Merkezden Uzak: Kaş Tiyatro Günleri

Geçen yaz katıldığım son festival Kaş Çevre ve Kültür Derneği tarafından düzenlenen Kaş Tiyatro Günleri’ydi. Üç gün gibi kısa bir sürede gerçekleşmesine rağmen, festival zihnimde hâlâ çok canlı olan birçok anı bıraktı. Kaş, deniz kıyısında bir yerleşim yeri ve halihazırda konumlandığı coğrafya, kendi kişisel tarihinin izlerini birçok noktada taşımaya devam ediyor. M.Ö 4. yüzyıla kadar uzanan bu tarihselliğin içinde düzenlenen bir tiyatro festivaline katılmak, henüz Antalya’ya doğru yola çıkarken bile beni heyecanlandırmıştı.

Kaş Tiyatro Günleri, 18-19-20 Ekim tarihlerinde gerçekleşti ve festival boyunca sekiz oyunun yanı sıra söyleşiler ve atölyeler de seyircilerle buluştu. Uzun zamandır sayıları gittikçe artan yerel festivalleri ilgiyle takip ediyorum. Kaş’ta, Borçka’da, Gümüşlük’te, Gaziantep’te büyük emekler verilerek tasarlanıyor ve yerel halkın tiyatroyla karşılaşmasına vesile oluyorlar. Festivallerin yarattığı “karşılaşma” alanlarının en heyecan verici yanlarından birisi, karşılıklı bir dönüşüm potansiyelini içinde barındırmaları. Bağımsız tiyatro ekipleri için büyük şehirlerde merkezileşmiş bir seyir deneyiminin dışına çıkarak farklı bir mekânda, farklı izleme alışkanlıkları olan seyircilerle bir araya gelmek tiyatro yapmanın kendi doğasına dair birçok yeni soru sormalarına ya da halihazırda var olan soruları yeniden anlamlandırmalarına olanak tanıyor. Niçin tiyatro yapıyoruz? Kimlerle karşılaşmak istiyoruz? Farklı bir mekânda sahnelenen bir hikâye mekânla nasıl dönüşüyor ya da dönüştürüyor? O coğrafyadaki seyircilerin kendi kültürel ve tarihsel arka planları oyunu izlerken onları ve bizi nasıl etkiliyor? Tüm bu sorular, özellikle İstanbul’da tiyatro yapmanın son zamanlarda giderek zorlaşmasıyla öne çıkan çok daha somut sorunların en azından festival süresince ötesine geçebiliyor. 

Kaş Çevre ve Kültür Derneği tarafından düzenlenen Kaş Tiyatro Günleri, bu sene üçüncü edisyonunu gerçekleştirdi ve geçen senelere nazaran sayıca daha çok oyun ağırladı. Festivalin direktörlüğünü üstlenen Ahmet Akoy, aynı zamanda Kaş Çevre ve Kültür Derneği’nin yönetim kurulu başkanı. Festivalin küratörlüğü ise Şule Ateş tarafından gerçekleştirilmiş ve kürasyon “Birlikte Yaşam” teması ile çerçevelenmiş. Oyunlara geçmeden önce festivalin tasarlanmasını ve yürütülebilmesini mümkün kılan bazı noktalardan bahsetmenin kayda değer olduğuna inanıyorum. Kaş’ta düzenlenen bu kısa süreli festivalin organizasyonu ve yürütülme biçimi birçok başka festival için de ilham verebilecek bir model sunuyor. Festival boyunca konuk ekipleri ağırlayan, teknik anlamda ihtiyaç duyulabilecek her noktayı organize eden gönüllüler bu yapının bel kemiğini oluşturuyorlar. Gönüllülüğün yorgunluk da barındırabilen bir konsept olduğunu düşündüğümüzde burada varlık gösteren herkesin oldukça içten, samimi ve yaptığı işi severek orada olması hem bir katılımcı olarak bana iyi hissettirdi hem de festivale verdikleri desteği görmek umut verici oldu. (Bu noktada aslında “destek vermek” ifadesinden çok “dayanışma” ifadesini kullanmak istiyorum. Bu dayanışma hissi, festivalden dönerken benim için de yoğun bir duyguydu çünkü.) Aynı zamanda festival katılımcılarının ağırlanmasıyla ilgili ihtiyaçların karşılanması neredeyse 100’e yakın sayıda Kaş esnafının bu “dayanışma ağı”na katılmasıyla mümkün olmuş. Aynı samimiyeti Kaş esnafıyla her karşılaştığımda hissettiğimi söyleyebilirim. Bütün bunlar, Kaş’ta tiyatronun yalnızca gelip geçen bir etkinlik olarak değil, kentin gündelik yaşamına dokunan bir deneyim olarak karşılanmasını sağlamış. Bu noktada festivalin teması olarak duyurulan “Birlikte Yaşam” ifadesiyle oyun seçkisindeki ortaklığı net olarak göremesem de festivalin gerçekleşme biçiminin “birlikte yaşamak”la kesinlikle ilişkilendiğini düşünüyorum. 

Festival seçkisinde yedi farklı ekipten dokuz oyun yer aldı. Üç günlük programa yayılmış olan bu oyunlardan bazıları Kaş’ın tarihsel belleğinde önemli bir yeri olan Antiphellos Antik Tiyatrosu’nda, kimileri Çukurbağ’daki eski bir ilkokulda, kimileri de Kaş’ın kamusal alanlarına yayılmış olarak sahnelendi. Seçkideki oyunların tamamı halihazırda İstanbul ve Ankara’da gösterimde olan oyunlar olduğu için bu izlenim yazısını festival çerçevesinde tutmak istiyorum. Bu yüzden oyunları bu yazıda Kaş’la ve festivalle kurdukları ilişki bağlamında ele alacağım. 

Kaş’taki antik tiyatroda oyun izlemenin kendine özgü bir seyir alanı var. Seçkideki oyunların birçoğunu daha önce İstanbul ya da Ankara sahnelerinde izleme fırsatı bulmuş olsam da, Antiphellos’un iyi korunmuş ve az müdahale edilmiş tarihsel dokusu, mimarisi, coğrafi konumu ve elbette festivalin atmosferi; bu oyunları farklı bir perspektifle yeniden deneyimlememi sağladı. Ankara merkezli bir ekip olan Boş Sahne’nin festivalde üç oyunu yer alıyordu. aBzu ve Çimidi, çocuklardan yetişkinlere geniş bir yaş kitlesine hitap eden oyunlardı. Festivalde “çocuk oyunu” kategorisinde yer aldılar ama buradaki kapsayıcı dramaturjinin altını çizmek isterim. Boş Sahne’nin Çalgıcı Gül Ali Masalı, ekolojik bir krizin ve değişen kent yaşamının çevresinde gelişen bir hikâyeye sahip olan Tek Kullanımlık Hikaye, “bakış” kavramını merkeze alan bir kadın hikâyesi olan ve uzun yıllardır sahnelenen Dansöz, adada geçen bir aşk hikâyesini anlatan Mahallemiz Eşrafından, bir anne kız ilişkisi etrafında gelişen Annem Kalan Gül Ağacı Masanın Üstünde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı oyunları bu antik tiyatroda sahnelenen oyunlardı. Kaş’ta bu oyunları izlemek, yalnızca sahnedeki temsilin değil, sahne dışında kalan öğelerin de deneyime dâhil olduğu çok katmanlı bir izleme alanı yarattı. Doğa, deniz, mimari çevre, ışık ve sahne arkasındaki insanlar -yani çoğu zaman “kadrajın dışında” kalanlar- bu defa sahnenin bir parçası gibi görünmeye başladı. Yaklaşık 3000 kişilik bu antik tiyatroda yalnızca oyunu değil, birbirimizi ve bizi saran çevreyi de gördük. Böyle bir perspektifte tiyatro, gerçek hayatla çerçeveleniyor; sahne ile seyir yeri arasındaki sınır gevşerken, anlatılan hikâyelerin yankısı da konvansiyonel sahne düzeninden farklı karşılık buluyor.

Çehov’un Üç Kız Kardeş oyunundan esinle yazılan İki Kent Arasında Bir Bar Masasında, İstanbul’daki gibi Kaş’ta da bir barda sahnelendi. Oyun, “yan masadan bir sohbeti dinliyormuşuz” hissi yaratan konseptiyle, izleyicinin konumuna dair oyunsu bir yaklaşım sunuyordu. Yine de, sahne dışı bir mekânda sahnelenen bu oyunun, karşımızda konumlanarak neredeyse geleneksel bir sahne hissi yaratmasındansa, seyircilerin arasında yer alarak mekânla daha doğrudan ve sahici bir ilişki kurmasını tercih ederdim.

Farklı hikâyelerin bir araya geldiği Monologlar Yuvakimyon, Kaş’ın sokaklarında başlayarak farklı mekânlara dağılan ve bana kalırsa festivalde şehirle ilişki kurma olanağı en yüksek olan oyunlardan biriydi. 

İstanbulun yaklaşık yüz elli yılının içinde dolaşan, pogromdan askerî darbelere kadar kolektif hafızanın dışında tutulmaya çalışılan felaketlerin yarattığı pek çok travmatik an üzerinde kurulan hikâyelerden oluşan ve mekâna özgü üretilen Monologlar Müzesi Yuvakimyon, İstanbuldaki gösterim mekânlarında, mesela oyunların ilk olarak sahnelendiği Yuvakimyon Rum Kız Lisesinde izlendiğinde bu hikâyelerin seyirciyi dâhil ettiği tarihsel-politik-estetik deneyim etkileyici, dönüştürücü bir nitelik kazanıyordu.” [1] 

Esra Dicle’nin yukarıda vurguladığı gibi monologların hikâyeleri sahnelendikleri özgün mekânda güçlü bir bağ kurabilirken, Kaş’taki cafelerde, barlarda, sokaklarda sahnelendiğinde “dönüştürücü” gücünü bir bağlamda kaybetti. Bununla birlikte mekânın oyuna olan etkisinden ziyade oyunun mekâna olan etkisinin hala “dönüştürücü” olma potansiyeli üzerinden değerlendirilebileceğine inanıyorum. Monologların hikâyelerinin kent sakinlerinin gündelik yaşamlarına ait mekânlarda yankılanmış olması, bir sokağı herhangi bir sokaktan sanatsal bir mekâna, bir cafeyi bir sahneye dönüştürdü. Kentin belleğinde bir iz bırakabileceğine inandığım bu sahneleme tercihi, festivalin gelecekte de değerlendirebileceği olanaklardan biri. Tabii ki, biçim ve içeriğin birbiriyle daha kuvvetli bağlar kurmasını ve mekâna özgü olmasını arzu ederdim. Burada festivalin gelecekte daha çok destek almasına ve festivale özgü oyunlar üretebilecek kaynaklara sahip olmasına dair umudumu belirtmeliyim. 

Festivalde benim için en heyecan verici konuşmalardan biri Zerrin Yanıkkaya’nın “Merkezden Uzak, Seyirci Yakın mı? Tiyatro Festivalleri, Sorular ve Arayışlar” başlıklı konuşmasıydı. Yerel festivallerin uluslararasılaşma potansiyelinden, karşılaştıkları zorluklara kadar pek çok konunun ele alındığı bu söyleşide, özellikle maddi sorunlar, fon bulma güçlükleri ve organizasyonel engeller dikkat çekiyordu. Maddi ve yapısal sorunlara dair çerçeve çizilirken, tiyatronun merkezin dışındaki varoluş biçimlerine dair anlatılarsa oldukça umut vericiydi. Yanıkkaya “bir kişinin ısrarının birçok şeyi değiştirebileceğini” söylerken, Mardin’de bir festivalde elektriklerin kesildiğinden ve çocukların türkü söyleyerek sorunun çözülmesini beklediklerinden söz etti. Yerel festivallerin organize edilmesi ne kadar zor olsa da bu anekdotun hissettirdiği umudun da güçlüklerle baş etmeye dair çözümler üretirken akılda tutulması gerektiğine inanıyorum. 

Kaş Tiyatro Günleri’nin ilk edisyonunda üç oyunla yola çıkıp geldiği noktayı heyecanla ve umutla takip ettim. Kaş Çevre Derneği’nin tiyatronun Kaş’ta sosyal dönüşümlere yol açmak yerelde tiyatro topluluklarının oluşmasını sağlamak gibi amaçlarla düzenlediği bu festivalin hepimiz için ilham verici olduğuna inanıyorum. Hem Kaş halkı için hem de bağımsız tiyatro ekipleri için bu karşılaşmayı tasarlamak, hepimize yaptığımız işi ve neden yaptığımızı düşünmek için bir alan açıyor. 

1) Dicle, E., 3. Kaş Tiyatro Günleri’nin Ardından, Mimesis Dergi, 2025. Kaynak: https://www.mimesis-dergi.org/2025/01/3-kas-tiyatro-gunlerinin-ardindan/, Erişim Tarihi: 24.03.2025


TEB Oyun Dergisi’nin 50. sayısına buradan ulaşabilirsiniz.

Yazar Hakkında / Yaşam Gülseven

TEB Oyun Dergisi'nde yazar ve dijital proje koordinatörü.

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin