Boşu Boşuna. Bir Direniş Yolu Olarak Antoloji
Neoliberal mutluluk dispozitifine karşı bir anlatı.
“Canlı cansız fark etmeksizin tüm yerinden edilmişlere, Bayram Sokak’a ve ona dair herkese…”
“Acı karmaşık kültürel bir yapıdır.
Toplumdaki varlığı ve anlamı iktidar biçimlerine bağlıdır.”
Byung-Chul Han
Canın yandığında ne yaparsın? Birini iyi tanımanın yolu acılarını bilmek midir? Toplumsal bir acı nasıl sanatsal bir performansa dönüşebilir? Acıyı yaşama biçimine bakarak bir toplumu nasıl tarif ederiz? Acınla baş etme yöntemlerinin farkında mısın? Acının anlam üretmekle bağlantısı nedir? Zamanın içindeki şimdi varoluşumuza ne yapıyor? Geçmişin bilgisinden bugün ile ilgili ne öğrenebiliriz? Hayatta bir anlam bulmanın yollarından biri bugün yapıp ettiklerimizin geleceğe bir iz bırakması çabası mıdır? Neoliberal dönüşüm acı, keder ve yas anlayışlarımıza ne getirdi ya da onlara dair neyi bizden aldı?
Onur Karaoğlu‘ya bu soruları soruyordu ya da benim varoluşuma yansıyan Boşu Boşuna aklımı bu sorularla doldurmuştu. Bu cümledeki şüphe, şiirselliğin tanımı benim için. İkisinin arasındaki farkı kavrayamıyor aklım. Şairin dediğiyle benim anladığımın farkı bu performansı anlamlandıran. İsminden ilhamla bize itinayla bırakılmış boşlukları kendi ürettiğimiz anlamlarla doldurduğumuz, insan merkeziyetçi olmayan, performatif ve kolektif bir şiir bana göre Boşu Boşuna. Zaman-mekân-madde ile ilgili bir meditasyon aynı zamanda. Ve bir direniş biçimi. Fakat “sokmaya, parçalamaya, öldürmeye yarayan uzun ve sert aletlerle”[1] değil, “birlikte oluş”la (becoming with)[2] ve şiirle.
Boşu Boşuna performansından bir kare. Fotoğraf: Franzi Kreis
Yönetmenliğini yaptığı, Proje Difüzyon’un Öbür: Sonsuza Kadar oyununda bu sene birlikte çalıştığımız Onur Karaoğlu’nun Haziran 2022’de Viyana Festivali’nde prömiyer yapan performansı Boşu Boşuna’yı, TheatreIST Tiyatro Vitrini kapsamında Metrohan’da izledim. Performans adını Aşık Mahzuni Şerif’in aynı adlı eserinden alıyor. Seyirci olma deneyiminin yaratıcı bir eyleme dönüştüğü performansta seyirci/ katılımcılar Onur’un oyun boyunca verdiği direktiflerle aşık geleneğinde kolektif bir şiir antolojisi yaratıyor. Salona girdiğinde seyirciyi odanın dört köşesine yerleştirilmiş bilgisayar ekranları karşılıyor. Bu ekranların her birinden tarihin farklı bir anında yaşamış olan karakterler bize seslenerek bizim şimdimizde var oluyorlar. Yalnız bu karakterler sadece insan değil. Karakterlerden biri 200 milyon yıl önce var olmuş bir deniz olan Tethys Denizi, diğerleri orta çağda yaşamış bir okyanus bilimci olan Luigi Marsilli, 20. yüzyıldan bir aşık Aşık Mahzuni Şerif ve 17 yaşındaki yazar Onur.
Lineer aklın bir zaman var olmuş ve şimdi olmayan olarak tanımlayabileceği bu karakterlerin yanında bir de anlatıcı olarak performe eden şimdiki zamandaki Onur ve tüm bu karakterleri buluşturan bir başka insan olmayan karakter: sümüksü, şeffaf, yapışkan bir katil, bir fitoplankton, nam-ı diğer müsilaj. Performansın devamında kendimizi yerine koyup empati kurmaya çalışacağımız müsilajı Onur aslında doğrudan bir karakter olarak bize sunmuyor fakat biz seyirciler, verilen direktiflerle 2021 yılında Marmara Denizi’nde ortaya çıkmış bu toplumsal aktörü kendi kendimize zihnimizde bedenliyoruz. Dolayısıyla insana has özelliklerden biri olan taklit ve empati yeteneğinin, insan merkeziyetçi düşünmemeye dair bir kası geliştirmek konusunda bir tür alan açtığını görüyoruz.
Boşu Boşuna performansında Onur Karaoğlu. Fotoğraf: Franzi Kreis
Marmara Denizi ve Solastalji
“Ormana gittim. Çünkü bilinçli yaşamak istiyordum. Hayatı tatmak ve yaşamın iliğini özümsemek istiyordum. Yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak için. Ve ölüm geldiğinde aslında hiç yaşamamış olduğumu fark etmek için.
Henry David Thoreau
Onur bu performansta neoliberal dönüşüm ile birlikte hayatlarımıza giren ekolojik yas, ekolojik travma, eko-anksiyete, solastalji gibi yeni terimlerin etrafında dönüyor. Bu terimler kabaca kentsel dönüşüm, soylulaştırma, madencilik çalışmaları, aşırı hava olayları ve benzeri gibi sebeplerle ekolojik tahribat ve yerinden etme durumlarına maruz kalan toplumun psikolojisi üzerindeki etkileri temsil etmesi için icat edilmiş. Bu dört kelimeden üçü, anlamını üzerinde daha net taşıyor fakat solastalji kelimesi benzer anlamlar taşıyan bu üç terimden bir noktada ayrılıyor.
Bir çevre filozofu olan Glenn A. Albrecht tarafından icat edilen solastalji terimi, bireyin yaşam alanında yoğun değişiklikler veya kayıplar nedeniyle hissettiği kederi ifade eder. Bu terim, ekolojik yas kavramına benzer ancak daha yerelleştirilmiş bir form olarak görülebilir. Örneğin, kuzeyli insanların karın kaybolma olasılığından endişe duymaları, solastaljiye bir örnek olarak verilebilir. Karlı bir iklimde yaşamaya alışkın oldukları için, kuzeydeki insanlar için karın yok olma düşüncesi dayanılmazdır. [3] Tıpkı Emek Sinemasız bir Beyoğlu gibi… Akbelen, Yeşil Yol, Kazdağları, Bayram Sokak, Sulukule, Fikirtepe, Antakya…ya da müsilaj baskınında bir İstanbul Boğazı gibi. Evin artık daha fazla aşina gelmemesi, evdeyken evi özlemenin kederini anlatıyor bize solastalji.
Bu noktada Onur da müsilaj ve Marmara Denizi’ndeki canlı hayatın yok oluş hikâyesinin kendi varlığına yansımasından, ekolojik bir sona erme ve kayıp olasılığının bireysel düzlemdeki yankılarından bahsediyor. Ve “Bu katilin, müsilajın ne istediğini anlamalıydım. Kendimi onun yerine koyup, amacının ne olduğunu, bundan sonra neler yapabileceğini öğrenmeliydim.” diyor.
Bu peşine düşme hikâyesine ilham veren karakterlerle ve onların hayatı daha katlanabilir hale getirebilmek adına kendi bireysel motivasyonlarıyla tanıştırıyor bizi. Ve hepsinde ortak bir motif buluyor. Keşfetmek yoluyla geleceğe bir iz bırakmak…
Boşu Boşuna performansında seyircilerin yazdığı şiirlerden bir kare. Fotoğraf: Franzi Kreis
Zaman/Mekân/Madde Üzerine Yeni Materyalist Meditasyonlar
“En bilge şey zamandır. Çünkü her şeyi ortaya çıkarır.”
Thales
“Çam ağacı zamandır, diye yazmıştı Dōgen, bambu da zamandır. Dağlar zamandır. Okyanuslar zamandır. Zaman yok olursa dağlar, okyanuslar yok olur. Zamanın kendisi varlıktır, diye yazdı ve varlığın tamamı zamandır… Özünde, evrenin tamamındaki her şey, zaman içindeki anlar olarak, sürekli ve ayrı olarak birbiriyle yakından bağlantılıdır.”
