Elbet Bir Gün Buluşacağız: İnsandan Fazla Bir Tiyatro
“Elbet bir gün buluşacağız
Bu böyle yarım kalmayacak.
İkimizin de saçları ak
Öyle durup bakışacağız”
Mustafa Seyran
Kendinizi evrende yapayalnız hissettiğiniz yağmurlu bir akşamüstü, telefonunuzda birdenbire beliren yeşil fonlu o mesaj: “Buluşalım mı?”
Heyecanla hazırlandığınız bir buluşmayı, eski bir dostun kıymetli saatlerinden size açtığı paranteze ne sığdıracağınızı şaşırdığınız o tatlı telaşı hayal edin. Sinema mı yahut tiyatro mu yapsak, kahve mi içsek yemeğe mi çıksak derken buluşmanın yavaş yavaş zihninizde beliren arka fonunu düşünün. Peki, siz daha acaba ne giysem kaygısına düşmeden, o sihirli mesajı okumaya başladığınız; tam ben de sana yazacaktım, diye kendi kendinize mırıldandığınız o ilk anda, hatta arkadaşınızın zihninde buluşma fikrine dair ilk hayal zerresinin sinapslardan koşa atlaya geçtiği yakın geçmiş zamanda, ya buluşma çoktan gerçekleşmeye başladıysa?
Einstein bu hale “Uzak Mesafeden Ürpertici Etkileşim” demiş, biz buna “malum olmak” yahut daha şiirsel bir ifadeyle “kalbine doğmak” da diyebiliriz. Her ne kadar büyük cisimlere (şimdilik) çok sözü geçmese de atom altı parçacıklarla ilgili gerekli ispat, büyü ve vaatleri yerine getirmiş olan ‘dolanıklık”tan (entanglement) bahsediyorum. Dolanıklık teorisi, belirli koşullar altında birbirine bağlı parçacıklar arasında anında ilişki kurulduğunu öne süren, bir kuantum mekaniği, bir fizik kavramıdır. Bu ilişki, iki parçacığın birbirine çok uzak mesafelerde olmasına rağmen, bir parçacığın durumu değiştiğinde diğerinin de anında ve öngörülemez bir şekilde etkilenmesinden, bağlanmasından bahseder. Ve bahsettiğimiz bu romantik bağlılık, bir parçacığın özelliklerinin diğerine aktarılması ile meydana gelir. Bilgi transferi. Yani bilginin aktarıldığı tüm diğer haller gibi bir tür atomlar arası performans. Oluş halden maddeye gövdelenen tüm bilgi aktarmalarında olduğu gibi; solucanlardan masal kahramanlarına, alışveriş poşetlerinden, sokak lambalarına kadar atomlardan oluşan tüm varlıklardaki bu oluşa performans diyebilir miyiz?
(Latince “performare” kelimesi, “tamamlamak, sonuçlandırmak, yapmak” anlamına gelir. Bu kelime, “per-” önekiyle (“tümüyle”) ve “formare” fiiliyle (“şekil vermek, biçimlendirmek”) birleşerek oluşmuştur.).
“Öykülü madde, ister mikroskopla dahi görülemez boyutta, ister mikroskobik boyutta, isterse de makroskopik formda olsun, öykülü madde her maddenin oluşumunda var olan ve dilsel biçimde ifade edilmesi zorunlu olmayan bir performansa işaret eder. Yani, biyotikten abiyotiğe çeşitli maddelerden atom altı parçacıklara kadar tüm maddelerde performatif canlandırma, içsel ilişki ve anlamlı ifade gibi özellikler mevcuttur; bu nedenle tüm maddeler öykülü maddedir. ” [1].
Atomlarımızda taşıdığımız bilginin kaynağı, biz bu atomların toplamı olmadan çok daha önce işlenmiş, hali hazırda işlenmeye devam eden maddesel süreçlerden ibarettir. Eyleme vasfının sadece insana atfedilmediği bu denklemde Gizem Yılmaz’ın ifadesiyle “bitkiler, taşlar, coğrafi şekiller, politik ilişkiler, ülkenin konumu, hastalıklar, radyasyon, maden ocakları ve daha birçok oluşum, insan olmayanlarla atomlarımızın girdiği tüm etkileşim süreçleri, tükettiğimiz besinlerle beraber bedenimizi, bizi dönüştüren aktif eyleyiciler arasında yer alır” [2].
Eylemek ve performatif oluş sadece insana özgü özellikler olmadığında bugüne kadar öğrendiğimiz tüm dikey ilişki biçimleri, hiyerarşik yapılar yerle bir oluyor. Onun yerine bir örümcek ağını andıran ağsı, ağdası yapının içinde buluyoruz kendimizi. Evrendeki her varlıkla iç içe geçtiğimiz, hangimizin nerede başlayıp nerede bittiğimizden bile o kadar da emin gözükmediğimiz bir fark ediş anı. Barad’ın da vurguladığı gibi, özne artık bu andan itibaren onu sarmalayan, interaktif maddesel eyleyici varlıklarla yüzdüğü havuzdan ayrı düşünülemez hale geliyor [3]. Mekân ve özne bu birbirine dolanık, ilişkisel evrende hem buluşulan hem buluşan hem de bulunan (mekân) özelliklerini aynı anda gösteriyor.
Stacy Alaimo’nun bahsettiği “bedenler arası geçirgenlik” kavramı da benzer şekilde bedenlenmiş varlıkların, tüm yaratıkların, içlerinden geçen, onları dönüştüren ve onlar tarafından dönüştürülen dinamik, maddi dünyayla iç içe geçmiş olmasından bahseder [4]. Bu geçirgenlik mistik bir büyülü gerçeklikten öte, maddenin her türlü form, yapı ve boyutunu kapsayan oldukça maddesel, sürekli dönüşen bir süreci işaret eder. Gün boyu bedenimize geçirdiğimiz elementler, temas ettiğimiz canlı cansız varlıklar, maruz kaldığımız gölgeler, ultraviyole ve ışımalar, üzerinde dans ettiğimiz hormonal dalgalanmalar sınırları muğlak, sessiz gerçekleşen milyonlarca buluşmanın özneleri olarak bizimle başkalaşırlar. Braidotti’nin insan merkezci olmayan, karşı hümanist tavırla geliştirdiği “İnsan Sonrası” (Posthuman) [5] kuramında da özne benzer biçimde, insan olmayan (hayvan, bitki, virüs) ağa tamamen karışmış transversal bir oluşum olarak ortaya çıkar.
“Bedenimiz, gün içinde sayısız insan olmayanla beslenme yoluyla buluşmakla kalmıyor, aynı zamanda maruz kaldığı/mız tüm dış mikroflora ve elementler için bir mekân işlevi de görüyor. Bu çarpışma-karşılaşma en nihayetinde buluşma anlarında, tüm taraflar güçler arası bir etkileşimle karşılıklı varlıklarını sınıyor. Ağız içinde bulunan yararlı konakçılar, bağırsak floramızda yaşayan çeşit çeşit yoldaş organizmalar, uzun zamandır, bizle ötekinin sınırlarının muğlaklaştığı bir yerde varlıklarını sürdürüyorlar ” [6].
“Bağırsağın ontolojik yapısına ve işleyiş mekanizmasına yakından bakmak bedenin aslında ötekini her zaman içinde barındırdığını ve bu misafirperverliğin dişil ya da eril bir doğası olmadığını gösterir. Bedenin bu açıklığı ve savunmasızlığı, sınırların ve çeperlerin varlığını ve kısıtlılığını sorgulatır. Sınırların, düşündüğümüz kadar sarsılmaz değil aksine geçirgen ve sürekli değişim halinde olduğunu fark etmek belki “ben” ve “öteki” tanımlarımıza da benzer bir yaklaşımı beraberinde getirebilir”[7].
Buluşma günü sabahı güne uyandığımızda, bedenimizde yaşayan milyonlarca varlık da bizimle birlikte uyanıyor, bizi izliyor, iletişim kuruyor ve bugün onlarla kahvaltıda ne yiyeceğimizi, akşam hangi oyuna kiminle gideceğimizi merak ediyor. Maddesel varlığımızı oluşturan insan hücresi sayısı yaklaşık 37.2 trilyon iken 100 trilyon başka organizmalara ait hücre bedenimizde yaşıyor. Bağışıklık sistemimiz, düzenli gerçekleşen bu yüz elli trilyon hücreli buluşmalara sponsor olurken, bir taraftan da bedenimizle birlikte ev sahipliği yapıyor. Öyleyse insan doğasının korunacak ya da kurtarılacak sabit konumunun idamesi bağışıklık sisteminin geçirgen kapılarıyla son buluyor diyebiliriz. Bir anlamda, bağışıklık sisteminin çoktan “görüp” içsel yansımasını üretmediği bir harici antijenik yapı, bir “istilacı” mümkün görünmüyor [8].
Benzer biçimde bedenin cinsiyet rolleri üzerinden iktidar ve normlara yaptığı performatif şov, sınırları muğlak, parçalı, iktidara karşı, alternatif ve kontrol edilemediği gibi, itaat de etmeyen performatif bedene dönüşüyor. Butler, iktidarın kısıtlı ve sınırlı tanımlanan beden söylemini tersine çevirir. Butler’a göre bedenin, insan istenciyle de tekrar tekrar yeniden şekillenebilir oluşu, öngörülemez tekrarsız doğası, bedeni performatif bir yapı haline getiriyor [9]. Bilgi, genetik miras, kültürel kodlar, dışsal şartların bir performansı olarak bedenlerde varlık gösterir. Tüm bu insan olmayanlar varoluşlar, söylemler ve süreçler eyleyicilikleri, ve maddelerinde barındırdıkları öyküsellikleriyle insan türü onlarla temas etse de etmese de sadece varoluş halleriyle bile kendi performanslarını sergilerler.
Buluşma için aldığınız elbisenizi, hava şartlarına en uygun ayakkabılarınızla eşleştirdiniz. Aynadaki gülümseyen gözlerinizden de memnun şekilde kapıya yöneliyorsunuz. Ve en nihayetinde evden çıkmayı başarıyorsunuz. Buluşmaya giderken yolda karşılaştığınız, biraz yavaşlayıp gülümseyerek başını okşadığınız turuncu kedi, size sizden habersiz bir buluşma zemini oluşturuyor. Size kendi geçirgen bedeninden bir varlığı Toksoplazmayı geçiriyor. Bedeniniz bu mikroorganizmanın amacını anlayana kadar T.gondil (Toxoplasma gondii, tek hücreli bir parazit) çoktan kan beyin bariyerini aşıp, beyin dokularına sızarak, kediler hakkındaki iyi-kötü tüm düşünce ve hislerinizi sonsuza kadar değiştiriyor. Kediyle buluştuğunuz o kısacık çarpışma anından sonra başkalaşma süreciniz yeni bir patikaya sapıyor. Buluşacağız tiyatro salonuna doğru yürürken kendinizi birden daha kalabalık belki daha şefkatli ama muhakkak daha farklı hissediyorsunuz.
“İnsanlara bulaşan Toksxoplasma, özellikle de kas ve beyin dokusuna yayılmaya başlar. Burada, çeşitli kimyasallar salgılayarak savunma sistemimizi değiştirir, beynimizdeki kimyasal yolaklara etki eder. Bunun çok sayıda etkisi vardır: Örneğin vücudumuzun enfeksiyonlara karşı verdiği tepkiyi kontrol edebilir, böylece kendisinin savunma sistemince avlanmayacağını garanti eder. Bazı çalışmalarda, IQ Testleri’nde elde edilen sonuçları bile değiştirebilecek kadar güçlü olabileceği tespit edilmiştir. Bunu yapabilme nedeni, hafıza ve bilişsel fonksiyonlarımızı değiştirebiliyor olmasıdır ” [10].
Hep birlikte yola devam ediyorsunuz. Ve buluşulan kişi, orada yolun karşısındaki tiyatro salonunun önünde size doğru gülümsüyor. Karşılıklı bir süre birbirinizi izliyorsunuz, hem aranızdaki mesafeyi hem de aradan geçen süreler boyunca maddedeki, bedenlerinizdeki başkalaşımları çok da belli etmeden zarifçe gözden geçiriyorsunuz. Eski bir Yunan tanrısına benzeyen yüzünün ihtişamlı güzelliğine yine ve her zamanki gibi hayret ediyorsunuz. İçten içe siz de biliyorsunuz ki bu buluşma anının heybeti, ayrılığın derinliği ve uzunluğu ile belirlendi. Çünkü iki şeyin bir araya gelmesi için ilk şart ayrı olmalarıdır.
Ayrı olmak sınırları olmak demektir. Bedenlerin, odaların, şehirlerin, ülkelerin sınırları, ayrılıkların garantörleri oldukları kadar buluşmaların da sebepbleridir. Buluşma bir aradalığı işaret etse de ilk koşulu ayrılığın kendisidir. Ayrılmadığımız- ayrışmadığımız hiçbir varlık, durum ya da hikâye ile kavuşmamız mümkün değildir. Bir fizik kuralı. Çarpışmanın gerçekleşmesi için ters yönden gelmeniz ve hareketli olmanız gerekir. Hareket bir noktadan diğerine koşulludur. Peki ama günümüzün, parçaları, organları değiş tokuş edilen, ana gövdeleri evde kanepede dizi izlerken; sanal kollarını başka bir kıtada yaşayan sevgililerine sarılmak için görevlendirebilen hibrit siborg özneler için de bu “buluşma” denklemi hâlâ geçerli mi?
Özellikle son yüzyılda ileri teknoloji ve bilimin itkisiyle makine (robot) ve insan özne arasındaki ilişki, türler ve sınırlar üzerinde bizi tekrar tekrar düşünmeye sevk etmiştir. Yapay zekâ pratikleri, sentetik uzuvlar, ağ erişimli kıtalar ötesi komut veren zihinlerin dünyasında, “makine ile organizmaya, teknik olan ile organik olana dair biçimsel bilgimizde temel, ontolojik bir ayrışma söz konusu değildir” [11]. Bu tespit bizi, uzay yolculuğuna daha uyumlu hale gelmek için makine ile melezlenen geliştirilmiş insan modeli üzerine ilk kez kullanılan “Siborg” terimine götürüyor [12].
Tüm mekânın ve dekorun sanal olduğu, oyuncuların siborg özneler olarak fuayede ezber aldıkları bir tiyatro performans hayal edelim. Siborglar sanal bellekleri, titanyum uzuvları, nesneleri yönlendiren zihinlerine bağlı internetleri, yapay zekâ donanımları ile mekânın içinde değil, mekânın kendisi, sahnenin bedeni olacaklardır. Erkenez’in de vurguladığı gibi, Siborg beden kendi gibi melez mekânların önünü açmaktadır. Sahip olduğu performatif yapı sayesinde mekâna da aynı özelliği kazandırır [13]. Bu denklemde tiyatroda alışılagelmiş arka plan dekor anlayışı yerle birdir. İkili hiçbir yapıya tahammülü olmayan bu ilişkisel varoluş ağı, tiyatronun da çekirdeğini çoktan ele geçirmiştir.
Bildiğimiz anlamda konvansiyonel tiyatronun çekirdeğinde insan ve doğanın taklidi yani “mimesis” yer alır. Sahne sabitlenmiş bir gerçeklikle örülürken, sınırlı ve sürekli, seçilmiş bir öyküden taklitle ete kemiğe bürünür. Peki ya bir metafor olarak “doğa” pencereden baktığımız manzaradan sonsuza kadar çekilmişse? Maddesel bir yaklaşımla da doğa halen tiyatronun, buluşmanın ham maddesi olmaya devam edebilir mi? Gülter’in ekolojik tiyatronun kaynaklarını aradığı kitabında da belirttiği gibi batı felsefesinin körüklediği insan ve doğa arasındaki düalistik ayrım, tiyatronun esasen kültürel bir yorum oluşunu sorunsallaştırarak mimesisin doğasının ve amacının yeniden kavramsallaştırılmasının ve insandan fazlası olan dünyayı ötekileştirmeksizin sahnede temsil etmenin yollarını araştırır [14]. Doğa kartpostallardaki donuk manzaralardan özgürleşerek aktif ve eyleyici bir olgu olduğunu ekolojik tiyatro kuramında bir kez daha kanıtlamalıdır.
Aynı doğa, buluşmak üzere olduğunuz arkadaşınızın size uzak kuzey ülkesinden attığı, iç cebinizdeki kartpostalın karlı manzarasından sızmaktadır. Şöyle yazmıştır arkadaşınız kartın arkasına: geceler kısalırken günler uzayacak ve biz ilk karlar erimeden buluşacağız.
Geceler kısaldı, günler uzadı ve siz nihayet buluşulana doğru hareket ediyorsunuz, buluşulan da size doğru benzer hızla ilerliyor. Aranızdaki mesafe, her yol katedişle biraz daha azalıyor, diyelim ki yarıya iniyor, iniyor… iniyor… Mukadderat, hasret ve rüzgârdan yapılma bir boşluk, hareket eden iki varlık arasında sürekli ve coşkuyla ikiye bölünüyor. Peki ya bu boşluk sonsuza kadar ikiye bölünürse? “Biz bize oluruz” sözü verilen bu karşılaşma anında, kanınızı incelten bir özlem, damağınızı kurutan bir çeşit susuzlukla kollarınızı özlenenin boynuna dolayıveriyorsunuz. Temas etmek, dokunmak istiyorsunuz. Sıfır noktasında, öz ağırlıksız olanın parlak ışığında, o müthiş yoğunluktaki anda olabilmeyi düşlüyorsunuz. Atomlarınız birbirine değsin, karışsın, hakikatler buluşsun istiyorsunuz. Peki bu mümkün mü? İki atom sahiden birbirine değebilir, iki varlık birbirine “dokunabilir” mi?
Biz birbirimize ne kadar sıkı sarılırsak sarılalım, aramızdaki mesafeyi sonsuz kere ikiye bölüp, zihnimizle binlerce parçaya ayıralım, yine de sıfır olamayan o en küçük birim kadar mesafeden izleyeceğiz birbirimizi. Zaman-madde- mekân arasındaki gelinebilecek en yakın mesafe olan, yeryüzünün ölçülebilir en küçük birimi olan bir Planklık mesafeden el sallayacağız diğerine. Yani bildiğimiz anlamda hiçbir zaman gerçekten buluşamayacağız birbirimizle. Sayısını bilmediğimiz, paralel sonsuz sayıda ekosistemde, bizimkinden farklı fizik kurallarının örülü olduğu başka başka galaksilerde durum elbette farklı olabilir. Kim bilir belki de bu pek uzak sistemlerde, daha ilk buluşmadan atomlarımız el ele dans ediyordur birbirleriyle.
“Planck sabiti. (6,62606957(29)×10-34J·s), adını fizikçi Max Planck’tan alır ve modern fizikte ışık hızıyla birlikte en önemli iki sabitten biridir. Planck sabiti (h) ışığın içerisindeki en küçük enerji parçacıkları olan fotonların enerjileri (E) ile frekansları (ν) arasındaki sabit orandır ve formülü E=hν olarak yazılır. Planck sabitinin sayısal değeri çok küçük ancak sıfırdan farklıdır.” [15]
Oyunun başlamasına bir saatten az bir süre kalıyor. Ve siz nihayet yan yana geldiniz. Kahvenin yanında tuzlu kurabiye söylüyorsunuz; o ise bir şeyler içmek istiyor. Havadan sudan konuşmak gerekirken, göçler, duruşmalar, menekşeler, eski sevgililer masaya dökülüyor. O, size heyecanla yeni sergisinden bahsederken siz yıllar önceye gidiyorsunuz, dolmuş duraklarının arkasındaki ağaçlı yolu, boynuna doladığı kulaklık kablolarını, paçalarından görünen çift renkli ayrık çoraplarını, uzun gövdesinin ucundan size bakan sıcak bakışlarını, onu ilk gördüğünüz anı, ilk karşılaşmanızı, bir nevi ilk buluşmanızı hatırlıyorsunuz. Tuhaf, bu anı sakladığınızın o masada ilk kez farkına varıyorsunuz. Ve bu anıyı her hatırladığınızda aslında olasılıklar evreninde, zihnin tüm becerileriyle bir buluşmanın olası tüm ihtimal zincirini kırıp kırıp yeniden örüyorsunuz. Ve bunu çoğu zaman varlığından bile haberdar olmadığınız, bilinç altında yaldız ve bulut kaplı bir odada yapıyorsunuz.
Yaşamın içinde süzülürken insan ve insan dışı aktörlerle birçok kez çarpışıyor, geri dönüşü olmayan dönüşümler geçiriyoruz. Ve çoğu zaman bilinçli tercihimizle bulunduğumuzu düşündüğümüz birçok buluşmada neden, hangi itkilerle olduğumuzu dahi bilmiyoruz. Özgür iradenin biraz fazla abartıldığını düşündüğümüz küçük parlama anları ise hakikate en çok yaklaştığımız zamanlar. Ne de olsa anlamı olmalı tüm bu olanların, diyen şarkılarda, saçlarımıza düşen aklarla bir gemi güvertesinde kendi kendimizi çok beğenirken buluyoruz. Oysa içten içe binlerce yıllık bir yorgunlukla, hem metafor olarak hem anlam kurucu olarak tahtımızı devretmek için can atıyoruz. Mağaranın duvarlarında boş tek bir temsil alanı kalmadı. İşlediğimiz temsil birimleri, yüzeyler, imgeler ve simulakrumların yerini bugün veri işleme, kodlar ve ağ dolaşımı alıyor. Bu değişime materyalist bir değişim diyebiliriz. Artık öykülerin baş kahramanları değiliz, buluşmaların gözdesi, hikâyelerin, sahnelerin tek sahibi değiliz. İnsan sonrası kuramların merkezinde, kendi kendini örgütleyen, insan formunda olmayan yaşam biçimleri öne çıkıyor [16].
Hal böyle olunca, ister tiyatro gibi konvansiyonel insan merkezli estetik ve siyasal etkinlikte ister köşe başındaki manav Erol abi ile ayaküstü yaptığımız “Ne olacak bu memleketin hali?” sohbetinde olsun, buluştuğumuz tüm çarpışma anlarında, sınırları muğlak yeni dünya tasarımları, bu tasarıların kökensiz, göçebe ilişkisel özneleri belli belirsiz gölgeleriyle bile aklımızı başımızdan almaya yetiyor. Bizim dışımızdaki varlıklarla, ötekiler/insandan fazla olanlarla buluştuğumuzu fark ettiğimiz hatta onların bize rağmen bizimle süregelen tuhaflıklarına izin verdiğimiz tüm öyküler, bizi “bir arada daha iyi nasıl yaşarız?” sorusunun cevaplarına yaklaştırıyor.
Sohbetin en tatlı yerinde gelen “oyunumuz birazdan başlıyor” anonsu, her ne kadar tadınızı kaçırsa da az sonra birlikte çıkacağınız yolculuğun heyecanı avuçlarınızı terletiyor. Bu oyunu çok övdüler diyorsunuz, içeride başınıza gelecek sürprizin şiddetinden kendinizi korumak istiyorsunuz. Bu, diyorsunuz, bir aşk hikâyesi aslında, çok eski iki dostun birbirlerine aşık olduklarını fark ettikleri an ve sonrasını anlatıyor. Öyle mi, diyor, çok da umursamıyor bu şaşalı girişinizi, geçen yirmi yıl boyunca esas konuya bir türlü giremeyen beceriksizliğiniz mahçup mahçup gelip aranıza oturuyor. Yalnız diyor, sahne çok etkileyici, binanın ruhuna uygun bir tasarım yapmışlar, iyi ki geldik buraya. Elleri omuzlarınızda. Işıklar sönüyor. Ve perde açılıyor.
Perde açıldığında bizi bu kez paranteze alınmış, sabit kurulu bir uzamdan fazlası bekliyor. Erkenez’in araştırma metninde altını çizdiği, bir gelecek kurgusu olarak dönüştürücü mekanizma işlevi gören mekân artık canlı-cansız formlarının eklemlenebileceği yeni bir yaşam formu olarak karşımıza çıkar, fiziksel ya da sanal çevrenin bedenin parçası değil bedenin bunların bir parçası olduğu, mekânın bedenleştiği, bedenin mekânsallaştığı bu önerme bir tür güçler buluşması olan tiyatro sahnesi için de güçlü bir düşünme pratiği sunar [17]. Bu patikayı izlersek oyuncu, seyirci, ve sahnenin diğer insan olmayan tüm aktörleriyle bir aradalığından mekânın maddesel düzlemde eriyip şeffaflaşması, deneyimin kendisi olarak performatiftir. Böylece tiyatroyu deneyimlerken aynı zamanda tiyatro aracılığı ile dışarıda olanı, gerçekliği de deneyimleriz.
Mekân ve sahnenin sınırlarının çözülmesi sahnenin kendisine de performatif özellik kazandırır. Mekânı, tiyatro sahnesinde geçirgen kılmak, bir tür buluşma daveti, arayüz hazırlamaktır. Madde öyküseldir, bizi çevreleyen tüm “şeyler” in eyleyici (agency), anlatıcı ve aktarıcı özelliği vardır. Sahne, dekor, oyuncular, metin, seyirciler, tiyatro binası, hava durumu, haberler hem kendi aralarında birbirleriyle hem de dış dünya ile dolanıktır.
Güler’in ifadesiyle tiyatro, oyun kişisi, seyirci ve tiyatro mekânı ile doğrudan, genel ve maddesel bir karşılaşma alanı yaratır [18].
Tiyatro, insan özneyle beraber ötekiler dediğimiz insan olmayanlar için de bir buluşma mekânı olduğunu kendine hatırlatmalıdır. Çünkü, ötekiler olarak “ezilmişler”in bakış açıları dünyaya dair devamlılığı olan, nesnel, dönüştürücü imkânlar vaat eder. [19]. Ezilmiş-ötekinin sınırlarına, insan gruplarının yanı sıra, hayvanlar, bakteriler, robotlar, arayüz yazılımlar, yeryüzü oluşumlarını dâhil etmeliyiz.
Tiyatro, hem hikâye aktarıcılığı rolü hem de geçirgen maddesel varlığı ile uzamlar arası bir köprü işlevi görür. Bu sallantılı köprü aynı zamanda yeni dünyanın göçebe özneleri için de bir buluşma portalıdır. Hal böyleyken tiyatro hem buluşma mekânı olarak hem de buluşma sürecinin kendisi olarak kendi kendini sürekli yeniden tasarlamalıdır. Bu müdahale, görmenin dolayımı bakımından ayrıca bir pratik ve beceri talep eder. Bu alıştırmanın en zorlayıcı kısmı kuşkusuz ikili (düalistik) düşünce yapısının hiyerarşik örüntüsünü parçalara ayırmaktır. Tıpkı yaşamın kendisinde olduğu gibi tiyatroda da varlık, durum, söylem, kavram ve maddeler birbirine dolanıktır.
Oyun bitti. Ankara’nın manzaralı yokuşlarından birinden sessizce Kuğulu Park’a yürüyorsunuz. Oyunu sizin yazdığınızı öğrendiği an beliren şaşkınlık hâlâasılı yüzünde. ‘’Keşke, bir yolu olsaymış’’, diyor, şekilsiz bir bulut geçiyor üstünüzden, turuncu bir kedi dolanıyor dizlerinize, genç bir kadın radyonun kanalını değiştiriyor, ekvatorda bir ağacın gölgesinde, bir bomba en büyük karınca kabilesini siliyor yeryüzünden, uzak bir ülkede, bilgisayarınızın kendi kararları var, acıkıyorsunuz, oyunda çalan şarkı takılıyor dişlerinize, bir gemi güvertesinde, parmaklarında koyu yeşil pastel boya lekesi, utanmıyorsunuz, koyuyorsunuz ellerinizi tek bir cebe, henüz kış gelmedi buralara, diyorsunuz, iyi ki güneş yerinde.. Gülümsüyor, buluşmanın sonuna geldiniz bile. Neden sonra aklınıza geliyor kaybolmamak için şehre serpiştirdiğiniz ipuçları. Bir şiir kitabı çıkarıp atıyorsunuz ateşe.
Dipnotlar
[1] Oppermann,S. Dolanık Yaşam Öyküleri: Kuantum Aleminde Anlatısal Eyleyicilikler ve “Dünyalaşma Etiği” (Çev: Elif Erkanlı), 2022 Erişim: https://thepentacle.org/2023/01/22/dolanik-yasam-oykuleri-kuantum-aleminde-anlatisal-eyleyicilikler-ve-dunyalasma-etigi
[2] Z.Gizem Yılmaz. Çay ve Elementler, 2023. https://thepentacle.org/2023/12/24/cay-ve-elementler/
[3] Barad, Karen. Meeting the Universe Halfway, Durham: Duke UP., 2007
[4] Trans, Alaimo. Corporeality for The Posthuman Glossary , 2016
[5] Braidotti, Rosi. “İnsan Sonrası, Pek İnsanca: Bir Post hümanistin Anıları ve Emelleri.” Şeyda Öztürk (Ed.). Cogito, s. 53-97. İstanbul: Yapı Kredi Yayınlar, 2019
[6] Şeker B., Delal. Antroposen Çağında Sanat Ve Yeni İhtimaller, 2021. Erişim: https://openaccess.hacettepe.edu.tr/
[7] Kırkalı, Deniz. “Bağırsağıma Bir Aşk Mektubu: Ekolojik Biraradalık Olasılıkları İçin Bir Önerme”. Cogito, 95-96, s.274-287, 2019
[8] Haraway, Donna J. Başka Yer (Çev. G. Pusar,.). İstanbul: Metis Yayınları, 2010
[9] Butler, J. Belâ Bedenler. Pinhan Yayıncılık, 2014
[10] Bakırcı, Çağrı M. Kedinizin Taşıdığı Parazit, Beyninizi ve Cinsel Dürtülerinizi Nasıl Kontrol Ediyor?, 2019
[11] Haraway, Donna J. Başka Yer (Çev. G. Pusar,). İstanbul: Metis Yayınları, 2010
[12] Şeker B., Delal. . Antroposen Çağında Sanat Ve Yeni İhtimaller, 2021. Erişim: https://openaccess.hacettepe.edu.tr/
[13] Erkenez, S Ciravoğlumegaron, A.Güncel Beden Kuramlarının Mekânı Dönüştürme Olasılıkları. Megaron , 2020;15(3):399-411, 2020
[14] Şahin Güler, Işıl. Ekolojik Tiyatro ve Antroposen / Carl Churchill’den İzler. İstanbul: Çizgi Kitabevi, 2023
[15] McEvoy, J. P. ve Zarate, O. Quantum Theory, 2007 Baskısından Çeviri (Çev.: Nedim Çatlı), İstanbul: NTV Yayınları, 2014
[16] Şeker B., Delal. Antroposen Çağında Sanat Ve Yeni İhtimaller 202.1 Erişim: https://openaccess.hacettepe.edu.tr/
[17] Erkenez, S Ciravoğlumegaron, A. Güncel Beden Kuramlarının Mekânı Dönüştürme Olasılıkları. Megaron , 2020;15(3):399-411, 2020
[18] Şahin Güler, Işıl. Ekolojik Tiyatro ve Antroposen / Caryl Churchill’den İzler. İstanbul: Çizgi Kitabevi, 2023
[19] Haraway, Donna J. Başka Yer (Çev. G. Pusar, ). İstanbul: Metis Yayınları, 2010
Kaynakça
Bakırcı, Çağrı M, İnsan Vücudunda Kaç Tane Hücre Var? Bunların Ne Kadarı İnsan Hücresi, Ne Kadarı Değil?(2023).
Bakırcı, Çağrı M, Kedinizin Taşıdığı Parazit, Beyninizi ve Cinsel Dürtülerinizi Nasıl Kontrol Ediyor? (2019).
Bakırcı, Çağrı M, Uzak Mesafeden Ürpertici Etkileşim: Kuantum Dolanıklık Nedir? Cisimler BirbiriyleIşık Hızından Hızlı İletişim Kurabilir mi?(2022): https://evrimagaci.org/uzak-mesafeden-urpertici-etkilesim-kuantum-dolaniklik-nedir-cisimler-birbiriyle-isik-hizindan-hizli-iletisim-kurabilir-mi-12183 erişim:15.04.24
Barad, Karen. Meeting the Universe Halfway, Durham: Duke UP., 2007
Braidotti, Rosi. “İnsan Sonrası, Pek İnsanca: Bir Post hümanistin Anıları ve Emelleri”. Şeyda Öztürk (Ed.). Cogito, s. 53-97. İstanbul: Yapı Kredi Yayınlar, 2019
Butler, J. Belâ Bedenler. Pinhan Yayıncılık, 2014
Erkenez, S Ciravoğlumegaron, A.Güncel Beden Kuramlarının Mekânı Dönüştürme Olasılıkları. Megaron , 2020;15(3):399-411, 2020
Haraway, Donna J. Başka Yer (Çev. G. Pusar,.). İstanbul: Metis Yayınları, 2010
Kırkalı, Deniz.”Bağırsağıma Bir Aşk Mektubu: Ekolojik Biraradalık Olasılıkları İçin Bir Önerme”. Cogito, 95-96, s.274-287, 2019
McEvoy, J. P. ve Zarate, O. Quantum Theory, 2007 Baskısından Çeviri (Çev.: Nedim Çatlı), İstanbul: NTV Yayınları, 2014
Oppermann, S. & Iovino, S. Material Ecocriticism. Indiana University Press, 2014
Oppermann,S. Dolanık Yaşam Öyküleri: Kuantum Aleminde Anlatısal Eyleyicilikler ve “Dünyalaşma Etiği” (Çev: Elif Erkanlı), 2022 Erişim: https://thepentacle.org/2023/01/22/dolanik-yasam-oykuleri-kuantum-aleminde-anlatisal-eyleyicilikler-ve-dunyalasma-etigi
Şahin Güler, Işıl. Ekolojik Tiyatro ve Antroposen / Caryl Churchill’den İzler. İstanbul: Çizgi Kitabevi, 2023
Şeker B., Delal. Antroposen Çağında Sanat Ve Yeni İhtimaller, 2021 Erişim: https://openaccess.hacettepe.edu.tr/
Trans, Alaimo. Corporeality for The Posthuman Glossary, 2016
Yıldız, A. “Fiziksel Sabitlerin Öğretiminin Tartışılması” Kesit Akademi Dergisi, 7 (27), 378-385, 2021
Z. Gizem Yılmaz. Çay ve Elementler, 2023. https://thepentacle.org/2023/12/24/cay-ve-elementler/ https://thepentacle.org/2023/12/24/cay-ve-elementler
Dijital Erişim: 11.04.24 https://www.etimolojiturkce.com/kelime/avantür
Delal Şeker
Sanatçının sanatsal pratiği tıpkı akademik serüveni gibi disiplinler arası bir yol izlemektedir. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Dramatik Yazarlık Lisans bölümünden “Sevim Burak Metinlerinde Kavramsal Sanat’ın Etkisi” başlıklı araştırma dosyasıyla mezun olmuştur. Aynı çalışma ile tanıştığı kavramsal sanatın ilhamıyla Hacettepe Üniversitesi Resim Ana Sanat Dalı’nda yüksek lisansa başlar. “Antroposen Çağında Sanat ve Yeni İhtimaller” teziyle yüksek lisansını tamamlar. Sanat serüveni içinde çeşitli zamanlarda Ankara, İstanbul, Prag, Oulu gibi farklı şehirlerde yaşam sürer. Bu şehirlerde farklı topluluklarla üretim yapar ve sergilere katılır. Sanatçının güncel pratiğinin çıkış noktasını çeşitli mecralardan yararlanarak kurguladığı spekülatif öyküler oluşturuyor. Bu hikâyeler aracılığıyla insan ve insan olmayanlar arasında diyaloglar yaratmaya odaklanır.
Son olarak 2022 yılında Göteborg Üniversitesi’nde “Design and the Posthumanist Perspective” isimli doktora dersini alır. Editör ve sanatçı olarak Göteborg ve Muğla şehirleri arasında mekik dokuyan sanatçı “Design and Posthumanism” topluluğunun üyesi olarak üretimlerine devam etmektedir.
TEB Oyun Dergisi’nin Buluşmalar sayısına ulaşmak için: TEB Oyun / Buluşmalar