VOYN! açıkALAN’da Ekopoetik Buluşmalar

Kamusal ve katılımcı performans üzerine bir eğitim ve yaratım projesi olan açıkALAN, 2023 yılı boyunca Kaş, Bergama ve Hemşin’de yaşayan yerel halkın yürüttüğü doğa mücadelelerinin ortak hafızasından ve kültürel bellekten yola çıkarak, on beş günlük atölyeler sonucunda katılımcı performanslar üretti ve sergiledi. Şule Ateş’in küratörlüğü ve Kaş – Genedos Kültür ve Yaşam Kooperatifi yürütücülüğündeki proje, CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı tarafından finanse edildi. 

Yaklaşık yirmi günlük atölye sürecinde, on dördü sanatçı, otuz iki katılımcıyla çalıştığımız çok yönlü, kapsayıcı ve umut dolu davetkâr bir proje oldu açıkALAN Kaş. Etkilerini hala hissettiğimiz, anlamlandırmaya, tanımlamaya ve sürdürebilirliğini araştırmaya devam ettiğimiz proje üzerine Şule Ateş ile İstanbul’da buluşup yeniden konuşmak istedik. İkimiz de projenin yerelde yarattığı etkiyi, etki alanının genişleme kapasitesini, referans aldığı kavramları birlikte düşünmenin kıymetinin farkındayız. “Buluşma” teması altında hafızamızı canlı tutmak adına, açıkALAN projesinin açtığı buluşma alanını hatırlamanın ve hep birlikte yeniden bakmanın kıymetli olacağını düşünüyoruz. Bu yazıda Şule ile açıkAlan Kaş, bir katılımcı performans  olarak VOYN! parkur performansının ortaya çıkışına dair konuşmamızdan bölümleri ve tüm bunların süreç boyunca tartıştığımız “ecopoiesispratiğiyle ilişkisi üzerine bir düşünme egzersizini paylaşmaya çalışacağım. Yazıyı ben derleyip toparlasam da aslında ilhamını Şule ile yaptığımız sayısız sohbetten alan ortak yazarlı bir çalışma bu.

Katılımcı performans dediğimizde, katılımcının varlığı ve tercihlerinin (malzemesinin) ön plana çıktığı (devised) ve katılımcıların profesyonel sanatçı olmasının da gerekmediği bir performans biçiminden bahsediyoruz. Bu performans biçimi çoğu zaman, yalnızca sanatçıları değil aynı zamanda seyircileri de aktif bir konuma yerleştirir. Seyirci olmanın edilgen konumunu kırarak deneyimin içerisinde etkin bir rol almayı sağlar. Bunun yolu çok belirgindir: karşılıklı etkileşim halinde olmak. 

VOYN!_TEB Oyun_Buluşmalar

Voyn” Parkur Performans esnasında toplu fotoğraf. Fotoğraf: Saliha Duman Kırgız

İki şey birbiriyle karşılaştığında ortaya çıkan etkileşim, üçüncü bir şeyin varlığının doğmasını sağlar. Üçüncü şey, yaratıcı, olasılıklarla dolu, alternatif bir dünyanın imkânlarını açığa çıkarabilir. Üçüncü şey, her türlü ilişki biçiminde ortaya çıkabilir. Birden fazla şeyin bir araya gelmesi ve buluşması üçüncü şeyin, yeni bir alternatif alanın varlığını etkin kılar. Fakat bu alternatif alan, her zaman ilişkinin bir parçası haline getirilmez. Çoğunlukla dışarıda bırakılan veya göz ardı edilen bir tarafı vardır. Bu ortaklığın merkeze alındığı bir sanat üretim süreci, olasılıkları zengin hale getirebilir. Çeşitliliğin, çok sesliliğin yarattığı bir alandan söz ediyoruz burada. 

Hiyerarşik bir yapıdan uzak yaratıcı bir alan, performans sanatlarında çoğunlukla karşılaştığımız bir şeydir fakat klasik sahneleme biçiminde, genel olarak hiyerarşik bir yapının geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Seyirci edilgen bir yerde konumlanır. Buna karşın, mekâna özgü gerçekleşen performanslarda, özellikle seyircinin daha aktif bir konumda olduğu etkileşim alanlarında, üçüncü şeyin varlığı gözle görülür şekilde kendini sunabilir. 

Şule, yıllardır İstanbul’da ve farklı şehirlerde, yerel halkın bir parçası olduğu performans araştırmaları yapmayı istemiş fakat 2020’lere kadar Türkiye için fazla yeni bulunan bu çalışmalar için kaynak bulmakta zorlanmıştı. Yine de kişisel çabalarla, 2005’te mekâna özgü performanslardan oluşan açıkALAN@Cihangir’i organize etmiş ve bu buluşma Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi’nin oluşmasını sağlamıştı. Ayrıca çeşitli Avrupa Birliği  programlarının desteğiyle, 2004 ve 2021’de Diyarbakır’da, 2006’da İstanbul Kuştepe’de, 2018’de İzmir – Bademli’de katılımcı performans çalışmaları yapabildi. 

Nur Akyüz’ün maskeleri. Fotoğraf: Saliha Duman Kırgız

Bu kez Avrupa Birliği Culture CIVIC: Kültür Sanat Destek Programı, projenin gerçekleşmesi için destek sağladı ve böylece açıkALAN projesi alternatif bir buluşma alanı yaratabildi. Katılımcılar, ortak amaçları ve heyecanı paylaşarak, yerelde kolektif sanatsal üretimin ve dayanışmanın gücünü hatırladılar. Bu haliyle, umut vadeden bir yapı oluştu. Özellikle İstanbul dışında, yerelde bir performans araştırma projesi oluşturmak, kendi başına bir buluşma davetiydi. 

Projenin kendisi de insanları bir araya getirip, buluşmaya, toplanmaya yönlendirerek belirli bir süre içerisinde yaratıcı bir üretim süreci kurgulamayı hedefledi. Katılımcı bir performans hazırlama süreci içinde, mozaik ve maske tasarımı ile Ecopoiesis Atölyesi gibi farklı atölyeler de kurgulanarak, performansla ilişkilenme yolları çeşitlendirildi ve bu atölyelerin çıktıları da performansa dâhil edildi. 

Ekoloji düşüncesini burada “birlikte varlık gösterebilmek” bağlamında ele almak iyi olur. Ortak niyet, ortak dil, ortak hassasiyetler üzerinden bir araya gelebilmekle ve bu şekilde yaratılan bir ortamda buluşmakla ilgili… açıkALAN yarattığı alan odağında ekolojik bir proje örneğidir. Şule’nin yürütücülüğünde gerçekleşen bir proje olmasına rağmen, kurduğu dil ve yarattığı eşitlikçi ifade alanı hiyerarşinin kırılmasını sağladı çünkü günün sonunda Kaş’taki projede katılımcı olarak yer alan çoğu kişinin derdi ortaktı. 

Bizim kendimizi gerçekten ortaya koyabileceğimiz alanlar çok az.

İstanbul çok büyük ve çok fazla seçenek var gibi ama yok, çünkü kalabalıkta kayboluyorsun. Yerelde ise, bir yokluğun içerisinde gibisin. Ve bir gün, bir proje çağrısı diyor ki “Kendi anlatım yönteminle bir şey söylemek ister misin?” Bu çok büyük bir alan hakkı sağlıyor. Elbette ortaya çıkacak bir performans var ve belirli çerçeveleri tutmak önem kazanıyor. Şule, söylediklerimi dinledikten sonra çok daha geniş bir yere doğru çekiyor soruyu, haklı olarak. Muhatabının kim olduğu belirsiz bir şekilde söze giriyor: 

