daha önce bahsetmiştim. 


Ferdi Çetin

İstanbul Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını ve doktorasını yine aynı üniversitede tamamladı. 
2012 yılında Yusuf Demirkol ile birlikte ba- tiyatro’yu kurdu ve Doğum Günü, Ev, Mercedes ve Anneler ve Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar isimli oyunları çeşitli sahnelerde seyirciyle buluştu. Evimizi Böyle Yaktım isimli ilk öykü kitabı 2018 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlandı.
Metnini ve konseptini oluşturduğu Terk Edilmiş Kıyılar // Negatif Fotoğraflar ve Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı isimli oyunları İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyer yaptı. 

Kayhan Berkin

2011 yılında Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nü dereceyle bitirdi. 2017/18 yılları arasında Londra Müzik ve Drama Sanatları Akademisi’nde öğrenim gördü. Yurt içi ve yurt dışında çeşitli tiyatro gruplarında profesyonel tiyatro oyunculuğu ve yönetmenliği yaptı.

Lampedusa ve Hipokrat oyunlarıyla yönetmenlik dalında Hamlet ve Kreutzer Sonat oyunlarıyla oyunculuk dalında Dogville, Evlilikten Sahneler ve Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı oyunlarıyla yapım ve ekip dallarında çeşitli kurumlardan ödüller kazandı.

Bu sezon yönettiği ve oynadığı yapımlar Versus Tiyatro, Zorlu Psm, ba- tiyatro, Mon Yapım, Tiyatro Mart’ı, İstanbul Devlet Tiyatroları, Faraza Tiyatro, Bursa Şehir Tiyatrosu ve DasDas bünyesinde oynanmaya devam ediyor. 

Noyan Ayturan

Fizik lisansının ardından Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. Theatre de l’Ange Fou – London International School of Corporeal Mime’da mim, Studio Oyuncuları’nda oyunculuk eğitimi aldı.

İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Pantomim Sanat Dalı’nın ilk mezunları arasında yer aldı ve aynı kurumda öğretim görevlisi olarak çalışmaya devam etti. Çeşit üniversitelerde dersler vermeye devam ediyor.

Hausbühne isimli online video platformunda tiyatro üzerine içerikler üretmekte ve İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü’nde, dijital çağda gösteri kavramı üzerine yazmakta olduğu tezle doktora eğitimine devam etmekte.


TEB Oyun Dergisi‘nin Buluşmalar sayısına ulaşmak için: TEB Oyun / Buluşmalar

Yazar Hakkında / Ferdi ÇetinKayhan Berkin and Noyan Ayturan

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin