Aspendos’ tan Geleceğe

Belkıs: Ben Belkıs! İşim gücüm kurmaca… Sahi, siz hiç kurmaz mısınız kafanızda? Ben de pek çoğunuz gibi kendimi bildim bileli kafamda kurar dururum. Geçmişi, geleceği, olmuşu, olacakları… En çok da gelecekte olabilme ihtimali olanları! Yok, öyle düşündüğünüz gibi vesveseli biri değilimdir. Benimkisi, bilincimin sonsuz olasılıklarının altını üstüne getirmek suretiyle bulduklarımı eğip bükmek, Büyük insanlığın” hafızasına bata çıka, hayallere dala dala kurmacalar üretme sevdası.

Bu sabah da uzun zamandır üzerinde uğraştığım oyunum için bilgisayarın başına geçtiğimde yılın bu en uzun gününü Aspendos’ta geçireceğimi bilmiyordum tabii. Delphi kâhini değilim ne de olsa. Ama işte buradayım. Tam bana göre… Cüretkâr! Aspendos’ta geçen bir oyun yazmaya kalkıp yazama, yerine Aspendos’a gel. Neyse çağırdılar, geldim. Yok, bu ikinci sayılır. İlki annemle… Bana hamileymiş. Anne karnında bebeklerin çevrelerinin farkında olduğunu düşünüyorum. Siz peki, bu ilk mi olacak? Şimdi bildiğimiz her şeyin üzerine sünger çekelim ve zamanlar içinden zamanın, mekânlar içinden mekânın hüküm sürdüğü yolculuğumuza çıkalım. Ne yöne? Uzaydaki astronota Dünya’dakiler sormuş ya “Bulunduğun yerden aşağısı nasıl görünüyor?” diye… Astronot “Aşağısı neresi?” demiş. Bizimkisi de o hesap. “Geçmişteyiz,” desem inanacak mısınız ya da “Gelecekte?” “Geçmiş çoktan geçmiş, gelecek de henüz gelmemiş.” diyorsunuz, anlıyorum. Şahsen ben şu an düşündüm her şeyi, tamamen doğaçlama… Amfi tiyatroyu dolaşırken ve efsanevi öyküyü yeniden dinlerken “Acaba,’’ diyorum, “Aspendos’ta geçen oyunumu tamamladığımda, burada sahnelenebilecek mi örneğin?” Bilmeyi her şeyden çok isterim. Sizin de geleceğe dair bilmek istedikleriniz var mı? Eee hadi ne duruyoruz öyleyse neyi arıyorsak düşelim peşine!

Amfi tiyatronun kapısındayım. Sahnede büyük bir masa etrafında toplanmış insanlar görüyorum. Sanki her biri, az sonra sahneleyecekleri oyun için giyinip kuşanmış. Prova mı? Sandalye sırtlarına yazılmış isimleri okuyamıyorum. Henüz yüzleri de seçemiyorum. Hayra mı yoksa şerre mi yormalı?

Asma yapraklarını başına taç etmiş adam, elindeki testiden kadehlere şarap dolduruyor. Yaklaşırsam belki bir kadeh de bana… Bir adım daha… Yıldız Kenter! Daha kimler kimler… Genco Erkal, Türk tiyatrosunun Shakespeare’i Orhan Asena, William Shakespeare,Bertolt Brecht, Heiner Müller… “Ölümsüzler Takımı” yazıyor arkalarında. Diğerlerinin de “Tanrılar Takımı” Bir yarışma mı acaba? Kim daha ölümsüz kim daha kalıcı? Olabilir mi gerçekten?

Kadehleri dolduran Dionysos, defne dalından taç takan Apollon, elinde orağıyla Kronos, yele perçemiyle Kairos. Okudum vallahi! Kartal gözü varmış bende, hiç bilmezdim. İnsan, potansiyelini zorladıkça zamanla bazı yetenekleri de açığa çıkıyor olmalı.

Şu tanrılardan birine laf atalım bakalım neler söyleyecek bizlere? Maksat muhabbet olsun, belki yanında da bir kadeh şarap! Ne soralım? Madem ki antik tiyatrodayız… Yetiş ey mitologya imdade! “Merhaba ben Belkıs! Konusu Aspendos’ta geçen, geleceğe dair bir oyun yazıyordum da bazı sorular var kafamda.” desem? Yok, olmaz. Daha şiirsel, daha destansı… Onların dünyasından biriymiş gibi… Tabii ya Aspendos kralının kızı, mimar Zenon’un sevgilisi Belkıs! Ve sahneye doğru iniyorum, kimliğimi ardımda bırakıyorum. Bundan sonra zamanın tanıkları arasında Prenses Belkıs’ım ben!

Prenses Belkıs: Aspendos Prensesi Belkıs’tan selam olsun sizlere ey ölümsüzler! Selam olsun sizlere ey yüce tanrılar! Az önce yere düşen paranın tıngırtısını duydunuz değil mi? Yankının mimarı Zenon’un marifeti… İşaret gönderiyor siz ölümsüzlere ve tanrılara… Kulak veriyorum şimdi ona ve o da burada, aramızda! “Sorularım var.” diyor “Sahnemde, hayatın cilvelerini oynayanlara.” Aracı olmamı istiyor kendisiyle sizler arasında. Soruları soracakmış ardı ardına. “Dileyen yanıtlasın.” diyor Dionysos başkanlığında. Beni de kâtip ilan etmiş, toplantı tutanakları sorumluluğumda.

Dionysos: Tanrı da olsam bir sanatçının teveccühüne layık olmak benim için her zaman onurdur. Testilerim kaliteli şaraplarla doludur. Kadehler geleceğin şerefine kalkmadan evvel isteyen haber sorsun geleceğinden, Apollon da hazır buradayken.

Apollon: Alaaddin’in sihirli lambasına sahip değilim. Yanıtları Pythia aracılığıyla soranın mantığına teslim ederim.

Dionysos: Soralım hâlimizi, görelim pürmelalimizi! Aklı sarhoş edelim ki gösterelim hakikatimizi. Karışsın sesimize hem kahkaha hem kehanet. Sözü olan kaldırsın hemen kadehini. Öğrenelim hep beraber arzuyu, özlemi, umut edip sabırla direnip büyük bir isyanla gelecekten hem bir şeyler beklemeyi hem de hiçbir şey beklememeyi.

Kairos: İnsan hep doğru anı bekler. An gelmeden önce yüreği umutla dolar.

Y. Kenter: Sabırla gelecek için provaya devam etmek…

G. Erkal: Nice kurulacak sahnelerin özlemi içimde!

O. Asena: Gelecek, geçmişin değiştirilebilir yankısı.

B. Brecht: Oyuna seyirci kalmak yerine direnip kendi istediğin gibi yazacaksın onu!

H. Müller: Sistemin dişlileri arasında ezilmişlerin arzulu fısıltıları duyuluyor.

W. Shakespeare: İsyan ediyorum yazgısını değiştirmek için en ufacık bir çaba göstermeyene!

Kronos: Gelecek, daha doğmadan yuttuğum evladım. Bana kalırsa yolunu gözlemeyin boşuna.

Prenses Belkıs: Ey tiyatronun ve şarabın tanrısı Dionysos! Soralım bakalım zamanın tanıklarına…

Dionysos: Hep bir ağızdan konuşmayalım sevgili konuklar. Kulak verelim prensese. “Geçmiş mi geleceğe yoksa gelecek mi geçmişe bağlıdır?” diye soruyormuş Zenon. Hadi kadehleri görelim!

W. Shakespeare: Geçmişin hayaletidir geleceği şekillendiren. Geçmişin günahlarıdır geleceği lanetleyen!

H. Müller: Sorarım sizlere! Eğer geçmiş yalnızca geçmişse bugün de neden hâlâ soluğumuzu kesmekte? Siz prenses, siz kimin geçmişini yaşamaktasınız? Ya siz Zenon, oturduğunuz yerden kimin geleceğine bakmaktasınız ve böylesine çabasızken?

B. Brecht: Yeni bir dünya kurduklarını sandılar ama taşlar hâlâ eski duvarlardan. Bırakın düşünsün seyirci, düşünsün ki bu sahnede geleceğin provasını görsün.

O. Asena: Gelecek, düşünmeyenlerin yazgısı, düşünenlerinse meydan okuyuşu.

Kairos: Ne geçmiş ne gelecek! Beni anda yakaladın yakaladın! Yakalayamazsan hep “Şimdi değil.” diyeceksin.

Kronos: Saçma! İkisi de bir çizgi üzerinde. Geri ileri geri ileri… Geçtiyse zaman çok da umursama, gelmesini de bekleme. N’apayım dayanamıyorum, her biri öyle lezzetli ki!

Y. Kenter: Zaman tıpkı sahnedeki gibi akar da fark etmeyiz. Dairesel! Geçmiştekini oynar, geleceği inşa ederiz. Gelecektekini oynar, geçmişi ararız. Ama hayatımızın en derin izlerini, hep şimdimize kazırız. Sahnede de her şey şimdi olmaktadır. Geçmiş de gelecek de…

G. Erkal: Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim… Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim…

Dionysos: Hadi o vakit anın şerefine kaldıralım kadehlerimizi. Ah çocuklar ah! Her çağda tek değişmeyen, şarabın şu güzelim tadı! Kaydediyorsunuz tüm yanıtları değil mi prenses?

Prenses Belkıs: Elbette Dionysos! Fakat not almasam da olur. Sorular da yanıtlar da kalbimden taşıyor.

Dionysos: Anlayamadım? Soru zor yerden geldi bu sefer sayın konuklar. Hadi bakalım! Mimar Zenon, tam da kendisine yakışır şekilde sormuş. Bu kez kenara çekiliyorum. Sahneyi sahibine bırakıyorum. Bu soruyu sormak onun en tabii hakkı.

Mimar Zenon: Ey tanrılar! Ey ölümsüzler! Ey sözcükleriyle dünyalar kuranlar! Aspendos’u aşkla inşa ederken ışığın içeriye nereden sızacağını bir mimar olarak söylemek kolaydı elbette. Fakat gelin görün ki tiyatro sanatı söz konusuysa zorlanırım her vakit yanıtı bulmakta. Size soruyorum ben de şimdi ve burada, söz sanatının ustalarına! Söyleyin ey ustalar şu aşık mimara! Geleceğin tiyatrosunda ışık nereden sızacak içeriye? Taştan mı, dilden mi, kalpten mi yoksa yarılacak zamanın kabuğundan mı? Işık nereden sızmalı ki görebilsin her daim insan, insanı, insanla?

W. Shakespeare: Olmak ya da olmamak, bütün mesele bu olduğu sürece her şey aynı kalacak. Işık, Hamlet’in aynasından insanların yüzlerine yansıyacak.

B Brecht: Değişen bir şey yok kanımca. Perde açıldığında seyircinin gerçeği fark etmesiyle sızacak ancak ışık içeriye.

H. Müller: Sizler… Daha şimdiden geleceğin rüyasını görüyor olmalısınız. Benjamin’in tarih meleği gibi yüzümüz geçmişe dönük uçuyoruz geleceğe. Gördüğümüz, sadece yıkıntılar. Her sahne, geçmişin bir enkazı. Ama unutmamalı, enkazdan yükselen toz sayesinde fark ederiz karanlıkta ışığı. Ancak o vakit anlatılabilir işte insan da insanla insana.

Kairos: Fırsatlar dostum! Işık, ancak anın fırsatlarını yakalayabilenleri aydınlatır. Işığın fırsat ile göz göze geldiği yer sahneyse bilmelisin ki orada daima bir yıldız parlıyordur.

Y. Kenter: Canikom teşekkürler, ne harika! İnsan, insanın içini görebildikten sonra, hangi aracı kullanırsa kullansın fark etmez. İşte ışık, tam da oradan ve sızmıştır içeriye çoktan.

G. Erkal: “Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız. Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya “Yaşadım” diyebilmen için…” Nazım’ın şiirleri, sahnelerde dile geldikçe ışık da hep sızacak bir yerlerden içimize içimize!

O. Asena: Geçmişin efsanelerine bakmayı akıl ettiğiniz sürece ışık, geleceğe sızmayı başaracaktır.

B. Brecht: Eskiden düşünürdüm: ilerde, çok ilerde çökünce oturduğum evler, bindiğim gemiler çürüyünce, anarlar benim de adımı başka adlarla birlikte… … bugünse pekâlâ, unutulsun! Ne diye ekmek varsa yeterince, sorulsun fırıncı? Ne diye yeni kar bekleniyorsa övülsün erimiş kar? Ne diye bir gelecek varsa dursun bir geçmiş? Ne diye anılsın adım? Bilmem anlatabildim mi Zenon? Güneş, her gün yeniden doğuyor.

Apollon: Biraz sessizlik lütfen! Pythia ile haberleşiyorum. Ve işte kehanet! Pythia sesleniyor sizlere. Işık, yalnızca gökten inmez. Sanatçının alnındaki ter, karışmalı hakikatin tozuna. Hakikati sorarsanız onu da herkes içinde arayıp bulacakmış.

Kronos: Bravo bravo! Ne suya ne sabuna dokunmadan, tam senden beklendiği gibi. Işık falan anlamam, evladım olsa yutarım, tanımam!

Dionysos: Yüce tanrılar! Yakışıyor mu hiç sizlere? Yoksa şanınızı taşımak istemiyor musunuz geleceğe? Ölümlüler sizi böyle mi bilmeli? Lütfen! Hadi ölümsüzler, kaldırın kadehlerinizi sağlığa ve aşka! Size gelince ey sefil tanrılar! Sizler de kaldırın kadehlerinizi derin uykularınıza!

Prenses Belkıs: Dionysos! Zenon’a Dünya’nın akustiğinin bozulduğu haberi gelmiş şu anda. Kimse kimseyi duymuyormuş ne yazık ki! Akustik ayarı hemen yapılmazsa insan, yalnız kendi türünü değil varoluşun tamamını duyamaz hâle gelirmiş. Sesler, insandan insana ulaşmadan kaybolur gidermiş. Böyle giderse ne tiyatro ne müzik ne de yaşam kalırmış geriye. “Görev beni bekler.” diyor. Yalnız gitmeden önce konuklarımızdan son bir ricası var.

Dionysos: Lütfen Prenses Belkıs! Dükkân sizin.

Prenses Belkıs: Geleceğe miras kalması açısından burada paylaştığımız büyülü anın anısına ölümsüzlerden birer replik, tanrılardan da işaret rica ediyor. Zira Dünya’nın akustiğini yeniden ayarlarken bu replikler ve işaretler çok işine yarayacakmış.

Dionysos: İlk işaret benden gelsin. Yolun açık olsun Zenon! Önce taş kalplileri sarhoş etmelisin. İstersen bu görevinde seve seve yanında olurum. Aspendos’un taşlarını nasıl döşediysen döşe onları da bildiğin gibi. Ortada tıpkı burada bıraktığın boşluğu bırak. Sahnede sonsuza değin sürer böylece iyilerin gösterisi!

Apollon: Kozmos’u dinlemelisin önce. Akustik bilirsin ki düzen ister. Yankı, geometriyle kutsanır. Ses, ancak ölçülüyse uzanır sonsuzluğa. Görevine başlamadan önce Delphi’ye git. Bil ki kapısında ‘Aşırı hiçbir şey’ ve ‘Kendini bil’ yazılarını göreceğin o yer, doğru yerdir. Ve sen, onu bulduğunda Dünya’yı yeniden dengeye, ölçüyü kaçıranları da kendine getirecek tapınağını buldun demektir.

Kairos: Geçmiş ve geleceğin daireselliğinin tam ortasında boşluk bırakabileceğin o doğru anı kolla…

Kronos: Ben zaman birimlerini dizmeyi bilirim, sense taşları Zenon. Bilmelisin ki her yankı, geçmişteki bir zaman parçasının geri dönüşüdür. Hayret ettim şimdi ben de… Nasıl kaçmışlar ki iştahımdan diye? Ben boşluk sevmem Zenon. Planlamadan düzenlemeden hiçbir sonuca varamazsın. Sonrası kolay, sen nasıl yapılacağını bilirsin.

Mimar Zenon: Ey sözün ve sesin ustaları! Ses yankılanmadıkça kelimeleriniz unutulacak! Bu dünya sahnesinde insan insana insanla anlatılamayacak! Sevgili prensesim Belkıs! Sen ne dersin?

Prenses Belkıs: “Kopan çığlar altında kalanlar olduğu oysa görülüyordu. Bir kadının ilerde bir şeyler hıçkırdığı; bir erkeğin, birine, görünmeyen birine bir şeyler seslendiği oysa görülüyordu. Ama duyulmuyordu. Ses! Sanki ses olmayınca hiçbiri olmuyordu.” Az önce şurada oturan kız… Adı neydi?

Mimar Zenon: Belkıs!

Prenses Belkıs: Hah! Belkıs tabii ya! Adaşım. O fısıldamıştı ilk gördüğümde bu sözleri kulağıma. Dediğine göre ünlü bir şairin manzumesi imiş. “Behçet Necatigil,” diyor. Kuzum Zenon, çağdaşımız olabilir mi bu şair, hiç tanıyamadım da?

Dionysos: İlk söz sizin Yıldız Kenter! Sonra da sırasıyla ölümsüzler…

Y. Kenter: Ben Anadolu! Binlerce yılın tortusunu taşıyan kadınların sesi nefesimde can buldu. Sesi hiç susmasın bu kadınların diye emanet ettim onları gençlere, biliyorum onlar da emanet edecekler yankılansın dilden dile diye kendisinden sonra geleceklere…

G. Erkal: Ben bir deli! Dünyadaki tüm haksızlıkları gören ve isyan eden, kabul etmeyen, kendine özel, şiirsel bir dünya yaratıp oraya sığınan bir deli… Bütün öğrettiklerimi unutun. Dünya dönüyor, evet, ama belki de burada, bu dağ başında dönmemesini bilmek daha doğrudur. Hoşça kalın dostlarım benim hoşça kalın! Sizi canımda, canımın içinde, kavgamı, kafamda götürüyorum. Sesim yankılanacak biliyorum seyircilerim unutmadıkça!

O. Asena: İnsan yoruluyor… Her şeyin gelip geçici, her şeyin aldatıcı olduğu bir dünyada tek seyirci olarak yaşamak, ölenlerle kalanlar arasında biteviye kendini dilim dilim bölmek, isyan duymadan, acı duymadan bunu yapmak pek zor. Her gün biraz daha eskidiğini fark etmek ve yenileri hiç değişmeyen bir hoşgörü ile karşılamak. Her gün parça parça ölmek ve bu ölü taraflarını hiç acı duymaksızın, tıpkı bir ağacın ölü yapraklarını silkip atışı gibi silkip atmak, onların arkasından ağlamamak, ne demektir bu, anlayamazsın. Bırak, silkelensin parazit sesler!

W. Shakespeare: Hişt! Macbeth bu konuşan… İşte sesi hâlâ yankılanmada Aspendos’ta! Ses, uyuyanların hepsine, durmadan “uyumayın!” diye bağırıyordu, “Glamis uykuyu öldürdü, onun için Cawdor bir daha uyumayacak!” 

B. Brecht: Ben bir oyun yazarıyım. Gördüğümü gösteririm. Nasıl alınıp satıldığını gördüm insan pazarlarında insanların. Bunu gösteririm, ben, oyun yazarı. Yankılanır sesim oyunlarım sahnelendikçe!

H. Müller: Ben Hamlet değilim. Artık rol yapmıyorum. Sözcüklerimin bana söyleyecek bir şeyi yok artık. Düşüncelerim imgelerin kanını emiyor. Dramım gerçekleşmiyor artık. Arkamda dekor kuruluyor. Dramıma ilgi duymayan insanlar tarafından, dramımı umursamayan insanlar için. Benim de umrumda değil artık. Artık oynamayacağım.

Kaynakça 

William Shakespeare, Hamlet, Çev. Sabahattin Eyüboğlu, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2008

William Shakespeare, Macbeth, Çev. Sabahattin Eyüboğlu, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2019

Güngör Dilmen, Ben Anadolu,  İstanbul: Mitos-Boyut Tiyatro Yayınları, 2017

Orhan Asena, Toplu Oyunları 3, İstanbul: Mitos-Boyut Yayınları, 2010

Nazım Hikmet, Bütün Şiirleri, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2019

Behçet Necatigil, Şiirler, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2024

Behçet Necatigil, Mitologya, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2022

Kerem Karaboğa(ed.), Tiyatroda Zaman/Mekân, İstanbul:  Habitus Yayıncılık, 2018

Sevda Şener, Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Ankara: Dost Kitabevi, 2020

Ayşegül Yüksel, William Shakespeare-Yüzyılların Sahne Büyücüsü, İstanbul: Habitus Yayıncılık, 2017

Ferid Edgü, Hakkari’de Bir Mevsim, İstanbul: Sel Yayınları, 2017

Bertol Brecht, Bütün Şiirleri-2, Çev. Yılmaz Onay, İstanbuL: Mitos Boyut Yayınları, 2009

Heiner Müller, Hamlet Makinesi, Çev. Zehra Aksu Yılmazer, İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi, 2021


H. Esra Kara

Ayvalık doğumlu. Gazi Üniversitesi Fizik Öğretmenliği mezunu. 2012’de İnönü Üniversitesi yarışmasında Büyük Usta hikâyesiyle üçüncülük aldı. 2014’te Berlin Regenbogen Buchhandlung/ Gökkuşağı Kitabevi yarışmasında Aşk Düşlere Sığar mı? öyküsüyle seçkiye girdi. 2018’de İnönü Üniversitesi yarışmasında İnci öyküsüyle seçkiye girdi. 2020’de Üç Moira öyküsüyle Homeros Edebiyat Ödülleri Tarık Dursun K. ikincilik ödülünü aldı. İstanbul Şehir Tiyatroları “Şehir Yazarlarını Arıyor” atölyesinde Yetmiş Dokuz’un Sonuydu oyununu yazdı. Galataperform Oyun Yazarlığı Ustalık Sınıfı’nda Delidivane Olasılıklar Müzesi oyununu yazdı. Beliz Güçbilmez atölyelerini tamamladı. 2024’te AB Mednight Tales yarışmasında hikâyesi, Çerden Çöpten Bir Ada Hikâyesi 7 (Türkçe, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Arapça, Yunanca, İspanyolca) dilde yayınlandı.


TEB Oyun Dergisi‘nin 51. sayısına buradan ulaşabilirsiniz.

Yazar Hakkında / H. Esra Kara

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin