Zinnure Türe ile Söyleşi
“Değişimi görmek için inat, sabır ve kararlılık gerekiyor!”
TEB Oyun “Buluşmalar” sayısının açık çağrısını yaptıktan kısa bir süre sonra, oyuncu, yazar ve yönetmen Zinnure Türe’nin Mimesis Dergi websitesinde yayınlanan “Alternatifler ve İhtimaller: Çağdaş/Güncel Tiyatro Ne Yapsa Beğenirsiniz” [1] başlıklı yazısı bu sayının editörleri olarak oldukça ilgimizi çekti. Türe, Türkiye’de tiyatro alanında deneysel ve performatif üretimler yapan tiyatrocuların yeterince desteklenmediğinden, kültür kurumları tarafından destek görmeyen toplulukların karşılaştığı mekân sorunlarından ve bu sorular karşısında ürettiği olası çözüm önerilerinden söz ediyordu. Yazı, içeriği kadar şu açıdan da ilgimizi çekmişti. 2023 yaz sonunda Türe’nin ilk olarak sosyal medya hesabında yayınlandığı “Çağdaş Tiyatro Nereye Gidiyor?” başlıklı paylaşımı ve kısa notu özellikle İstanbul’da bağımsız tiyatro yapan, daha deneysel ve performatif bir sahne dili arayışında olan bir grup tiyatro sanatçısının bu vesileyle bir araya gelmesine ve mevcut durum karşısında birlikte tartışmalar üretmesine neden olmuştu. Türe’nin yazısı aynı zamanda bu tartışmaları da toparlar nitelikteydi.
“Buluşmalar” sayısının editörleri olarak TEB Oyun adına sanatçıyla, e-posta aracılığıyla yazısında değindiği konulara dair sorularımızı paylaştık, böylece aramızda bir diyalog başladı. Aşağıda yer alan söyleşi bu diyalogdan bir kesiti içeriyor.
TEB OYUN: Mimesis Dergi’de yayınlanan “Alternatifler ve İhtimaller” başlıklı yazınızda Türkiye tiyatrosunda, birbirinin benzeri hikâyelere ve estetik biçimlere yer veren “prodüksiyon tiyatroları”na vurgu yaparak, son zamanlarda tiyatroda yaşanan bir “muhafazakârlaşma”yı tarif ediyorsunuz. Bu konudaki düşüncelerinizi biraz daha açar mısınız?
Zinnure Türe: Yaşamsal organlarımızı korumak için kabuğuna saklanmış, kışı geçirmek için uykuya dalmış, koşullar daha iyi olunca geri gelmek üzere göç etmiş gibiyiz. Yakın Türkiye tarihinin döngüsündeki susma, durma, donakalma, hissizleşme gibi toplumsal travmalara verilen tepkiler ardı ardına verilmeye devam ediliyor bu dönemde de. Uzun zamandır yaşadığımız süreçlerin bir sonucu olarak ama en çok da pandemi sonrası bir türlü düze çıkamayan ekonomik ve sosyal güvencesizliklerin artması ile birlikte sahne sanatları alanında güncelden kopuk ve gittikçe içine kapanan bir atmosferden bahsediyoruz.
Muhafazakârlığı, geçmişten geleni devam ettirme, durumunu koruma ve yeniye karşı direnç gösterme olarak ele alabiliriz. Tanıdık olmayan herhangi bir şey ile hendekler kazarak mesafeyi sıkıca koruma olarak karşımıza çıkabiliyor bu hal.