Ruth Ozeki
Performansın itici gücünü yukarıda bahsettiğim konular oluştursa da metnin içeriğini ve yapısını belirleyen bir başka tema ise zaman-mekân-madde. Karakterlerin bu tema üzerine olan bütüncül yaklaşımlı düşünceleri performansı “maddeyi canlı, dinamik, ilişkisel, eyleyici ve üretken” bir yapı olarak ele alan Yeni Materyalist [4] anlayışla buluşturuyor. Tethys Denizi karakterinin “…Thetys, hayatı bir bütün olarak görerek sizin zamanınızda hâlâ mevcut olan bir bilgiyi oluşturabilir. Denizin dalgaları bu bilgiyi bir yerden bir yere taşır.” sözü performansın geneline yayılan dolanık, bütüncül ve kapsayıcı anlayışı özetler gibi. Ya da Luigi Marsilli’nin bir okyanus bilimci olarak denizdeki fosillere yani geçmişin bilgisine bakarak geçmiş ve gelecek ile ilgili bilgiler verebiliyor olması ya da yüzyıllar sonra bu denizin dalgalarını izleyen Aşık Mahzuni Şerif’in hayatla ilgili bir sırra erip Boşu Boşuna şarkısını yazması gibi. Ya da tüm bu bilgilerin bugün müsilajın ne istediğini anlamaya dair bir şey söyleyip söyleyemeyeceğini düşünen anlatıcı gibi.
Performanstaki bu zamanın, mekânın ve maddenin birbirine dolanan halleri oyun kurma biçimini de belirlemiş, odanın dört bir yanına dağılan seyirci geçmişteki karakterleri dinleyip bir yandan da şimdiki zamanda bulunan anlatıcının hikâyesini dinliyor ve verdiği direktiflerle şiir yazarak geleceğe bir iz bırakıyor. Performansın şimdisinde başka bir dolanıklık daha hakim; dört yana dağılan seyirci kendi bulunduğu grubun karakterini dinlerken odaya dağılan diğer karakterlerin de fısıltısını duyuyor.
Maddeyi ortaklaştıran, antroposentrik olmayan (insan-merkezci), karakterler arasında bir hiyerarşinin olmadığı, insan ve insan olmayanları yan yana getiren, çoğulcu bir anlayış hakim bu performansta.
Byung-Chul Han’ın Palyatif Toplum’uyla Kesişimler
“Acı insanın yalnızca en içsel olanı değil, aynı zamanda dünyayı erişilir kıldığı anahtarlardandır. İnsanın acıyla başa çıkabildiği ya da onun üstesinden gelebildiği noktalara yaklaştığımızda gücünün kaynaklarına ve iktidarının ardındaki sırra erişmiş oluruz. Bana acını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”
Ernst Jünger
Yazının başında bahsettiğim bu ortak keşif motifinin etrafında Luigi Marsilli hayatını okyanusun sesi olmaya, Aşık Mahzuni toplumsal acılara ve ezilenlere ses olmaya, Tethys Denizi geçmişin bilgisini geleceğe taşımaya, 17 yaşındaki Onur da gerçekten istediği gibi bir hayat sürmek için yaşamdaki ipuçlarını takip etmeye adıyor. Bu ortak keşfetme motifi, şimdiki zamanda bulunan anlatıcı Onur’un müsilajla ne yapacağına dair ona ilham oluyor. Burada benim kişisel olarak ilgilendiğim bir şey var; en basit anlamıyla gözümüzün gördüğü şeyden mesul olma ve bunu sahiplenme yani acıyı duyumsama cesareti. Boşu Boşuna’nın tetikleyicisinin bir dert (müsilaj), performansın kendisinin derdini açmak ve dermanın da bir araya gelip şiir yazmak olarak ele alındığını düşünüyorum. Bu bağlamda hep birlikte insan odaklı düşünmemek adına pratikler yapıp, ekolojik bir krize karşı bir tür direniş olarak şiir yazıyoruz. Kısaca, bir denizin yok olma ihtimalinin verdiği acıya, ortak bir antoloji oluşturarak direniyoruz.
Fotoğraf: Franzi Kreis
Performansın başında anlatıcı sadece umut etmenin ve iyimser senaryoların daha iyi bir dünyada yaşamak adına pek de işlevsel olmadığını tıpkı diğer karakterler gibi keşfetmenin ve bu keşiflerin sonunda bulunan hakikate sıkı sıkı tutunmanın dünya ve birey için bir anlam ifade edebileceğini söylüyor. Yani acıyı umut ederek uyuşturmak değil, keşif yoluyla bulunmuş bir hakikatin peşinden giderek ve geleceğe bir iz bırakarak yaşamanın “boşu boşuna” geçirilmemiş bir yaşam olabileceğini ifade ediyor. Ve ekliyor, “Belki bütün devrimler başımıza gelen şeylerin anlamlarını kabul etmekle başlar.”
Oxford sözlüğü palyatif kelimesini şu şekilde tanımlıyor: köklü bir çözüm olmayan, geçici olarak işe yarayan, geçiştirici. Byung- Chul Han Palyatif Toplum adlı çalışmasında, neoliberal iktidarlarda siyasetin acıya cesareti olmayan bir alana yerleştiği argümanını ortaya atar ve esas hastalığın tedavisinin imkânsız olduğu durumlarda hastanın acılarını gidermeye yönelik tedaviyi tanımlamak için kullanılan palyatif bakım ile toplum arasında bir analoji kurar.[5]
Boşu Boşuna ve Palyatif Toplum arasında üç yerden ortaklık kuruyorum. Bunlardan ilki, Chul-Han’ın sözünü ettiği etrafımızı saran tüm bu iyi olma hali baskısının, hedonik mutluluğa olan bağımlılığın, sürekli bir kendini optimize etme çabasının, aslında kapitalist sistemlerin zamanın ruhuyla uyumlu olarak yeni “itaatkâr ol!” söyleminin “özgür ol!” a dönüşmesinden kaynaklanması. Bu “özgürlükler” dünyası ekstrem bir bireyselleşmeye yol açarken insanlar olarak yaşam yolunda artık kendimizden başka bir şeyi göremez oluyoruz. Ben olma ağrılarından dünyanın ağrılarına yer kalmıyor. Tam da bu noktada Boşu Boşuna’nın gözünün bir dünya ağrısına, belki de yok olacak olan bir denize, bir iklim krizi alametine dönük olması, oturup sadece umut etmek ve iyimser senaryolara inanmak yerine “rahat kaçıran” keşfetme ediminden bahsetmesi, sağlam bir zemine oturmadan etrafımızda bir mantra gibi dönüp dolaşan “iyi olacağız!” söylemlerine, yani “neoliberal mutluluk dispozitifi”ne[6] bir çeşit dürtme yapıyor.
İkinci kesişimi de performansın oyun kurma biçiminin, acının etrafında buluşma ve ortaklaştırmaya olan göndermesinde buluyorum. Performansın başından beri seyirciye bir ortak şiir antolojisi yaratmak için buluşulduğu ve bunun toplumsal bir direniş biçimi olabileceği önermesiyle gidiliyor. Yukarıda da bahsettiğim kapitalizmin bireyselleştirme ve yalnızlaşma araçlarıyla gelen bu palyatif halin aslında devrim yapmak (biz) yerine depresyonu tetikleyen bir yanı var (ben). Bu bağlamda aynı anda, aynı mekânda, aynı amaç için bir direniş yöntemi olarak şiir yazmak bence yeni dünyanın bizleri ayrı düşüren yanına bir başkaldırı gibi okunabilir.
Üçüncü nokta için performansa adını veren Boşu Boşuna şarkısından yola çıkıyorum. Aşık Mahzuni’nin deyişi şu sözlerle başlıyor.
“Hak bana bir ömür vermiş
Boşu boşuna
Vücuduma bir can girmiş
Boşu boşuna, boşu boşuna”
İlk bakışta nihilist bir söyleme sahipmiş gibi dursa da performansın içindeki katman katman yaratılan anlam oyunlarıyla aslında hiçbir şeyin boşu boşuna olmadığı bir yere geliyoruz. Etrafımızda olan bitenlerin acısını duyumsayabilmenin hayatta anlam üretmeye dair bir işlevi olduğu düşüncesi ortaya çıkıyor. Palyatif toplumumuzun pompaladığı acının anlamsızlığından, acıyı duyumsayarak anlam üretimine geçişin temsilini yapıyor performans.
Bu noktada aklıma yeniden oyundaki o cümle geliyor: “Belki bütün devrimler başımıza gelen şeylerin anlamını kabul etmekle başlıyordur.”
Ve hemen ardından da bir başka derdine aşığın sözleri:
“Benim yaralarım tuzum tuzum der
Bir derdim var bin dermana değişmem”[7]
Dipnotlar
[1] Ursula LeGuin’in Çuval Kuramı ve Kurgu adlı denemesinden bir alıntı. LeGuin bu denemesinde alışık olunan hikâye anlatım tarzını antropolog Elizabeth Fischer’ın “çuval kuramı”yla analoji kurarak ele alıyor. Çuval kuramına göre ilk kültürel araç; avlanmaya yarayacak büyük, uzun ve sert bir alet değil, içine muhtemelen yabani yulaf tohumlarının doldurulacağı çuvala benzer bir taşıma aracıdır. Ancak çuvaldansa, tarihe, çok daha kahramanlık içeren ve erkek egemenliğine dayalı olan büyük-uzun-sert cisim damgasını vurmuş ve bu cisim erkek egemen sömürünün bir gereci olmuştur. bkz. Ezgi Burgan “İlk Kültürel Gereç Çuval İse: Erkeklik ve Et Yemenin Kesişimselliğinde Bilimsel Anlatıların Kuruluşu”
[2] Donna Haraway’in ortaya attığı bu kavramı açıklamak adına Başak Ağın’ın Pentacle dergisinde yayınlanan Birlikte Oluş Zeytinle Oluş adlı makalesinden alıntı yapıyorum. “Yeryüzünün ekolojik topluluğunun geri kalanından ayrı bir varoluşumuz olduğuna dair hatalı varsayımlarımızı bir kenara bıraktıran ve bunun yerine bu ekolojik topluluğun bir parçası olduğumuzu vurgulayan “birlikte-oluş” fikri, dünyayı oluşturan tüm maddelerin kümülatif hikâyelenişlerini ifade eder.”
[3] Glenn A. Albrecht’in Earth Emotions adlı çalışmasından okunabilir. Ayrıca bkz. Elif Erzurumluoğlu Ekolojik Yas, Ekolojik Anksiyete, Ekolojik Travma ve Solastalji
[4] bkz. Uras Kızıl. Yeni Materyalizm Nedir?
[5] bkz. Byung- Chul Han. Palyatif Toplum
[6] Byung- Chul Han’ın Palyatif Toplum çalışmasından çevirmen notunu alıntılıyorum. “Bir toplumda mevcut söylemler, kurumlar ve sosyal pratiklerden oluşan ağ.
[7] Şah Hatayi’nin Muhabbet Bağında Bir Gül Açıldı adlı şiirinden bir alıntı.
Referanslar
Ağın, Başak (2023) “Birlikte Oluş Zeytinle Oluş” https://thepentacle.org/2023/10/01/birlikte-olus-zeytinle-olus/
Albrecht, Glenn (2019) Earth emotions: new words for a new world. Ithaca: Cornell University Press
Burgan, Ezgi (2015) “İlk Kültürel Gereç Çuval İse: Erkeklik ve Et Yemenin Kesişimselliğinde Bilimsel Anlatıların Kuruluşu”. Fe Dergi, s.7, sy. 2 (Aralık 2015): 34-47.
Erzurumluoğlu, Elif (2022) “Ekolojik Yas, Ekolojik Anksiyete, Ekolojik Travma ve Solastalji” https://thepentacle.org/2022/04/03/ekolojik-yas-ekolojik-anksiyete-ekolojik-travma-ve-solastalji/
Han, B. C. (2022). Palyatif Toplum, Günümüzde Acı. (Çev. H. Barışcan, ) İstanbul: Metis.
Kızıl, Uras (2023) “Yeni Materyalizm Nedir?” https://argonotlar.com/yeni-materyalizm-nedir/Türksoy, Ayla (2024) “Solastalji: Mekanın Dönüşümünün Yarattığı Aidiyet, Bağ ve Bellek Kaybı” https://bianet.org/haber/solastalji-mekanin-donusumunun-yarattigi-aidiyet-bag-ve-bellek-kaybi-291054
Miran Bulut
Miran Bulut, Yeditepe Üniversitesi’nde tiyatro okuduğu yıllarda dijital sanata ve performansa duyduğu ilgi üzerine bu alanda akademik çalışmalar yapmaya karar verdi ve eğitimine Aristotle Üniversitesi’nde dijital medya master programıyla devam etti. “Dijital Performans: Yeni Medya Teknolojilerinin Performans Sanatlarında Kullanımı” adlı tezini yazarken, interaktif tiyatro oyunlarında kullanılmak üzere bir mobil aplikasyon tasarladı. Miran, akademik çalışmalarına beden ve teknoloji odağında devam etmek üzere, bedensiz teknolojik aktörlerin siborg tiyatrosunda kullanımının felsefi ve uygulamadaki sonuçlarını araştıran doktora teziyle devam etti. Şu andaki bağımsız araştırmaları tiyatroda posthümanizm, ekofeminizm ve dekolonizasyon etrafında şekilleniyor. Re-connect Tiyatro Festivali, Dijitallab: Performans, Gazişehir Tiyatro Festivali gibi festival ve atölyelerde seminerler verdi ve danışmanlık yaptı. Tiyatro oyunlarında dramaturg olarak çalışıyor ve öğretim görevlisi olarak ders veriyor.
TEB Oyun Dergisi’nin Buluşmalar sayısına ulaşmak için: TEB Oyun / Buluşmalar