Yılmaz Onay’ın Örnek Kişiliği
Yılmaz Onay’ı kaybedeli dört yıl oldu. Onun çok yönlü sanatçı kimliğini ele almak değil bu yazımın amacı. Ne denli üretken bir tiyatro insanı olduğu, çok değerli çalışmalara imza attığı bu alanla ilgilenen her kişi için yeni bir bilgi değil elbette. Dolayısıyla ne yazdığı tiyatro oyunlarından, ne incelemelerinden, ne sayısız oyun ve kuramsal çevirilerinden ne de kendisini tanımama vesile olan tiyatro yönetmenliğinden söz edeceğim. Ben bu yazıda kişisel bir anı da olsa, onun bir insan olarak ne denli değerli bir kişi olduğunu gösteren, aradan geçen yirmi yıla rağmen hiç unutamadığım bir telefon görüşmemizi sizlerle paylaşmak istiyorum.
2003 yılının Kasım ayı. İstanbul terör vahşetine sahne olmuş. 15 Kasım Cumartesi günü biri Şişli’de öteki Şişhane’de iki sinagogda eşzamanlı olarak patlayan bombalar ibadet eden insanları hedef almış. Bilanço 28 ölü ve 300’den fazla yaralı. Tanımlanması imkânsız bir nefret ve vahşet eylemi.
17 Kasım Pazartesi üniversitedeki ofisimdeyim, masanın üstündeki telefonum çalıyor. Tanımadığım, gür ancak çekingen bir ses kendisini tanıtıyor ve benimle görüşmek istediğini söylüyor. Çok şaşırıyorum ve heyecanlanıyorum tabii. Karşımda Yılmaz Onay, bir yıl önce sıradan bir izleyici olarak çok büyük bir beğeniyle seyrettiğim ve ardından izlenimlerimi kâğıda dökme ihtiyacını duyduğum oyunun yönetmeni. Tiyatro Tiyatro Dergisi’nde yayımlanan ilk eleştiri yazıma esin kaynağı olan kişi. Bana yeni ufuklar ve kapılar açacak olan, bir yönetmenin yazardan da öne geçebileceğine tanık olduğum Küçük Adam Ne Oldu Sana? başlıklı yapıtı çevirip tiyatroya uyarlayan o ünlü yönetmen. Şaşkınlığım devam ediyor, o yazıyı yazalı bir yılı geçmiş acaba bu telefonun sebebi nedir? Yılmaz Onay üzgün ve adeta mahcup bir sesle yaşanan terör olayından büyük bir acı duyduğunu, bir vatandaş olarak bu taziye telefonuyla bunu dile getirmek istediğini söylüyor. Telefon numaramı ancak bulup arayabildiğini ekliyor özür dilercesine. Çevremden bir kayıp yaşayıp yaşamadığımı soruyor. Böylesi bir duyarlılık karşısında şaşkınlığım daha da artıyor ve öylesine etkileniyorum ki hislerimi kendisiyle paylaşıyorum. Konuşmamız devam ettikçe, yazımı okumuş olduğunu anlıyorum. Yazımdan övgüyle söz ediyor ve o rejide kafasından geçenleri ne denli doğru okuyup, değerlendirdiğimi belirtiyor. Bu düşüncelerini yazımı okur okumaz paylaşmak istediğini ancak yanlış anlaşılır endişesiyle aramadığını belirtiyor.

Bir, iki yıl sonra kendisine bir oyun galasında rastladığımı ve yanına gidip kendimi tanıttığımı anımsıyorum. O beyefendi ve babacan tavrıyla yazılarımı okuduğunu, beğendiğini ve muhakkak yazmaya devam etmem gerektiğini dile getiriyor. Şaka yoluyla takipte olduğunu da ekleyince tahmin edebileceğiniz gibi çok mutlu oluyorum. O günden bu yana bana güvendiğini hissettiren sözleri hep beni teşvik etmiş ve bana sorumluluk yüklemiştir.
Derin bilgisi, aydın kişiliği, teşvik edici, nazik, mütevazı ve duyarlı yapısıyla Yılmaz Onay hep belleğimde yer alacak. Kendisini sevgi ve saygıyla anıyor ve bu vesileyle kendisine tekrar teşekkür ediyorum.
Bu yazı TEB Oyun Dergisi’nin 46. sayısında yer almıştır. Sayının tamamına buradan ulaşabilirsiniz.