Türkiye tiyatrosunda muhafazakârlaşmayı oyun seçiminden, metin yazımına, oyuncu seçiminden üretim biçimine, oyun tanıtımından tasarımına kadar her aşamada görmek mümkün. Seyirciye bağımlı bir mekanizma ortaya çıkmasını sağlayan bu model, ekonomik krizin tepemizde sallanan bir kılıca dönüşmesi ile birlikte zaten kırılgan olan güncel tiyatro alanını yok olma aşamasına getirdi. Seyirci ile uzun zamandır kurmaya çalıştığımız dengeli ve organik ilişki arayışı durma noktasına geldi. Bu bağımlı ilişki biçimi talep gören temaların, metinlerin ve biçimlerin sunumuna dönüştü. Bu organik olmayan ilişki biçimi maalesef beraber anlamaya kapalı, kendini tekrar eden ve içine dönük bir yapının ortaya çıkmasını sağlıyor. Son yıllarda üst üste yaşadığımız sosyal travmalar, yaratılan kutuplaşma ortamı ve korku atmosferi hepimizi konfor alanı arayışına iterek, bildiğimiz anlatıları tekrar tekrar dinleme isteğine, tanıdık olmayan herhangi bir şey ile mesafelenmemize, belli duygulanım biçimlerinin yarattığı katharsis hissine tutunmamıza yol açtı.
Muhafazakârlığı bireysel çıkarlarını öne koyan, sürdürülebilirlikten uzak ve günü kurtaran bir yapılanma olarak görüyorum. Elinde olanı korumak için her şeyi yapabilen, etik tartışmalardan uzak, feodal/patriyarkal/otoriter/ dikey hiyerarşik bir varoluş biçimi ise olmazsa olmazlarından. Bu oluş biçimi yaşadığımız coğrafya için oldukça normalleştirdiğimiz bir hal olduğundan üretim biçimlerimize de sıklıkla sirayet ederek var olan sisteme dâhil olma çabasını da beraberinde getirip sansür ve otosansür ile direkt olarak yüzleşmemize neden oluyor. Özellikle kriz zamanlarında, tanıdık olana tutunma ihtiyacından beslenen bu yapı hiçbir sorgulama yapılmaksızın hızlıca sadece “işi çıkarmaya” odaklanıyor. Muhafazakâr herhangi bir yapının yeniye, denemeye, araştırmaya ya da herhangi bir risk almaya kapalı olduğunun altını çizmek gerek. Bu nedenlerden ötürü şu anda baskın model olarak öne çıkan prodüksiyon tiyatrosunun kendi dilini üreten bir sanatsal arayış halinde olduğunu söyleyemeyiz. Tiyatrodan beklentinin geleneklerine bağlı, “yeni”yi en fazla geleneksel yöntemlerin (sözlü anlatı kültürünün tekrarı ya da klasik metinlerin yeniden yorumlanması) üstünden tanımlayan, kısaca oturmasını kalkmasını bilen bir forma dönüştürüldüğünü söylemek gerek.
Aramızdaki Sarmaşık oyunundan bir görsel.
TEB OYUN: Aynı yazıda “alternatif”, “çağdaş”, “bağımsız”, “güncel” gibi farklı ön adlarla bugünün ödeneksiz tiyatrolarından söz ediyorsunuz. Ama bu kavramlar birbirinden farklı. Siz, ayrımı ve/veya benzerliği nereden, nasıl kuruyorsunuz?
Z.T: Birbirlerinden çok farklı kavramlar haklısınız. Bu tanımların birçok başka kavramda da olduğu gibi terminolojide yerinin oturmasını biraz daha bekleyeceğiz sanırım. Size ancak kendi bakış açımı hiç de akademik olmayan bir yerden sunabilirim. Bu kavramsal tartışmaların devam etmesini de çok önemli buluyorum. Benim derdimin odak noktasında “Güncel Tiyatro” var. Güncel Tiyatro olarak adlandırmayı ben tercih ediyorum. Görsel sanatlar alanında yürütülen çağdaş – güncel sanat tartışmalarından yola çıkarak “çağdaş tiyatro” demenin bugünü tam olarak karşılamadığını, “çağdaş” kavramının da zaman içinde kendine ait bir yolculuğu olduğunu, bu nedenle bugünün tiyatrosuna “güncel” demenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Bugünü anlamaya çalışan, kesin yargılarda bulunmayan, bolca soru soran, yeni malzemeler ve teknikler deneyen, kapsayıcı, politik gündemi takip eden ve ona cevap olarak/o koşulların içinden konuşan bir üretim biçiminden bahsediyorum.
Prodüksiyon tiyatrosu ya da ödenekli tiyatro olmayan yani üretim koşullarını kendi imkânları dâhilinde belirleyen yapıları da “bağımsız tiyatro” olarak adlandırmayı tercih ediyorum. Güncel tiyatro üreten topluluklar da genelde kendi kendilerini finanse ettikleri için bağımsız tiyatro kapsamında ifade edilebilir. Alternatif tiyatro en çok kafamı karıştıran alanlardan biri, bu nedenle Mimesis’te yayımladığım yazıda da bu tanımı kullanmamaya özen gösterdim. Neyin alternatifi olduğu konusu biraz muğlak kalıyor… Alternatif Tiyatro bir döneme referans veriyor benim için; Türkiye hatta İstanbul özelinde 2000’lerin başında yeni açılan tiyatro mekânlarına ve onların üretim biçimlerine verdiğimiz adlandırmadan bahsediyorum. Bu yapılar ödenekli ya da prodüksiyon tiyatrolarına alternatif olarak ortaya çıkmıştı ancak birçoğunun güncel tiyatro ile ilişkisi olmadığını, sıklıkla konvansiyonel işler çıkardığını söyleyebiliriz. Günümüzde bu yapılardan bahsetmek mümkün olmadığı için bu başlığı tartışmaya dâhil etmemeyi tercih ediyorum.
Atış Serbest oyunundan bir kare
TEB Oyun: Gezi sonrası yaşanan politik atmosferle kültürel ve sanatsal alanda yaşanan kırılganlıktan, kırılmadan; boşalan alanlar sonucu ortaya çıkan oyuktan söz ediyorsunuz. Şu anda bu oyuk nelerle dolduruluyor, doldurulabilir mi? Sizin gözlem ve önerileriniz nelerdir?
Z.T: Türkiye tiyatrosu ülkenin politik süreci ile paralel bir şekilde sürekli sekteye uğrayarak kendi yolunu bulmaya çalışan bir yapı. Ben bu yapıya 2000’lerin başından beri tanıklık ediyorum ve elbette ki bizden önceki kuşaklar da benzer süreçlerden geçtiler. Bu politik atmosferde üretmek hiçbir zaman kolay olmadı ve olmayacak, bunun kabulü ile ilerlemeye devam ediyoruz. Ancak benim son yıllara dair gözlemim özellikle pandemi sonrası diyebileceğimiz dönemde tam bir boşluk, kaçış ve sığınma ile örülü. Gezi sonrası dönem büyük oranda hepimiz için art arda gelen başka sarsıntılarla şekillendi. Kamusal alanlar kaybedildi ve bir yarı kamusal alan olan tiyatro mekânları da bu süreçle tek başına baş etmekte zorlandı ve zorlanmaya devam ediyor. Tüm bu ekonomik koşullar ya da baskı unsurları ile mücadele eden mekânların/oluşumların bazıları kapandı, bazıları üretimlerini durdurdu, bazıları ise üretimlerine yurtdışında devam etmeyi tercih etti. Bu yok oluştan kalan boşluğu ise siyasi otorite ile çatışmadan geçmişten geleni muhafaza etmeyi tercih eden, sermaye ile ilişkisi güçlü, üretim kapasitesi tartışılır kişi ve kuruluşlar doldurdu. Bugün bir işe başlarken merak, politik direniş, seyirci ile organik ilişki, sanatsal bir perspektif arayışından değil kâr oranlarından bahsetmek gerekiyor.
Benim dâhil olduğum kuşak özelinde; bağımsız topluluklardan yetişen ve bu özgürlük alanı sayesinde deneme-yanılma şansı bulmuş, kendilerine kürekle yol açmış, seyirci ile özel bir bağ kurmuş olan birçok üretenin (yönetmen, yazar, oyuncu, tasarımcı…) bu yapılar ile ilişkisinin koparak başka alanlara yöneldiğini gözlemliyorum. Prodüksiyon Tiyatrosu’nun yetişmiş emeğe ve tecrübeye ihtiyacı olduğu düşünüldüğünde bu şekilde bir arz talep dengesinin kurulması “normal” görünüyor. Elbette ki herkesin zaman içinde hayattan beklentileri değişiyor ve başka şekillerde üretime devam etmeyi tercih edebiliyor. Ancak “bağımsız üretim alanlarının” kapsayıcı nitelikleri sayesinde, araştırmaya ve denemeye alan sağladığını, “işin tutması” kaygısı güdülmeden üretime alan açtığını, tecrübe paylaşımının dikey hiyerarşik olmayan koşullarda oluşturulduğunu ve bir laboratuvar ortamının sağlandığını unutmamak gerek. Bağımsız alanlar desteklenmedikçe ve bu alanlar yok oldukça prodüksiyon tiyatrolarının geleceği kadar Türkiye tiyatrosunun geleceği de tehlikeye atılmış oluyor.
