Uluslararası Tiyatro Müzeleri Buluşması Ardından Esen Çamurdan’la Söyleşi
Köklü bir tiyatro geleneğine, birçok kültürün tiyatro mirasına ve belki de en fazla antik tiyatro mekânına sahip olan ülkemizde bir tiyatro müzesi olmaması biraz şaşırtıcı. Öncelikle kurduğunuz Türkiye Tiyatro Vakfı’nın hedeflerinden biri olan tiyatro müzesi hayalinden bahsedebilir misiniz?
Esen Çamurdan: Gerçekten de topraklarımızda yer alan ve dünyanın öteki yerlerinde bulunan kalıntılara göre iyi durumda oldukları söylenen tiyatro yapılarından başlayarak, arada boşluklar olsa da bu ülkede incelemeye, peşine düşmeye değer bir tiyatro kültür mirası var ne var ki bir tiyatro müzesi yok! Bu da ortada ciddi bir kalıcılık sorunu olduğunu gösterir. Bıkmadan usanmadan dile getirdiğim gibi, vefat eden tiyatro kişiliklerimizin yakınları kendilerine emanet edilen kültür mirasını ne yapacaklarını bilememekte, bunlar koleksiyonerler, sahaflar gibi özel meraklıların elinde kalmakta yani toplumla paylaşılamamakta, topluma mal edilememektedir. İşte müze sorunu tam da bu nedenden çok önemlidir, kültür ve sanat alanının acıklı konularından biridir ve özellikle tiyatroda önemli bir kültürel değer yitimine neden olmaktadır. Türkiye’de tiyatro sanatı geçmişsiz, dolayısıyla geleceksiz bırakılmaktadır.
Tiyatro müzesi hayalimize gelince…ICOM’un (Uluslararası Müzeler Komitesi) yeniden biçimlenen müze tanımı aslında bizimkine çok uymakta: müzenin barışın inşasına, demokrasiye, toplumsal diyaloğa, adalete katkısının önemine inanmaktayız ama yine aynı bağlamda dijitalleşme ve yeni teknolojilerin müzelerin üzerinde ne gibi dönüşümler yarattığını düşünmek durumundayız. Doğaldır ki çıkış noktamız, her şeyden önce tiyatro kültür mirasımıza sahip çıkmak yani tiyatro belleğini korumak, onu geliştirmek, toplumla paylaşmak ve gelecek kuşaklara aktarmak olacak.
Gerçekten de bugünden geleceğe sağlıklı bir tiyatro yapısı kurgulamak gibi bir endişemiz varsa eğer tiyatroyu geleceğe taşımak durumundayız. Öte yandan tiyatro mirasını korumak, yalnızca unutulanları anımsamak, bilinmeyenleri gün yüzüne çıkarmak değil, aynı zamanda toplumsal belleği canlı tutmak anlamına gelmekte. Ve tam da bu nedenle ortak yaşam kültürümüzü korumak adına büyük önem taşır.
Tiyatromuzun öyküsünü günümüze dek getiren, onun çokkültürlü doğasını yansıtan, heyecan ve ilgi uyandıracak bir öğrenme deneyimi ve eğitim olanakları sunan bir müze hayalimiz var. Aynı zamanda, bilinenleri güçlü referanslarla sorgulatmalı ve yeniden düşündürtmeliyiz. Öte yandan kültürel miras için paylaşımcılık önemlidir, hele bizimki gibi çokkültürlü, çokdilli toplumlarda bir tiyatro müzesinin toplumsal, kültürel kimlik oluşumuna katkıda bulunması gerektiğine inanıyoruz. Çünkü büyük bir zenginliktir bu; bunun ayrımına varmalıyız, vardırtmalıyız.
Ancak… her şeyden önce, yapmamız gereken, toplumu kültürle, sanatla barıştırmak olmalı. Bunun yollarından biri de yaşayan ve yaşatan bir çağdaş müzeden geçer; yeni bir dil bulmalıyız, farklı bir müze ritüeli yaratmalıyız zira kültür mirası toplumla paylaşılmazsa, her bir birey simgesel de olsa onu sahiplenmezse, kendinin kılmazsa o miras anlamının bir bölümünü yitirir.
Hayalini kurduğumuz müzenin; insanların buluştuğu, karşılaştığı, yan yana durduğu, ortak bir şeylerin paylaşıldığı bir yer olmasını istiyoruz; aynı zamanda bir sanat ve kültür merkezi işlevini yüklenen… Ülkemizin gösteri ruhunun canlandığı bir uzam; kentin kültürüne hizmet ederken kenti tanımanın, kentli olmanın da yollarını açan bir mekân olsun istiyoruz… yani, bir tür toplumsal arena.