“Bir yandan çerçeveyi tutarak, bir yandan insanlara özgürlük alanı tanımak çok kolay bir şey değil. Özellikle bizim gibi otoriteyi her şeyin üzerinde tutan toplumlarda; ‘tiyatroda yönetmen diktatördür’ yaklaşımının hâkim olduğu sanatsal bir atmosferde, bu kalıbın dışına çıkmak hiç kolay değil. Yönetmenin kendi mükemmellik anlayışından vazgeçmesini, esnemesini, başkalarının seçimlerine de alan açmasını, katılımcıların yaratıcı deneyimini, kendi yaratıcı deneyimi kadar önemsemesini gerektiriyor. Yönetmenin görevini, ‘topluluğun yaratıcı süreci için alan açmak ve bu alanı tutmak’ şeklinde tanımlamak gerekiyor. Bu da ciddi bir benlik terbiyesi demek.”

Voyn” Parkur Performans afiş. Fotoğraf/Tasarım: Alper Akça

Aslında asıl zorluğun kendisi için olduğunu söylüyor Şule: 

“Gerçekten ne yapacağımı bilmeden gittim her şehre. Her şehir için bir ön araştırma yaptık elbette ve genelde yaptığımız araştırmalar bu şehirlerde yürütülen doğa mücadeleleriyle ilgiliydi ağırlıklı olarak… Aynı zamanda şehirde hangi gruplar, oluşumlar var, kimlerle çalışabilirim gibi küçük bir ön araştırmaydı. Fakat aslında kimlerle çalışacağım, ben şehirlere atölye için gidene kadar belli değildi. Sonuçta Bergama’da, Kale Mahallesi’nde yaşayan 17-19 yaşındaki gençlerle çalıştım. Altın madenine karşı yürütülen mücadele hakkında, özellikle 90’lara dair, çok az şey biliyorlardı. Hemşin’de, küçücük bir köyde yaşayan ve HES’lere karşı yürütülen mücadeleye aktif olarak katılmış kadınlarla çalıştım. Kaş’ta ise biraz daha karma ve ağırlıklı olarak sanatçı bir grup vardı. Çoğunlukla katılımcıların neye ilgi duyduklarına, onları neyin heyecanlandırdığına odaklanmaya ve beni yönlendirmelerine izin vermeye çalıştım.”

Şule, yine de Kaş’taki projenin Bergama ve Hemşin’den farklı olduğunu düşünüyor çünkü burada atölyenin, Kaş Tiyatro Günleri’nin içerisine yerleşmiş olması etkiyi genişletti. Aslında hayal edilen, her şehirdeki performansları bir festivalin içerisine dâhil edebilmekti ama bu sadece Kaş’ta mümkün olabildi. 

Kaş’ın farkı, Kaş Tiyatro Günleri’ni organize eden ve projenin de iştirakçisi olan Kaş Çevre ve Kültür Derneği’nin hem dernek hem de festival etrafında geniş bir topluluk oluşturmuş olması. Bu geniş gönüllü ağı hem Kaş’taki çevre mücadelesini yürütüyor hem de festivali organize ediyor. açıkALAN projesinin yürütücüsü Kaş Genedos Kooperatifi de bu ağın bir parçası… Yani Kaş’ta zaten güçlü bir topluluk bilinci ve gönüllü çalışma deneyimi vardı. Bu sayede bir ay içinde, 40 kişiyi organize ederek hem Kaş Tiyatro Günleri’ni hem de açıkALAN etkinliklerini ve performansı yapabildik. 