Güncel tiyatro ise bugüne dair söz söyleme kapasitesine sahip olması, tarihin kayıt altına alınmasını sağlaması ve kapsayıcılığı ön plana çıkarabilmesi açısından çok önemli bir yerde duruyor. Ancak özellikle son beş yılda sınırlı sayıda kişi ve oluşum dışında bu alanda üretimden bahsetmek mümkün değil. Bu nedenlerden dolayı, bugüne dair söz söylemeyen, dünyanın geri kalanından kopuk ve kendi dilini kurgulamaktan uzak bir yığılma ortaya çıkıyor.
Hâlihazırda güncel üretimler yapan kişi ya da toplulukların ve alanda yeni meslektaşların devam edebilmek için önlerini görmeye ihtiyaçları var. Bu rekabetçi ve “reyting” bağımlısı sistemden uzak alanların bir an önce oluşturulması gerek. Mekânların ise beraber üretilen, “insan ölçeğine uygun” olarak adlandırabileceğimiz, seyirci ile etkileşimin yoğun olduğu bir kamusal alan haline dönüştürülmesi oldukça önemli.
Ne Yapayım performansından bir kare.
TEB OYUN: Yazınızda kuşaklararası kopuştan, yakın geçmişte yaşananların bile kayıt altına alınamamasından, muhafazakârlaşmadan, sadece eğlendirmeye, hoş vakit geçirmeye yönelik bir prodüksiyon tiyatrosuna yol alıştan ve soru sormayan, araştırma yapmayan, kapsayıcı olmayan bir tiyatral ekosistemden söz ediyorsunuz. Böylesine tekdüze bir ortamın kuraklaşmaya neden olacağını belirtiyorsunuz. Türkiye tiyatrosunun bu kapsayıcı ve çok çeşitli dili bulup geliştirmesindeki engelleri neler? Başka türlü olması mümkün mü(y)dü? Nasıl olabilir?
Z.T: Önümüzdeki en büyük engelin “olanı devam ettirmek/korumak” için harcanan yoğun çaba olduğunu düşünüyorum. Bizim gibi toplulukların gelenekleri ile kurduğu köklü bağ ve koşulların getirdiği belirsizlik ortamı ileriye doğru hareketimizi kısıtlıyor. Bu mekanizmaların değişebildiğini ve dönüşebildiğini daha önceden tecrübe ettik ancak bunun tekrar gerçekleşebilmesi için inat, sabır ve kararlılık gerekiyor.
Kurumlardan taleplerimiz konusunda ısrarcı olunması, taleplerimizin hem üreten hem de seyirci olarak en temel hakkımız olduğunun sıklıkla hatırlatılması, meslek örgütlenmelerinin aktif bir biçimde sorunları ön plana çıkararak gündem oluşturması çok önemli. Akademinin, kurumların, meslek örgütlerinin bir araya gelerek uzun vadeli programlar oluşturması da öncelikli yapılabilecek şeylerden. Ayrıca tüm süreçlere seyirci ve sivil toplum kuruluşları dâhil edilerek şeffaf, kapsayıcı ve genişleyen bir yapı oluşturulabilir. Bu yıl Şehir Tiyatroları’nın cumhuriyetin 100. yılı nedeniyle düzenlediği buluşma (“100 Yıllık Ayna” başlıklı çalıştay) çok kıymetliydi mesela. Sektörün tüm bileşenlerinin kısacık da olsa bir araya gelip sorunlarını konuştuğu bir yapı heyecan vericiydi, umarım arkası gelir.
Kısacası örgütlenmekten ve bol bol konuşmaktan başka yolumuz yok. Yorgun olduğumuzu görüyor ve kabul ediyorum. Yaşadığımız politik atmosfer bizleri kişisel hayatlarımıza dönerek içe kapanmaya yöneltmiş durumda ama yine de bugünü anlamaya çalışmaktan ve ileriye doğru bakmaktan başka çare göremiyorum. Prodüksiyon tiyatrosunda bile olsa üretirken yaratıcıların alanlarını zorlaması, işin niteliğinden ödün vermemesi, kâr amacını öncellemeden, sandalye sayısına bağımlı olmadan kaynaklarımızı besleyerek üretmeye devam edilmesi gerekiyor.
Kişisel olarak tam bağımsız mekânları, inisiyatifleri ve kolektif oluşumları önemsiyorum. Tüm bileşenlerin bir arada olabileceği buluşma ve gösterimlerin düzenlenebilmesini, kapsayıcı ve güvenli alanların oluşturulmasını / çoğalmasını önemli buluyorum. Tiyatro disiplini -diğer disiplinlerden biraz kopuk gibi görünse de- sinema, güncel sanat, müzik gibi alanlar ile organik bir birlikteliğin sağlanması hepimiz için ilham verici olacaktır diye düşünüyorum. Kısaca, tam bağımsız olmaya ihtiyacımız var. Üretimlerin sorgulanmadan özgürce yapıldığı bir alan oluşturulması gerekli. Bağımsızlar.org buna iyi bir örnek. Güncel sanat alanında “Buradan nereye?” forumları oldukça heyecan verici bir örnek. Kopma noktasına gelen uluslararası bağların tekrar kurulması, festivallerin bir araya getirme işlevlerini yerine getirmesi, şeffaflık / sorgulanabilirlik gibi kavramların ve eleştiri kültürünün nitelikli hale dönüştürülmesini de çok önemli buluyorum.
Öbür: Sonsuza Kadar oyun afişi.
TEB OYUN: Bugün Türkiye tiyatrosunu, özellikle bağımsız tiyatroların üretimlerini ve üretim koşullarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Z.T: Bağımsız yapılar üretebildikleri sürece ilham verici işler çıkarmaya devam ediyorlar. Sorun üretebilir hâle gelmekte ve bunu devam ettirebilmekte. Bu ekonomik koşullar altında yeni bir iş yapmak neredeyse imkânsız. Çalışma koşullarının iyileştirilmesini geçtim, işimizi yapmaya devam etmek bile gittikçe zorlaşıyor. Mekânı olanların kira fiyatları ve sabit giderlerle baş etmesi, mekânsız oluşumların ise prova için mekân bulması, hasbelkader bir oyun çıkarıldığında ise oynamak için yer bulması gittikçe zorlaşıyor. Seyirciye ulaşma koşulları ve şekli ise tamamen değişmiş durumda. Tüm bu koşullar altında uzun süredir iş yapmayan, koşulların biraz daha insani bir hale gelmesini bekleyen birçok topluluk ve sanatçı var. Bugün sponsor ya da bir yapımcı olmadan üretmek mümkün görünmüyor ancak sponsor ya da yapımcı ile girilen ilişkilerde de başka türlü öncelikler ön plana çıkıyor. Maalesef işin niteliğinin ya da sanatsal içeriğinin söz konusu olmadığı süreçlerden bahsediyoruz.
TEB OYUN: Siz bugünlerde neler yapıyorsunuz? Gündemizde ne tür sanatsal araştırma ve denemeler var?