Önemsediğimiz iki noktayı daha belirtmek isterim: Türkiye Tiyatro Müzesi’nin yalnızca dünden bugüne kalanları araştırmak ve gün yüzüne çıkarmakla yetinmeyip bugünden yarına kalacakları da kayıt altına almasını dilemekteyiz; bir de gerek mimari yapısı gerekse sergileme anlayışıyla çocuk ve engelli ziyaretçilerini gözeten bir alan oluşturmayı hedefliyoruz.
Uluslararası Tiyatro Müzesi Buluşmaları fikri nasıl ortaya çıktı? Bu buluşma için daveti kabul eden konuşmacılar dışında başka kimlerle, hangi kurumlarla iletişim kuruldu ve süreç nasıl işledi?
E.Ç: Vakfın tüzel kişiliğini kazanması için mahkeme kararını beklerken (bir yıl altı ay bekledik!) bir fon bulup o dönemdeki müze danışmanımızla Viyana ve Stockholm’deki tiyatro müzelerini görmeye gittik, beş altı gün süren bir tür görgü-bilgi gezisi gibiydi bu. Büyük heyecan ve coşkuyla karşılandık. Özel sunumlar yapıldı bize, arşivler tanıtıldı, çalışma düzenleri anlatıldı vb. hatta Stockholm Sahne Sanatları Müzesi o gün kapalı olmasına karşın bize kapılarını açtı, özel olarak gezdirdi, başka bir yerde bulunan atölyelerini ziyaret ettik, açıklamaları dinledik. Ağzımız açık, bakışlar şaşkın, beynimiz allak bullak dolanıp durduk yani…tabii bu arada başka müzelere de gittik, en çok Nobel Müzesi’nden etkilendim ben. Tiyatro müzelerini İstanbul’da buluşturma düşüncesi işte bu gezide çıktı. “Madem”, dedim kendi kendime “geriye kalan belli başlı tiyatro müzelerini tek tek göremeyeceğimize göre, onları bizde toplayalım”; hem tümünü birden dinleme şansı elde edecektik hem de söz konusu girişim bizim için iyi bir tanıtım aracı olacaktı; kimbilir, belki de dünya tiyatro müzeleri arasında bir kültür ağının kurulmasına ön ayak olabilecektik…
Dönüşümüzde işe hemen girişemedik doğal olarak, mahkeme kararını beklerken başlatmış olduğumuz altyapı çalışmalarını yoluna koymak, plan program yapmak, gönüllülerle çalışmalar derken araya başka projeler, etkinlikler girdi ve bugünlere geldik. Galiba böylesi daha da iyi oldu çünkü arada geçen zamanda ciddi deneyim kazandık, profesyonellik yolunda önemli adımlar attık, koleksiyonlarımız, birikimimiz çoğaldı vb.
Çağrılacak müzeleri seçmek için bildiklerimizin dışında İnternet’te ciddi bir araştırma yaptık, her kurumun kendi rengi ve dili olmasına özen gösterdik, hedefledikleri kitleyi de gözettik doğal olarak çünkü bir derdimiz de müzenin yalnızca ayrıcalıklı bir azınlığa değil, geniş bir kitleye hizmet veren, koleksiyonlarını olabildiğince çok sayıda insana açan bir yaklaşıma sahip olmasıydı. Bunun yollarından biri eğitim programlarıysa öteki sergileme anlayışıdır. Sergileme günümüzde gerçekten çok önemli. Kanımca bir yerleştirmeden (enstalasyon) ya da bir metni sahneye koymaktan hiçbir farkı yoktur. Çünkü önemli olan kime, neyi, niçin ve nasıl gösterileceğinin bilincinde olmaktır. Sergileme anlayışı bir müzenin dilini oluşturur.
Sonuç olarak, biri dışında çağrı yaptığımız tüm kuruluşlar bize olumlu yanıt verdi, büyük bir coşkuyla, heyecanla karşıladılar önerimizi ve genelde üst düzey yöneticiler katıldı.
Türkiye Tiyatro Vakfı, bir tiyatro müzesi kurmak konusunda öncesinde ne düşünüyordu, bu buluşmadan sonra neler düşünüyor? Vakfın müze sürecine geçebilme yolunda ne gibi girişimleri var? Nelere ihtiyaç duyuyor? Hangi düşünsel destekler, ortaklıklar, maddi destekler, paydaşlıklar olası? Bu buluşma sizlerin hangi sorularına cevap oldu? Ne tür ilhamlar verdi?
