Kaplumbağanın Dili: İstanbul Mon Amour Beyoğlu
“İşte her şeyi, uzun bir zincirin halkalarını bağlarcasına mükemmelen çözümledin!” [1] Dedektif hikâyelerinin sonunda Watson, Sherlock Holmes’a bu sözlerle seslenir. Peter Brooks Psikanaliz ve Hikâye Anlatıcılığı adlı kitabında hikâye ile dedektiflik arasındaki anolojilerin altını çizer ve Sherlock örneğini verir. Hikâyeler birleşerek bir zincirin halkalarını oluştururken düğümlerin çözülmesini, sırların açığa çıkmasını sağlar. Bir öykünün izini sürme, peşine düşme arzusunu ortaya koyar.
Hikâyeler, anlatıcı ile dinleyiciyi aynı çemberin etrafında bir araya getirir. Cem, cemaat, toplanma gibi sözcükleri yan yana dizer. Roland Barthes, hikâye anlatıcılığının anlatıcı ve dinleyici arasındaki bir sözleşme olduğunu söyler: “Değiş tokuş yoluyla elde etmek için anlatılır ve anlatının kendisinde yer alan da bu değiş tokuştur.” [2] Anlatı boyunca anlatıcı ve dinleyici yer değiştirir. Dinleyici, anlatıcının bıraktığı boşlukları birleştirerek anlatıyı yeniden inşa eder, başka zincirlerin halkalarına ekler. Anlatıcının hikâyesi dinleyicinin hikâyesine dönüşür. Walter Benjamin anlatıcılığın, hikâyeleri tekrarlama sanatı olduğunu ve dinleyicinin anlatı boyunca hikâyeyi eğirip dokuduğunu söyler. [3]
Dilden dile dolaşan, değişen, dönüşen hikâyeler; bir tesbihin boncukları gibi anlatıcıları ve dinleyicileri, oyuncuları ve seyircileri aynı çemberin etrafında toplar. 27. İstanbul Tiyatro Festivali’nin son gününde düzenlenen, proje yönetmenliğini Ahmet Sami Özbudak’ın yaptığı İstanbul Mon Amour: Beyoğlu da; İstanbul’un sakinlerini, misafirlerini İstanbul’un hikâyeleri etrafında birleştirdi, bir araya getirdi. Önceden belirlenmiş durak noktalarında buluşan seyirciler, her buluşma durağına doğru adım adım yürürken bir önceki durakta izledikleri oyunu, adım adım yeniden inşa etti ve bulundukları durakta yakaladıkları hikâyenin ucunu bir başka duraktaki hikâye ile birleştirdi. İstanbul Mon Amour: Beyoğlu boyunca anlatıcı ve dinleyiciler; her bir performansı, oyunu, anlatıyı birlikte örüp birlikte dokudu.
İstanbul Mon Amour: Beyoğlu, bir kaplumbağanın dilinden anlatılan hikâyelerle, Notre Dame de Sion’un bahçesinde, Burak Üzen’in performansı Karşılama Oyunu ile başladı. Münip Melih Korukçu’nun yazdığı oyunu Ahmet Sami Özbudak yönetti. Anlatı, bir taraftan seyircileri Osman Hamdi Bey’in Kaplumbağa Terbiyecisi adlı tablosunun içinde gezdirirken bir taraftan da Notre Dame de Sion’un koridorlarında, sınıflarında, kantininde dolaştırdı. Mekânın ruhu, hafızası, hikâyeleri de kaplumbağanın hikâyesine eklendi ve seyircileri geçmiş zamanın izinde bir yolculuğa çıkardı. Bir kaplumbağanın gözünden İstanbul’a bakan, İstanbul’un kozmopolit seslerini duyan dinleyici, seyirci; Fransızca’nın, Rum aksanının, albatros kuşunun; bir yolcunun, rahibenin, celladın yarattığı çok sesli anlatıya katıldı.
Anlatının davetiyle seyirciler; okulun öğrencisine, velisine, bir parçasına dönüştü. 1955 yılının talebeleri gibi bir sınıfta toplandı ve kendi defterlerine o günün notlarını düştü. Göçmenlerin, göç etmenin, etnik kavgaların hayatın içindeki izlerini izledi. Burcu Halaçoğlu’nun performansıyla 1955 adlı oyun, tarihin sayfalarını İstanbul seyircisinin önünde yeniden açtı. Sema Elcim’in yazdığı oyunu Kerem Pilavcı yönetti. Oyuncular ve seyircilerin aynı sıralarda yan yana oturduğu oyunda hafızanın kilidini açan hatırlama eylemi, yazma eylemine evrildi. Geçmişi kazıyarak hikâyelerin izini süren, peşine düşen anlatıcılar, bir cinayeti çözmeye çalışır gibi seyircileri de adım adım ipucu toplamaya, toplanmaya davet etti.
Bu hikâye şöleninde; Notre Dame de Sion’un öğrencileri, hayaletleri, ölüleri dile geldi. Dinleyiciler, Osmanlı tarihine uzanan kökleriyle Fransız Lisesi’nin dertlerine, yasına, sevincine ortak oldu. Madeleine adındaki atı ile yapacağı gösteriyi bekleyen talebenin heyecanı, korku ve endişeleri, kurallar ve özgürlük arasındaki ikilikleri seyirciyi de ele geçirdi. Nurcan Şirin’in performansıyla Müessif Bir Hadise adlı oyun, okulun kafeteryasında, izleyicileri bulundukları zamandan alıp 1960’lı yılların koridorlarında dolaştırdı. Kerem Pilavcı’nın yazdığı oyunu Ahmet Sami Özbudak yönetti. Etrafı yüksek duvarlarla çevrili okulun kendi içine kapanan; içindekileri normların, yasaların etrafında toplayan, sıkıştıran, hapseden yapısı resmedildi. Mekânın dili, anlatının diline eklenerek açık-kapalı, özgür-tutsak, içerisi-dışarısı arasındaki ikilikleri, hiyerarşileri su yüzüne çıkardı.
İç içe geçen hikâyelerin ardından Ahhan Şener’in performansıyla Aynı Anda İki Yerde oyunu, seyirci ve oyuncuyu aynı topluluğun içinde bir araya getirdi, yer değiştirdi. Münip Melih Korukçu’nun yazdığı oyunu Burcu Salihoğlu yönetti. Yönergelerle, oklarla, tabelalarla Fransız Lisesi’nin açtığı labirentte dolaşan seyirci, okulun penceresinde Tuğçe Tanış ve Duygu Pelit’in performansıyla Regine adlı oyunu izledi ve Salvador gemisinin batışına, albatros kuşunun umuduna tanıklık etti. Ozan Ömer Akgül’ün yazdığı oyunu Ahmet Sami Özbudak yönetti. Adım adım hikâyeleri takip eden izleyici, tiyatro salonuna geldiğinde Meral Çetinkaya ile Fehmi Karaarslan’ın performansıyla Ateşbazlar oyununu izledi. Notre Dame de Sion’un rahibesi Zoe’nin aşkına, bekleyişine ortak oldu. Oyunun hem yazarı hem yönetmeni Ahmet Sami Özbudak’tı.
Hikâyelerin etrafında buluşan, sözleşen izleyiciler, dinleyiciler Ateşbazlar’ın ardından Notre Dame de Sion’un zamanda açtığı yarıktan çıkarak sokağa adım attı. Şehrin gürültüsüne, binalarına, taşlarına, duvarlarına, yokuşlarına doğru yürüdü. İstiklal Caddesi’nin göbeğindeki Galatasaray Lisesi’nde tekrar bir araya geldi. Galatasaray Lisesi’nde artık birbirine tanıdık, aşina olan izleyiciler; birbirleriyle söyleşti, birlikte bekledi ve yeniden hikâyelerin ocağında birleşti.