Z.T: Almanya’nın Münih kentinde bir “Artist run space” olan Kunstpavillon’dan ilk kişisel sergimi tasarlamak üzere bir davet aldım. Mayıs-Haziran aylarında Eski Botanik Parkı’nda bulunan bu mekân için performans, video ve yerleştirmeden oluşan yapay çiçeklere odaklandığım Surprize me adlı sergimi tasarladım. Çok heyecan verici bir süreç oldu benim için. Disiplinlerarası üreten birisi olarak güncel sanat yakından takip ettiğim ve bana çok ilham veren alanlardan birisi. Almanya ve İsviçre’de oyun ve performans izleme, sergileri takip etme, meslektaşlarımla kendi gündemlerimizi masaya yatırma fırsatım oldu. Birçok konuda ortak dertleri ve koşulları paylaştığımızı görüyorum, bu konuda kendimizi yalnız hissetmememiz gerektiğini tekrar hatırlamak iyi oldu. Dünyanın birçok yerinde tiyatro, İtalyan sahneye, metne, klasik dramaturjiye ve profesyonel oyunculuğa sıkıştırılmaktan çıkmış durumda. Ben de bu sıkışık alanın dışına çıkarak üretmeye devam etmeyi planlıyorum. Kafamda dolaşan temalar ve odaklandığım kavramlar var, bu kavramlar üstüne benim için hangi “medium” daha uygun olacaksa o alanda anlatmaya devam etmeyi planlıyorum. Bu bazen tiyatro, bazen performans, bazen film/video olabiliyor. Yeteri kadar özen gösterildiği sürece disiplinlerarası geçiş ve üretim şekillerinin çeşitlenmesini heyecan verici buluyorum. Kamusal alan, feminist ve kuir hareket, hafıza, ekoloji, transhumanizm, mitoloji gibi konular üretimlerimin merkezini oluşturuyor, bu konularda araştırmalarım ve pratiklerim devam ediyor.
Ayrıca geçen sezon Mart ayında açılan, Onur Karaoğlu’nun yönettiği oyunumuz Öbür: Sonsuza Kadar gelecek sezon da oynamaya devam edecek, onun için bazı revizyon hazırlıklarındayız. Geçen yıl Beykoz Kundura’da düzenlenen ve benim de katılımcılarından olduğum Kundura Doclab’da geliştirdiğim belgesel tiyatro projemi hayata geçirmek için çalışmaya devam ediyoruz. ProjeDifüzyon olarak disiplinlerarası üretmeye ve yeni projelerimizi tasarlamaya da devam edeceğiz.
TEB Oyun: Vakit ayırıp sorularımızı cevapladığınız ve düşüncelerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.
Dipnotlar
[1] Zinnure Türe. “Alternatifler ve İhtimaller”, Mimesis Dergi. 16.04.2024. <https://www.mimesis-dergi.org/2024/04/alternatifler-ve-ihtimaller/> Erişim Tarihi: 01.06. 2024
* Bu söyleşi TEB Oyun Dergisi adına, “Buluşmalar” sayı editörleri Eylem Ejder ve Özden Işıltan tarafından hazırlanmıştır.
Zinnure Türe
2011 yılında Kadir Has Üniversitesi Oyunculuk Yüksek Lisans programından mezun oldu. Festival Premieres (Almanya), Festival Theatreformen (Almanya), Heidelberger Stückemarkt (Almanya), Dancing on the Edge (Hollanda), İstanbul Tiyatro Festivali, A Corner in the World gibi festivallerde ve İngiltere, Almanya, Yunanistan, İtalya, Ermenistan gibi ülkelerle ortak projelerde oyuncu ve yönetmen olarak yer aldı. Başrolünü üstlendiği “Tuzdan Kaide” adlı uzun metraj film 2018 yılında Berlin Film Festivali’nde açılışını yaptı. 2018 yılında Heidelberg Şehir Tiyatrosu’na misafir sanatçı olarak davet edildi ve “Zwischenraum/Ara” adlı oyunu yazıp yönetti. 2024 yılında Almanya’nın Münih kentindeki bir “artist-run space” olan Kunstpavillon’da ilk kişisel sergisini açtı. Kurucusu olduğu Proje Difüzyon ile ve bağımsız sanatçı olarak çeşitli platformlarda çalışmalarına oyuncu, yönetmen, yazar ve eğitmen olarak devam etmektedir.
TEB Oyun Dergisi‘nin Buluşmalar sayısına ulaşmak için: TEB Oyun / Buluşmalar