VOYN! Parkur Performans, Kaş, Çukurbağ Köyü’nde daha önceden belirlenen yürüyüş rotası üzerinde gerçekleşti. Rota üzerinde her sanatçı için belirli duraklar belirlendi ve sanatçılar, Şule’nin küratörlüğünde kendi sanat disiplinlerini kullanarak yarattıkları eserleriyle sürece dâhil oldu. Performans gün ve saatinde rota başlangıcında buluşan izleyiciler, sanatçılar ve teknik ekip yürüyüşü birlikte gerçekleştirdi. İzleyiciler yürüyüş boyunca rota üzerinde belirli yönergeler eşliğinde performansı takip ederek sanat eserleriyle karşılaştı. Kaş’taki performans izleyiciyle canlı olarak bir kez buluştu fakat performanslardan alınan kayıtlar sayesinde, dijital mecralarda performansları izlemek hâlâ  mümkün. 

açıkALAN projesinin Kaş Tiyatro Günleri ortaklığıyla gerçekleştirdiği buluşması, festival kapsamındaki sunumlar, Bergama ve Hemşin’in performans videolarının gösterimleri, “VOYN! Parkur Performans” gösterimi, Eylem Ejder’in performatif sunumlarının yanı sıra, seminer ve panellerden oluştu. Bu etkinlikler bizi, yirmi günlük atölye sürecine katılamamış olan bir kitleyle de buluşturdu ve çalışmanın özündeki “birlikte varlık göstermek olarak ekoloji”  fikrini deneyimlememize ve özümsememize alan açan, başka bir buluşma ortamı yarattı. 

Şimdi dönüp baktığımda ne kadar bütünlüklü bir şey yaptığımızı fark ediyorum. Birlikte, yolu ortaya çıkaran bir yol haritası oluşturmuşuz… Böylece bu buluşma hem kavramsal hem deneyimsel olarak gerçekleşmiş oldu. Kaş’ta bizi o kadar mutlu eden şey bu bir araya gelme, buluşma, birbirini anlama hali… Aynı frekansta buluşmak gibi. 

Aslınur Sarıca ve Şule Ateş.

Ecopoiesis ve “VOYN! Parkur Performans” Nasıl İlişkileniyor?

Önce Deneyim Sonra Düşünce

Yüksek lisans tez çalışmamda ana kavram olarak yer bulan “ecopoiesis”, Dışavurucumcu Sanat Terapisi’nde bir iyileşme ve bütünleşme imkânı olarak ortaya çıkar. Sanatın destek gücünü doğayla birleştirerek, bireylerin kendi çevrelerine ve tüm canlılara karşı eşit, adil ve kapsayıcı yaklaşımını önceliklendiren, büyük bir eko-sistemin parçası olma farkındalığını hedefler. Ecopoiesis kavramı, iki farklı kelimenin birleşiminden oluşur. Eco; ekoloji, habitat yaşam alanı olarak kullanılır. Poiesis ise, karşımıza yaratıcı/sanatsal yaratım olarak çıkar. Her türlü yaratım ve ortaya çıkarma hali poiesis olarak tanımlanabilir:

“Eco-poiesis kavramı, Yunanca ev ve yaratıcılık anlamına gelen iki kelimeden oluşmuştur. Bu kavram, insanların yaşam çevreleri ile ilişkilerinde, sadece ihtiyaçları tarafından değil aynı zamanda biyo-çeşitliliği ve ekolojik dengeyi sürdürme arzuları tarafından da yönlendirilmeleri, dolayısıyla ‘dünyevi evlerine’ özen göstermeye istekli ve muktedir addedebilmek için gerekli olan temelleri atmak üzere tasarlanmıştır” [1]

Bu bağlamda performans özelinde, birkaç başlıktan bahsetmek gerekir. Birincisi sorumluluk. Ecopoiesis kavramının özünde bu var. Ekolojik olarak, içerisinde yaşadığımız dünyaya, canlı cansız tüm varlıklara birlikte yaşayabilmek adına sorumluyuz. VOYN! deneyimi bu sorumluluğu hatırlatıyor. “İnsanı tüm varlıklardan ayıran şey düşünmek ve konuşmaktır” şeklinde öğrendiğimiz temel bir bilgi var. Oysa biz ecopoiesis içerisinde bu hiyerarşik yapıyı esnetmenin peşindeyiz. Farklılıklar üzerinden değil, ortaklıklar üzerinden buluşmayı araştırıyoruz. 

Bu sebeple, performans esnasında seyirciyi bir deneyimin parçası olmaya davet ettik ve bunu da öncelikle sessizliğe davet ederek yaptık. Ve pek de kolay olmadı… Gerçekten konuşmadan, bilinçli bir sessizlik içerisinde, doğanın seslerini dinleyerek, bedenimizin hareketini takip ederek, tüm duyularımızın açık olduğu bir deneyime kendini bırakmak çok kolay olmuyor. 

Bu tek başına öznel bir mesele de değil elbette. Öncelikle gündeliğimizin içerisinde artık doğanın seslerini veya sessizliğini pek duyamıyoruz. Ayrıca artık çok fazla uyarana maruz kaldığımız bir dünyada, dikkati toparlamak gittikçe zor bir eyleme dönüşmeye başladı. Böyle bir yerde, performans aracılığıyla seyirciye bir sorumluluk vermiş olduk. Sessiz kalmak, doğayı dinlemek ve bilinçli-farkındalıklı bir yürüyüş… Bu, romantik bir eylem değil. Aksine sorumluluk, etrafa karşı uyanık kalmakla, olup biten her şeye başka türlü bir ilgiyle yaklaşmakla ilgili. Ciddi bir konsantrasyon sürecinden bahsedebiliriz. 

İkinci başlık ise biriciklik ve canlılık. Performans sanatları, özünde canlılık barındıran, o anda gerçekleşen ve tekrarı olmayan bir yapı sunar. Bu nedenle, gerçekleşen her performans biricik olma özelliğine sahiptir. Doğada her an gözlemlenebilen canlılık ve biriciklik halinin varlığı, doğa içinde bir parkurda gerçekleşen performatif deneyimi daha güçlü kıldı. “Şimdi ve burada” olmaya bir davet sunarken, aynı zamanda bunu ezbere bir yerden yapmak yerine seyircilerin bizzat deneyimlemesine olanak sağladı. Bunun meditatif bir tarafı var. 

Ecopoiesis’in çıkış noktası sanatçıların yaratıcı süreçleri için bir araştırma yöntemi oluşturmak değil. Ecopoiesis’in bir iyileşme/iyi hissetme yöntemi olarak, herkesin uygulayabileceği bir araç olmasının esas nedeni, özündeki bu meditatif yapıya sahip çıkıyor olması. Merkez aldığı yer, bir merkezin olmaması… Ecopoiesis, insan ve insan ötesi tüm varlıkların bir bütünün, bir ekolojinin, bir yaşamın parçası olduğuna inanır ve hiyerarşik yapıyı sarsarak eşitler arası bir diyalog alanı oluşturur. 

Üçüncü başlık ise süreç odaklılık. Bazen sonuca odaklanılan işlerde yaratıcı sürecin, malzemeyle buluşulan yerin önemi göz ardı edilir. Sürecin kendisi yolda olmayı, buluşmaları, karşılaşmaları ve araştırmayı önceliklendirir. Süreç, süreyle ilişkilidir. Zamanın kıskacından çıkarak sürece yayılır ve deneyimin içerisine yerleşmeyi mümkün kılar. Ecopoiesis, yapısı gereği süreç odaklıdır. Sürece odaklı bir performans araştırması aynı zamanda sezgiselliği de ortaya çıkarır. 

Adını Kaş’ta bir sesleniş biçiminden alan “VOYN! Parkur Performans”, kendi biçimselliği içerisinde, keskin sınırları olan bir proje olmadığı için, yirmi gün gibi kısa bir çalışma süresi olmasına karşın, süreç odaklı olduğunu söyleyebiliriz. Ortaya çıkan sonuç, ecopoiesis değil fakat performans ortaya çıkana kadar yapılan buluşmalar, paylaşımlar, atölye çalışmaları, araştırma süreci, üretim aşaması, defalarca yapılan rota yürüyüşleri… Tüm bunlar ecopoiesisi oluşturuyor. Sürecin kendisi bir buluşmaya dönüşüyor ve bu buluşma hali en az, ortaya çıkan performans kadar değerli. 