Galatasaray Lisesi’nin girişindeki büstleri geçen seyirci, okulun geçmişinden bir geçit törenini yineledi ve zaman tüneline adım attı. Sınıfların arasından, koridorlardan, merdivenlerden dolaşarak Tevfik Fikret Salonu’na vardı. Az sonra Mekteb-i Sultânî’nin talebeleri ve hocalarıyla birlikte Tevfik Fikret’in de salona gireceği hissini veren salon 19. yüzyılın ruhunu seyirciye üfledi. Bu büyülü salonda Deniz Türkali’nin oynadığı Ah! oyunu, izleyiciyi yeniden İstanbul’un kalabalığına, keşmekeşine, trafiğine çıkardı. Yorgun bir İstanbullu’nun öyküsünü dile getirdi. Fatma Onat’ın yazdığı oyunu Barış Gönenen yönetti. Anlatıcının şehrin içindeki adımları ile seyircinin okuldaki adımları iç içe geçti. İçerisi ile dışarısı yer değiştirdi.
Tıpkı bir okul günü dinledikleri konferanstan çıkan öğrenciler gibi seyirciler de salondan ayrıldı ve okulun bir başka bölümünde Dicle Doğan’ın yönetmenliğini yaptığı Terk-i Dünyam adlı dans gösterisiyle karşılaştı. Dansın ağır ve su dalgaları gibi kıvrak, inişli çıkışlı hikâyesi İstanbul’un sularına ve “İstanbul’u nasıl biliriz?” sorusuna, “Benim İstanbul’um…” düşüncesinin açtığı boşluklara karıştı. Ardından seyirciler yeniden Tevfik Fikret Salonu’nda birleşti, buluştu, bir araya geldi. Ferhan Şensoy’un Kalemimin Sapını Gülle Donattım adlı eseri Okan Bayülgen’in performansıyla dile geldi. Odadan odaya, salondan salona geçerken toplanma, bir araya gelme; hikâyenin izini sürme, peşine düşme eylemi yinelendi. Seyirciler merakla anlatının halkalarını takip etti. Başlangıçta birbirine yabancı olan insanlar, her toplanmada, bir araya gelmede biraz daha tanıdık oldu.
Galatasaray Lisesi’nin ardından seyirci; Beyoğlu’nun sokaklarını adım adım yürüyerek, yokuşlarını inip çıkarak festivalin son durağı Saint Benoît Fransız Lisesi’ne geldi. Lisenin duvarlarla örülü bahçesinde ağaçların, merdivenlerin arasında; kaplumbağanın dilinden anlatılan hikâyelerin etrafında yeniden birleşti. Bir rivayete göre kaplumbağa kabuğunun üzerindeki halkalar, kaplumbağanın ölümsüzlüğünün işaretidir. İstanbul Mon Amour: Beyoğlu boyunca anlatılan hikâyelerin oluşturduğu halkalar da, kaplumbağanın kabuğundaki halkalara eklendi ve ölümsüzleşti.
Saint Benoît Fransız Lisesi’nin yüksek duvarlarının ardında Osmanlı sarayının çeşnigiri; bitkilerin binbir kokusunu, tadını, sırını bilen Mehveş’in hikâyesini anlatan Bir Nebatın Gölgesinde oyunu Canan Atalay ve Ayfer Dönmez’in performanslarıyla iki ayrı salonda sahnelendi. Bu oyunla 18. yüzyılın yangınlarıyla ateş denizine dönen İstanbul’un silüeti gözler önüne serildi. Kerem Pilavcı’nın yazdığı oyunu Ahmet Sami Özbudak ile Kerem Pilavcı yönetti. Son olarak lisenin tiyatro salonunda Bülent Emin Yarar’ın performansıyla on kuşaktır cellat olan bir ailenin hatıralarını, lanetini, gizlerini dile döken Bâb oyunu sahnelendi. Oyunun hem yazarı hem yönetmeni Ahmet Sami Özbudak’tı. Sabahın erken saatlerinde şehrin içindeki adımlarla başlayan hikâyeler, güneşin batışıyla nihayete erdi. Gündüzün ve akşamın, sokağın ve okulun, ben ve ötekinin iç içe geçtiği anlatılar; hikâyelerin etrafında toplanan, bir araya gelen insanları çok sesli bir orkestranın parçası haline getirdi.