E.Ç: Biz daha tarladan bir patika açmaya çalışırken onlar otobanda süratle ilerliyor ve elektrikli araba mı kullansak diye tartışıyorlar! Durum budur. Bir başka deyişle biz aman tiyatro kültür mirasımız yok olmasın, arşivlere sahip çıkalım, anıları, tanıklıkları vb. toplayalım telaşındayız, onların böyle bir derdi, kaygısı olmadığı gibi teknolojiyi oyuncak eylemişler kendilerine, yakında müze ve yapay zekâ ilişkisi tartışılmaya başlanırsa hiç şaşmam! Yani biz işin daha abece’sini oluşturmak için çırpınıyoruz onlar kitaplarını yazıp raflara dizmişler bile ve tabii ki arkalarında en başta devlet var çünkü müzenin bir ülkenin kültür politikasının şaşmaz göstergesi olduğunun farkındalar, sonra kimi özel sermaye var, müzeleri desteklemek için kurulmuş dernekler var…
TTV (Türkiye Tiyatro Vakfı) kuruluşundan bu yana zaten müze sürecine geçebilmek için uğraşıyor. Bizim için müze sürecine geçmek önce bir bina edinmekle başlar; bağışlanan arşivlerin -ki çok sayıda var elimizde, şu anda galiba Türkiye’nin en kapsamlı, boyutlu tiyatro arşivine sahibiz- daha geniş alanlarda muhafaza edileceği özel odaları olan, sergi alanı, kitaplığı, atölyeleri hatta sahnesiyle, yayınlarıyla aynı zamanda bir araştırma merkezi işlevini gören bir müze yapılanması için bina doğaldır ki ilk koşul. Tahmin edeceğiniz gibi özel sermaye pek ilgilenmiyor bu konuyla, onlar daha çok kendi kültür merkezlerini kurmayı yeğliyor. Aslında İBB’ye umut bağlamıştık biz, hatta İmamoğlu’yla görüştüğümüzde çok da ilgilenmişti, yetkililerle görüşmemizi sağlamıştı ancak ne yaparsak yapalım bürokrasiye takılıyor iş, olmuyor.
Uluslararası Tiyatro Müzeleri Buluşması’na katılan müze temsilcileri öykümüzden çok etkilendi. Benim bu serüvende tek başıma yola çıkışım, işleri daha çok gönüllülerle kotarmamız onları çok heyecanlandırdı ve her biri tek tek gelip müzemizin oluşması için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını söylediler, açılışa da geleceklermiş!… Gerçekçi olmak gerekirse konuk ettiğimiz müzelerle olsun başkalarıyla olsun ilişkinin daha çok sergi, arşiv, bilgi alışverişi, karşılıklı etkinlik düzenleme gibi alanlarda gerçekleşebileceğini düşünüyorum ki bu da beni coşturmaya yetiyor. Ama önce bir müzemiz olması gerek tabii…
Buluşmada ön sıralardaki dinleyicilerin üniversitelerin mimarlık bölümlerinden, şehir planlamadan, çeşitli sanat dergilerinin yayın kurullarından ya da Şehir Tiyatroları’nın ilgili birimlerinden katılımcılar olduğunu duyduk (söz aldıklarında, soru sorarken kendilerini böyle tanıttılar) Başka disiplinlerin bu konuya bu denli ilgi göstermesi son derece olumlu. Vakıf bu disiplinler arası buluşmayı nasıl değerlendiriyor? Buradan ne tür yeni işbirlikleri çıkabilir?
E.Ç: Dinleyiciler arasında üniversitelerin mimarlık bölümlerinden öğrencilerin bulunması Buluşma’yla eşgüdümlü olarak Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’yle birlikte Enka Sanat’ın da desteğiyle ödüllü bir yarışma, “Türkiye Tiyatro Müzesi Mimari Projesi Fikir Yarışması”nı düzenlemiş olmamız. Amaç, hızla yitip giden tiyatro kültür mirasımızı emanet edeceğimiz gençlerin dikkatini, daha doğrusu ilgisini çekebilmek, farkındalık yaratabilmektir. Bir tiyatro müzesi üzerine yoğunlaşacak olan öğrenci ister istemez tiyatro kültür mirasını düşünecek ve kalıcılığın sağlanabilmesi için çözüm yolları arayacaktır diye düşündük.
Yarışma’yı Buluşma’yla çakıştırmamızın bir nedeni de yarışmaya katılacak olan öğrencilerin, dünyanın belli başlı tiyatro müzelerinin günümüzde bir tiyatro müzesi yaratma yolunda yaşanan soru ve sorunları tartışacağı toplantıyı izleyebilmeleriydi. Böylece, her biri kendi rengine ve diline sahip, alanında sivrilmiş profesyonelleri dinlemek, onlarla iletişime geçmek, akıldaki soru ve sorunları yöneltmek fırsatını bulmuş olacaklardı, kısacası; konunun içine iyice girmiş olacaklar, düşünme yolları açılacaktı önlerinde, besleneceklerdi… nitekim galiba öyle de oldu.
Toplantıya çeşitli sanat disiplinlerinin katılımı bizi çok mutlu kıldı; her şey bir yana bu, konuya ne denli duyarlı olunduğunun göstergesidir. Gerçekten de günümüzde müze kavramı tiyatrodan sinemaya, yazına, plastik sanatlara tüm sanatları kapsamakta, başka bir deyişle müze, disiplinler arası bir buluşma uzamı olarak değerlendirilmekte artık. Dolayısıyla işbirliği kaçınılmaz, yeter ki kime, neyi, nasıl ve hangi zaman diliminde sesleneceğinize karar verin; bunu yaptıktan sonra gerisi kendiliğinden gelir.
Bu buluşmada arşiv ve kamusal öğrenme, güncel sergi, çocuk etkinlikleri ve çağın teknolojik gelişmeleriyle el ele birçok çağdaş müzecilik örneklerini dinledik. Bu aşamada ülkemizde hangi örneğin uygulanabilir olduğunu düşünüyorsunuz? Ya da bambaşka, bizim kendi koşullarımıza uygun bir tiyatro müzesi hayali kurmak mı gerekiyor?
E.Ç: Dile getirdiğiniz tüm unsurlar aslında çağdaş müzecilik kavramının birer parçası yani birbirlerinden ayrılamaz, nitekim az önce dile getirdiğim gibi bizim müze anlayışımız da aynı çizgide. Ancak anlatmaya çalıştığım gibi biz yolun başında bile değiliz, yola çıkmaya çabalıyoruz yani aynı ligde oynamıyoruz. Kaldı ki, ne olursa olsun, her alanda olduğu gibi tiyatro müzesi alanında da herkes kendi koşulları doğrultusunda bir yapılanmaya gider; koşullar derken toplumsal, sosyo-ekonomik, toplumun kültür ve sanata ilgisi hatta müze deneyimi durumlarından söz ediyorum, tabii bunların en üstünde de ülkenin kültür-sanat politikası yer almakta. Anlayacağınız çetin bir iş bizimkisi… Her şeyden önce geniş kitleyi müzeye çekme yollarını bulmalıyız, bir müzeye adımını atmamış, adını duyunca irkilen insanları çekmeye çalışmalıyız. Yalnızca ayrıcalıklı bir azınlığa değil, geniş bir kitleye hizmet veren, koleksiyonlarını olabildiğince çok sayıda insana açan bir anlayışla hareket etmeliyiz. Bunun da ilk adımı, kanımca, sağlam bir eğitim programı yürütmek ve yerel gruplarla çalışmalar yapmaktır. Gerçekten de müze, özellikle bizimki gibi toplumlarda benzersiz bir gayri resmi öğrenme merkezi olabilir cünkü sergiler aracılığıyla eğitimin tüm alanlarında geniş bir izleyici kitlesini çekme potansiyeline sahiptir.
Bu konuda bizlerle paylaşmak istediğiniz başka fikirler ve projeler var mı?
E.Ç: Şunu özellikle belirtmek isterim: Eğer kültür mirası toplumla paylaşılmazsa, her bir birey simgesel de olsa onu sahiplenmezse, kendinin kılmazsa o miras anlamının bir bölümünü yitirir. Müzenin önemi burada yatar. Bu nedenle, müzenin etkinliklerinin önemli bir bölümü kamuoyuna ve toplumsal yaşama yönelik olmalıdır. Ve tam da bu nedenle ortak yaşam kültürümüzü korumak adına büyük önem taşır. John Berger’ın dediği gibi “tarih, yaşayan bilincin kendini tanımasıdır; müze de onun evidir”. Evimize sahip çıkmalıyız.
TEB Oyun Dergisi‘nde yer alan diğer söyleşi yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.