Can Bilen’in Taşları Performansı. Fotoğraf: Sanatçının kişisel arşivi

Bu aynı zamanda oldukça katmanlı bir inşa süreci. Performansın kendisi de bir buçuk saatlik belirli bir rota üzerinde gerçekleştiği için aslında süreci temsil eden bir yapısı var. Parkur performans form bakımından bir sanat yapıtıdır. Temel performatif ve estetik değerlendirme içerisinde gerekli olan ilkelere sahiptir ama elbette deneysel bir performans araştırmasıdır. Mekâna özgüdür, içerisinde rastlantısallığı ve sezgiselliği barındırır. Seyircinin aktif rol üstlenmesini sağladığı ve doğada gerçekleştiği için olası sürprizlere açık hale gelir. Böylece hedef odaklı bir yapının dışına çıkmak kolaylaşır. 

Bugün, tüm varlığımızı performans göstermek üzerine kurguluyoruz. Çağın kendisi herkesi birer performans öznesine dönüştürüyor. Daha iyi, daha güzel, daha mükemmel, daha doğru… Bu tarz bir yaşam formu içerisinde parkur performans gibi, ecopoiesis ya da ekolojik düşünce biçimleri ve sanatsal yaklaşımlar, hedef odaklı var oluşu askıya alabilir. Şu anda etkisi küçük gibi gözüküyor olsa da bu tarz deneyimlere ve söylemlere sürekli maruz kalmak uzun vadede değişimi beraberinde getirecektir. Hiçbir şey bir anda olmak zorunda değil. Süreç odaklılık bu yüzden kıymetli ve sahip çıkılması gereken bir alan sunuyor. 

Alternatifin alternatifine ihtiyaç duyduğumuz bir sanat dünyasının içerisindeyiz. Yaşadığımız dünya her şeyi ölçülebilir kılmak istiyor. Özellikle iş yaşamında bunu belirgin olarak görebiliyoruz. Her şeyi kontrol etmek isteyen, kâr ve zarar hesabı yapan sistem, her şeyi köşeli hale getirerek çerçevelendirmeye çalışıyor. Oysaki sanat, tam olarak bunun karşısında durmayı amaçlar ve farklı bir var oluş biçimi sunar. Sistemin dışında kalmanın veya sistemden en az derecede etkilenmenin yollarını arar. 

Bu yüzden tek ve mutlak şehirden uzaklaşarak, yerelde sanat üretimleri gerçekleştirmek bugün daha çok önem taşıyor. Tersine göçler artıyor, büyük şehirlerden kırsala göç gittikçe yaygınlaşıyor. Yeni alanlara ve yeni anlatım biçimlerine ihtiyacımız eskisinden daha büyük ve üstelik daha çeşitli. Bu yüzden umutlu bir yerde durmamız gerektiğini biliyoruz, fakat öte yandan açıkALAN projesi, ancak Avrupa Birliği’nin desteği sayesinde gerçekleşebildi. Performansa ve deneysel performans araştırmalarına Türkiye’de destek bulabilmek hiç kolay değil. 

Performans sanatları, tiyatro ve dans disiplinleri için alternatif araştırmalar yapmak ve hele bunu yerelde gerçekleştirmek oldukça zor bir iş ve bütçesiz gerçekleştirmek imkânsız. Sürdürülebilir olması için ciddi anlamda desteklere ihtiyaç var. Belediyeler, eğitim kurumları, STK’lar ve kültür-sanat kurumları bu tarz yaratıcı projelere sahip çıkmalı. Sanatın, gönüllülük esasına dayalı bir tarafı elbette var ama bir yandan da kendi ekonomisini oluşturması gerekiyor. 

