İstanbul Tiyatro Festivali’nden Çarpıcı Bir Oyun: Biz Kimiz?
Şık siyah giysiler içinde kadın, erkek, genç, yaşlı bir grup. İnsanın içine işleyen güzel bir müzik. Arka planda kül rengi kumaş parçalarından dev bir dağ. Rahatlatıcı bir barok müziği. Bir kadın nefis bir arya söylüyor ama birden…Kesinti…
Yer ayağımızın altından kayıyor
Kadın sallanıyor, bastığı yer sarsılıyor sanki. Kendini toparlamaya çalışıyor sonra ayağı kayıp yine yere yapışıyor, hoop çığlıklar bağırışımalar… yine kalkıyor ayakta durması için zar zor tutuyorlar onu… Sonra yavaş yavaş gruptaki diğer insanlar da tökezlemeye, düşmeye, kaymaya başlıyorlar. Hiçbir şey olmamış gibi devam eden müzik hep kesintiye uğruyor. İnsanlar da hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar, her şey eskisi gibi sürüp gidiyor. Yine de durmadan kayıyorlar, düşüyorlar, yerlerde yuvarlanıyorlar. Sonunda öyle bir durum oluyor ki kimse olduğu yerde duramıyor, herkes tökezliyor, kayıyor, düşüyor. Düşenlere yardım etmeye çalışanlar da yapışıyorlar yere. Bağırışmalar, çığlıklar müziği bastırıyor. Neler oluyor? İnsanlar birbirlerini çekiyorlar, sırtlıyorlar, taşıyorlar. Sonra bakıyoruz hoyratça bir itişip kakışma başlıyor. Şaşkınlık dayanışmaya, dayanışma saldırganlığa dönüşüyor.
Birden çığırından çıkmış bir dünyanın içinde buluyoruz kendimizi. Dengeli, uyumlu bir dünyada giderek büyüklü küçüklü çatlakların oluşması, bu çatlakların kaosa yol açması mı? İnsanlar şaşkın bir haldeler, nasıl davranacaklarını, ne yapacaklarını bilemiyorlar. Hiçbir çözüm üretemiyorlar. Hiç bir şey yokmuş gibi davranmaları onları iyice gülünçleştiriyor.
Arka plandaki dev dağ da tehditkâr bir biçimde durmadan hareket ediyor, her an patlamaya hazır bir canavar gibi. Dengelerini iyice yitiren insanlar da çılgınca itişiyorlar, yuvarlanıyorlar, kayıyorlar, bağırıyorlar, kimin sesi en yüksek çıkarsa onun peşinden gidiyorlar.

Biz Kimiz? oyunundan bir kare.
Kilin Sırrı: Esneklik, yumuşaklık ve değişim
Sonra kafalarına kilden saksılar geçiriyorlar. Bu saksılarla bir süre kör gibi dolaştıktan sonra kendilerine ağız, burun, göz yapıyorlar. Yeniden yaşama dönüş mü? Yaşadıkları kaostan bir çıkış mı? Sonunda kilden saksılar şapkalara dönüşüyor, insanlar gerçeküstü özelliklerini yitirip normal insanlara dönüşüyorlar. Artık kili istedikleri gibi şekillendirebilir, ona yeni yeni biçimler verebilirler. Kil esnekliği, yumuşaklığı ve değişimi mi simgeliyor? Ama aynı anda küçük bir kız bir kapta kırmızı bir sıvı getiriyor. İnsanlar neden vahşice saldırıyorlar kırmızı sıvıya, nedir bu, kan mı?
Çığırından çıkan dünya
Sonra bir anda bu çöp dağı renk renk pet ve plastik şişelerini öyle bir kusuyor ki bütün sahne çöplerle dolup taşıyor, insanlar bu çöp yığınlarının içinde yuvarlanıyorlar. Birden dağ canavarı çılgınca dalga sesleriyle tsunami gibi üstümüze üstümüze gelerek her şeyi silip yutuveriyor. Geri çekildiğinde yerde yatan tek tük ölüler. Sonra yine dalgalanan çöp dağı her şeyi yine yutup götürüyor. Bir an geliyor ki dağ canavarı yine duruluyor, işte o an dağdan çıkan beden parçalarını görüyoruz, bir kol, bir kafa, bir ayak. Herkes yine bir araya geliyor, yine dans ediyor. Finalde onları bir kenarda durmuş pet şişelerini sahneye atarken izliyoruz. Yaşananlardan ders alınmaması mı?
Karmaşa ve felaketlerin birbirini izlediği bu dünyada bir gelecek var mı? Oyun izleyiciyi bu soruyla baş başa bıraksa bile karanlık bir oyun değil. Çünkü en karabasanımsı sahnelerde bile yer yer gülebiliyor ve duygulanabiliyoruz. İnsanlar öylesine zavallı, öylesine çaresiz ve kırılgan ki. Yaşam akışının sürekli kesintiye uğraması, yaşanan arızalar ve bu arızalar karşısındaki duruşumuz, gerçekleri görmek istemeyişimiz, çözüm üretemeyişimiz, zavallılığımız bizlere birebir ayna tutuyor.

Biz Kimiz? oyunundan bir kare.
Ben kimim? Biz kimiz?
İstanbul Tiyatro Festivali’nde Katalan – Fransız topluluğu Baro d’evel’den izlediğimiz (Yazan ve yöneten: Camille Decourtye, Blai Mateu Trias) Biz Kimiz oyunu görsel sanatlar, koreografi, akrobasi, müziğin iç içe geçtiği bütüncül bir sahne tasarımıyla büyüleyici bir dünya yaratmış. Yaşam enerjisi dolu bir dünya. Öykü yok bu oyunda, sadece bir revü gibi birbirini hızla izleyen görsel sahnelerle oluşan sorular var: Ben kimim? Nasıl bir dünyada yaşıyorum? Ne derecede biz olabiliyorum? Biz olmak ne demek? Neden birinin peşinde sürükleniyoruz? Neden birbirimize karşı bu kadar saldırganız? Dünyamız neden bu kadar tehlikeli bir hale geldi? Her şey yok olduğunda geriye ne kalıyor? Bu sorunların izini sürerken birlikte yaşama, yaşamdan kopma, yaşama tekrar dönme gibi varoluşsal olgular da gündeme geliyor. Biz Kimiz? bizleri sahnede o anda yaşananların içine çeken müthiş bir deneyim sunuyor bize. Ama bununla da bitmiyor oyun sonrasında da etkisinden kolay kolay kurtulamıyoruz. Ama bu hüzün değil umut dolu bir duygu, çünkü oyun boyunca sahneden bize doğru akan yoğun yaşam enerjisi ve sevinci oyun sonrasında da sürüyor.
Oyun sonrasında fuayede müziğin eşliğinde oyuncular ve izleyiciler birlikte dans ediyorlar. Kolektif bir enerji genç yaşlı herkesi ele geçiriyor. Tiyatronun hepimizi birleştirici, kucaklayıcı gücünü yoğunlukla hissediyoruz.
Bu yazının kısa versiyonu Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanmıştır.
TEB Oyun Dergisi‘nde yer alan diğer eleştiri yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.