İstanbul Mon Amour: Beyoğlu’nda İstanbul’un geçmişi, hafızası, travmaları dile geldi. Hikâyeler anlatıla anlatıla birbirine eklendi, çoğaldı ve mekândan taşarak İstanbul şehrinin suyuna, toprağına, havasına, sokaklarına bulaştı. Dinleyiciler; hikâyenin etrafında toplanma deneyimini, şehrin ve mekânın etrafında dolanma eylemini bir performansa dönüştürdü. İstanbul Mon Amour: Beyoğlu zihnime; toplanmanın, bir araya gelmenin, buluşmanın performansa dönüştüğü bir etkinlik olarak kazındı.
Peki, hikâyeler insanları bir tesbihin boncukları gibi nasıl bir araya getirir? Binbir Gece’nin, Decameron’un, Canterbury’nin anlatıcıları, dinleyicileri neden aynı halkanın etrafında toplanır? Hikâye anlatma ve dinleme arzusu nasıl bir mekânın duvarlarından taşarak tüm şehre yayılır? Son olarak Şehrazad niçin hikâye anlatır? Peter Brooks’un sözleriyle yazımızı bitirelim: “Şehrazad hikâye anlatmanın hiç de masum bir etkinlik olmadığını ve bir hayatı değiştirecek gücü elinde tuttuğunu çok iyi bilmektedir.” [4]
Dipnotlar
[1] Peter Brooks, Psikanaliz ve Hikâye Anlatıcılığı, Çev. Hivren Demir Atay & Hakan Atay, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2014, s. 61.
[2] Roland Barthes, S/Z, Çev. Sündüz Öztürk Kasar, İstanbul: Sel Yayınları, 2016, s. 96.
[3] Walter Benjamin, “Hikâye Anlatıcısı”, Son Bakışta Aşk, Çev. Nurdan Gürbilek & Sabir Yücesoy, Haz. Nurdan Gürbilek, İstanbul: Metis Yayınları, 2014, s. 84.
[4] Peter Brooks, Psikanaliz ve Hikâye Anlatıcılığı, Çev. Hivren Demir Atay & Hakan Atay, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2014, s. 90.
Kaynakça
Barthes, Roland. S/Z. Çev. Sündüz Öztürk Kasar. İstanbul: Sel Yayınları, 2016.
Benjamin, Walter. “Hikâye Anlatıcısı”. Son Bakışta Aşk. Çev. Nurdan Gürbilek & Sabir Yücesoy. Haz. Nurdan Gürbilek. İstanbul: Metis Yayınları, 2014.
Brooks, Peter. Psikanaliz ve Hikâye Anlatıcılığı. Çev. Hivren Demir Atay & Hakan Atay. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2014.
Bahar Yıldırım Sağlam
Medeniyet Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü, Dramatik Yazarlık ve Dramaturji Ana Sanat Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalışıyor. Mit Varmış Mit Yokmuş: Yapısöküm ve Metinlerarasılık Bağlamında 1980 Sonrası Kurmaca Metinlerde Gılgamış Miti (2022) başlıklı kitabın yazarı. Akademik çalışmaların yanı sıra oyun yazarı olarak faaliyet gösteriyor.
TEB Oyun Dergisi’nin Buluşmalar sayısına ulaşmak için: TEB Oyun / Buluşmalar