Yaşadığımız dünya finansal olarak pek kolay bir yer değil. Böyle bir dünyada, daha iyi bir yaşam alternatifi, yeni ve yaratıcı seçenekleri sanat aracılığıyla düşünmek ve üretim olarak ortaya koymaya çalışmak bazen delilik gibi duyuluyor, çünkü pekâlâ yapılaşmış kurumların yaptığı gibi kazanç getirisi garantisi olan projeler üretmek de mümkün ama bu geleceğe dair ne söz söylüyor? Yaşayan bir sanat ekonomisi yaratmak için hep birlikte alanları çoğaltmak gerekli. 

İstanbul’daki sanat çeşitliliğini farklı şehirlere, seslere, renklere yaymanın yollarını bulmalıyız. 

Buluşmanın ve bir araya gelmenin yolları çok çeşitli. Bakış açımızı tek bir odaktan daha geniş bir alana doğru çekmek, görmediğimiz ve işitmediğimiz birçok detayın varlığını belirgin kılacaktır. Dikkatli bir yürüyüş gibi… Birbirimiz ve daha iyi bir dünya alternatifi için uyanık olmak. Kaş Genedos Kültür Sanat Kooperatifi’nin mottosu gibi:

“ANCAK birlikte!”

Dipnotlar

[1] Alexander Kopytin,  Ecopoiesis: A New Perspective for The Expressive and Creative Arts Therapies In The 21st Century. UK: Jessica Kingsley Publisher,2022.


Künye

VOYN! 

(Parkur Performans)

Tasarlayan ve Yöneten: Şule Ateş

Proje Koordinatörü: Alper Akça

Reji Asistanı: Aslınur Sarıca

Sanatçılar: Alperen Dürüst, Aslınur Sarıca, Ayça Kaleli, Can Bilen, Değer Esirkuş, Demet Orbay, Dilara Tanbay, Ferhat Tebelleş, Hesna Mestanlar, Mert Çağatay Yılmaz, Nur Akyüz, Özgür Erkuş, Tuna Atabinici, Yiğit Ergün
Katılımcılar: Armağan Akça, Akay Yağlıcı, Ayşe Nur Ceylan, Ayşegül Çırak, Azra Çetin, Bilge Nur Ölmez, Burcu Canbulat, Esra Kuzucu, Fatma Akay, Funda Karatop, Kezban Savcı, Emine Şule Şahin

Metinler: T.S. Eliot, Feyza Özgen Şeker, Eylem Ejder

Prodüksiyon Yönetimi: Esra Kuzucu, Armağan Akça, Ferhat Tebelleş

açıkALAN Projesi
Küratör: Şule Ateş

Proje Koordinatörü: Alper Akça
Proje Asistanı: Serra Beldağ

Kurumsal Kimlik Tasarımı: Ali Balkan

Video çekim ve Montaj: Mehmet Süt, Selimcan Özdemir ANKA DİJİTAL


Aslınur Sarıca

Akdeniz Üniversitesi, Sanat ve Tasarım programında doktora öğrencisi. Doğaçlama dans, oyun, fiziksel anlatım, yaratıcı yazım, performans tasarımı ve yaratıcı süreç alanlarında çalışmalar üretiyor. Sanatçı olarak disiplinlerarası çalışmayı merkeze aldığı sanat projeleri üretmeye, doğa – sanat ilişkisi üzerine araştırmalarına ve doğaçlama hareket odaklı sanat atölyeleri düzenlemeye devam ediyor.


TEB Oyun Dergisi’nin Buluşmalar sayısına ulaşmak için: TEB Oyun / Buluşmalar

Yazar Hakkında / Aslınur Sarıca

Lütfen birkaç kelime yazıp Enter'a basın

TEB Oyun sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin